Teknikler açısından devlet birinci derecede önem taşır. Daha yakınlara kadar farklı tekniklerin birbirleriyle ilişkisiz olduklarını belirttik. Bu ilişkisizlik devlet teknikleri için doğruydu, çünkü yereldiler ve alanları bitişik değildi. Özel teknikler için geçerliydi, çünkü faydalı olsa da aynı zamanda anarşik olan, üstelik de uzmanlaşmanın egemenliğindeki oldukça koordinasyonsuz faaliyetin bir sonucuydu.
Devlet eyleminin teknikler üzerindeki temel etkisi tüm bir kompleksi koordine etmektir. Devlet, birleştirme gücüne sahiptir, zira devlet en mükemmel haliyle toplumdaki planlamacı güçtür. Burada devlet gerçek rolünü, yani koordine etme, ayarlama ve toplumsal güçleri dengeleme rolünü oynar. O ana dek ilişkisiz teknikleri bir araya getirmek suretiyle (sözgelimi ekonomi ve propaganda tekniklerini) tekniklerle ilgili bu rolü yarım yüzyıl boyunca oynamıştır. Onları, bu işlevden sorumlu organizmalar kurarak (örneğin, bakanlıklar arasında basit ilişki organlarıyla) ilişkilendirir. Tüm bir teknikler kompleksini bir plana entegre eder. Planlamanın kendisi iyi uygulanmış tekniklerin sonucudur ve ulusal düzeyde geçerli planlar kurma konumunda olan da devlettir. Şimdilerde, kıta ölçeğinde planlar görmeye başlıyoruz; sadece beş yıllık planları değil, fakat Marshall Planı’nı ve azgelişmiş ülkelere yardım planlarını.
Bu işlemler yalnızca planlama çerçevesinde düzenlenir, kendi tam yerlerini bulur. Devlet, onları organik olarak düzenleyen beyin olmaktan ziyade, ayrı tekniklerin birbirlerini karşılamasını ve hareketlerini koordine etmesini sağlayan ilişki aygıtı olarak görünmekte. Bunun somut adımlarım her daim görüyoruz. Demiryolu ve otomobil trafiğinin koordinasyonunda, çelik, motorlu araçlar ve uçak üretiminin koordinasyonunda, tıp mesleği ile sosyal güvenliğin koordinasyonunda, dış ve sömürge ticaretinin koordinasyonunda ve tüm ticaretin finansla koordinasyonunda filan.
Farklı sektörler ne derece ilişkili olursa bir sektördeki bir buluş diğerlerinde yankı bulur. Ve iletim organlarım (adeta dişli ve vitesleri) meydana getirmek de o derece gerekli olur. Yalnızca sözkonusu olgu global bir olgu olduğu için değil ama aynı zamanda teknisyenlerin kendisi uzmanlar oldukları içindir ki özel teşebbüs için imkansız bir görevdir bu. Sadece devlet vazgeçilmez olan bu uzmanlıkları birleştirme görevini üstlenebilir. Devlet, insanlarda ve tekniklerde mevcut kaynakları yaklaşık olarak bilir, hâlâ emekleme aşamasındaki koordinatör işlevini üstlenir. Bir teknik sektördeki buluşlar diğerleri için de faydalı olduğundan koordinatör rolü daha da önemli olmaya mahkumdur.
Örneğin, bir sinema filmi üretimi için gerekli tekniklerin çeşitliliğini ele alalım. Finansal, edebi ve sinematografik teknikler vardır. Makyaj teknikleri, ışık ve ses teknikleri gibi ikincil teknikler vardır. Senaryo tekniği gibi tamamen yeni teknikler de vardır. Karmaşık olsa da bu sinema teknikleri bir tek insanın beyni tarafından kavranabilir; bu nedenle de hâlâ tek adam yönetimi örnekleri vardır. Fakat, koordine edilmeye ciddi meydan okuyan daha karmaşık teknik kümelerini ulusal düzeyde koordine etme görevinin boyutunu düşünün. Bu durumlarda, adı ne olursa olsun organizatörün, müdürün veya koordinatörün rolü, devletin o rolü üstlenmesiyle orantılı olarak daha gerçekleşir. Üstelik, yalnızca devlet bunu yerine getirebilir. Bu durum şimdiden bir gerçektir. İzole teknik uzmanlıkları birleştirmekle şimdiden meşgul devlet. Bireysel uzmanlık disiplinleri (mesela, biyolog, mühendis, sosyolog ve psikoloğunkiler), fizikoteknikler ve endüstri ilişkileri gibi yeni teknik türleri oluşturmak üzere birleştiriliyor. Fakat bu yeni bireysel disiplinler daha organik bir şekilde de birleştiriliyor -fizik ve siyaset gibi insani teknikler denenlerin propagandada birleştirilmeleri gibi.
