27 Teknoloji Toplumu – Devletin Tekniklere Tepkisi – Jacques Ellul

0
1311

İncelediğimiz koşulların bir sonucu olarak, devlet, bireylerin geliştirdiği tekniklerle temas kurduğunda, tekniklerin bir kamusal ilgi alanına dönüştürdüğü bir özel eylem alanıyla karşılaştığında, hem bu alanı hem de bu mutasyonu doğuran teknikleri ele geçirerek tepki verir.

Devlet bir eylem alanına kimi zaman şu ana kadar bahsettiklerimden çok farklı nedenlerle girer. Devlet, teknikleri, sırf onları halihazırda çalışır vaziyette bulduğu için benimser. Bu gerçek ne denli açık olursa olsun bunu vurgulamak gerekir. Bunu ihmal etmek pek çok yanlış anlamaya neden olabilir. Devlet, bireylerin davranmış olduğunun tersine davranmayacaktır. Sigorta şirketleri, sigorta tekniklerini geliştirdi. Bu şirketler millileştirildiklerinde, devlet eski mekanizmayı korur. Sonuçta, sigorta istatistikleri uzmanlarını kullanmanın veya bir polis gücü kurmanın yalnızca sınırlı yollan vardır. Bir otomobil üretim şirketi devlet kontrolü altına girdiğinde işlemlerin temposu ve montaj hattı değiştirilmez. Maddi teknik açısından bu bilhassa açıktır, çünkü teknikler bize ne kadar sınırlayıcı görünürse o derece maddidirler. Oysa, aslında, maddi teknikler tam olarak aynı özellikleri gösterirler.

Eski rejimin özel kişilerin çabaları kanalıyla kurmuş olduğu eğitim ve hayır kuruluşu sistemlerini Fransız Devrimi bastırmaya çalıştığında, çabalar acınacak derecede başarısız oldu. Bir kamu yardımı (hastaneler, yaşlılar, terkedilmiş çocuklar ve yoksullar için bakım evleri) ve devlet eğitim sistemi kurma çabası Konvansiyon’un ve Kurucu Meclis’in büyük bir girişimiydi. Fakat bu sistemler başarısız oldu. Aşırı sistematikleştirme ve teorik mükemmeliyet kimi zaman iyi bir tekniğin tam tersini temsil eder. Bu örneklerde devlet, gerçekten eksiksiz olmayan ama 17. ve 18. yüzyılların teknik gelişmelerinden sonra neredeyse yeterli hale gelen bir organizasyonla karşılaştı. Bu kurumlarla karşı karşıya gelen devlet, teorik nedenlerle, Konvansiyon’un teorik kararlarına ve doktrinlerine denk düşer tarzda, eğitim ve kamu yardımı sistemini kağıt üzerinde yıkıp yeniden yapmaya koyuldu -her ne kadar bunlar ne etkili ne de teknik açıdan sağlam çıkmamış olsalar da. (Eğitim alanında devlet, kilisenin gücünü kırmaya, tümüyle laik bir sistem kurmaya çabaladı). Ne yazık ki yeni sistemler hiçbir zaman işleyemedi. Direktuar ve Konsül ile birlikte geriye dönük bir hareket geldi. Nice zorluklarla yapılan devrimci yenilikler reddedilerek, onlardan önce gelen teknikler geri getirildi. Üniversite ve kolejler, neredeyse 18. yüzyılın okullarıyla aynı şekilde yeniden organize edildi. Cizvitlerin geliştirdiği pedagoji sistemi yeniden getirildi. Bakımevi ve hastaneler, Devrim’den önceki halleriyle yeniden kurumlaştırıldı. Yeni uzman personel temin etmek zor olduğu için de eski personel, yani rahip ve rahibeler göreve getirildi. Büyük fark, tüm kurumların artık devlet kontrolü altında olmasıydı. Ancak devlete ait kuruluşlar olarak çalışıyor olmalarına rağmen aslında daha önceki özel kuruluşlarla özdeştiler. Devrim’in keyfi oluşumdan başarısız olunca, halihazırda varolan teknik oluşumları kullanmak gerekliydi.

Aynı olgu, Üçüncü Reich döneminde maliye alanında da görüldü. Hitler’in devrimi tüm klasik maliye yöntemlerinden kurtulduğunu iddia ediyordu. Millileştirilmiş şirketlerin yönetiminde, ticaret ve parasal ilişkilerin yönetiminde, hatta maliye tekniğinde devrimci davranmak istiyordu. Feder’in programı, ekonomik ve finansal hayatın topyekün dönüşümünü sağladı. Para, fiyatlar ve ücretlerde manipülasyon, kapitalizmin ortadan kalkmasına yolaçacaktı. Bunun için de tamamen yeni finans biçimleri tavsiye ediliyordu. Fakat, en geleneksel biçimiyle mali gereklilik kendini yavaş yavaş yeniden ortaya koydu. Reformları başarabilmek için paraya ihtiyaç vardı. Schacht, 1938’de, Nazi devleti için gerekli fonları yalnızca kapitalizmin Ortodoks maliye tekniğinin sağlayabileceği şeklindeki eski anlayışı teyit etti. Enflasyonun reddi, kısa vadeli finansman, finansman için parayı kullanmayı reddetme; tüm bunlar, geleneksel maliye tekniğinin ilkeleriydi. Üçüncü Reich’in fınans mekanizması, neredeyse 1914’teki İmparatorluk’unkiyle aynıydı. Tüm bunlar, devletin ve devrimci doktrinin, etkili oldukları zaman her ikisi için de mutlaka ortak nitelikte olan tekniklerin etkileri yoluyla düşman ilkelere teslim olmasının özellikleridir. Özü itibariyle, Naziler, teknik açıdan savunulamaz yeniliklerden verimli bir maliye tekniğine, kapitalist ülkelerde ve Sovyetler Birliği’nde egemen olana benzer bir tekniğe geri döndüler. Verili bir dönemde ve verili bir çerçevede, verili bir sonucu almak için sadece sınırlı sayıda teknik vardır.

Teknik olgusu, bir kuruluş devlet kontrolüne geçtiği zaman değiştirilmez. Simone Weil’e göre, normalde sosyalizm yönünde bir gelişim göstermesi gereken bir endüstriyel rasyonelleşme sisteminin aslında neden sadece işçilerin koşullarını daha da kötüleştirebileceğini açıklamaktadır. Fourastie, belki de isteksizce buna katlıyor: “Eğer teknik gelişme yoğun olmuşsa, bu durumda, hukuki koşulların, kârların, hak edilmemiş kazancın ve siyasal rejimin niteliği ne olursa olsun, tüketicinin satınalma gücünde iyileşme olmuştur. Son bir buçuk asrın getirdiği sosyal gelişmenin temel kaynağı budur”. Teknik gelişmenin tüm engelleri yıktığı, tekniğin kendi yapılarını ve sosyal gelişmeyi dayattığı anlamına gelir bu. Sorunun değişkenleri ne olursa olsun, tekniğin bu ileri hareketi değişmezdir.

Devlet, teknik kuralları değişikliğe uğratamaz. Doktriner nedenlerle bunu yapmaya çalışırsa da kaçınılmaz bir geriye gidiş yaşayacaktır. Bu nedenle, ekonominin devlet kontrolüne geçişi yalnızca devlet kapitalizmi yaratır; sosyalizm değil. Sosyalizm, devletin bastırılmasını öngörür. (Bunun teknik için yansımasını daha sonra göreceğiz). Devlet varolduğu müddetçe, kendisini sosyalist olarak adlandırmaktan onu hiçbir şey alıkoyamayacaktır. Oysa pratikte değişen hiçbir şey olmamıştır. Aynı kuralara tabi, aynı şekilde uygulanan ve aynı sonuçlan doğuran aynı kurumun, halkın hizmetinde olduğunda sosyalist; kapitalist kurumların hizmetinde olduğunda da kapitalist olduğunu söylemek hokkabazlıktan başka bir şey değildir. “Halkın hizmetinde” olmak ne demek? Böyle bir ifade, demokratik biçimde halktan gelişim göstermemiş olsa bile ancak kendisini sosyalist olarak adlandıran bir devletin hizmetine işaret edebilir. Fakat bu koşullar altında sosyalist olmak ne demek? Halkın hizmetinde olmak demek. Bir daire içinde dönüp duruyoruz. Zamanımızın en acı göstergelerinden biri, tekniğin, sosyalizmi her türlü içerikten yavaş yavaş arındırmış olmasıdır. Açık gerçeklerin ötesinde (Stakhanovizmin Taylorizm ile ilişkisi veya Sovyetler Birliği ve faşist ülkelerde polis yöntemlerinin özdeşliği gibi) önemli bir örnek, sosyalist rejimlerde kapitalistin “artı-değeri”nin (gerçekte kârının) varlığını sürdürmesidir. Sovyetler Birliği’nin maliye sistemi, %80 oranında işçilere verilen ücretlerle onların ürünleri arasındaki farka dayanır. Sosyalist rejimin ortadan kaldırdığını iddia ettiği bu kâr, aslında artırılmıştır. Tek fark, şirketin nakit kasası yerine devletin kasasına gidiyor olmasıdır. Fakat kapitalist rejimlerde şirket bir kamusal varlık olma eğilimindedir. 17 Ekim 1953 tarihli bir konuşmasmda Mikoyan şöyle diyordu: “Kapitalist ticaret, incelememiz gereken belli teknik özelliklere sahip. Rekabet ve müşteri çekmenin zorluğu nedeniyle, kapitalist ülkeler kesin ticari organizasyon yöntemleri geliştirdiler. Bunlar, Sovyetler Birliği’nin etkili çıkmaları yüksek ihtimal dahilindeki alanlarında uygulanmalıdır”.

Devam edebilir ve tüm teknik kural ve kurumlanıl özdeş biçimde sosyalist devlette yeniden üretildiğini gösterebilirim. Artık spesifik olarak sosyalist kurumlar olmadığı anlamına geliyor bu. Ne de, özel olarak sosyalizmin sonucu olan idari veya ekonomik kuruluşlar vardır. Sosyalist devlet, etkin olduğu içindir ki, kapitalizmin teknik ilkelerini benimsemek zorunda kalmıştır. Bu nedenle, sosyalist durumu ötekilerden ayırabilmek amacıyla sosyalizm, hep kavramların en müphemine, teleolojiye başvurur. Kapitalizmin yalnızca kendisine saygısı olduğu söylenir. Kendisini muhafaza etmenin dışında bir şey istemez. Diğer yandan sosyalizm, yürüyüşe geçmiş bir yapıcı güçtür. Ancak kullanılan araçların sosyalizmle sonuçlanacağı inancım hiçbir şey garanti edemez. Teleoloji, bir propaganda aracı olarak yalnızca kısa bir süre bir çalkantı yalatabilir. Ama bu propagandanın, tekniğin sonucunda giderek spesifik gerçekliğini kaybeden sosyalizme karakter kazandırması kesin olmaktan hayli uzaktır.

Devlet, tüm teknik alanları ve araçları sahiplenmekle, mecburiyetten, kendisini özel kapitalistlerin yerine geçiren kapitalist bir devlet haline gelir. Kendi gerçek çıkarını anladığında da, teknik açıdan önceden varolan hiçbir şey katmaz, hiçbir şeyi değiştirmez. Devlet tekniklerden elde edebileceği faydanın farkına vardığında, tekniklerin tüm alanlarda faydalı oluşunu gördüğünde, bilinçli olarak onları kendine maletmeye yönelir.

Geçmişte, bir dereceye kadar da günümüzde, devleti verili bir tekniği kendine maletmeye koşullar yöneltmiştir. Bir politik trendin tesadüfi gelişimi, tekniğin devletle buluşması, bütün bunlar, devleti gelişigüzel biçimde bir tekniği benimsemeye yöneltmiştir. Fakat devlet tarafında bu istikametteki önceden tasarlanmış eylem örnekleri fark edilmeye başlıyor -propagandanın ve atom araştırmalarının kullanılması gibi. Devlet bir kere bir işe girişince genellikle sonuna kadar götürdüğü için, bu hareketin giderek artmasını beklemeliyiz.

Views: 23

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz