15 Teknoloji Toplumu – Gizli Yöntem – Jacques Ellul

1
2100

“İktisatçılar, halkın kendilerine yönelik ironik tavrına da şiddetle içerliyorlar. İçlerinden biri geçenlerde “Halk, fizikçiye inanıyor; iktisatçıya ise hiç güvenleri yok” diye yazıyordu. Politika yapıcılar, elbette iktisatçıların söylediklerine güvenemezler; ne de politikalara dair çelişkili önerilerini takip edebilirler. Tüm bunlar, o halde, görüşlerden başka bir şey doğurmayan ve gerçeklere “sadık kalma” katı yöntemiyle teoriler rejiminin yerine başka birşeyi koymak elzem olmuştur.”

Ancak teknik ile ekonomi arasında bir başka ilişki daha vardır: bir ekonomik tekniğin oluşumu. İktisat bilimi konusunu ve niteliğini değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda hem bir bilgi yöntemi hem de eylem yöntemi olan bir bileşimdi. Politik ekonomi, normatif olma iddiasından vazgeçmedi. Yalnızca gerçeğe ulaşmaya değil, onu değiştirmeye de çalışıyor. Fakat ekonomik tekniğin bu iki boyutu arasındaki gerçek ilişki açıktır. Bu bilimsel bilgi yöntemi, ekonomik ortama tepki verir, genellikle onu şekillendirir; fakat bu teknik “nötr” değildir. Rastgele bir doktrin veya ideolojinin komutlarını yerine getirmek için hazır kıta beklemez. Aksine kendi özgül ağırlığı ve yönüyle davranır. Basit bir araç değildir; kimi zaman insani isteklerin hilafına kendisini belirlenmiş yollara yönelten kendi gücüne sahiptir.

Bunu anlamayan iktisatçılar, tekniklerini “tarafsızlıklarından” sıyırarak amaçlarının hizmetine vermek istiyorlar. “İktisat, etkin tercihler bilimidir [tekniğidir]” tanımını reddediyorlar. Ancak ekonomiyi insanileştirmek istediklerinde, bu tür girişimlerin doğrudan doğruya amaçların tekniklere teslim olmaya yönelttiğini hemen öğreniyorlar. Amaçlar sorununu ön plana çıkaran ve hedefleri olarak insani bir ekonomi önerenler, Jacqu es Aventur’ün gösterdiği gibi, yine bizzat teknikleri daha da geliştirip özgül ağırlıklarını artıranlardır. Fakat, makinenin aşın gücü olgusu herkesi şaşkına çevirip ekonomik hayat üzerindeki etkisini apaçık yaparken, ekonomik tekniklerin yöntemleri gizlidir ve herkes, onun zararsızlığı ve uysallığından emin olmaya devam eder.

Ekonomik tekniğin doğasını kavrayabilmek için, herşeyden önce onun yükseliş sebeplerini kavramak gerekir. Sebeplerden biri o kadar basittir ki şöyle bir değinip geçeceğim. Genel olarak bilimlerin gelişimdir bu. Yirminci yüzyılda genel olarak bilimler, kesin metodoloji ve teknik sorunlarının ortaya çıkışının karakterize ettiği bir büyüme krizinden geçtiler. Kesin yöntemler kurmak için iktisat bilimi de hakeza dogmatik tavırlarım, tümdengelimci yöntemlerini terkediyor. Bu, emekleyen bilimin kesin sonuçlar doğurmasından önce gerçekleşmiş olabilir. Pekçok iktisatçı, ideal bilimin, tüm diğerlerine model olması gereken fizik olduğuna, ekonomik yöntemin spesifik araç olarak değil genel tip olarak alınan fiziğin yöntemini öngörmesi gerektiğine inanıyor.

İktisatçılar, aynı zamanda, bir tür meydan okuma olarak, kendi sistemlerinin etkisizliğini hissediyorlar. Politik ekonominin kendini beğenmişliğini, hiçbir şey, ekonomik krizlere koydukları çelişkili teşhisler ve terapilerden daha iyi gözler önüne seremez. Kimilerine göre kriz, bir satılamayan mal fazlasıdır; kimilerine göreyse üretim yetersizliği. Bir kısmı için tasarruflarda bir aşırılık; bir kısmına göreyse tasarruf yokluğu. Çözümler sözkonusu olduğundaysa bazı iktisatçılar reeskont oranını yükseltirken bazıları indiriyor. Bazıları ücretlerin stabilize edilmesi gerektiğini savunurken bazıları ise düşürülmesi gerektiğini gösteriyor. Bu tür çelişkiler, ancak yöntemde bir hatadan kaynaklanabilir. İktisatçılar, halkın kendilerine yönelik ironik tavrına da şiddetle içerliyorlar. İçlerinden biri geçenlerde “Halk, fizikçiye inanıyor; iktisatçıya ise hiç güvenleri yok” diye yazıyordu. Politika yapıcılar, elbette iktisatçıların söylediklerine güvenemezler; ne de politikalara dair çelişkili önerilerini takip edebilirler. Tüm bunlar, o halde, görüşlerden başka bir şey doğurmayan ve gerçeklere “sadık kalma” katı yöntemiyle teoriler rejiminin yerine başka birşeyi koymak elzem olmuştur.

