Site icon İtaatsiz

45 Teknoloji Toplumu – Propaganda – Jacques Ellul

Hannah Höch. German, 1889-1978 Cut with the Kitchen Knife through the Last Weimar Beer-Belly Cultural Epoch in Germany (Schnitt mit dem Küchenmesser durch die letzte Weimarer Bierbauchkulturepoche Deutschlands). 1919-1920 Photomontage and collage with watercolor, 44 7/8 x 35 7/16” (114 x 90 cm) Staatliche Museen zu Berlin, Nationalgalerie © 2006 Bildarchiv Preussischer Kulturbesitz, Berlin, © 2006 Hannah Höch / Artists Rights Society (ARS), New York / VG Bild-Kunst, Bonn, photo: Jörg P. Anders, Berlin

Burada incelediğimiz ötekilerden daha karmaşık, farklı nitelikte teknikleri içerdiği için kısmen hiyerarşik kısmen sentetik yeni bir insan tekniği sistemiyle karşı karşıyayız. Bu sistemi tarif edecek bir kavramımız bile yok. Propaganda kavramı çok sınırlı, ama gerçeğe en yakın olanı.  Kavram, devlet faaliyetini, aynı zamanda kamuoyu üzerinde yoğun faaliyeti varsayar. Ancak burada ele aldığımız kapsamlı olgu, özel faaliyetin yanı sıra bireyselleşmiş faaliyeti de içerir.

Temel değerlendirme, bu yeni insan tekniği sistemini doğuran iki farklı teknik kategorilerinin birliğidir. Birincisi, çok fazla sayıda kişiyle doğrudan iletişim imkanı sunan, aynı zamanda her bir bireye grup içinde de hitap eden bir mekanik teknikler kompleksidir (temel olarak radyo, basın ve bilimler). Bu teknikler olağanüstü bir ikna gücüne ve çok önemli bir ruhsal ve entelektüel baskı yaratma gücüne sahiptir, ikinci kategori, insan ruhiyatına dair kesin bilgiye erişim imkanı veren bir psikolojik -hatta psikanalitik- teknikler kompleksinden oluşur. Bu nedenle de sonuçlarına duyulan büyük güvenle motive edilebilir.

Yaklaşık olarak bir sonucu ortaya çıkarabilmek için bir dizi teknik ortak bir yaklaşıma getirilmiştir. Öngörülen imajın neredeyse yanılmadan istenen refleksi yaratacağı önceden bilinmektedir. Ele alınan teknik olgusu iki kategoriyi ayrılmaz bir bütünde birleştirir. Bunun neden ve nasıl ortaya çıktığı, insanın bunu isteyip istemediği sorusu gündeme gelir. Eğer basın tamamen dizi hikayelere, radyo da müziğe adanmış olsaydı, psikanalitik yöntemleri devreye sokmak gerekmeyebilirdi. Fakat bu bile kesin değildir. Görünüşte karikatürlerden daha masum ne olabilir ki? Bu “komikliklerin” okuyucu üzerindeki derin etkisi gösterilebilir. Sosyolojik açıdan faydaları da öyle. Aynı şekilde, bir Amerikan müzikal komedi filminden daha az zararlı ne olabilir ki? Bununla birlikte, hepimiz bunların ekonomik öneminin çok iyi farkındayız.

Ancak radyo veya basın tamamen eğlenceye ayrılmış olsaydı bile şu sorun olacaktı: bu teknikler hangi temelde sınırlanabilir veya sınırlanmalıdır? Başka alanlara, sözgelimi siyasete uygulanabildikleri an uygulandılar. Saf bir şekilde, en azından başlangıçta faydasına dair hiç kimsenin açık bir fikri olmaksızın uygulandılar. Siyaset alanına girer girmez, sadece eğitmeye değil aynı zamanda ikna etmeye de yaramaları gerektiği anlaşıldı. Tamamen objektif bilgi diye bir şey yoktur. Tekniğin objektif kalmamasının insanın hatası olduğu şeklinde itiraz etmek, insan olmanın insanın hatası olduğunu söylemekle aynı şeydir. Kullanıma sunuldukları andan itibaren bu teknikler, mümkün olduğunca verimli şekilde çalışmak zorundaydı. İnsanı anlamaya yarayan tekniklerin de sisteme dahil edilmesi gerektiği anlamına geliyordu bu.

Totaliter devlet, çoğu kere, tekniklerin birleşmesini ortaya çıkarmakla suçlanır. Monnerot’un görüşüdür bu. Gerçek şu ki özel kapitalizm bu birleşmeyi gerçekten başlatmıştır; kapitalizmde koşullar başka yerlerdekinden daha elverişliydi. Reklam, propagandanın kendisinden çok önce, verimlilik kavramını bu alana tanıttı. Mesele, çok sayıda insanı -hepsi “ortalama” insan sayılıyordu- belirli bir basit eylemi yapmaya mesela verili bir nesneyi satın almaya ikna etmekti. Sınırlı argümanlarla ve birkaç kelimeyle ikna edici olmak gerekiyordu. Reklamcılıktaki koşullar, mekanik ve psikolojik araçların birleşmesi için mesela 20. yüzyılın başlangıcındaki siyasi koşullardan daha elverişliydi. O zamanlar siyasi ikna çabaları sadece elitlere yönelikti. Çok sayıda siyasi ve doktriner argüman varken, ancak birkaç tane propaganda aracı vardı. Siyasetteki propagandist atalet ortaya çıkan sonuçtu. Siyasi iknanın amacı tamamen entelektüel ikna iken reklamdaki amaç refleks eylemi doğurmaktı. Mekanik teknikleri psikolojik teknik yoluyla eldeki çok etkili araçlarla ilk tamamlayanlar büyük ticari şirketlerdi. 1910 yılına gelindiğinde bu birleşme başarılmış bir gerçekti. Bir tür beceriksiz siyasi propaganda ilkin Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılmaya başlandı. Psikolojik yasaları dikkate almadığı için çoğu kere tümden yetersiz bir saçmalıktı. Fakat Rus Devrimi ve sonra da Hitlerizmle birlikte bilimselleşti. Bugün istisnasız tüm devletler, iki teknik kompleksin birliğinden ortaya çıkarılan siyasi propaganda sistemini kullanmaktadır.

O halde, propaganda tekniklerinin aldığı temel yönler hangileridir? Belirlenmiş refleksler sistemi yaygın olarak kullanılmıştır. Bu refleksleri ölçme ve hasıl etme tekniği hayli geliştirilmiştir. Siyasal doktrinlerin programlara, programların sloganlara, sloganların resimlere (doğrudan refleks uyandırıcı resimlere) indirgenmesi incelemeye tabi tutulmuştur. Belirlenmiş refleksler yaratmak için sistematik çabalar mümkündür. Ya eğitim yoluyla (örneğin Nazizm veya Komünizm yönetiminde) ya da mevcut spontane refleksler yoluyla (örneğin, savaş propagandasında Amerikalılarca erotik reflekslerin kullanılması) bunlar mümkündür. Totaliter devletlerin propaganda mekanizmaları Tchakotin tarafından ayrıntılı biçimde incelenmiştir. ABD’deki propaganda teknikleri çok daha az vurgulanmıştır. Fakat bu demek değildir ki büyük çaplı propaganda olayları burada yoktur. Örneğin, belirli refleksler yaratmak suretiyle Amerikan halkını savaşa katılmaya zorlamak ve üzerlerine savaş psikolojisi bırakmak gerekli olmuştur. İki okyanus tarafından korunan Amerikalılar, savaşta olduklarını “hissetmediler”. Onlar için savaş, canlı bir gerçeklik değildi ve öyle yapılmak zorundaydı. Anlaşılacağı üzere, savaş duygusu ve savaşa sivil katılım, ancak muazzam bir reklam baskısıyla ve insan ruhiyatı üzerinde topyekün bir propagandayla sağlanabilirdi. Meşgul tutma tekniği denen tekniği kullanmak, kendi başına kalmasına imkan vermeden vatandaşı ara vermeden propagandaya tabi tutmak gerekliydi. Vatandaş sokakta posterlerle, hoparlörlerle, törenlerle, toplantılarla karşı karşıyadır. İşte el ilanlarıyla ve “endüstriyel seferberlikle”; eğlencesinde, filmlerle ve teatral propagandayla; evde, gazete ve radyo propagandasıyla yüz yüzedir. Tüm bu araçlar bir noktada birleşir. Birey üzerinde hepsi yeni tür eylem uygular. Öylesine güçlüdürler ki birey bunların bilinçli olarak farkında olmaktan çıkar.

