37 Teknoloji Toplumu – İnsanî Teknikler – Jacques Ellul

0
1490

Kendini en son gösteren teknikler, doğrudan insanla ilgili tekniklerdir. Bugün büyük keşiflerin ve büyük umutların konusudur bu teknikler. “Onlar her şeyi kurtaracak” sözünü her yerde duyuyoruz. Bu teknikleri incelemeden önce, neden ortaya çıktıklarına bir bakalım.

Gereklilikler

İnsani Gerilim. İnsanoğlundan hiçbir zaman bu kadar çok şey istenmemiştir. Tarihin akışı içerisinde şans eseri bazı insanlar çok ezilmişler, ölümcül tehlikelere maruz kalmışlardır. Fakat bu insanlar köle veya savaşçılardı. Bir bütün olarak insan ırkı hiçbir zaman, korkunç teknik mekanizmaya entegre edilişinin bir sonucu olarak günlük çabalarında bugün harcadığı kadar çaba harcamak zorunda kalmamıştır. Bu teknik mekanizma, beyaz veya mavi yakalı milyonlarca işçinin sürekli, koruyucu ve yoğun emeği bir tekerleği döndürmeyi imkansızlaştıran, farklılaşmamış ama karmaşık bir mekanizmadır. İnsanın çalışma temposu, geleneksel, atalardan kalma bir tempo değildir. Amacı da insanın gururla ürettiği elişi, içinde kendini düşündüğü ve tanıdığı elişi değildir.

Bugünkü çalışma koşullarıyla geçmiştekiler arasındaki farktan söz etmeyeceğim. Bugünün çalışmasının nasıl bir yandan daha az yorucu ve kısa süreli olduğu; bir yandan da saate bağlı amaçsız, faydasız ve duyarsız bir iş olduğu; emeği geleneksel olarak iş diye adlandırılan şeyle artık hiçbir ortak yönü kalmayan işçinin derinlemesine hissettiği, kızdığı bir tuhaflık olduğu hakkında zaten pek çok kişi yazdı. Bugün bu köylülük için bile geçerlidir. Ancak önemli olan, işin bir anlama eskisinden daha çetin olması değil, insanda değişik nitelikler gerektirmesidir. Eskiden insanda varolmaya işaret ederken şimdi yokluğu ima etmektedir. Bu yokluk, aktif, kritik ve etkindir. Tüm insanı angaje eder, insanın bu yokluğun gerekliliğine indirgendiğini ve bunun sonuçları için yaratıldığını varsayar.

İnsan tarihte ilk kez çok sayıda geleneksel olmayan yollarla bu derece etkilenmiştir. Olayların sürüklediği insan periyodik aralıklarla savaşa itilmiştir. Fakat bugünün savaşı topyekün savaştır -benzersiz, inanılmaz bir olgu. Tüm insanların sorumluluğudur, endişesidir savaş. Herkesi aynı yaşam biçimine tabi kılar, herkesi başka herkesle aynı düzleme koyar, herkesi aynı ölümle tehdit eder. Savaşın yükü altında insanlar, duyulmamış eza ve cefa çeker. Şimdi savaş, gürültü, hareket, araçların kocamanlığı, makinelerin kesinliği açısından insanın tahammül gücünün ötesindedir. İnsanın kendisi de basit bir nesneye, öldürülecek bir nesneye dönüşmüştür; kişisel eyleme dökemediği sürekli bir paniğin esiri olmuştur. Savaş, inşam, insanın destekleme gücünün ötesinde bir sinir gerginliğine, ruhi bir baskıya ve hayvani teslimiyete maruz bırakmıştır. Fakat, makineyle haşır neşir ve ona bağlı olan insan, tüm bunları destekleyecek bir yol bulur. Hayranlık duyulacak bir makinedir kendisi! Ancak bu süreçte, her an kırılabilecek bir çelik kablo gibi, direncinin sınırları sonuna kadar zorlanmıştır.

Savaş koşulları yine de anormal ve istisnai olabilir. Bununla birlikte, dört veya beş yıllık savaş bile insan hayatında önemlidir. Savaş koşulları sonunda insanın neredeyse günlük haline dönüşür. Zira, “anormal” ve “istisnai” şeyler, bir ölçüde daha az yoğunlukla her günün akışında düzenli olarak yeniden üretilir. İnsanoğlu, günlük işlerini bilek gücüyle yapmak üzere yaratılmıştır. Ama bugün görüyoruz ki sinek kağıdı üzerindeki bir sinek gibi sekiz saat boyunca hareketsiz, bir masada oturmaktadır. Onbeş dakikalık hareket, sekiz saatlik bir hareketsizliği telafi edemez. İnsanoğlu tabiatın güzel havasını teneffüs etmek üzere yaratılmıştır, ama teneffüs ettiği şey, asit ve kömür katranlarından oluşan kötü bir bileşimdir. Yaşayan bir çevre için yaratılmıştır, ama taş, beton, asfalt, cam, demir ve çelikten oluşan bir ay dünyasında yaşamaktadır. Temiz, göz kamaştırıcı taş cepheler arasında ağaçların boynu bükük, benzi soluk. Atların kaderini paylaşan kedi ve köpekler yavaş yavaş kentlerden kayboluyor. Sadece sıçanlar ve insanlar, ölü bir dünyanın sakinleri olmaya devam ediyor. Hareket alanı olan odalarda yaşamak, uzak mesafelere bakmak, küçük olsa da tarlalara açılan odalarda yaşamak üzere yaratılmıştır insan. Bir de şimdi görün. Nüfus artışının dayattığı kurallar ve mimari gerekliliklerin kuşattığı insan, şehrin sokaklarının anonim dünyasına açılan daracık mekanlarda yaşıyor.

Yalnızca işçi sınıfı değil her insan bu zor durumdadır ve bu konuda yapılacak bir şey de yoktur. Bir zamanlar anormal olan şey şimdi olağan, standart hale gelmiştir. Bu durumda bile insanoğlunun bu tuhaf yeni ortamda içi rahat değildir; ondan istenen gerilim de hayatına ve varlığına yüklenmektedir. Kaçmak ister; rüyaların tuzağına düşer. Uymaya çalışır; örgütlerin hayatına düşer. Kendini uyumsuz görür; hastalık hastası olur. Fakat yeni teknoloji toplumu, bu insani tepkileri kestirebilecek basiret ve yeteneğe sahiptir. Her türden tekniklerin yardımıyla ve gerçekten insanın çevresindeki şeyleri değiştirerek değil insanın kendisine yönelik eylemler yaparak önceden katlanılamaz olan şeyleri katlanılabilir yapabilmiştir teknoloji toplumu. Psikolojiye giderek daha fazla müracaat edilmektedir. Moralin ne derece önemli olduğunu herkes bilmektedir! Morali sağlam olduğu müddetçe en çetin ve en insanlık dışı yaşama koşullarına katlanabilir insanoğlu. Sayısız psikolojik örnek ve deney bunu teyit etmektedir.

Tekniğin insandan azamisini istediği bir dünyada, her zaman sağlam ve gergin bir irade dışında bu azamilik elde edilemez, sürdürülemez, (bazen istenildiği gibi de) geride bırakılamaz. İnsan, tabiatı gereği böyle bir iradeye sahip değildir. Böyle yüce bir duruma tabi olarak hiçbir şekilde hazır değildir. Buna doğal olarak sahip olsa bile coşkunluk ancak birkaç dakika sürer. Ama yine de sürdürülmelidir. Bireyin savaşa (ya da barışa) azamisini vermesini ve tekniğin kendisini zorladığı berbat yaşam koşullarının sonucu olan bitkinlik ve şevksizliğe direnmesini sağlayacak psikolojik koşullar oluşturulmalıdır.

1914 yılı başında kısa bir savaş bekleniyordu. Askerlerin moralinin uzun bir savaşa dayanamayacağı söyleniyordu. Aynı kehanet, 1941’de Almanya’nın topyekün bombalanmasının başlangıcında yapıldı. Böyle bir savaşa insanoğlunun uzun süre dayanamayacağı söyleniyordu. 1917’de, Rus Devrimi’ne eşlik eden sefaletin kısa sürede komünizmin çöküşünü getireceği ilan ediliyordu. Bu tahminlerin hiçbiri doğru çıkmadı. Moral, tek başına moral, insanın sağlamlığını muhafaza etti. Bağlandıkları tarafa bağlı olarak insanlar Hitler’e, ülkelerine ve komünizme inancı yücelttiler. Fakat bir inanç meselesi değildi bu. Katlanılmaz olanı katlanılabilir yapmaya matuf son derece etkin bir moral aşılama meselesiydi gerçekten. Yoğun Müttefik bombardımanı ile yoğun Alman propagandası arasında, Alman propagandası galip çıktı. Amerikalıların Stratejik Bombalama Servisi, tüm bombalamalara rağmen 1944’e kadar sanayi üretiminde kayda değer bir azalma olmadığım ve Alman işçilerin eskisi gibi şevkle çalıştıklarını kabul etmeye mecbur kalmıştı.

Buna karşılık, psikolojik motivasyonun yokluğunda sanayi üretimi derhal düşer. İnsan, kıtlığa, sıkıntıya ve en anormal koşullara dayanabilir. Psikolojik olarak sağlam olduğu müddetçe yoğun ve kalıcı çaba sarfedebilir. Toplumumuz, inşam, her zaman kırılma noktasına yakın olduğu bir konuma yerleştirir, ondan da aynı çabayı ister. Kırılmaması veya geride kalmaması için (tam da teknik gelişmenin menettiği şeydir bu), kendisinde olmayan ruhi güçlerle donatılmalıdır. Ruhi güçler bu nedenle başa bir yerden gelmek durumundadır. Bu, “kendini durduran” montaj hattı sistemi örneğindeki gibi bazen çok basit bir iştir. Yorgunluktan veya memnuniyetsizlikten işçilerden biri işlemlerini bitiren diğerlerinin gerisinde kaldığında üretim hattı durur, diğer işçiler de durmaya mecbur olur. Friedmann’a göre, “geri kalan işçi görür ki meslektaşlarını kazanabilecekleri ücrete mani olmaktadır. Onlara karşı suçluluk duyar. Bu duygu, yorgunluk veya memnuniyetsizliğe rağmen onu fiilen kolektif tempoya geri dönmeye zorlayan bir psikolojik dürtü görevi görür”. Bu psikolojik dürtüler çok sayıdadır, çoğu kere de yaşam koşullarının kendiliğinden ürünleridir. İdeolojiler iyi bir örnektir. Burada siyasal ideolojilere değil, Reader’s Digest’te bulunabilecek çok daha sınırlı türden ideolojiler kompleksine işaret ediyorum.

O halde teknik kendi ideolojisini getirmektedir. Ve her teknik gerçekleştirme de kendi ideolojik gerekçelerini doğurmaktadır. Wengert’in Tennesee Vadisi Otoritesi (TVA) hakkındaki son incelemesi bu olguyu ayrıntılı olarak ele alıyor. TVA başlangıçta hidroelektriği geliştirme ve tehlikeli selleri önleme amacı taşıyan tamamen teknik bir programdı. Program uygulandı ve üretilen enerji civar bölgelerde hakkıyla dağıtıldı. Bir kısım insanlar hakkında ne derse desin faydalı bir girişim olduğu görüldü. Başlangıçta TVA’nın kültürel yansımaları yoktu. Fakat programın somut sonuçlar doğurması öncesinde bile mitos gelişmeye başladı ve TVA bugün ABD’de bölgeselciliğin simgesi haline geldi. Ona çeşitli faaliyetlerin koordinasyon ve entegrasyonu işlevi; doğal kaynakların metodik gelişmesinde bir rol; kamu ve özel federal ve yerel kurumlan etkileyen bir ademi merkezileşme görevi; ve hatta bir eğitim görevi verilmiştir. “Yürüyüşe geçen demokrasi” türünden söylemleri duymaktayız. Fakat bu mitostaki hiçbir şey gerçeklere işaret etmemektedir. Somut, teknik ve hakiki gerçeklerden başlayan şey bir ideolojik yapılar dizisidir. Ancak bu gerçekler hiçbir şekilde bu türden yapılar ima etmez. Bu türden mitos yapıları, politikacıların, ekonomistler ve sosyologların çoğu kere sorumlu olduğu ahlaki anlatımlarda yatmaktadır. Basın ve radyo bu hikayeleri alıp popülerleştirir. Durmadan kafasına sokulan problemlere çözüm bulamamasından hep tedirgin olan halk, çözüm gibi görünen şeye sarılır, destek olur.

Bu noktada bir ideoloji doğar ve demokratik ülkelerde, kamuoyuna dönüşür. Halkın bunu benimsemesinden sonra bu mitos temelinde başka teknik düzenler planlanır. Sonuçta, TVA’nın hiçbir şekilde ima etmediği ideolojilerin bir fonksiyonu olarak, Missouri Nehri için benzer programlar önerildi. Fakat benzerlik sadece görünüşteydi. Sembollerin bu toptan üretiminden teknik değil, insan sorumludur. Belki de, insan ile tekniğin temasının bunu mecburen doğurduğunu söylemek gerçeğe yakın olur. Bu kadar çok çaba ve bilginin, bu kadar göz kamaştırıcı sonucun yalnızca maddi etkiler doğurmasına halkın inanması gerçekten imkansızdır. Büyük bir barajın elektriğin dışında bir şey üretmediğine doğrusu insanlar inanmaz. Fransa’daki baraj mitosu, kitle insanının kendi büyük çalışmalarına taptığı, kendisini bunlara sadece maddi bir değer atfedecek duruma getirmediği gerçeğinden kaynaklanıyor. Ayrıca, bu çalışmalarda büyük fedakarlıkların sözkonusu olmasından dolayı fedakarlıkları meşrulaştırmak gerekir. (Propagandayı incelerken bu gerçeğe geri döneceğim). Kısacası, insan, kendi çalışmasını meşrulaştırmak ve onunla meşrulaştırılmak için kendisine rasyonel ve teknik nitelikli bir din yaratır. TVA mekanizması, bu sürece şahane bir örnek sunmaktadır.

Bu nedenle psikolojik araçlar yoluyla insandan son çabasını çıkarmak ve aynı zamanda yeni toplumun onu menettiği dezavantajlara dayanmaya zorlamak mümkündür. Bu, psikolojik tekniklerin ilk amacıdır. Teknik olarak tek önemli şey üründür, üretimdir. Tekniğin yasasıdır bu. Bu ürün ancak ruhuyla bedeniyle insanın topyekün seferber edilmesiyle elde edilebilir. Ve, tüm insani ruhi güçlerin kullanımını gerektirir. Bu düşüncelerden sonra, sıkça atıfta bulunulan “Üretimi artırma çabası, insanın tüm dengesi tehlikeye düştüğünde durmalıdır” ifadesini kabul edemeyiz. Eğer bu denge stabil veya statik olmuş olsaydı bu ifade kabul edilebilirdi. Ancak, tamamen yapay araçlarla giderek keyfi olarak oluşturmak mümkünken denge ne anlama gelmektedir? Psikolojik araçlar tüm sınırları geri çekmeyi mümkün kılarken limitler ne anlam ifade eder? Sabit bir yapı insan için artık yok. Kendisinden hiç üretemeyeceği şeyi biz insandan alıyoruz. Makine, insana, kendisinden beklenen maddi taleplere uymasına imkan tanır; psikolojik manipülasyon da bunu manevi olarak mümkün kılar. Tüm tekniklerin birbirleriyle ilişkilerinden doğan insan ruhunun manipülasyonu, yukarıda verilen ifadenin saçmalığını ortaya koyar. Tüm insanın dengesi mi? Teknik toplum, insanı, bir asır öncekinden çok farklı bir bütün olarak yeniden yaratma yeteneğine sahiptir. (Kullanılan kriterlere göre) “dengeyi” daha yüksek veya daha düşük noktalarda kurabilir. Her halükarda, teknik çağ öncesinde sürdürülenden farklı seviyede bir denge kurabilir.

Visits: 29

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz