Teknik hareket tarafından dönüştürülen sadece devlet değildir. Devletle tekniğin karşılaşmasının daha belirginleştiği son otuz küsur yılda teknik her zaman olduğunda daha hızlı gelişti; sadece kendi iç mantığına göre değil, aynı zamanda devletin gücü ve desteğiyle de. Özel ve kamu tekniklerinin avantajları, adeta birbirlerinin güçlüklerini ortadan kaldıracak şekilde birbirlerini tamamlamışlardır. Örneğin, devletin tekniğinin yöneldiği hareketsizlik, özel tekniklerin (özel teknik devlet tekniğine dönüştüğünde bile bireylerde kalan girişim) faaliyetlerince telafi edilmektedir.
Ancak devletin tekniği ele geçirmesi, tekniğin tanıdık gelen büyülü cazibesinin çoğunu da dağıtmıştır. İnsanoğlu, teknik hakkındaki hayallerini, ona hayranlığını giderek kaybediyor. Bir özgürlük aracı yaratmadığının, yeni bir zincir yumağı yarattığının farkına varıyor. Devlet teknik araçları kullandığında bu apaçık ortaya çıkar. Ancak insan, bu yeni durumun gerçekliğine hâlâ inanmak istemiyor. Kötü teknik kullanım ve doktrinlerin ötesinde, devletle tekniğin bu kesişmesinin sonuçlarını reddediyor. Fakat bu reddediş, bir aşın basitleştirmenin sonucudur. Değişmiş olan tekniğin kendisidir. Bu muzaffer çağın başlangıcında bir hukuk adamı bundan bihaberdi. Yine de insanoğlu, tekniğin değiştiğini görmekte, ama son ümitlerini de kaybetme korkusundan bunu yalandan incelemeyi reddetmektedir.
Kontrolsüz Teknik
Halihazırda tekniğe bir karşıt denge yoktur. Dengeli bir toplumda her yeni kültürel eğilim, her yeni dürtü, toplumun ilk savunma hattı olarak iş gören belli sayıda engelle karşılaşır. Bu, ne genelde muhafazakar ve devrimci güçlerin etkileşimin sonucudur ne de özelde üretim araçlarıyla tüketim organlarının etkileşiminin sonucudur. Daha ziyade, her yeni faktörün kültürel çerçeveye entegre edilmesi gerektiği ve bu sürecin belli bir zaman süresi gerektirdiği basit gerçeğinden (çünkü iki etkileşen unsurun modifiye edilmesini gerektirdiğinden) kaynaklanmaktadır. Yeni faktör kültürel kompleks için başlangıçta hiç açık değildir. Bir yanda bir tür seleksiyon süreci, diğer yanda da giderek hafifleyen bir direnç söz konusudur. Bir dizi farklı güç bu sınırlayıcı rolü oynar. Bunlardan dördünü ele alacağım.
Birincisi ahlaktır. Her medeniyet, ahlak (morality) kavramının ya Fransız ya da Anglo-Sakson anlamının kapsadığı kesin tavırlara sahiptir. Bunlar, bilinçli ve düşünülmüş olabilir; ya da bilinçsiz ve spontane olabilir. Neyin iyi neyin kötü olduğunu belirler, sonuçta da verili bir yeniliği kabul veya reddederler. Ahlakın yanında, kamuoyu, mutlaka iyi ve kötüyle ilgili olmayan çok daha irrasyonel tepkiler kümesinden oluşur. Hâlâ pek de iyi anlaşılamayan nedenlerle, kamuoyu, verili bir dürtünün etkisi altında belirli bir yöne sevkedilebilir ya da tesir edilemez kalmaya devam eder. Elbette ki, kamuoyu, ahlak ile yeni bir faktör arasındaki etkileşimde önemlidir. Ahlakı ortadan kaldırabilir veya onu hakim kılabilir.
Üçüncü bir sınırlayıcı faktör, hem sosyal morfolojiyi hem de ekonomik veya hukuki yapıyı kapsayan toplumsal yapıdır. Toplumsal yapı, ne zaman ki yeni kuvvetler onu değiştirme tehdidinde bulunursa şiddetli tepki gösterir. (Bu, tesadüftür ki, Marksizmin koruduğu dört faktörden sadece biridir). Sistemler veya fikirler, artık tek faal faktörler değildir. Ekonomik ilişkiler veya sosyolojik faktörler, istikrarının sağlam olduğu düşünülen bir durumun dengesini bile bozabilir.
Son olarak, bir toplumun özel savunma organı olan ve tüm bozucu tüm güçlere karşı emrindeki her araçla tepki veren devlet vardır.
Şimdi, teknik açısından bu faktörlerle ilgili olarak bugün hangi konumda olduğumuzu sorabiliriz. Ahlak meselesini bir kenara bırakıp kamuoyuyla ilgilenelim. Kamuoyu, tamamen tekniğe yöneliktir. Yalnızca teknik olgusu modern insanı ilgilendirmektedir. Makine, kendini, ortalama insanın da avamın da kalbinin ve beyninin hakimi yapmıştır. Kitlelere ne heyecan verir? Performans verir. Sporda performans olsun (belirli bir spor tekniğinin sonucu), ekonomik performans olsun (Sovyetler Birliği’ndeki gibi) gerçekte aynı şeydirler. Teknik, performans tekniğidir. Önemli olan daha yükseğe, daha hızlı gitmektir. Performansın amacı az bir anlam taşır. Hareket kendi başına yeterlidir. Modern insan sadece rakamlarla düşünebilir. Rakamlar ne kadar büyük olursa, onun tatmini de o derece fazla olur. Tekniğin sürmeye zorladığı hayatın sebep olduğu o baskıları telafi etmek amacıyla tekniğin ona tanıdığı şahane kaçış mekanizmasının ötesinde bir şey aramaz. Bu süreçte bir hiçliğe indirgenir. Montaj hattındaki bir işçi değilse bile, onun özerklik payı ve bireysel girişim giderek küçülür. Kendisi dışında ve ona empoze edilen, her şeyi yiyip bitiren bir gerçeklik tarafından düşüncede ve eylemde sınırlanır, baskı altına alınır. Bundan böyle hiçbir kişisel güç sergilemesine imkan tanınmaz. Bu durumda, birdenbire öğrenir ki fabrikasının ürettiği uçak saatte 700 mil hızla uçmuştur. Bastırılmış tüm gücü, bu hızla uçuşa geçer. Kendisinde bastırılmış her şeyi bu rekor hızda deşarj eder. Avamla birleşmek için bir adım daha atmıştır, zira iradesini iktidara dönüştüren bir performans tarafından hareket ettirilen şey, bir bütün olarak avamdır. Her modem insan, iktidar arzusunu kendinin oluşturmadığı rekorlarda ifade eder.
Kamuoyu, iki boyutlu bir unsur olması bakımından daha bir önem taşır. Bir kere, modern insanın gerçeğin gücüne kolektif bir tapınması söz konusudur. Bu, her teknikte sergilenmekte, tekniğin muazzam ilerlemesine modem insanın topyekün adanmışlığında kendini göstermektedir. Bu hayranlık pasif olmayıp hakikaten mistiktir. İnsanoğlu kendini ona feda etmekte, onun arayışında kendini kaybetmektedir. Bu anlamda, kolektif iktidar aracı olan devlette ve onun kanalıyla kendilerini gerçekleştiren insanlardan söz ederken Mussolini haklıydı. Bilim şehitleri, hava kuvvetleri şehitleri veya atom reaktörü şehitleri, kitlelerin onlara verdiği saygılı itaati gördüğümüzde, bize en derin tapınma hissini vermektedir. ABD’nin eski Ticaret Bakanı Henry Wallace, “tekniğe inancım var” diyordu. Onun inancı, gerçekten insanların kalplerinde yaşamaktadır. Tekniğin kötülüğe sebep olduğu kendisine söylendiğinde insan utanır. Bir tekniğin meydana getirdiği felaketler, yine başka bir teknik tarafından iyiliğe çevrilecektir. Bu, toplumun normal davranışıdır.
İkinci olarak, teknik sorunların tek ciddi sorun olduğu kanaati söz konusudur. İnsanların filozoflara eğlenceli bakışı, metafizik ve teolojik sorunlara ilgisizlik (“Bizans” kavgaları), bir teknik çağda yaşadığımız ve eğitimin de buna uygun olması inancından kaynaklanan beşeri bilimlerin reddi, hemen pratik olanı arayış (ki tarihin faydasız olduğunu, hiçbir pratik amaca hizmet etmediğini ima eder); tüm bunlar, toplumsal hiyerarşiyi işgal eden ve tüm sosyal sınıflar için özdeş olan o “makul” kanaatin göstergesidir. “Yalnızca teknik, boş laf değildir”. Pozitiftir, gerçek başarılar doğurur.
Kamuoyu bu iki yolla, yani mistik ve rasyonel yolla, tamamen tekniğe doğru yönlendirilir. Şimdilerde bir başka teknik, herhangi bir verili sorun hakkında kamuoyunu şekillendirmektedir. Bu teknik hiçbir zaman tam olarak kullanılmamıştır, çünkü bu olmadan da kamuoyu tekniğe yeterince yöneliktir. Ancak ani bir değişikliğin olması ve kamuoyunun tekniğe karşı dönmesi durumunda propaganda makinesini lehte bir ortamı yeniden yaratmak için harekete geçmiş görürüz, aksi takdirde tüm yapı tehlikede olacaktır.
Üçüncü sınırlayıcı güce (toplumsal yapı) gelince, mesele, dünyamızın toplumsal yapısının teknik gelişme için bir fren rolü oynayıp oynamadığıdır. Buna cevap olarak, gelişmenin, yalnızca sosyal morfoloji lehinde olduğu için hızlı olduğunu göstermiş bulunuyorum. Bu gerçek pek değişmemiştir. Şu anda da tekniklerin toplumsal yapıya nüfuz edişine tanık oluyoruz. Modern dünya hayatına daha büyük ölçüde ekonomi hakim olmakta; ekonomiye de giderek teknik hakim olmaktadır. İçinde yaşadığımız maddi dünyanın tümü bu teknik temele dayanmaktadır. (Teknik araçların kullanımı duracak olsaydı ne olurdu meselesi, bilim kurgu yazarlarının yaygın bir konusudur). Benzer şekilde, analizimiz bizi, teknik verili bir toplumda ilerledikçe o toplumda genelde kendisini doğuran toplumsal yapıyı 1 yeniden ürettiğini kabul etmemize yolaçtı.
Sosyolojik bakış açısından 19. yüzyılın bireyci, atomize toplumu, teknik gelişmenin lehindeydi. Bugün toplumun sağa sola dağılmış parçalarının adeta yeniden oluşumuna tanık oluyoruz. Topluluklar ve birlikler her yerde gelişiyor. İnsanlar, devletten bağımsız yeni çerçevelerin oluşmasından ziyadesiyle memnun görünüyor. Bugünün toplumsal katılaşması, 19. yüzyılın akışkanlığıyla keskin bir çelişki oluşturuyor. O halde bu olgu, tekniklere etkin bir muhalefeti mi temsil ediyor? Cevap olumsuz olmalı. Bu yeni sosyolojik biçimleri ayrıntılı olarak incelersek, hepsini tekniklerin fonksiyonu olarak örgütlenmiş buluruz. Sanayi birliklerini incelememize pek gerek yok, fakat ama aynı şey tüm diğer yirminci yüzyıl birlikleri için geçerlidir. Bunlar, amaçlan kolayca anlaşılabilir olan spor ya da kültür birlikleri olabilir (Dickson). Bunlar, hayat ile karakteristik ilişkilerini ekonomi yoluyla (ki bu da teknik tarafından şekillendirilir) kuran işçi sendikaları olabilir. Amacı, insana bir yandan normal bir hayat imkanı verirken bir yandan da teknikleri kullanan Kibbutizm gibi topluluklar olabilir. Her tür modern toplumda tekniklerin egemenliği söz konusudur. Bu toplumların sosyal morfolojisi, geleneksel toplumlarınkinden gerçekten radikal biçimde ayrılır. Geleneksel toplumlar, insan ihtiyaçları ve içgüdüleri merkezliydi (örneğin ailede, klanda ve derebeylikte). Diğer yandan modern toplumlar, teknik gereksinimler merkezlidir; bunun sonucu olarak da elbette insani bağlılık merkezlidir. Modem toplumlarda insan, diğer insanlarla ilişkili değil, teknikle ilişkili olarak konumlanmıştır. Bu nedenle, bu toplumların sosyolojik yapıları tamamen değişmiştir. Artık, spesifik değerleri ve yönelişleri olan herhangi bir özerk kolektivite veya grup yoktur. Modem kolektiviteler ve gruplar, tekniğin ötesinde bir varlığa sahip değillerdir. Zamanımızın büyük eğiliminin temsilcisidirler.