Farklı teknikleri koordine etmenin yanı sıra, devlet, maddi araçları, bir bireyin sağlayabileceğinin çok ötesinde sağlar. Daha yarım asır önce bir veya birkaç özel şahsın kaynakları içerisinde olan Kuzey Kutbu’na geziler, artık özel bazda mümkün değildir. Eskiden tüm gerekli olan, bir bot, yük kızakları, köpekler gibi Eskimo teçhizatı ve her şeyden önce cesaret idi. Bugünse karmaşık mekanik teçhizat gerekli: uçaklar (soğuk hava ve buz üstüne iniş için özel donanımlı), paletli kamyonlar, telsiz ve telsiz telefonlar, prefabrik evler vs. tehlikeyi azaltacak her mümkün araç, meçhul topraklan keşfetme rüyası görenlerin emrindedir. Eski gelenekleri canlandırmak (hayatınızı riske etmekle) elbette mümkündür. Fakat yeni araçları niye reddedeceksiniz ki? Hayatınızı neden tehlikeye atacaksınız ki? Kurusıkı atmak elbette ki akıllıca değil. Optimal sonuçlan en az tehlikeyle elde etmek için azami araçları kullanmalıyız. Ancak, gerekli olan devasa aygıtı harekete geçirecek araçlara hiçbir özel şahıs sahip değildir. Araçlar devlet tarafında talep edilmelidir. Sadece devlet sınırsız nakit kaynaklarını ve bireylere yasak finansman tekniklerini bulabilecek durumdadır. Aynı şey, denizaltı keşifleri için de geçerlidir. Sırf amatörce olan alanı bırakıp yasal veya olmayan bir çalışma statüsünü vermek istersek, masrafları karşılamak ve idari sorunları çözmek için devletin desteğini kazanmak gerekir.
Fakat sübvansiyonlar karşılığında devlet de bir şey talep eder. Devlet, bir bireyin spor olsun diye veya namı yürüsün diye Kuzey Kutbu’na gitmesini önemsemez. Somut teknik sonuçlar ister. Bilimsel araştırma amaçlan için ve faydalanmayı umduğu belli haklan elde etmek (maden kaynaklan ve havacılık gibi) için yardım sağlar. Devlet ile birey arasında sözleşmenin mümkün olabileceği tek durum budur. Devletin bilimsel araştırmayı yaymaya çalışması yeni değildir. 18. yüzyılda devlet mucitlere ödüller verirdi ve bu ödüller belirli seyrüsefer yöntemlerinin (kronometre, matematik tablolar vs.) bulunuşuyla çok ilgisi vardı. Bu dönemden soma devlet ilgisini kaybetmiş gibiydi. Ama son otuz yılda teknologlan ve mucitleri ödüllendirmeye yeniden başladı. Bunun çok örneği vardır. Çünkü, her zaman olduğundan daha fazla, sadece modem devlet tekniğin insana sunduğunu çalıştırabilecek araçlara sahiptir. Zirai makinelerden, otomatik harman makinelerinden ve biçerdöverlerden bahsetmek yeterli. Fransa’da bu makineler görece küçük boyutta olmalarına rağmen, böyleyken bile, ortalama bireysel çiftçinin kaynaklarının satın alabileceğinin çok ötesindedir. Bir aracı gereklidir – ya makineleri çiftçilere kiralayan bir kapitalist ya da makineleri satın alan çiftçi kooperatifleri. Bununla birlikte, bunlardan her ikisi de gerekli sermayeyi yatırmakta tereddüt etmektedir, çünkü büyük ölçekli çiftlik makineleri yılın ancak küçük bir kısmında kullanılmakta, zamanın çoğunda atıl kalmaktadır. (Bu makineler, bu nedenle, teknik açıdan geri sayılmalıdır). Uçaklar giderek tohum ekmede, yağmur bulutu oluşturmada, kimyasal maddeleri dağıtmada filan kullanılıyor. Ama bu teknikler, köylü kooperatiflerinin kaynaklarım aşmaktadır.