Gerçeklerin kendisi daha karmaşıklaştıkça gerçeklere sadık kalma ihtiyacı daha da zorunlu hale geldi. Yine burada da tekniklerin etkisi kendini hissettirdi. Ekonomik yaşamın gerçekleri, ekonomik yaşam hâlâ görece basitken, ekonomik olgular (örneğin 18. yüzyılın sonunda) boyutlan ve unsurlarıyla doğrudan tecrübeyle uyumlu bir tablo sunduğunda direkt olarak kavranabilirdi. Fakat ekonomik ortamın devasa büyümesi, doğrudan kavramayı imkansızlaştırarak, uygun akıl yürütme biçimlerinin gerilemesini sağladı. Günlük mantık, çok sınırlı miktarda veriden fazlasını kucaklayamaz. İşte bu nedenle, ekonomik olguların artan karmaşıklığına, fazlalığına uygun bir yöntem bulmak gerekliydi. 20. yüzyılın başlangıcında “bir teknik akıl durumu” kendini gösterdi, yüzyıl ortasına doğru muazzam bir gelişme kaydetti. Bu akıl durumunun özelliği, herşeyden önce, olan ile olması gereken arasında kati ve hızlı bir ayran gözetme çabasıydı. İktisatm doktrinel karakteri tamamen reddedildi. Yegâne ilgi gerçek meselelerineydi. Amaç, işin basiti, bilimsel olarak bilmek, gerçekleri toplamak, onları karşılıklı ilişki içine sokmak ve mümkünse onları bir diğeri aracığıyla açıklamaktı.

Politik ekonomi, artık geleneksel anlamdaki bir moral bilim değildir. Teknikleşmiştir ve bilahare tanımlayacağım yeni bir etik çerçeveye girmiştir. Bir tekniğin yaratılmasında belirleyici bir adımı temsil eder bu. Teknik akıl durumu, aynı şekilde, kesin bir yöntemin oluşturulmasında (ki bu, giderek, matematiğin ekonomiye uygulanmasına dayanmaktadır) ve bir eylem alanının kesin sınırlarının belirlenmesinde açıkça görülür. Aslında, tekniğin var olabilmesi için yöntem sabit bir olgular dizisi için uygulanmalıdır. Doktrinin tekniğe dönüşümünde ana fikir, Fransa’da bu araştırmanın öncülerinden François Perroux’un çalışmasında olduğu gibi, mikroekonomi makroekonomi arasındaki ayrımdı.

Bu noktada çok önemli bir durumla karşı karşıyayız. Mikro-ekonomi, ekonomik olguları insan düzeyinde inceler. Burada görece insani yöntemler uygulanabilir, bireysel karara saygı duyulur ama teknik aygıtın gerek yöntemle gerekse eylemle ilişkili olarak tümüyle uygulanmasına izin verilmez. Gerçeklerin mikro-ekonomik düzeyde gözlemlenmesi, yalnızca bu nedenden dolayı eylem gerektirmez. Eylemi teşvik etmek de tekniklerin temel özelliklerinden biridir. Mikro-ekonomik inceleme yararlı ve hoş olmasına rağmen, yine de bireyin sınırlı dünyasına ait olmak hasebiyle pek geleceği var gibi görünmüyor.

Diğer yandan makro ekonomi, tüm yollan teknik araştırma ve uygulamaya açıyor. Teknik uygulama, belirttiğimiz üzere, ölçülebilir büyüklükler, hüküm hatalarının giderilmesini ve tekniğin anlaşılabilir konusu olmasına yetecek genişlikte bir hareket genişliğini varsayar. Bunlar, tam olarak, makro-ekonomik araştırmanın özellikleridir. Makro-ekonominin yöntemlerinin hâlâ bir şekilde belirsiz olduğunda, pek çok olgunun (mesela gelirlere uygulanabilen bilimsel teknikler) buna uymadığında hiç kuşku yok. Yine de, bu, teknik öncesi bir alandır ve bunun sonucunda gerçekten etkili güçlerin yoğunlaşacağı yerdir. Bu şekilde emin oluyoruz ki, makro-ekonominin temelinde bir unsur olmak veya onu tamamlayıcı bir unsur olmak bir yana mikro-ekonomi absorbe edilecektir. Makro-ekonominin daha kesin teknikler geliştirmesi ölçüsünde mikroekonomi varoluş nedenini kaybedecektir. Mikro-ekonomik olguların bilgisinin makro- ekonomik olguların bilgisinden basit bir tümdengelimci çıkarsamanın sonucu olacağı bir topluma doğru yol alıyoruz.

Bu yeni disiplinlerdeki teknisyenlerin hepsinin ortak bir özelliği var: sıradan insanın hiçbir katılımının olmadığı kapalı bir grup oluşturma keyfi. Bilinçsiz bir eğilimi temsil eder bu; fakat bu eğilimi, gizli ve anlaşılması güç bir teknik biçiminde, onun yeni araçlar dünyasına ait olmayan her şeyi küçümseme şeklinde pek çok modern iktisatçıda görüyoruz.

Bu “gençlik gururu”, yeni yöntemlerinin çürütülemez olduğuna ve buluşlarının her şeyin merkezi haline geldiğine inandıklarında, teknisyenler arasında hep kendini gösterir. Kendilerini gizledikleri otorite, dışarıdakiler için anlaşılmaz olan (çoğu kere olduğu gibi, en açık gerçekleri dillendirmek için kullanıldıklarında bile) bir gizli terminoloji biçimini alır. Teknik, oldum olası bir tür gizli cemiyet, uygulayıcılarının kapalı bir kardeşlik cemiyeti yaratır. İktisat alanında bir tür iyice düşünülmüş değişmezliği görmek yeni bir olgudur. Şu ana kadar az bir eğitimi olan herkes, iktisatçıların çalışmalarını ve teorilerini izleyebiliyordu. Onları bugün izleyebilmek için insan hem uzman hem de teknisyen olmalı. Tekniğin kendisi zordur; gerekli araçlar da önceden eğitim olmadan yönetilemez. Bir de pek çok iktisatçının aralarında kapalı bir cemiyet oluşturma kaprisleri var. Bu iki faktör kesişiyor, halkı teknik yaşamdan dışlamanın acı sonuçlanın ortaya çıkarıyor. Bununla birlikte, aksini düşünmek çok zor.

Genel bir olgu olarak teknik (politik ortamı incelerken göreceğimiz gibi), oldum olası, dışardan hiç kimsenin ulaşamayacağı sırları koruyan bir teknisyenler aristokrasisi doğurur. Ciddi bir temeli olan kararlar, keyfi ve akıl almaz buyruklar görünümü alır. Tekniğin gelişiminde kaçınılmaz olan böyle bir çatlama, demokrasilerin geleceği için çok önemlidir. Ekonomik yaşam, içeriğinde değil ama istikametinde, bu nedenle halk kontrolünden tamamen sıyrılacaktır. Mükemmeliyete ulaşmış bir ekonomik teknik karşısında demokrasi mümkün değildir. Seçmenlerin kararları -seçilenlerinki bile- aşırı basitleşmiş, tutarsız ve teknik açıdan kabul edilemez niteliktedir. Demokratik kontrol veya karar-almanın ekonomik teknikle uzlaştırılabileceğine inanmak vahim bir yanılsamadır. Bu tekniğin oluşumu için gerekli unsurlar yavaş yavaş şekilleniyor; yakında da kemale erecekler.

Visits: 38

1 Yorum

  1. “Halk, fizikçiye inanıyor; iktisatçıya ise hiç güvenleri yok” diye yazıyordu. Politika yapıcılar, elbette iktisatçıların söylediklerine güvenemezler; ne de politikalara dair çelişkili önerilerini takip edebilirler. Tüm bunlar, o halde, görüşlerden başka bir şey doğurmayan ve gerçeklere “sadık kalma” katı yöntemiyle teoriler rejiminin yerine başka birşeyi koymak elzem olmuştur.
    Halk fizikçiye güvenir. Çünkü halkımız ütopik şeyleri pek de bir sever. Maalesef tüm dünyanın en büyük sorunlarından biri de ekonomi dili dediğimiz iktisat tan çok uzak bir hayat yaşamaktadırlar ve şöyle bir insanlık tarihine bakarsak yaşadığımız her şey aslında iktisat üzerine kuruludur.
    İktisadın temellerine baktığımızda fizikçi nin bile bir mega cebirsel hesaplamalarını yaparken iktisat bilim dalından yararlandığını görüyoruz.
    Fizikte kurallar vardır ve değişmeyen kurallar. (Kesin doktrinler dediğimiz kavram yani.)
    Oysa iktisat esnektir. Yaşadığımı anların seyrine göre yorumlanır ve iktisat demek halbuki yaşamımızın ta kendisi demektir.
    İktisat özgürdür. Belli kalıpları olsa da yorumlandığı zaman özgürce farklı cümleler ile aynı sonuca varılabilir ama Fizik için bunu diyemeyiz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz