[İnsani tekniklerin uygulandığı üçüncü bir alan vardır. Yeni ortamına uyum sağlamaya çalışan insan için yeni bir dengesizlik nedenidir bu alan. Çağdaş toplumun bir kitle toplumu olmakta olduğunu söylemek herkesçe bilinen bir gerçektir. “Kitleselleşme süreci”, “kitlelerin yükselişi”, derinlemesine incelenmiş, anlaşılmıştır. Ancak daha az anlaşılan gerçek, şimdinin insanının yeni toplum biçimine kendiliğinden adapte olmadığıdır. Önceki toplumlar karakterlerini büyük ölçüde içindeki insanlardan alıyordu. Teknik veya ekonomik koşullar belirli sosyolojik yapılar dayatıyordu, ama insan bu yapılarla temelde mutabıktı ve toplumun aldığı biçim bireyin psikolojisini yansıtıyordu. Artık doğru değildir bu. Kitleselleşme süreci, bugünün insanı tabiatı gereği kitle insanı olduğu için değil teknik nedenlerle cereyan etmektedir. İnsan, kendisine empoze edilen yeni çerçevede bir kitle insanına dönmektedir, çünkü uzun vadede çevresinden ayrı kalamaz. İnsanın bir kitle toplumuna adaptasyonu, henüz başarılmış bir gerçek değildir. Psikanalitik sosyoloji alanındaki son araştırmalar da insan ile kolektif toplum arasında hâlâ varolan mesafeyi (dengesizleştirme nedeni olan bir mesafedir bu) gözler önüne sermiştir. Her toplumun, normalin ölçüsünü temsil eden normları vardır. Bu normlar niteliğini değiştirdiğinde bunu dengede bir bozulma ve bu değişimlere ayak uyduramayan insanlar için de nevroz takip eder. Medeniyetimizin normlarının “insani” olmayan nedenlerle değişmiş olduğunda kuşku yok. Cereyan eden değişimler için insanın bir isteği yoktu; ne de bunlar yönünde bilinçli olarak çalıştılar. Modern toplumun normları üzerinde dolaylı etkiler iş görmüş ve bu normlar da insanlar olan bitenin farkında olmaksızın dönüşmüştür.
Bu denge bozulmasına dair Karen Horney’in analizi, yerinde gibi geliyor bana. Horney’e göre medeniyetimiz, hâlâ, kardeşlik ilişkilerinde en yüksek değeri kuran laikleştirilmiş bir Hıristiyan ideolojisine işaret etmektedir. Fakat dünyamızın yapılan ve onun gerçek normları tamamen tersini temsil etmektedir. Bugün dünyanın temel kuralı ekonomik, politik ve sınıfsal rekabettir. Ve bu rekabet sosyal ve insani ilişkiler olan arkadaşlık ve sekse uzanır. Geleneksel onaylama ile yeni kriter arasındaki dengesizlik, çağımızın ve nevrozumuzun karakteristiği olan endişe ve güvensizlik iklimini doğurmuştur. Bu dengesizlik, tam da, bireyci toplum ile kitle toplumu arasındaki ayrıma işaret etmektedir.
İnsan, kolektif ortamda kendini evinde hissetmez. Bu, kendi aralarında pek çok açıdan değişiklik gösteren toplumlar için geçerlidir. Afrika’nın ilkel sosyolojik kolektivizmi için, Avrupa’nın bireyselci medeniyeti için ve ABD’deki daha yüksek türdeki kolektif adaptasyon için geçerlidir. Tüm bu toplumlarda herkes belli bir keyifsizlik tarafından etkilenmektedir. Sosyolojik yapıların değişimi, çok hızlı bir tempoda gerçekleşiyor ve herkesi etkiliyor. Devlet de tüm yurttaşlardan acil kolektif çaba istiyor. Bireye tüm yeni kriterleri özümseyecek yeterli bir süre asla verilmiyor.
Ayrıca, kitleselleşme süreci, bir topluluğa benzeyen ne varsa kaybolması anlamına geliyor. Amerikalı psikologların çoğunluğu, insani sosyal ilişkilerin birey için öneminde ısrar ediyor. Jerome Scott ve R.P. Lynton’ın dediği gibi “Her insan, duygusal ve entelektüel tatmin ister (ki sadece bu bir topluluğa aidiyetini sağlar)”. Bu gereksinim bastırıldığında da nevrozlar ortaya çıkar. Kimi uzmanlar, en takıntılı nevrozların sosyal adaptasyonda başarısızlıktan ve topluluk ilişkilerinin (ki, Roethlisberger’in belirttiği gibi, teknik ilişkiler topluluk ilişkilerine tabidir) bastırılmasından kaynaklandığını bile öne sürüyor.
