1 Mayıs kutlanmalı mı?[1] Kutlamak ne demek? Hasbel kader kutlama kavramı birilerini rahatsız etmiş olabilir. Rahatsız olanların diliyle bir mücadele günü olan 1 Mayıs, özellikle neden Taksim’de kutlanır? Mücadele günü olan 1 Mayıs’a anlam veren onun Taksim Meydanı’nda kutlanması mıdır? Oraya kutsallık atfedilmesine sebep geçmiş 1 Mayıs’larda ölenlerin olması mıdır? Ne?
Kutsal kelimesi ile kutlama arasındaki ilişki 1 Mayıs özelinde Türkiye Solunun laik ve ateist temayülleri açısından manidar olsa gerektir.
Bu meseleye ilişkin tartışmayı “Lafa bak ya! Nasıl bir kutsalsa?” diyerek zaten Başbakan başlatmış…
Kronoloji olarak 1 Mayıs Kutlamaları Selanik’te 1911 yılında ve 1912’de İstanbul’da kutlanmasıyla başlayıp devam ediyor. İlk defa yasal işçi bayramı olarak 1923’de kutlanıyor. 1924’de kitlesel kutlamayı hükümet yasaklıyor. Bilindiği gibi Takrir-i Sükun Kanunu İşçi bayramını tamamen yasaklıyor. Bu yasak 1976’da Taksim’de kutlanana kadar devam ediyor. 1977’de katliam oluyor ve 1978’de kalabalık bir şekilde kutlanıyor. 1979’da sıkıyönetim komutanlığınca yasaklanıyor. 1981’de Cunta resmi tatil günü olmaktan çıkarıyor. 1989’da bir işçi öldürülüyor ve 1996’da polis Kadıköy’de silahla üç kişiyi öldürüyor. 2006 yılında bir zayiat verilmeden kutlanıyor ve kitle dağılıyor. 2007’de gene çatışmalar yaşanıyor. 2008’de 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul ediliyor. Aynı yıl sendikaların Taksim ısrarı başlıyor ve polis gaz ve su kullanıyor. 2009 Nisan’ında tekrar resmi bayram olarak kabul ediliyor. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında Taksim’de olaysız kutlanıyor. 2013’te ise Taksim tamamen kullanıma yasaklanıyor. Ve çatışmalar bundan sonra başlıyor ve 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenler için alanı ele geçirme mücadelesi başka bir boyuta geçiyor. Ve bir ısrar başlıyor. Bu ısrar devam ediyor.
Bir genelleme yaparsak Taksim Türkiyeli işçiler değil ama bazı sendikalar, solcular, solcu entelektüeller için önemli bir mekan ve 1 Mayıs’ın yıllardır burada kutlanması ya da anılması bu kesimler için özel bir önem ifade ediyor. Taksim’in kimi 1 Mayıs’larda miting için kullanılmasına izin verilmediği zamanlarda dahi bir ısrarın merkezi olması oranın kimi insanlar için kutsiyet atfedilen bir yer olarak adlandırılmayı hak ettiğinin bir işaretidir. En radikal ve keskin solcuların 1 Mayıs şehitleri gibi bir kavrama sahip olmaları, ateizmi siyasal duruşlarında bir bayrak gibi taşıyor dahi olsalar, kutsallara sahip olduklarını gösterir.
Evet, Taksim bazıları için kutsallıkla adlandırılacak bir alan olmayabilir ama bazıları için kutsal bir alan. Bu kutsallık kavramını kimi ateistler dahi kabul edebilir (değil mi ki bu ülkede bir oksimoron olsa da “Müslüman ateistler” de var).
İktidar cephesine bakıldığında; özellikle Gezi Parkı olayları meydana geldikten sonra Taksim ve civarında göstericilerin ve gösterinin gölgesine dahi müsamaha gösterilmediği bilinen bir vaka. Taksim konusunda DİSK, KESK vb. gibi sendikaların ve Gezi Parkı olayları sırasında basiret yoksunu olduğunu unutmuşa benzeyen ve bir siyasal parti gibi davranma temayülüne sahip olan Taksim Dayanışması’nın ısrarlı olacağını hükümet de bilmekteydi ve biliyor. Bunu hükümetin bildiğini Taksim Dayanışması da biliyor. Bu ısrarlarının ardında ne var? Yıllardır bildiğimiz DİSK ve KESK’e ne oldu da yukarda sıraladığımız kronolojide gördüğümüz gibi 2006’ya kadar Taksim’e bir kutsiyet atfedilmiyor. Bir alanda ısrarcı olmak ne kadar doğrudur bilinmez ama eğer mücadelenizin meşruiyetine zarar verirse ve kamu oyunu aleyhinize çevirirse ısrar etmenin adı sadece bir takıntı olarak adlandırılabilir. Oldukça sarih bir durum var ki bu sendikalar siyasetin içerisinde boy gösteriyorlar ve bu bir bakıma iyidir. Bununla beraber sendikaların işçilerin hakları ve toplumsal meseleler hakkında duyarlılıklarını bir tarafa bırakarak, destekledikleri mevcut siyasal partinin muhalefet anlayışını gösterir bir şekilde kendi duruşlarında ifade ediyor oluşları bir rahatsızlığın vesilesi olur.
1 Mayıs’ı işçilerin sömürü düzenine ve mevcut sisteme karşı mücadele ettikleri ve bunun için bir vasıta olarak kullandıkları bir gün, iş kazalarından ölen işçiler ve ailelerine dair bir anma hatırlama günü, evine ekmek götürme derdinde olan işçilerin ve yoksulların taleplerini ve duruşlarını seslendirmekte ısralı oldukları bir gün olarak anmak yerine, mücadele esasını sadece bir alanın – iktidarın ve özellikle milliyetçi bir siyasal geçmişe sahip partilerin avantaj elde etmesini sağlamak adına – ele geçirilmesi olarak belirlemek savunulacak bir şey değildir ve böyle bir atmosferin içerisinde kalmak büyük bir talihsizliktir.