Bu durumu çözmenin ancak iki yolu vardır. Biri, toprağı, geniş alanları son teknik gelişmelerle işleyecek olan kapitalist şirketler lehinde istimlak etmektir. Diğeri de, çiftçileri, emrinde devletin sağladığı araçlar olan kolektif devlet çiftliklerinde birleştirmektir. İki seçenek arasında bir tercih hâlâ mümkündür. Fakat neredeyse kesin olarak denge devlet çiftlikleri lehine dönecektir. Teknik gelişme tam olarak ancak devlet kolektifleri sayesinde gerçekleştirilebilir, teknik araçlar da teknik gerileme korkusu olmaksızın kullanılabilir.
Devlet, tekniğe, başka hiçbir kurumun sunamayacağı gelişme imkanlarını sunar. Araştırmacılara araştırmalarını kolaylaştıracak, sonuçta da tekniği kolaylaştıracak araçları verir. Dünyanın başka bölgelerindeki bilimsel araştırma sonuçlarını bilim adamlarına ancak devlet sağlayabilecek durumdadır. Devlet, daha az önemli başka kurumların kullanmasının mümkün olmadığı bilgi tekniklerini kullanabilir. Gerekli yeni araçları her ülkeden alabilir. Yabancı bilim adamlarım bile parayı bastırarak kendi laboratuarlarına sokar (Alman bilim adamlarının muzaffer Müttefikler arasında “dağıtılması” örneğindeki gibi onları yan kölelik derecesine bile sokabilir). Yalnızca devlet elzem bilimsel teçhizatı satın alabilir, bunun yanında da bilim adamına kendi otoritesinin paha biçilmez desteğini verebilir.
Teknik, belirttiğim gibi, uygulanmadığı takdirde bir değere sahip değildir. Ancak uygulamasında belli somut zorluklarla, özellikle de bireylerde karşılaşır. Kamuoyuna ilişkin onlara söylediklerimle hiçbir şekilde çelişmez bu. Kamuoyu, tamamen ve kararlı biçimde teknik gelişme lehindedir. Fakat adeta retrospektif anlamda lehindedir. Teknik gelişme, bizim halihazırda bildiğimiz şeydir. Ancak fiili durumlarda, örneğin kimi yeni buluşlar durumunda halkın tepkisi pek de basit değildir. Eğer bir buluş halkı doğrudan ilgilendirmiyorsa, tepkisi, süpersonik uçak örneğinde olduğu gibi genellikle hararetlidir. Fakat eğer halk doğrudan etkileniyorsa, buluş doğrudan ona uygulanabiliyorsa bu hararet belirgin bir şekilde azalır. Öyle olacaktır, çünkü bizzat teknisyenler arasında hep görüş ayrılığı vardır. Bu noktada devlet müdahale eder. Geçmiş zamanlarda ilahiyatçılar arasındaki kavgaları çözdüğü gibi devlet, teknisyen ve bilim adamlarının kavgalarını da sayısız defa çözmüştür. Calmette ve Guerin’in tüberküloz aşısı etrafında dönen çekişmeyi ve de şimdi Fransa’da zorunlu olan “çok valanslı aşılama” ile ilgili kimi bilim adamlarının çekincelerini hatırlayın. Bu durumlarda neyin yapılacağına tek başına devlet karar verdi. Ayrıca, devlet, görüşünü kendi otoritesiyle örttü, ki bu otorite kısa bir süre sonra teknisyenin otoritesi oldu. Gerekli durumlarda otorite zorla kabul ettirildi. Karmaşık bir sistem gelişti. Aşılanmamış bir çocuk okula kabul edilmiyor; okula gitmeyen çocuk da aile yardımlarına hak kazanamıyor. Bu şekilde devlet, bireylerin teknik gelişmeye itirazlarının üstesinden geliyor. Friedmann diyor ki: “Fiziko-teknisyenlerin önemli görevinin devlet otoritesine bırakılmamış olduğu bir toplumda onun konumu belirsizdir, tavsiyeleri de sahip olmaları gereken ağırlığa her zaman sahip değildir”. Devamla, devlet otoritesinin tekniğin özel kişilerin kontrolünden kurtardığını söylüyor. Devlet otoritesi sayesinde teknik artık özel çıkarların hizmetinde değildir. Bu da devlete gerçek özgürlük olmasa bile en azından ek bir tatmin verir. Devletin tekniğe kazandırdığı otorite, onun gelişiminde bir faktöre dönüşür. Bu devletin kendisinin de teknikleştiğini, aklına estiği gibi hareket etmediğini de unutmamak gerekir.
Views: 25