Bu yeni dünyada insanın durumunu yeniden düşünmek böylece elzem olmuştur. Fakat düşünmek tümüyle yetersiz görünüyordu; harekete geçmek gerekiyordu. Teknikler üzerinde hareket imkansız görünüyordu. Bu nedenle soru şuna döndü: Bizatihi insan üzerine harekete geçmek mümkün değil midir? Direnmesine yardımcı olmak? Belki onu korumak, onu kesinlikle eğitmek? Beşeri bilim uygulamaları, bu düşünce ekseninde gerçekleştirildi. Günümüzde insani teknikler, yalnız sıkıntının kuşattığı insana büyük umutlar vermektedir. Daha yakınlarda, farklı bilimsel disiplinlerin geniş bir araştırması The Sciences of Man Reestablish His Supremacy (Beşeri Bilimler İnsanın Üstünlüğünü Yeniden Kuruyor) başlığı altında yayınlandı. Kendi buluşlarının korkuttuğu ve bunların ortaya çıkardığı güçlere artık hükmedemez olan insan kendi büyüklüğünü beşeri bilimlere yeniden kurdurtacaktır. Georges Friedmann, Alan Sargent, Jean Fourastie, Georges Weill, Chombart de Lowe, J. Gueron ve diğerlerinin araştırmasındaki umudun temelleri üç unsura indirgenebilir:
Birincisi insanın kurtarılmasıdır. Genel olarak teknik tarafından değil, insani teknikler aracılığıyla kurtarılmasıdır. İnsanın içinden olduğu kadar dışından da gelişen bir kurtarmadır bu. Beşeri bilimlerin yardımıyla insan teknokrasinin kendisinden kurtarılacaktır. Teknik kölelikle çarpışacaktır. Chombart de Lowe’e göre bu alandaki araştırmalar tamamen yansız olmalı, yakın uygulama kaygısından uzak olmalıdır. Teknikler inşama daha aklı başında ve dengeli bir hayat sunabilecek ve doğadan veya başkalarının eylemlerinden kaynaklansın onu maddi kısıtlamalardan kurtarabilecek konumdadır. Artık kıtlık tehlikesi içinde olmadığı ve çalışmaktan biraz keyif aldığı zaman insan daha özgürdür. Teknik büyük ölçüde bu özgürlüğün temelidir. Buna ilaveten, insani teknikler içteki inşam arındırır, özgürleştirir. Bu, örneğin, psikanalizin büyük tasarımıdır. Özgürleştirilen ve kendine döndürülen insan, hayata ve modem dünyanın onun karşısına koyduğu güçlüklere çok daha iyi adapte olacaktır.
İkinci unsur daha az basmakalıptır. Tekniklerin dünyası, onu eleştirenlerin ve teknokratlarının kendilerinin düşündüğü soyut ve mekanik dünya değildir artık. İnsan tarafından uysalaştırılmadığı zaman tekniğin pek az bir değer ifade ettiğini bir süredir görmüş bulunuyoruz. O halde hümanizm, onurlu yerine konulmuştur. İnsan doğasının derinliklerine karşı hareket etmek, irrasyonel hareket etmektir. Bu, büyük ölçüde, yalnızca sözel ve ideolojik hümanizmi temsil eder. Modern buluşlarda hakikaten hümanist boyutlar olmuş olabilir, fakat çoğunlukla esasen teknik nitelikli olmuşlardır. Bir aptalın uyguladığı iyi bir metot iyi sonuçlar doğurmaz. Garazla, iğrenmeyle, kızgınlıkla dolu veya teknikten nefret eden bir insanın kullandığı bir teknik de pek etkin olmayacaktır. Araştırmalar bu yüzden iki istikamet almıştır. İnsanın çıkarlarıyla tekniği uyumlulaştırmaya, sonuçta da tekniği esnekleştirmeye odaklanmıştır. İnsanın teknik tarafından ezilmekten ve böylece tekniğe bir engel oluşturmaktan korumak amacıyla insan doğasını da dikkate almaya çalışmıştır. İnsan ile teknik arasındaki mesafeyi kapatmak için bu her iki cephede de bilgimizi ve tekniklerimizi arıtmaya büyük çaba sarfedilmiştir. İnsanoğlunun iddiaları, tekniklerin gelişiminde bu şekilde kendini çok daha fazla hissettirir oldu. ‘Tekniklerin insanileştirilmesi” olarak bilinir bu. İnsanın yalnızca bir teknik nesne sayılmaması, karmaşık bir süreçte bir katılımcı olması gerekiyor. Onun yorgunluğu, zevkleri, asabiyeti ve düşünceleri özenle dikkate alınır. Emirlere tepkileri, fobileri ve gelirleri dikkate alınır. Tüm bunlar, tedirgin olanları umutla doldurur. İnsanlar ciddiye alındığı andan itibaren, bir teknik hümanizmin yaratılmakta oluşuna tanıklık ettiklerini düşünürler.