Bireyci toplumdan kolektivist topluma geçişte, o halde her ikisi de tekniğin lehinde olan iki gelişim aşaması vardır; toplumun tekniğe iki farklı bakışı değil. Buradan hareketle, kolektivist toplum, aşırı teknik gelişme içinden doğmanın haricinde kurulamaz, hatta düşünülemez. Komünal bir toplum için doğru olmayabilir bu (bugün varolan toplumlar belirgin biçimde tekniğe bağımlı olmasına rağmen); fakat bu türden toplumlara doğru seyrediyor gibi görünmüyoruz. Bu nedenle, hangi açıdan görülürse görülsün, toplumsal yapılarınızın şeksiz şüphesiz tekniğin lehinde olduğu, ona bir fren işlevi pek görmeyeceği sonucuna varmalıyız. Bu durumda, tekniğin freni olma ihtimali olan bir tek devlet kalıyor geriye. Ancak, gördük ki, teknik lehindeki yönlendirici rolünü terk ederek, devlet bu işlevinden vazgeçmiştir. Gerçekten, 19. yüzyıldan beri geleneksel olarak yenilikçi güçler üzerinde sınırlayıcı rol oynamış her sosyal unsur, teknik sözkonusu olduğunda alaşağı edilmiştir. Tersyüz edilmiştir demek daha iyi bir ifade olabilir. Eskiden engel olan faktörler, bugün tekniğin güçlü yardımcıları olmuştur (Bunu görmek için kamuoyunu ve ekonominin genişlemesini düşünmemiz yeter). Teknik, bu nedenle, ilerlemesinin önünde bir engel veya frenle karşılaşması mümkün değildir. Dilediği gibi ilerleyebilir, çünkü kendi güçleri dışında (ki bitmez tükenmez görünüyor) başka sınırlayıcı güçle karşılaşmamaktadır.
Sınırları olmayan bir teknik kendi başına endişe verici değildir. Toplumumuza idealist gözlüklerimiz olmadan baktığımızda en fazla endişe veren şey, tekniğin karakterinin onu bizzat insandan bağımsız kılması görünür. Bunu derken, makinenin insanın yerini alma eğiliminde olduğunu kastetmiyoruz. O gerçek zaten çok iyi biliniyor. Önemli olan, pratik açıdan insanın, tekniğe etki yapacak eylem doğuracak araçlara artık sahip olmadığıdır. İnsan, tekniği sınırlayamaz, hatta yönlendiremez. İnsan tekniği hep yeniden icat ettiği için toplum tekniği kesin kontrol altında tutmaktadır görüşünü iddia edenleri çok iyi biliyorum. Ancak bu iddialar laftan ibarettir. Gerçek şu ki, insan tekniğe boyun eğdirecek araçlara artık sahip değildir. Teknik, entelektüel ya da bazılarının söylediği gibi manevi bir olgu değildir. Her şeyden önce sosyolojik bir olgudur. Bu olguya çözüm bulmak veya değiştirmek için, ona sosyolojik nitelikli fren ve engeller koymalısınız. Ancak bu araçlarla insan teknik üzerinde tesir edebilecek eylem doğurabilir. Ancak sosyolojik karakter taşıyan her şeyin karakteri teknik tarafından değiştirildi. Bu yüzden, tekniği sınırlayacak sosyolojik karakterde hiçbir şey yoktur, çünkü toplumdaki her şey onun hizmetkarıdır. Teknik özü itibariyle insanoğlundan bağımsızdır. Teknik karşısında kendini çıplak ve savunmasız bulur insan kendini. Modern insan, bir tek mantıklı çıkış yolu olduğunu sezer: teslim olmak ve tekniğin aksi takdirde kendisine bolca ihsan edeceği şeylerden edebildiği kadar istifade etmek. Ona muhalif bir kafa yapışma sahipse, kendisini gerçekten yalnız bulur.
Tekniklerin çevrelediği modern insanın tabiatın ortasındaki tarih öncesi insanla aynı durumda olduğu söylenmiştir. Yalnızca bir mecazdır bu. Bir mecazın olabileceği kadar kesinse de daha ileri götürülemez. Her iki çevre de hayat verir, ama her ikisi de onu ciddi tehlikeye atar. Her ikisi de dehşete düşürücü güçleri, insanın içinde katılımcı olduğu ama ona karşı kapalı olan dünyaları temsil eder. Zafer sarhoşluğu içerisinde, yarattığı şeyin kendisi olma imkanını ondan aldığını algılayamamıştır. Kendi hane halkı içinde kendini bir hiç olarak bulan varlıklı, zengin bir insan gibidir. İnsanın son korumacısı devlet, yabancı güçlerle bir uğurda birlikte mücadele etmiştir.
Views: 24