https://www.youtube.com/watch?v=B9Uwt0sRNYw&t=73s&ab_channel=MuratEr%C5%9Fen
Not: Murat Erşen'in Youtube sayfasından alınmıştır. Çevirisi de kendisine aittir.
Bizim akil adamlarımızın hiçbiri, mucizelerinin tümünün sonu meselesini hiç gündeme getirmez. "Neden" kararlı biçimde geçiştirilir. Çağdaşlarımızın aklına gelecek cevap, "mutluluk uğruna" olacaktır. Ne yazık ki, artık bundan bahsetmek söz konusu değil. Sinir sistemi hastalıklarındaki en bilinen uzmanlarımızdan biri şöyle diyor: "Daha temel nitelikte sakinleştiricilerde yapmış olduğumuz gibi, insanın duygularını, arzularını ve düşüncelerini değiştirebileceğiz". Uzmanımıza göre, herhangi bir gerçek temel olmaksızın, bir mutluluk inancı veya izlenimi üretmek mümkün olacaktır.
Tekniğin neden olduğu düşünce ve eylemin tamamen ayrılması, başka alanlarda görünen ve tartışmış olduğumuz bir olguyu yeni bir görünümde meydana getirir. En iyi fikirlerin bile manevi etkinlikten yoksun olması olgusudur bu. Bu, fikirlerin teknik çerçeveye asimile edilmesinden başka bir şey değildir. Bu asimilasyon, fikirleri maddi olarak etkinleştirirken manevi olarak değersizleştirir. Fikirlerin halk üzerinde kayda değer bir etkisi olmadığı anlamına gelmiyor bu. Büyük etkileri vardır, ama yaratıcılarının istediği etkiler değil. Bir plastik bomba gibi topluma sokulan Henry Miller'in erotik barut fıçısı, cinsel hayatı engellenmiş, çalışma koşullarına, evine ve siyasal hayata öfkeli bir okuyucu bulur. Onda bir isyana susamışlık yaratmıştır bu durum. Susamışlığının Miller tarafından güçlü bir şekilde ve çok iyi ifade edildiğini görür. Pornografi unsuru, hayallerini açar ve bastırılmış ihtiyaçlarını tatmin eden bir erotik çılgınlığa sürükler. Ancak, bir insani isyana itmek şöyle dursun, Miller'in kitabı, potansiyel devrimciyi hayal ederek tatmin eder.
Büyük, gizemli binaların büyük ses geçirmez büyük bodrumlarındaki gizli infazları duyarsınız. Polis tekniğinin daha gelişmiş bir aşamasında bu dağınık korku salma bile daha dağınıklaşır. Polis, sadece "iyi yurttaşları" korumak için vardır. Artık baskınlar yapmazlar, baskınlarla ilgili esrarlı bir şey de yoktur. Bu nedenle de baskıcı oldukları düşünülmez. Polisin çalışması "bilimselleşmiştir". Dolapları her yurttaşın dosyasıyla doludur. Polis, "aranan" herkesi her an yakalayabilecek durumdadır. Bu durum, yakalama gereğini büyük ölçüde ortadan kaldırır. Hiç kimse polisten kaçamaz, kaybolamaz. Fakat bu durumu da hiç kimse istemez ki. Elektronik bir dosya özellikle korkunç değildir.
Caz, günümüzün en otantik insani protestolarından biridir. Kökenine bir inelim cazın. Zenciler umutsuzca köleleştirilmişlerdi. Zorla çalıştırılmalarının, cezalandırılmalarının, nefretlerinin ve bastırılmış isyanlarının hikayesi sıkça anlatıldı. Santo Domingo'nun korkunç siyah imparatoru artık bir rüyadan öte bir şey değildi. Uçtaki zenciler şarkıları keşfetti. Onların inanç ihtiyaçlarına da cevap veriyordu. Müzik onlar için bir kere o anın umutsuzluğunu ve Tanrıda kurtuluş umudunu temsil ediyordu. Çılgınlıkta zirveye ulaşması, kurtuluşu getirdi, ama sadece afyon ve alkolün diğerleri için getirdiği gibi. Marks'ın 19. yüzyıl dininin Avrupa kitlelerinin afyonu olduğu şeklindeki meşhur sözü, zenci kölelerin cazına aynen uygulanabilir.
Reklam, psikolojik kolektivizasyon yaratma görevini, bireyi teknik dünyasıyla tanıştırmak amacıyla belli insani eğilimleri harekete geçirmek suretiyle yapar. Reklam, bu eğilimleri ideale, mutlak sınıra da taşır. Diğer tüm insani eğilimleri önemsemeyerek başarır bunu. Sözgelimi herkese kendi beden sağlığıyla ilgilidir; ama ona süpermeni bir gösterin, süpermen olmak onun hedefi olur. Buna ilaveten, reklam, o zamana dek bıktırıcı bir şekilde gerçekleştirilmeme eğilimi taşıyan maddi arzuları gerçekleştirme araçlarını da sunar insana. Bu üç yolla, psikolojik kolektivizm vücuda getirilir.
Propagandanın bilinçaltının teknik araçlarla manipülasyonuna dayandığını belirttim. Hedefi güvensizlik hissine dayalı bir "nörotik kompleksin" kurulması olan hipermodern polis yöntemleri de öyle. Teknik dünyamız bu duyguları kendiliğinden yaratmakla kalmaz, teknik nedenlerle ve insan üzerindeki eylemleriyle o teknik dünyanın yapılarını güçlendiren teknik araçlarla bunları önceden tasarlayarak bu yöntemleri geliştirir. Kayda değer bir ifadede Robert Ley, "Hâlâ özel bir birey olarak kalabilen tek kişi uykudaki kişidir" diyor. Bu sözler, münhasıran Nazi rejimi için söylenmiş sayılabilir. Ama onunla sınırlı değildir. Tüm insanların acımasızca teknikleşmiş dünyaya entegrasyonuyla ilgilidir.