Umudun üçüncü unsuru, bu insani tekniklerin, tekniğin ani ve sarsıcı eylemleri tarafından parçalanan insanoğlunun bütünlüğünü yeniden kurma eğilimi taşımış olduğu gerçeğidir. İnsani tekniklerin büyük amacı, insanı tüm tekniklerin merkezi yapmaktır. Modern dünyanın teknik güçleri tarafından her istikametten çekilmiştir ve artık en azından bireysel düzeyde bütünlüğünü korumaya muktedir değildir. Ancak bu kaybolan bütünlük, teknik tarafından soyut bilim düzeyinde yeniden kurulabilir. Tekniğin tekniğe karşı koyabileceğinde ve soyut olarak insanın bu şekilde bütünlüğüne kavuşturulabileceğinde kuşku yok. Bu nedenle, bir insan anlayışı merkezli ve insani tekniklerce harekete geçirilen bir grup teknik oluşturulacaktır.
Dördüncü bir fevkalade güzel bir unsur daha vardır: bir “Süpermen” yaratma ihtimali. Yarın ortaya çıkamayacaktır o. Ancak ciddi biyologlar şimdiden yakın gelecekte kimyasal şekillendirme imkanlarından, daha uzun dönemde de eşeyli üreme, eşeysiz üreme ve embriyo şekillenmesinden bahsediyorlar. Burada bu teorilere dalmanın bir faydası yok. Sadece uzak ihtimaller bunlar. Ancak, içinde yaşadığı teknik dünyanın ortalama insana yönelttiği başka türlü çözülemez tüm sorunların çözümü umudunu çok sayıda entelektüelin, süpermenin meydana getirilmesinde gördüğünü göstermesi açısından önemlidir. Elbette, benim sözünü ettiğim süpermenin Amerikan çizgi roman karakteri Süperman ile bir alakası yok. Burada mesele insanın gücü değildir. Manevi hayatı bir yana, onun entelektüel ve ruhsal yaşamıdır. Bu umutlarda gerçeklik payının olmadığını söylemek yanlış olur. Bu kehanetler büyük ölçüde haklıdır. Teknik bilgi, bize, insan gerçeğine dair yeni anlayışlar sunmaktadır, onun birleşmesine de hizmet edebilir.
Özetlediğim unsurlardan en önemlisi hiç kuşku yok ki ikincisidir. İnsan hayatının teknik aygıtla ilgili somut ayrıntıları insani düzlemde dikkate alınmalıdır. Yorgunluk faktörü önemlidir. Bireyin çalışması yorgunluğu azaltacak şekilde planlanmalıdır. Makineleri yaparken işleten için rahatsız edici ve tehlikeli durumlardan kaçınmak ve ücretli çalışanın ortamını onun için vazgeçilmez olan zevk, ışık, özgürlük ve dostane duyguları verecek şekilde değiştirmek çok önemlidir. İşçinin yaşadığı yere, ev kadınının mutfağının rahatlığına, çocukların odalarının aydınlığına, kısacası hepsinin avantajına olan her faktöre eğilmek iyi bir şeydir. Aksini kim inanabilir ya da gecekondular veya işçilerin zayiat vermesini kim isteyebilir ki?