Bu yeni sosyolojik kitlesel yapı ve onun yeni medeniyet kriteri hem kaçınılmaz hem de reddedilemez görünüyor. Kaçınılmazdırlar, çünkü insanı aşan ekonomik güçler ile ekonomik kaygılarca dayatılmaktadırlar. Düşünce, doktrin, söylem ve iradenin sonucu değildirler. Sırf gerçeğin bir durumu olarak oradadırlar. Tüm sosyal reformlar, tüm toplumsal değişimler, tümüyle ütopik olmadıkları sürece tamamen gerçeğin bu durumu içerisinde yer alır. Toplumsal değişim hakikaten gerçekçi olduğu zaman bu durumu içtenlikle kabul eder, kanıtlar ve kullanır. Birey için geriye sadece iki imkan kalmaktadır: ya neyse o olarak kalır; ki bu durumda giderek uyumsuzlaşır, sinir hastası olur, verimsizleşir, hayatını idame ettirme imkanlarını kaybeder, yetenekleri ne olursa olsun sonunda toplumsal çöp yığınına atılır. Ya da onun dünyasına dönüşecek yeni sosyolojik organizmaya kendini adapte eder, kitle toplumu dışında yaşayamaz olur. (Sonra da mağara adamından pek ayırt edilemez olur). Fakat kitle insanı olmak da muazzam bir ruhi değişim çabasını gerektirir. İnsanı nesne olarak alan ve insani teknikler denen tekniklerin amacı, ona bu değişimde yardımcı olmak, en çabuk yolu bulmasına yardım etmek, korkularını hafifletmek ve kalbiyle beynini yeniden şekillendirmektir.
Bu konudaki teorik çalışmalardan çok teknik çalışmalara baktığımızda tasarım büyük bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır. Claude Munson, pragmatik bir Amerikan bakışıyla, “pratikte tüm yurttaşlar çabucak etkisi altına girecek şekilde çevrenin güçlendirilmesi meselesidir bu” diyor. Entegrasyon imkansız çıkarsa bu durumda bireyi bir toplumsal çevreden koparıp adaptasyonun mümkün olduğu bir başkasına koymak gerekir. İnsanın kaderine rehberlik edenlerin çok istediği şahane denge haline bireyin ulaşabilmesi için (bu durumda birey öylesine adapte olmuştur ki kendi kişisel sıkıntıları kolektif yapınınkilerden farklı değildir) bir şekilde imkan sağlanmalıdır. Birey, artık grupta bir insan değil, grubun bir üyesidir. Kitleye katılımın bireyi kötü durumlardan kurtarması, onları dağıtması güzel bir şeydir. Bir kere, bizatihi kitleselleşme sürecinin kendisi insanın ruhi sıkıntılarının kökeniydi!
Bu adaptasyonun bir başka boyutu, bireyin teknik araçlara uyumudur. Sahip olduğumuz araçlar, aslında, gerek maddi eylem alanında gerekse psikolojik eylem alanında kitle araçlarıdır. Eğer şimdi insan üzerine bir etki yapmak istersek bunu yapmak sadece kitlesel medya yoluyla ve insan bir kitle insanı olduğu ölçüde mümkündür. Bu gerçeğe kitlesel eğitim ve propaganda yöntemlerine atıfla yeniden döneceğim. Bunların her ikisi de, kitle bireyini, ancak onu daha fazla “kitleselleştirerek” hareket ettirebilir. Birey ile kolektivitenin kendiliğinden olmayan birliği, toplumumuzda aldıkları özel sosyolojik biçimde tekniklerin gelişimi için gerekli koşullardan biridir. Bu birlik, göreceğimiz gibi, insana adanmış tekniklerin en kayda değer sonuçlarındandır. Bu bağlamda, “kolektifleştirme” veya “insani yol gösterme”den bahsetmek bir basitleştirmedir. İnsan türünün bu tam değişimi, bir kolektivist teori tarafından veya birisinin iktidar isteği tarafından meydana getirilmiştir. Sebep çok daha derindir. Hem insani hem de gayri insanidir. Gayri insanidir, çünkü şeyler ve durumlarca belirlenmektedir. İnsanidir, çünkü istinasız her modern insanın kalbinin arzusuna cevap vermektedir.
Vazgeçilmez insani tekniklerin üçlü temelini inceledik: bugünün toplumunun insandan istediği süper insani talepler, insan çevresinin tamamen değişmesi ve sosyolojik değiştirilmesi. Evreniyle temel bir uyumsuzluk içindeki insan mecburen onunla uyumlu kılınmalıdır.
Views: 59