Pek çok modern insanın boş vakitlerinde dinlenme umudunu anlamak zor. Bu umut yaygındır yine de. Örneğin, boş zamanlarında işçinin kişisel bir hayat sürebileceğini, toplumun üzerine yüklediği kısıtlamalardan kaçabileceğini, ruhi dengesini yeniden kazanabileceğini savunan Hıristiyan işverenlerin kalkış noktasıdır bu anlayış. Bireyin belli imkanlara ve öz-gelişime sahip olabilmesi için çalışma saatlerinin mümkün olduğunca azaltılmasını savunan sosyalistlerin tavrı budur.
Teknik, sokakta gördüğümüz insan üzerinde hiç çalışmaz. Nazizmin büyük skandalı, kendi tekniklerini Otto Schultz'a (mesleğini icra etmiş ve hayatını yüzlerce komşusu önünde yaşamıştı) uygulamaktaki yakışıksızlığıydı. Ailesinin feryatları eşliğinde zorla sürüklenerek anestezi olmadan ameliyat edildi. Struthof’un doktorları, kinizmleri ve kabalıkları nedeniyle utanılacak durumdaydı. İnsan duygularını bu denli küçümsemek, Nazilerin çarpıcı bir gafıydı. Biz daha iyisini yapıyoruz. Ağrısız ameliyat yapıyoruz.
Özlemek ne
Karşıda Akdağlar
zaman kuşluk
eriyip de tadını vermeyen
bir şeker gibi güneş
bu nisanda.
Sen gayet suskunsun
bağdaş kurmuşsun
dayanmış alnın
namludan tutan
ellerin bileklerine
uzaktan gören de
seni kurtuluşu düşünür
beller
oysa bu güneşte
aklında fikrinde
sıladaki...
"nereye kaçabilirim düşüncelerim
denizin kıpırtısız
yıldızlı kalabalıklar altında
bütün böceklerin ezgileriyle
dolan bu sahilde.
Uzanmak kıyıya
surat asmak sevdiğime
çay, sigara
hatta en iyisi şarabın
boşuna."
Önceki Sayfa
Meknik, esas katkısını cerrahi ve tıpta yapar. Bu teknik biçimleri kısaca değerlendireceğim. Bir kere bunlar benim yetkinlik alanımdan çok uzaktalar; ikincisi bu teknikler,...
İnsanoğlunun bugüne kadar fiziken yarattığı tek “dökme metal”, tek put, tek Tanrı paradır. Para sunidir ve canlıdır, para parayı doğurur ve para ve para ve para yeryüzündeki tüm güce sahiptir.
Ölüm bugün ve her gün yanımızda ve yanıbaşımızda. Kimseye yakıştıramadık hele dostlara ve mazlumlara hiç.
"...
Haklısın, taş kesildim
güneşsiz kaldı suçlarım, eksikliklerim, yanlışlarım
soruların bir çocuk sorusu
yanıt verdi vadiler, tepeler
coştu Fırat, Munzur da
bir ölü eviydi ağzımız bizim
..."
Bin Yayla’da, Deleuze ve Guattari onlara temsil terminolojisine saplanıp kalmadan simülasyonun iki mod’unu da tartışma imkanı veren bir kavramsallaştırma icad ediyorlar: anahtar kavram ikili-oluş. İhtişamlı-anlatım sürecinde daima her ikisini dönüştüren ve birbirine dönüştürülebilen en azından iki terim var.
Konuşamayan
Susmuş olan adına konuşamam
İnleyebilir, hırlayabilir, iç çekebilirim.
tutmak, bekletmek, yasaklamak, esirgemek, gizlemek, kapatmak
Simsiyah nefesiyle ısıttığı kelimeleri
Öpüşür gibi dilime bırakır
Yutarım
31 Mayıs 2020
Zaman ve Sessizlik
Zaman içini çekerek...
Kozmolojik Humoreske à la Günther Anders
Başlangıçta Hiç'in ve Boşluk'un Tanrıçası Nu vardı. Nu, kendi halindeydi, daha doğrusu hiçbir hali yoktu; Hiç'in hiçbir şeyi olamazdı,...
Proudhon, özellikle ruhsal ve psikolojik yaşamın yükselme anında ve de her devrime eşlik eden bireylerin orjinalliği ve kararlığı anında ve dönemin Fransa’ya has koşullarında (ki önemli bir parasal ve iştirak kapitalizmi ülkesi olmasına rağmen halen daha büyük sanayi kapitalistlerinin ve büyük toprak sahiplerinin ülkesi değildi) tamamen haklıydı. Faiz ile zenginleşmenin devri daimini ve ortadan kaldırılmasını her reformun köşetaşı ve en hızlı, adamakıllı ve acısız bir başlangıç yapılabilecek nokta olduğunu dikkate almakta haklıydı.
“Söylenebilir ne varsa, açık söylenebilir; ve üzerine konuşulamayan konusunda susmalı. Yine de dile getirilemeyen vardır. Bu GÖSTERİR kendisini, gizemli olandır o.”
L. Wittgenstein
Hiç, bir...
"...
Pazarların sakin sabahlarında tanıdım
bu kenti
bir sokak, yel ipildese duyulur
ne bir ayak sesi, ne telaşı insanların
bahçe duvarlarından ötede her şey
sabahın yavaşlığı
sabah gazetelerine umarsız bakan yüzlerde
içeriden yeni çıkmış birinin yatak keyfinde
..."
Marksistlerin düşündüğü gibi sosyalizmin gelmek zorunda olmadığını söyledik. Şimdi şunu söylüyoruz: çeşitli halklar tereddüt etmeye devam ederse, kendileri açısından sosyalizmin bundan böyle hiç de mümkün olmadığı zaman gelebilir. Buna rağmen insanlar birbirine karşı çok aptalca, çok alçakça hareket edebilir. Tümüyle esarete teslim olabilir ve kendi gaddarlıklarını kabul edebilir:
"...
Erimiş renkli plastik oyuncaklar gibiydik
Haliyle ne susabildik ne konuşabildik
Yanmış dudaklarımızla üfleye üfleye mırıldandık
ne kalmıştık ne gitmiştik ne varmıştık ne yokmuştuk "
Önceki Sayfa
‘İçki' (Boisson)'nin B'si
Parnet: Tamam, B’ye geçelim. “B” biraz özel, içki hakkında. Tamam, siz de bir zamanlar içerdinizve sonra bıraktınız, merak ettiğim içmenize neden...
"Gizlenmişsiniz kayaların arasında bir yere
bayram yeri değil gökyüzü
uzaktaki kentin üstünde kara bulutlar
uçaklar, iz bırakan uçaksavar mermileri, uçak kovalayan Sam füzeleri
çabuk, çevik, hızlı bir kargaşa
pike,yük boşalt, yiğnileş ve hemen yüksel
korktun mu insan yok eden teknolojinin
insan yiyiciliğinden
yiğitlik değil, erdem hiç değil öfkeyle koşmak ölüme
sonra bir kaya kovuğundan gökteki kapışmayı izlemek
zorunda kalış
sıfatsız, duygusuz, ölü dinginliğinde, katılaşmış
tanımsız bir beden"
Sosyalizmi, ruhsal bir hareket olarak insanlar arasında yeni şartlar için mücadeleyi düşünmek, diğer bir deyişle yeni insan ilişkilerine varmak için tek yolun insanların kendileri için yaratan ruhtan etkilenmeleri gerektiğini anlamak bizim için çok acil olmakla birlikte geriye, geri getirilemeyen bir geçmişe doğru bakmamamız ve güçlü olmamız da aynı şekilde önemlidir. Kısacası, kendimize yalan söylememeliyiz. Cennet sanrısı, hakikat, felsefe, din, dünya görüşü veya kişi, dünya ile ilgili hissiyatı kelimeler ve biçimler şeklinde billurlaştırma çabalarına her ne ad vermek istiyorsa o, şimdilerde bizim açımızdan sadece bireyler olarak var olmaktadır
"Hayvan olmak için bir dünyan olması yetmeyebilir. Beni etkileyen tamamen yer-yurt (2) meseleleri. Biz Felix Guattari ile, yer-yurt ide’si üzerinden bir kavram yarattık, neredeyse felsefi bir kavram. Kendilerine yer-yurt edinmiş hayvanlar –tamam, yer-yurt edinmeyen hayvanlar da var- ancak kendileri bir yeri mesken edinmiş hayvanlar, gerçekten muazzamlar. Zira, bir yer-yurt oluşturmak, bana göre, neredeyse sanatın doğuşu ile aynı şey."
"Peki ya güvencesizlik? Güvencesizliğin kapitalist toplumun tüm üyeleri için geçerli olduğuna dikkat edilmelidir. Fakat bunun derecesini ayırt etmeliyiz. Kapitalizmde hassaten çıkarı olan belli bir tabakadan bahsediyoruz ve onlara kısaca kapitalist diyoruz lakin gerçekte hepimiz, hiçbir istisna olmaksızın, kapitalizm var olduğu müddetçe kapitalizmde paya sahibiz, onunla iç içe geçmişiz ve gerçekte kapitalist anlamda aktifiz. Buna proleterler de dâhildir. O halde bizler, güvence ile ilgili olarak bile gevşek ayrımlar yapmalıyız ve sadece esnek sınırlar çizmeliyiz zira soyut yapılarla değil tarihsel olarak verili gerçekliklerle uğraşıyoruz. "
"Size verdiğim sözcükler, her birinize. Bir yüze çarpıp dağılanlar, ansızın anımsatanlar, bir şeye dönüşmeyenler. Almadıklarınız. Bana verdiğiniz sözler…Başka bir gün… Özlenmiş gibi gelen… aynı günlerin arkasından… Sonsuza dek sürecek… "
"Kapitalizmin, sosyalizmin herhangi bir biçimine doğru gelişmesini sağlayan içkin bir eğilim taşımadığını göstermek için şu anda sadece Marksistlerin sosyalizm dediği bu ucube, çirkin şeyden kendimizi kurtarmalıyız. Kapitalizm ne bu ne şu sosyalizm biçimine doğru gelişmez. Bunu göstermek için bazı soruları cevaplamalıyız."
Ücretsiz yemek, İfade hürriyeti ve Polisten azade: Seattle'da Otonom Bölge
https://www.youtube.com/watch?v=3NPYeDXXoKs
Başkan Trump'ın, Seattle belediye başkanına "şehrini geri al" talebinden sonra, bir polis merkezi oluşturuldu ve...
"Spor, büyük şehirlerin organizasyonu tarafından şekillendirilmiştir. Şehir hayatının dışında sporun bizzat icadı düşünülemez. Kır "sporu" şehir sporunun basit bir taklidinden başka bir şey değildir ve spor diye bildiğimiz şeyin özelliklerinden hiçbirini taşımaz."
"ah ne de çabuk unutulursunuz
zindanda, dağlarda, ölümlerde
her akşamla gelen kahır
kimi sevindirebilir geceler boyu
su şırıltısı, çakal ulumaları
ayağının ucundan bir ürküyle kalkan keklik öbeği
yüreciğin boynunda şahdamarında atarken
soluksuz kalırsın
buz keser ellerin
yine de bir dinlenme yerine bir kuytuya varmanın dinginliği
avuç içinde iki elin çukuruna alınarak içilen sigara
gecede bir ateş topu bir portakal güneyde bir bahçeden
kimi sevindirir
göğsümü düğümleyen özlemler?"
“Yaranlar bilür misiniz ki biz kendüzümüze ne iş itdük? ...biz bahadurlar ve alp yigitler arasında bednam oluruz” tümcesinde gördüğümüz ise, çok sonraları Hegel’in dediği “efendi ile köle”nin efendi tarafından eşit sayıldığının söylenmesidir de. Burada bahadurluk ve alp yiğitlikte beg ve ayaktakımı aynı konumlanışta, eşittirler. Çünkü onların kötü ün ıssı (bednam) oluşları savaşçı yiğitlerle eşitlendikleri yerden çıkacaktır...
"Acı Marksist soğanının sadece iki kabuğunu soyduğumuz için gözlerimizi yaşartsa da bu soğanı daha derinden, merkezine doğru kesmeliyiz. Daha sonra bu ucubeyi kesip parçalara ayırmalıyız ve söz veriyorum buna devam ettikçe her zaman biraz burun çekme ve aksırma ve kahkaha olacaktır. Şimdiden bilim ve Marksistlerin materyalizmi açısından durumu gördük. Fakat bunlar geçmiş, günümüz ve geleceğe ilişkin ne tür bir tarihsel gidişat keşfetti? Bunun, maddi gerçeklikten kendi ruhsal üstyapılarına doğru büyüyen bir gidişat olmadığı kesin, bu muhtemelen Kartezyen pineal bezlerinde büyüyen bir tür."
"Anladık, yürek atışlarının lokomotiflerle yarışını
yorgun değirmenlere su yetiştiren
arklarını yaşamın.
Şimdi içimde bir başkent
oldukça büyük bir alan
iğne atsam yere düşmez
göğe dönmüş gırtlaklardan
kopup yayılan
en güzel öfke şarkılarıdır
marşlar
güneşi avuçlar gibi yüreğimi yakan."
Muzaffer’in toplantıdan günler önceki düşünümünde bu kesinlikle yaşanılacak bir karşılaşma ve sorguydu. Çünkü bilgisinde ve bilincinde olduğu bütün devlet aygıtı ve onun işleticileri eşdeyişle nesneleşmiş özneler, rusça “apparat”çike (aygıt, çalışan, personel) upuygundur. Büyüklerinin Muzaffer çağırdığı sanki doğuştan kazanmışlardandır. Elbette bey oğlu olarak doğmak o an ya da ilk çığlıkta ayrımına varılmasa da yaşama utkun başlamaktır. Çokluklar da tersine ezik ve yenilgin başlamaz mı yaşama!
"Onun gözünden kendime baktım, Japonsu bir güzellik gördüm. Kendimi dudaklarımdan ve göğüslerimden öptüm. Konuştum. Sarıldım. Sordum. Bana acıyor musun diye. Hayır sen çok değerlisin dedi. Beni öptü. E İnciyi beğenmemiş gibiydim. Kolye mi yapsam diye düşündüm."
"Spooner’a göre oy verme faaliyeti asla bir kişinin iktidara onay vermesinin delili değildir. Aslında oy kullanmayı ‘Ağır bir tehlikenin altında … bir iktidarın onu para ödemeye zorlaması’ halinde bazı baskıları hafifletmek için bireylerin deneyebileceği bir angarya olarak görür. İnsanların asla onay vermedikleri bir iktidarla işe giriştiklerini iddia eder Spooner. Ona göre oy vermek gaspçının gücünü sarsmayı deneyenler için sadece küçük bir onarım aracıdır"
"Tüm kişisel çıkarları teknik mekanizma tarafından boşaltılan insan bazen kendisini evde bulur. Ne hakkında konuşacaktır? İnsanda hiç eksik olmayan bir tek sohbet konusu olmuştur, o da hayatın sıkıntılarıdır. Korku, acı, umutsuzluk veya tutku değil. Bunların hepsi, insanın bilinçaltında bastırılmıştır. Fakat her zaman, cana yakın bir şekilde, sıkıntı verici şeylerden, bağlarına düşen dolulardan, küflerden, bozuk makinelerden, başbelası prostattan filan bahseder. Artık teknik müdahale ediyor, her şeyi tamir ediyor, her şeyin iyi veya yeterli şekilde çalıştığı bir dünya yaratıyor."
"Ruh, tuhaf ve gülünç bir bilimsel hurafe ile yer değiştirmiştir. Bu tuhaf doktrinin ruhun gülünç bir taklidi olması boşuna değildir zira kökeni hâlihazırda gerçek ruhun gülünç taklidini, yani Hegelci felsefeyi örmektedir. Bu ilacı laboratuvarında tertip eden adamın ismine Karl Marx dendi. Profesör Karl Marx, bize ruhsal bilgi yerine bilimsel hurafe, kültürel irade yerine politika ve partiyi getirdi. Fakat aşağıda da göreceğimiz üzere kendi bilimi, politikası ve tüm parti gerçekliği ile ve dahası gün gün daha aşikar bir biçimde gerçeklikle çeliştiği için; evrenin bu kadar iyiden iyiye yanlış taklit edilmesiyle - ki bu bilim hiçbir zaman, uzun vadede, bireysel fenomenin somut günlük gerçekliklerine karşı kendisini muhafaza edemez "
Temmuz 2008. Bugüne bir şey bulamadım verecek alıp koynuna koysun ve gitsin. Sözcükler sanki bulanık suların üzerinde gezinen, ıslak ve üzerindeki mürekkepleri akmış, yazıları...
Muzaffer Beg Yönetimin işleyişini çok iyi bildiği için, Cemal ve dokuz arkadaşını alıp birliğiyle Sultaniye’ye doğru yönelir. Yolda Gazan Han’a ulak gönderir. Her şey Muzaffer Bey’in bildiği biçimde gerçekleşir. Bu asla bir gelecekçilik, bir gizemli bilgi vergisi ya da başa devlet kuşu konması tansığı değildir. Ayrıca Muzaffer Bey’in bilgisi varsayımsal, imgesel bir bilgi de değildir. Onun düşünümü (fikretmesi) yönetim aygıtının işleyiş gerçekliğine ve de yönetim nesnesine (toprak ve uyruk ya da dünya yargıyetkilliği) upuygundur.
"Hiçbir pedagojik buyruk Stirner’de onurlandırılmaz; her biri ona göre bir bahane ve şaklabanlıktır. Stirner ile bir toplum inşa edilemez (zaten böyle bir istemi olduğu söylenemez), Sartre ile inşa edilebilen bir toplum ise ancak ikiyüzlü olacaktır, her toplum gibi. Diğer taraftan Stirner’in önemi düşünce sistemlerine dair tutarlı analizleri ve bireye bireysel değişimlere dair sunduğu alternatiflerdir. Özgürlüğü sorgularken bireyin önemini öne çıkarır: “Peki, nelerden kurtulup özgürleşeceğiz? Herşeyden. Demek ki: bütün perdeleri kaldırılacak, bütün kabukları – kırılacak çekirdek Ben’im.”"
bir direniştir yalnızlığa sevgi
Yürümüşsen diz boyu karda
korku yoldaş olmuşsa fırtınalarda
bir dağ evi, açılan kapı
ocakta meşe ve fokurdayan çaydanlık
iner yüreğinin dağlarından asi bir sevgi.
Uzun yürüyüşler...
"Spooner, Marshall’ın Saunders’ında karakterize ettiği gibi federal iktidarı karakterize etmekte doğruyu yapıyor ise ABD iktidarı hiç de rızaya dayalı bir iktidar değildir. Aslen o bundan daha ileriye gider ve hiçbir iktidarın, ‘doğal olarak imkansız’ olduğundan dolayı, asla rızaya dayalı olamayacağını iddia eder (1886, 104). Açıkçası bu anarşist bir duruştur."
'İtiraflarım' adlı eseriyle sekülerizm ve kurumsal Hıristiyanlıktan uzaklaşmasını özetleyen Tolstoy, Ortodoks Kilisesi başta olmak üzere tüm kurumsal Hristiyanlığı bir yozlaşma olarak görmüştür.
Teslis başta olmak üzere pek çok Kilise dogmasını reddederek Tek Tanrıcı, paylaşımcı puriten sade bir yaşamı savunan Tolstoy din adamları sınıfının sınıflı toplumu ayakta tuttuğunu düşünür.
"Ahlaki sınırlamalara boyun eğen rahipler ve orta sınıf vatandaşlar, aşağılık masumiyetimizden masumca sorumlu olsalar da bu zavallı garibanlardan hayvanmış gibi bahsetme uygulamasını başlatmıştır. Onlara canavar, domuz, davar ve hayvan denmektedir. Oysa siz insanlar, ne kadar çocuk gibi olduklarına dikkat edin; morgda yatarken onlara bakın ve özelliklerine nazar edin. Kendinizi çok uzun süredir bağışlıyorsunuz ve sadece iyi kıyafetlerinizi, kendi etinizi ve namı bilinen duyarlı kalbinizi düşünüyorsunuz! Siz iyi vatandaşlar, siz geri çekilmiş ve saklanmış gençlik, siz saf kızlar ve onurlu kadınlar fakire, sefile, batmışa, suçlulara ve fahişelere bakın. Bakın ve öğrenin: masumiyetiniz, suçunuzdur; suçunuz yaşamınızdır."
Çağdaş zamanların başkentleri Bozkır Büyükdevletleri için oldukça yaddır. Onların yönetim yerleri de kendileri, orduları gibi deviniktir. Yönetenler elbette devletin “erkanı” (büyükler, üsttekiler) sayılan yöneticilerdir. Başka bir deyişle hanın destekleri, direkleri, kurulu düzenin dayanakları, tepesindekilerdir. Dönemin üst yöneticilerini imleyen kavram erkan değil “divan ıssı”dır. Bu yönetme işine Yazıcıoğlu’na göre bölge ayanları, bir zamanlar yöneticilik yapmış beyler (emirler) de katılmaktadır. Ayanlar kentlerin varlıklı soylularıdır.
Önceki Sayfa
Cordato ve Gable (1984, 282) Hume’ün toplumsal sözleşme teorisinin Spooner’in eleştirilerinin canlandırılması olduğunu belirtirler. Gerçekten de Spooner’in görüşleri Hume’un görüşlerinden hem farklıdır ve...
Rüdiger Safranski’nin Nietzsche-Biyografisinde Stirner-Nietzsche Karşılaşması
Giriş
Biricik’in skandalını tam olarak anlamamızı sağlayan işte şudur: Gelecekten söz eden herkes aldatmak istiyor.”
-Peter Sloterdijk-
Niezsche Yılı” olarak kutlanan 2000...
Çöküşün halkıyız ve bundan dolayı bu tür çöküşün öncüleri bu dünya yaşamının ötesine işaret edilmesini anlamlı bulmazlar, kutsal olarak inanabilecekleri ve iddia edebilecekleri hayali bir cenneti tasavvur edemezler. Bizler, sadece tek bir gerçek ruhla – komünal yaşamın dünyevi konuları ile ilgili adalet ruhuyla- tekrar yukarı çıkabilecek olan halkız. Bizler, sadece sosyalizmle kurtarılabilecek ve kültüre getirilebilecek halkız.
17 Ocak 200317 Ocak 2003
göçelim
Hep beraber göçelim. Yollarda doğuralım yollarda ölelim. Dünyanın etrafında dönelim. Birlikte göçelim. 360 kez dünyanın etrafında deliler gibi dönelim. Sonra...
“Propaganda, onlara kolektif bir günah keçisi sunar. Kötülüğü ve günahı ona devredebilirler; bu şekilde de haklı çıkmış, doğrulanmış, arınmış hissederler. Bu tür propagandanın etkili olduğu tüm ülkelerde suç azalır. Maneviyat yükselişe geçer. Öldürmek için artık kendimize düşmanlar yaratmak zorunda değiliz. Bizim için propaganda tarafından hazır yapılmış, öldürmesi hukuki düşmanlarımız var. Bir burjuvayı öldürmenin suç olmadığı apaçık meydandadır. Dahası, günah keçilerinin devreye sokulması, çatışmanın bundan böyle sosyal veya siyasal düzlemde değil iyi ve kötünün manevi düzlemindedir. Günah keçisi aracını kullanırken propaganda insanları kötülüğü düşmana savmaya yöneltir. Burada düşman kötülüğün genel cisimleşmesi olurken kızgınlığın kullanılmasında düşman belanın sebebi olarak görülür. Bu cisimleşme, nefretin rasyonel bir temeli olmadığını, tamamen bilinçaltı mekanizmalardan kaynaklandığını gösterir”
"Anlatıyor olduğum bu öykü benim doğrudan yaşadıklarımın öyküsü değil. Dolaylı, ama öyle bir dolayım ki etkilerini düşündüğümde doğrudan yaşantı ne, dolaylı yaşantı, belirleme, belirlenme ne, bu kavramlaştırmaları anlamlandıramıyorum; bugün de bunların ne denli göreli ya da göreceli olduklarından başka bir şey gelmiyor anlama gücüme, yetime; belleğime ve bunların toplamı yerine anlağıma diyebilirsem eğer. Bu yüzden kendimi zorunlu görmedikçe kendiliğimin, benliğimin bilince düşen deneyimlerini, duygularını, duyumlarını atlayacağım. Belki bilinçdışı çok daha önde olacak."
İlhanlıların 14. yüzyıl başındaki Rum illerindeki uygulamalarını ve olayları anlatan Aksaraylı’nın (K. Mahmud-i Aksarayi) yönetim, düzen ve yöneticileri anlattığı yapıtından yine üç kesimlik bir alıntıyla yönetim aygıtı dışında kalanların ya da halk denilen boyunduruğa vurulmuş çoklukların durumlarını söylemeye ve göstermeye çalışayım
"Devlet her yerde hazır ve nazırlığını (Eş-Şehîd) hayatımızın her anına müdahale etme haliyle, yargı ve hukuk yoluyla hikmetle hükmettiğini iddia edip gerekirse öldürme (El-Mümît), cezalandırma, yargılama hakkını kendinde görerek, El-Hakem ve El-Adl; sınırlar koyarak ve topraklara ve insanlara sahiplik ettiğini iddia ederek (vatandaşlık vb.), El-Melik; her şeyi bilme amacı ile her alanda müdahale ederek, enformasyon toplayarak El-Alîm; büyük ve yıkılmaz olduğunu iddia ederek, El-Hayy olduğunu iddia eden şirk mekanizması ya da örgütlenmesidir."
"Scheler, nihilizmden kurtulmak için insanların korunmak ve sığınmak adına Tanrı ve tanrıları yarattıklarını özellikle vurgular. İçimizdeki öte-dünyayı barındıracak olan Üstben böylece doğmuş olur. Üstbenin oluşması insanlaşma sürecidir, tanrılaşma ise bu süreci geride bırakmış olacaktır; ama yine de ikisi her zaman bir arada olacaklardır. Tanrılaşma sürecinde her düşünce ve her sözcük insan karşısına engel olarak çıkar. "
"Hobbes’un sözleşmesi takip edildiğinde; dizginsiz biçimde yaşama hakları olduğunda insanlar sadece dışarı çıkar ve uygun olan ne varsa onu yaparlar. Bu anlaşmayı imzalayarak insanlar kendilerini egemenliğin özneleri haline getirirler. Bir toplumsal sözleşme zorlama olmadan çalışmayacaktır. Bundan dolayı imzacılar kendi iktidarlarını tüm vatandaşları itaat ettirerek korkutacak olan, korkunç hayvan Leviathan olan devlete verirler. Hobbes monarşiye inansa da teori başka tip iktidarlar içinde çalışır. Dahası egemen olan tüm iktidara sahip olsa da vatandaşlar adına güvenlik ve huzuru sağlamış ve kurmuş olmalıdır. Hobbes eğer egemen bir zorbaya dönüşürse bir problem olacağının farkındadır (Hobbes [1651] 1981, 238)."
Bu teknik, her kişinin mesleki yeteneğini ortaya çıkarabilme ve onu en uygun mesleğe, doğal olarak en uyumlu olacağı, en iyi işi en fazla zevk alarak yapacağı mesleğe yöneltme iddiası taşımaktadır. Ne yazık ki, Pierre Naville’in konuyla ilgili birinci sınıf çalışması bu tekniğin iddialarının teknik realiteyle tam bir uyumluluk içinde olmadığını göstermiştir. Tamamen Marksist olan bu argümanın birinci kısmını ele almak istemiyorum. Ona göre, doğal yetenek yoktur; dolayısıyla mesleki rehberliğin bunları keşfetmesi mümkün değildir. Bu nokta, Marksist olmayanlar için elbette tartışılabilir.
"Hayır, burada çağrısını yaptığım sosyalizmin kastı bu değildir. Sosyalizm ile ben daha ziyade insan iradesinin bir temayülünü ve sosyalizmin başarılmasını sağlayacak koşulların ve yolların kavranmasını kastediyorum. Yine de bu sosyalizm, neredeyse hiç yoktur ve her zamanki gibi sefil bir haldedir. Bu yüzden beni duymak isteyen her kişiye konuşuyorum ve umuyorum ki sesim beni duymak istemeyen çoğu kişiye de eninde sonunda ulaşacak: sosyalizm için çağrı yapıyorum."
İşçi sendikaları, kapitalizmin insanlık dışı karakterine ve işçileri sömürmesine karşı büyük bir insani protesto olarak kendilerini gösterdi. Ancak tüm ülkelerde işçi sendikacılığı başlangıçtaki niteliğini tamamen yitirdi, tümüyle teknik bir organizasyona dönüştü. Sendikacılığı ister devlet organı olarak Sovyet biçiminde isterse üretimin bir yardımcısı olarak Amerikan biçiminde inceliyor olalım, bu reddedilemez görünüyor.
"Muzaffer’den önce de devletli yöneticiler binlerce kez andlarında, yeminlerinde, söz(leşmele)rinde durmamışlardır. Elbette inandıklarını söyledikleri kitabı, onun buyruklarını bu dönemdeki insanlardan (yargıyetkillik) koşulları gereği daha iyi bilmektedirler. Çünkü Din, devlettir, devlet aygıtlarında yönetici olanların yönetme yetkilerini aldıkları kurumdur. Yönetici “insanlar, yöneticilerinin dininderdirler”. Ancak yemin bozma bir yönetme uygulayımı ve geleneğidir. "
"Ömer Hayyam (Omar-i, Omar-e, Umar Chaijam, Khayyam, Khajjam, Xhajjam, Chajjam) 18.05.1048’de Nişapur’da doğar. Hayatı hakkında fazla bir şey bilmeyiz. Çocuk yaşlarda tüm bilim dallarında iyi bir eğitim aldığı bilinir. Öğrencilerine pek hoş davranmadığı ve sert bir öğretmen olduğu söylenir. Rubaileri çoğunlukla öğrencileri tarafından kaleme alınmıştır. Mesleğini yüceltmeyen bir filozof ve varoluşun sorunsallığını derinlikleriyle yaşayan bir şair için şiirlerini yayımlamanın pek de bir anlamı olmadığı anlaşılır bir durumdur. Şiirleri ancak ölümünden sonra büyük kitlelerce tanınır. Biraz buruk tadı olan Fars şarabı Hayyam’ın günlük alışkanlıklarından biridir. Şiirlerini hayranları ve en yakın dostları arasında okurdu. Misafirperver olduğu ziyaretçilerinin olağanüstü fazla sayısından belli olmaktadır: bilim adamları, filozoflar ve başkaları ona danışırlardı. Çağdaşları arasında bilgin bir kişi olarak itibar görürdü."
JACQUES DERRIDA (1930-2004)
Epistemoloji, Yapıbozum, Çıkmaz ve fark, Yazılı kelime, Anlamı sorgulamak, Derrida’ya eleştiriler, bir dış metin yoktur, Jacques Derrida.
Spooner’a göre doğal bir egemenlik hakkı vardır ki kendi mülkiyetini denetleyen ve kendi hayatını idare eden bireylerin özgürlüğüne karşıtlığa gönderme yapar. Özne sadece başkalarının doğal egemenliklerine saygı duyma ile sınırlandırılmıştır. Köleliğin kaldırması için mücadele eden önde gelen biri olarak bu ve başka açılarda köleliği reddeder. Ama iktidarlar (Spooner zamanında bazıları köleliğe izin vermekteydi) genellikle - toprak alma ve orada çalışma ve bundan hareketle orada yaşama gibi – vatandaşların geçinme ve yaşama fırsatlarını yadsımaktaydılar.
Erkek öğretmenlerden sağlıklı bir korkumuz vardı. Oyunlarımızı da ona göre oynardık. Okul arkadaşlarımızın bir kısmından da korkardık, özellikle de arkamızda oturan ve kendilerine karşı savunmasız olduklarımızdan. Zayıfların hemen bir araya geldikleri gelişmemiş bir siyasal yapıdaki gibi, öğrenciler zayıf ve güçlü olarak bölünmüşlerdi. Çalışmalar, notlar ve yerler açısından amansız bir rekabet vardı. Kategoriler o zaman basitti. Çalışmak bir yük, okul düşman bir dünya, duvarları dışındaki asıl toplum da aynı görünüyordu. Üstün olanların hepsi düşmandılar.
"Hayatımızın her anında put yerine koyduğumuz ve putlaştırdığımız onlarca belki de yüzlerce nesne, fenomen ve hatta özne başka bir deyişle öteki şey var ki…","Selefi ve benzeri İslam anlayışlarınca uydurulan binlerce hadisle yaşamı ve sözleri üstüne yalanlar uydurulan selefilerin “Hz. Muhammed’i” ile kimi hard-core ateistlerin “Hz.Muhammed’i” birbirinin aynısı olarak tezahür ediyor bugün. Bu “Hz. Muhammed” Amerikalı neo-con evangelistlerin “Hz. Muhammed’i” ile benzerdir. Bu “Hz. Muhammed” imajı, putlaştırılan ve adeta bir puta dönüştürülen bir Hz. Muhammed’dir. "
"Hayyam’la Stirner’i, bir kez daha ama bu kez birincisinden farklı olarak karşılaştıkları, sıfatlarla tanımlanması zor olan bir yolda, söylenemezliklerinde inceleyeceğiz. Bunu yaparken, dinselle ilintili olmayan yalın mistik bir açıdan yola çıkacağız. Hayyam’ı yalnızca bir Tanrıtanımaz ya da bir dindar olarak anlamak şüphesiz yanlış olurdu. Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi Hayyam, hiçbir düşünceye sığmayacak kadar özgündür, tüm rasyonel ve metafizik ve aynı zamanda dinsel düşüncelerden yararlanmasını bilen ama bunları hakikat yolunda yetersiz bulduğundan kendinden uzaklaştırmasını bilen bir filozoftur. Dolayısıyla “tanrısız” bir gizem düşüncesi Hayyam’ı anlamakta uygun bir yöntemdir."
Schopenhauer’de irade yüce bir varlık, insanı esirleştiren kötü bir cindir. Ona karşı gelmek boş bir eylem olur, çünkü insan ona mâhkumdur. Karamsarlık ve mizantropi Schopenhaer’in felsefesinin karakterleridir, Hayyam’sa hayalkırıklığı içinde duyumsal gülüşlerle Hiç’te kaybolur.
Stirner’in dilinde konuşacak olursak, Schopenhauer’in iradesi bir saplantıya benzer, sabit bir fikir gibidir. Schopenhauer, iradeyi kırmak ister, Hayyam’sa onunla yola çıkar."
"Şu itiraz dile getirilebilir: "Sonuç insana veya tabiata saygıysa gerçek nedenlerin ne olduğu kimi ilgilendirir? Eğer teknik fazlalık bize doğruyu gösteriyorsa, tüm imkanlarla teknikleri geliştirelim. Eğer insan onu anlayan bir teknik tarafından etkili biçimde korunmalıysa, onun felsefelerinin tümünün asla yapmayacağından daha iyi korunacağından emin olabiliriz". Bu bir kandırmacadır. Bugünün tekniği insana saygı gösterebilir, çünkü böyle yapmak çıkarınadır ve normal gelişme seyrinin bir parçasıdır. Ancak..."
Hristiyanlığın savunucusu Püriten Chesterton’a oranla Fernando Pessoa, Hayyam’ın yaşam felsefesini çok daha iyi anlıyor ve Hayyam’ın gündelik felsefesini anlamamızı sağlıyor: “Gülleri seyrederek şarap içmek ona yeterli gelir. Hafif bir meltem, amaçsız ya da plansız bir sohbet ve çiçekler eşliğinde bir kadeh dolusu şarap."
Lysander Spooner (19 Ocak 1808 – 14 Mayıs 1887) :19. yüzyılda Amerika anarşizminin önde gelen kuramcılarından olan Spooner anti-otoriter, İşçi hareketlerinin güçlü savunucusu...
"Yargıyetkilliğin kurulu düzenine karşı bir bahadurluk: yiğit savaşçılık. Hem de İlhanlıların yüreği “Acem ikliminde”. Cemal’in kırk arkadaşı (yarı) vardır. Onlarla yol kesip soygunlar, yağmalar yapmaktadır. Elbet Yazıcıoğlu (başka bir devletin –Osmanlı- bir yazmanı olarak da olsa) Cemal ve arkadaşları için “harami” adını kullanır. Çünkü Yazıcıoğlu yüz yıldan artık bir zaman sonra yazsa da, ayrı bir yargıyetkillik düzeninde yaşasa da, İlhanlılar uçup göğe karışsa da kurulu düzen karşıtlarına, düzen dışında bırakılmışlara düzenler kurulalı beri çağrılan adlarıyla seslenir: harami. Bunun en önce söylenebilecek koşulu dilin kendisidir. Dilde o zamanlar “kurtuluşçu, özgürlükçü, eşitlikçi, özerlklik yanlısı, önder” gibi sözcükler yoktur. O zamanlardaki geçerli anlayış Tanrısal düzene karşı çıkanlar, haramiler, şakiler, imansızlar, kellesi vurulasıcalar... işte bakış, kavrayış, anlayış budur. Olayyazıcılığı da bu “dışarıya sürgün” edilmişlerin yer alabileceği bir bakış taşımaz. Yazıcılar göğe dayanan tüzel bir düzenin dışında başka bir düzenin olabileceğini düşünemezler. Benzer olarak bugün de çok çok çoğumuzun devletsiz," sınırı olmayan ülkesizliğin, dolayısıyla devlete ve sınırlara dayanan toplumun dışında bir yaşamı düşünemez olmamız gibi.
"Goehte’nin Hayyam’a neden ilgi duymadığını aşağıda açıklamaya çalışacağım gibi tahmin etmek mümkün, eğer Goethe Hayyam’ın şiirlerini gerçekten okuduysa. Ama neticede bu konuda kesin bir kanıt yok. Diğer taraftan şu soruyu sorabiliriz: Goethe, Hayyam’ın tüm rubailerini yakından inceleseydi, acaba Ludwig Klages gibi Hafiz hakkında fikir değiştirip Hayyam’ı “en asli deha” olarak görür müydü? Bu noktada başka sorular da akla gelebilir: Acaba Nietzsche, Hayyam’ı tanıyor muydu, tanısaydı, değerlendirmesi ne olurdu? Schopenhauer’in eserlerinde de Hayyam’ın adına rastlanmamaktadır, oysa Hafiz’i okuma şansına sahip olmuştu. Goethe gibi bir otoritenin etkisi buradan da anlaşılacağı gibi, Alman düşünür ve edebiyatçıların büyük çoğunluğu Hayyam’ın adını hiç duymamışlardı oysa Hafiz herkesin ağzındaydı."
"Gadamer’in evrensel hermenotik’i ile Derrida’nın deconstruction’ı metni ya da şeyleri anlamak ve anlamlandırmak için farklı olduğu düşünülen yöntemler. Anlama ve anlamlandırma faaliyeti öznelerde başlayıp bir ötekini hedefleyen ötekini anlamaya ya da yeniden anlamaya-anlamlandırmaya yönelik olmak durumunda... Gadamer’in metodu ve anlayışına yukarıda bir nebze bazı açılardan değinmiş olduk. Gadamer ve Derrida arasında Nisan 1981’de Paris, Goethe Institute’teki karşılaşmalar (soru ve cevaplarla yürüyen bir süreç) yazılan denemelerin sonucuna yorumcular “Olası olmayan tartışma” (İmprobable Debate) olarak adlandırsalar da kanımca Gadamer’in ısrarla bir diyalog içinde olunduğu vurgusu bir açıdan Derrida’nın tezine tartışmanın varolmasından hareketle temelden bir eleştiri olarak alınabilir."
Bu denge bozulmasına dair Karen Horney'in analizi, yerinde gibi geliyor bana. Horney'e göre medeniyetimiz, hâlâ, kardeşlik ilişkilerinde en yüksek değeri kuran laikleştirilmiş bir Hıristiyan ideolojisine işaret etmektedir. Fakat dünyamızın yapılan ve onun gerçek normları tamamen tersini temsil etmektedir. Bugün dünyanın temel kuralı ekonomik, politik ve sınıfsal rekabettir. Ve bu rekabet sosyal ve insani ilişkiler olan arkadaşlık ve sekse uzanır. Geleneksel onaylama ile yeni kriter arasındaki dengesizlik, çağımızın ve nevrozumuzun karakteristiği olan endişe ve güvensizlik iklimini doğurmuştur. Bu dengesizlik, tam da, bireyci toplum ile kitle toplumu arasındaki ayrıma işaret etmektedir
19. yüzyılda Amerika anarşizminin önde gelen kuramcılarından olan Spooner anti-otoriter, İşçi hareketlerinin güçlü savunucusu ve bireyci anarşistlerden biridir. Sosyalist Birinci Enternasyonal’in üyesidir. Siyasi ve ekonomik fikirlerinden dolayı Liberter Sosyalist ve ortaklaşmacı olarak bilinir. Köleciliğin kaldırılması için mücadele etmiş ve The Unconstitutionality of Slavery (Köleciliğin Anayasa Dışılığı) yazmış No Treason: The Constitution of No Authority (İhanet Yok: Otorite Olmayanın Anayasası) kitabıyla da ayrılıkçılara karşı ihanet suçlamasına muhalefetini ifade etmiştir.
"Üzerinde duracağımız konu başlıktan da görüleceği gibi yayın dünyası ve yayıncılık üzredir. Matbaa makinesinin bu topraklarla tanıştıktan sonra durmaması ve her şart altında gazete, kitap vb. gibi matbuatın basılmasının tarihi birkaç yüzyıl öncesine gider. Daha evveliyatında ise bu işlemin el yazması kitapların çoğaltılması yoluyla yapıldığı bilinen vaka…"