Ancak belli bir yanlış anlaşılmadan da kaçınılmalıdır. Hümanizm sözcüğü, çoğu kere, tarif ettiğim durumla bağlantılı olarak kullanılmaktadır. Hümanizm aslında belirli bir insan anlayışıdır. Şaşırtıcı bir anlayıştır da. İnsanın sosyolojik dünyasını önemseyip iç dünyasını küçümseyen, maddi hayatını önemseyip manevi ve entelektüel hayatını küçümseyen bir anlayıştır. Bu tavır, bilinçli materyalistler için kabul edilebilir. Ama durmadan maneviyatlarından bahseden bilinçsiz materyalistler için bunu kabul edemiyorum. Manevi gelişmenin maddi gelişmeyi takip edeceği görüşü, ancak ikiyüzlülük olarak görülebilir. Ayrıca, bu gelişmeye öncülük eden her zaman gönüllü ve bilinçli bir hümanizm olmamıştır. Gerçek nedeni ararsak, tekrar tekrar teknik sistemde “çizginin dışında bir şey” olduğunu duyarız. Bir teknisyen için desteklenemez bir durumdur bu. Bir çare bulunmalıdır? Çizgi dışında olan nedir? Yüzeysel analize göre, gerektiği gibi olmayan insandır. Bu dununda teknisyen problemi olağan şekilde ele alır. O zamana kadar tüm zorluklan halletmesini sağlamış bir yöntemi vardır; burada da onu kullanır. Fakat insanı yalnızca tekniğin bir öznesi olarak görür, insan tekniğin uygun işlevine müdahale etme derecesine göre ele alır. Teknik, temel etkinliğini, maddi davranışı üzerine büyük etki yapabilecek bir duygusal ve ahlaki hayatı olduğu sonucuna varırken ve bu faktörler hakkında kendi amaçları temelinde bir şeyler yapmayı önerdiğinde ortaya koymaktadır. Teknikler için bu faktörler, insani ve sübjektiftir. Fakat bunlara uygulanacak, rasyonelleştirecek ve çizgiye geri getirecek araçlar bulunabilirse, bunların teknik sakıncaları olmak durumda değildir. Elbette, bu haliyle insan önemli değildir.
Teknik meselesi halledilince profesyonel hümanistler duruma bakar ve “hümanist” olarak adlandırır. Bu yöntem, insanın durumuyla ilgilenen aydınlar sınıfına, ahlakçılara ve felsefecilere uygun düşmektedir. Felsefecilerin “Bakın insanla ne kadar ilgileniyoruz” demelerinden veya onların hayranlarının “Nihayet, fikirlerle oynamakla sınırlı kalmayan, gerçeklere nüfuz eden bir hümanizm” şeklinde tasdik etmelerinden daha doğal bir şey olamaz. Maalesef, bu hümanizm çığlıklarının hep teknisyenlerin müdahalesinden sonra geldiği tarihsel bir gerçektir. Gerçek bir hümanizm için önce gelmeliydi. Rasyonelleştirme denen geleneksel psikolojik manevradan başka bir şey değildir bu.
1947’den bu yana aynı hümanist rasyonelleştirmeye yerkürenin kendisiyle alakalı olarak tanık olduk. Örneğin ABD’de, büyük ölçekli tarım yöntemleri acımasız biçimde uygulandı. Hümanistler, kutsal toprağın bu çiğnenişinden, tabiata bu saygısızlıktan dehşete düştüler. Ama teknik insanlar, tarımsal verimlilikte düzenli bir düşüş gözleninceye kadar hiç telaşa kapılmadı. Teknik araştırmalar göstermiştir ki, yerküre, toprak kötü işlendiğinde biten belli iz unsurlar içermektedir. Hindistan tarımını enine boyuna inceleyen çalışmasında Sir Albert Hovvard’ın bulduğu bu gerçek, hayvani ve bitkisel (“organik”) gübrelerin tüm yapay gübrelerden üstün olduğu ve yerkürenin rezervlerini tüketmemenin elzem olduğu sonucuna yolaçmıştır. Şu ana kadar hiç kimse iz unsurlarını yapay olarak ikame etmenin bir yolunu bulamamıştır. Teknisyenler, gübre kullanımında daha dikkatli olunmasını, makine kullanımında orta yolun izlenmesini, kısacası toprağa “saygı” önerdiler. Tüm doğaseverler de buna çok sevindiler. Fakat burada yerküreye bir gerçek saygı söz konusu muydu? Hiç de değil. Önemli olan, tarımsal hasılaydı.
Şu itiraz dile getirilebilir: “Sonuç insana veya tabiata saygıysa gerçek nedenlerin ne olduğu kimi ilgilendirir? Eğer teknik fazlalık bize doğruyu gösteriyorsa, tüm imkanlarla teknikleri geliştirelim. Eğer insan onu anlayan bir teknik tarafından etkili biçimde korunmalıysa, onun felsefelerinin tümünün asla yapmayacağından daha iyi korunacağından emin olabiliriz”. Bu bir kandırmacadır. Bugünün tekniği insana saygı gösterebilir, çünkü böyle yapmak çıkarınadır ve normal gelişme seyrinin bir parçasıdır. Ancak bunun gelecekte de böyle olacağı kesin değil. Gereklilikten ve derin ve kalıcı nedenlerle tekniğin prensipte gücünü insana tabi kılması durumunda belli bir kesinlik derecesine varabiliriz. Aksi takdirde, tamamen tersine dönüş her zaman mümkündür. Yarın, insanı vahşice kullanmak, kımıldayamaz duruma getirmek, ezmek, tekniğin çıkarına olabilir. Şu an için seyredeceği istikametin bu olmadığına dair hiçbir garantimiz yok. Tersine, etrafımızda, insana saygı kadar onu küçümsemenin işaretlerini de görüyoruz. Teknik, birini ötekiyle ayrım gözetmeksizin karıştırır. Takip ettiği tek yasa, kendi özerk gelişimidir. Bu nedenle, bir teknik hümanizmden bahsetmek imkansız geliyor bana.
Değerlendirme
Daha başlangıçta belirtelim ki tekniği incelemekteyiz. Uzun bir süre, insan davranışının sanat alanına dahil olduğu düşünülüyordu. Freudiyen psikanalizin bir sanat olduğu pekala söylenebilir de. İçgüdülere, sezgisel ve mantıklı bilgiye ve kişisel ilişkilere dayanan davranış; kalbi ve aklı etkileme araçlarının kendiliğinden gelişimi; insanın davranışlarına içten katılımı; tüm bunlar sanatın özellikleridir. Büyük liderlerin, büyük öğretmenlerin ve ajitatörlerin hepsi sanatçı olmuştur. Ancak sanat ve sanatçılık artık yeterli gelmiyor. Tekniklerin ortaya çıkardığı sorunlara çözümler bulmalıyız; bu çözümleri de ancak teknik araçlar yoluyla bulabiliriz.
İnsanı eyleme geçirme araçları aşağıdaki üç kritere cevap vermelidir: (1) Genellik: Her insana hayatın her alanında ulaşılmalıdır, çünkü herkes söz konusudur. Bireysel eylem önemsizdir. (2) Objektiflik: Eylem, bizzat toplumun bir fonksiyonu olduğu için, bireyin gelip geçici ve sübjektif eylemlerine bağımlı olamaz. (3) Araçları, onları herkes tarafından kullanılabilir yapmak için kullanan bireyden bağımsızlaştırılmalıdır. Tek başına bu kriter, sanattan tekniğe geçişi ima eder. Süreklilik. İnsana teknik meydan okuma tüm hayatını ilgilendirdiğinden ruhi eylem varlığının başlangıcından sonuna kadar ara vermeden uygulanmalıdır.
Büyük veya güçlünün lokal müdahalesine bundan böyle güvenilemez. Düzensiz bir tempodaki eylemler de yetersizdir; düzenli ve tekdüze olmalıdır. Pratik uygulamaya geçiş çarçabuk yapılmak zorunda olduğu için bilimden sözetmek pek mümkün değildir. Mesele, en etkili araçları bulmaktır. Bu nedenle, “beşeri bilimlere” inanan kimselerin benimsediği yüce üsluba rağmen tüm kompleksi teknik olarak adlandırmaya mecbur kalıyorsunuz. Propagandayla ilgili olarak “insan davranışı mekanizmalarını anlamak onları dilediğiniz gibi yönetme imkanını gerektirir” ve “kanıtlanabilir yasalara göre hesaplama, tahmin yürütme ve eylem mümkündür” derken Serge Tchakhotin, insan tekniklerini doğru bir şekilde tarif ediyor.
Üç gerçek, sanattan tekniğe geçiş eylemi realitesini ortaya koyuyor. Birincisi, insani teknikleri kullanan teknisyenlerde ortak olan zihniyet durumudur. Bu teknisyenler, keyfi biçimde sadece faydalı görünen bilimsel verileri seçiyor, kullanılamayan verileri ise hoş görüyorlar. Örneğin, psikoloji ve psikanalizde mesleki rehberler ve propagandacılar kesin bir tercih yaparlar. “Halkla ilişkiler” denen pratik psikoloji alanında (Örneğin Dale Varnegie veya Claude Munson’ın uyguladığı gibi) teorik ve soyut psikolojiden belli bir kuşku hakimdir. Belirli kaçınılmaz basitleştirmeler de yapılır. Munson’a göre, “Moral artırma mekanizması, mekanikteki bir problemden ne basittir ne de daha az teknik niteliktedir. Her ikisi de hedefin açıkça anlaşılmasını, bir metodik uygulama planının geliştirilmesini, işbirliği yapan tüm faktörleri bilmeyi, işlemlerin yönlendirilmesi ve sağlamasının yapılmasıyla görevli merkezi bir kurum, yöntemlerin derinlemesine bir incelemesini v.s. gerektirir”. Munson, ayrıca, her teknisyenin yer ayırması gereken “olağanüstü bir kestirilemezliğe” de dikkat çekiyor. “Belirli bir durum için çözümü önceden belirtmeden, hiç değilse çözümün kesin genel ilkelerin uygulanabileceği belirli bir türe gireceğini bilirsiniz”. Munson’ın kastettiği, tüm farklı bilinçli ikna biçimlerini içeren bir programdır; teknik kesinliği ve esnekliği olan bir program.
Sanattan tekniğe geçişin ikinci bir özelliği matematiğin yaygın kullanımıdır. Biyometri, fızyometri, sosyometri ve sibernetik, bu teknikleri yaratmanın baş aracıları haline gelmiştir. Kantitatif olmayan yasa ve gözlemlerden gerçek bir eylem sistemi kurmanın mümkün olduğunu düşünmenin bir yanılgı olduğu söyleniyor. Bu, psikolojik teknikler için geleneksel bir engeldi. Örneğin, gerçek bir propaganda tekniği oluşturmak için ilk teşebbüs edildiğinde, eksiksiz bir bilim olan biyoloji temel alındı. Daha sonra, kamuoyu yoklamaları ve istatistik gibi başka eksiksiz bilimlere müracaat edildi. Bu ve başka insani tekniklerde gelişme ancak beşeri bilimler matematiğin kesinliğine ulaştığında gerçekleşti. Yalnızca metrik yöntemler analiz edebilir, etkili tahminler yapabilir. Farklı türde siyasal rejimlerde farklı türde teknisyenlerce uygulanan metrik yöntemlerin aynı sonuçları doğurması ilginç ve çarpıcı bir şeydir. Bu da tekniğin özelliğidir. Bu anlamda Paul H. Maucorps’un bir ifadesini önemli buluyorum. Amerikan sosyometrisinden bahsederken Maucorps, “Bu sosyometrinin, Stakhanovizm ile aynı sonuçlara ulaştığını görmek ilginç” diyor. Rubinstein, aynı gözlemi Sovyet bakış açısından yapıyor.
Sanattan tekniğe geçişteki üçüncü karakteristik unsur, teknik-deneysel zihniyetin ortaya çıkışıdır. İnsani teknikleri deneysel olarak test etmenin zorluğu kabul edilmektedir. İki nedenle böyledir bu. Bu teknikler, deneyci tarafından serbestçe manipüle edilemez. Bundan başka, insan toplumu karmaşık bir bütün oluşturur; bu yüzden, teknik deney için gerekli iki koşulu, yani olguların izole edilmesini ve unsurların analizini elde etmek çok zordur. Bununla birlikte, totaliter devletlerin tehlikeli ve fazla aceleci yöntemlerine başvurmadan insani tekniklerdeki deneyciler özellikle iyi bir deney alanı bulmuşlardır: ordu. Ordu, fevkalade lehte bir ortamdır, çünkü asker mutat çerçevesinden uzaktadır. Toplumsal bağları zayıflatılmış, geleneksel kişiliğinden sıyrılmıştır. Daha sonra tamamen yeni sosyal bağlar kurar. Ortaya çıkan kolektivite başından itibaren incelenebilir, tali ve karmaşıklaştırıcı etkilerden yalıtılabilir. Böyle bir kolektivite, aynca, incelenmeye elverişlidir; gün be gün kolayca gözlemlenebilir. Her insanın kişiliği tamamen farklıdır, zira yeni üniformayla birlikte yeni bir psikoloji benimser.
Ordu üzerine deneyler ikili bir amaca hizmet eder. Birincisi, askerler eylemlerinde doğrudan etkilenirler ve etkiyi sivil hayata taşırlar. Sivil hayattaki davranışları tahmin edilebilir niteliktedir ve kendileri de kolayca manipüle edilecektir. Sivil nüfus, bu nedenle, giderek sıkılaşan bağlarla toplumun geri kalanına bağlı olan ordu aracılığıyla etkilenebilir. İkinci olarak, askerler üzerinde yapılan deneylerle elde edilen bilginin dolaylı bir önemi var. Bu bilgi, tür olarak orduya benzer olsalar bile deney için pek elverişli olmayan başka daha kompleks ortamlarda uygulanabilir. Akla gelen örnekler iş organizasyonlarıdır, özellikle de büyük sanayi tesisleri. Orduda etkin olduğu görülen yöntemler, fabrikaya uygulanır. Bu süreçte de insan ilişkilerini basitleştirme ve bu tekniklerin uygulandığı sanayi kolektivitelerini askeriyeye göre modelleme yönünde kaçınılmaz bir eğilim vardır. Bu dolaylı eylem, ancak yavaşça hissedilir. Fakat liberal ülkelerde bile sürekli artan işçi yer değiştirmeleri gösteriyor ki, istemeyerek de olsa insan teknikleri biçimindeki teknik giderek üstünlük kazanıyor.
İnsani teknikler öylesine çoktur ki gereği gibi tarif etmeye yönelik her çaba bütün bir kütüphane gerektirecektir. Bunları sıralamaya yönelik bir çaba bile, bir tutarlılık ve yoğunluk kaybına yolaçacaktır. Yalnız bir birey olarak insana yönelik teknikler vardır; sosyal bir varlık olarak insana yönelik teknikler vardır. Bir kısmı insanın aklını bir kısmı da bedenini ilgilendirir. Diğerleri iradesine dokunur. Daha başkaları da maddenin ruha dönüştüğü, ruhun da maddeye hayat verdiği yere dokunur. Teknikler çocuğa, insana ve cenine hitap eder. Gerçekte oldukları gibi bir sistem içinde düzene sokulmalıdırlar. Böyle bir sistemde aynı teknik, farklı amaçlar için farklı seviyelerde temsil edilir. Örneğin, psikanalitik teknik propaganda mekanizmalarına, modern okula ve mesleki rehberliğe girer. Ancak burada, temel konuları ve sorunun ilkelerini mümkün olduğunca kısa bir şekilde tarif edeceğim. Derinlemesine ve ayrıntılarıyla incelemek faydasızdır. Özet bir tarif yeterli olacaktır.
Views: 52