1 Mayıs’ın emekçilerin bayramı olduğunu vurgulamak ve bu konuda mücadeleyi yükseltmek jargonları 1 Mayıs’ın AKP hükümetince emekçi bayramı ve tatil ilan edilmesiyle çökmesi gereken zevat başka hedefler bulmak durumundaydı. CHP ve DSP’nin iktidar ortağı olduğu yıllarda 1 Mayıs’a dair taleplerini unutan kesimlerin 1 Mayıs samimiyetleri sorgulanmak zorundadır. Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs Meydanı ve bundan sonra her 1 Mayıs’ın burada kutlanacağının ilan edilmesi durumunda “radikal” solcuların ne yapacakları, dün 1 Mayıs’ın tatil günü ve ezilenlerin bayramı ilan edildiğinde görmezlikten geldikleri tavırla aynı olacak ve ellerindeki “mücadele” nedenleri elinden alındığı için fena bozulacaklardır.
Bir diğer taraftan Taksim ısrarının ardında “radikal” solcular olarak nam salan; ne reel politikten, ne de sistem dışı mücadelenin nasıl olduğundan anlayan zevatınsa Taksim ısrarında nasıl pragmatik ve politik fayda bekliyor olduklarını anlamak mümkün değil. Ama alanlara çıkıp iki bayrak sallamayı ve hamaset edebiyatı yapmayı politik kültürlerinin olmazsa olmazı kılmış olduklarından bu anlamsızlıktan bir mana çıkarmaya da teşne olacaklardır. Tıpkı Gezi Parkı olayları sırasında “devrimci durum” mevcuttur deyip proletarya partisini hazırlama hedefleri koyan zevatın yaptığı gibi Taksim meydanına çıkmak onlar için bir devrimci durum yaratma hali olabilir.
Bu komiklikler yaşandı ve halen yaşanmaya devam ediyor ve devam edecek de.
Peki, hükümet ve devlet neden böyle davranıyor? 1 Mayıs’ı resmen emekçilerin bayramı olarak ilan eden bu iktidar Taksim Meydanı’nı mitinge açsa ne kaybeder? Aslında hiçbir şey… Eğer bilmediğimiz başka nedenler yoksa Taksim Meydanı’nı mitinge açmak ve o alanda sağ salim bir miting yapılmasını sağlamak hem iktidarın prestijini arttırır hem de bu kadar basiretsiz zevatın elinde mücadele ediyormuş ve kitlelere hizmet ediyorlarmış gibi göründükleri bir malzemeyi daha ellerinden alır.
İktidarın bunu yapmamasına neden zannederim kentsel dönüşüm çalışmaları ve gezi parkı’nın iktidar üzerinde bırakmış olduğu psikolojik etki ve özellikle – benim soysuz bir Soylulaştırma projesi demekten ısrar edeceğim – gentrification nedeniyledir ve bu bir alan hâkimiyeti ve dolayısıyla iktidarı elinde tutmanın ve onu göstermenin vesilesi halini almış durumdadır.
Son not:
Bazı kesimlerin uzunca bir süredir 1 Mayıs alanı olarak ilan ettikleri Taksim Meydanı küçük iktidarların kendilerini tek var kıldıkları alan ve birbirleriyle var olduklarını hissettikleri olay halini almış durumda. Yani Taksim Meydanı ve özellikle istiklal caddesi çevresi “devrimci mücadeleleri”nin olmazsa olmaz mekânı durumundadır. Gezi Parkı’nda yaşanan 22 güne yakın bir çeşit iktidarsız ve geçici otonom bölge deneyimi anarşistler hariç bu kesimlere Taksim’i daha da vazgeçilmez kılmıştır. Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs anması bir mekânın iktidara kolay kolay terk edilmemesini sembolik olarak göstermesi açısından iyi bir referansken, yıllardır bu alanı kendini ve iktidarlarını ispat etme ve var kılma fırsatı olarak kullanan bilumum solcunun kapışma mekânı olarak kullanması açısından kötü bir referanstır. Bu minvalde; 1 Mayıs geleneksel hale gelen ezilenlerin, madunun ve mağdurun ve işçinin uluslararası dayanışma ve mücadele günü olarak her yer ve meydanda kutlanmalıdır.
İktidarların ve küçük iktidarların mücadele alanı olmamalıdır. Ve böyle bir alanda yer almak bir gayya kuyusuna düşmek gibidir. Ve bu hal Taksim’de yapılacak 1 Mayıs anmaları ve kutlamalarına katılım seyrini de düşürmeye eğilimlidir.
[1] Birer gösteri toplumuna dönüşen ve iletişim teknolojilerinin kentli nüfusun ekseriyetini hakimiyet altına aldığı ya da kitlelerin kendilerini bu teknolojilerin içerisine gömerek hiçbir özerkliğinin kalmadığı ve sistemle bir arzuyla eklemlendiği içinde yaşadığımız toplumda 1 Mayıs, Devrim, alternatif yaşamlar ve iktidar kavramları buraya özgü olarak sorgulanmalıdır. Bu minvalde her yıl tekrarlana gelen ritüeller, sistemi, iktidarı ve tahakkümü yeniden üreten fenomenler olarak ileri çıkmaktadır. Bunun tartışması başka bir yazının konusu olduğundan daha pratik bir mesele olarak 1 Mayıs’ın bugününe dair soruları öne çıkaracağım.
Views: 35