Bu sonuncusu en önemli olandır. Propaganda, yardım veya gıda kadar doğal olmalıdır. Psikolojik ket vurma ve mümkün olan en az şokla ilerlemelidir. Birey daha sonra tüm dürüstlüğüyle propaganda diye bir şey yoktur diyebilecektir. Oysa gerçekte, birey propaganda tarafından öylesine kuşatılmıştır ki fiilen gerçeği göremez. İnsan ile propagandanın tabiatları öylesine iç içe geçmiştir ki her şey tercihe veya serbest iradeye değil, reflekse ve mitosa dayanır. Aynı fikirler, aynı imajlar, aynı söylentiler kompleksinin uzun ve uyutucu tekrarı, insanı tabiatının propaganda tarafından asimilasyonu için hazırlar. Bunun yanında, nefret ve kızgınlık gibi insani duygular kullanılır. Yöntem, her şeyi açık seçik ima edecek derecede saplantılı değildir ve bu duyguların verili bir düşmana ortaklaşa kilitlenmesine bağlıdır. Burada müthiş bir saçmalığa, duyguların tamamen otomatik gelişimine tanık oluyoruz. Kızgınlıkları istismar etmek için çok basit bir “kullanma talimatları” setiyle donanmış bireyi kendi yoluna göndermek yeterlidir. Daha sonraları, bireysel kişiliğin kızgınlıklarının gücü temelinde seçilmiş “sabit nokta” etrafında yeniden oluşturulduğunu görürüz. Örneğin varsayalım ki düşman, bireyin tüm bahtsızlığının ve çilesinin sorumlusu olarak gösterilmiş olsun. (Burjuvazi bu rolü komünistler için oynar; Yahudiler de Naziler için oynadı). Bu görüşler ileri sürüldükten sonra insanlar arasında bir insani kızgınlık artışı vardır. Bir koyun sürüsü gibi, devreye giren ve kızgınlıkları nedeniyle kendi kendilerine küplere binmelerine neden olan bir başka içgüdüye uyarak aslında istenildiğinden çok daha hızla koşarlar. Bu durumlarda neden hiç “kriminal” olmadığını da bu açıklamaktadır. Pogromlar nadiren yetkililerce emredilir. Bunları ortaya çıkarmak için halkın kızgınlığını manipüle etmek yeter.

Her bireyde potansiyel olarak varolan kendini haklı çıkarma isteği de kullanılabilir. Bu istek bir günah keçisi ihtiyacını kapsar, ancak bireyler kişisel günah keçileri bulmakta zorlanırlar. Propaganda, onlara kolektif bir günah keçisi sunar. Kötülüğü ve günahı ona devredebilirler; bu şekilde de haklı çıkmış, doğrulanmış, arınmış hissederler. Bu tür propagandanın etkili olduğu tüm ülkelerde suç azalır. Maneviyat yükselişe geçer. Öldürmek için artık kendimize düşmanlar yaratmak zorunda değiliz. Bizim için propaganda tarafından hazır yapılmış, öldürmesi hukuki düşmanlarımız var. Bir burjuvayı öldürmenin suç olmadığı apaçık meydandadır. Dahası, günah keçilerinin devreye sokulması, çatışmanın bundan böyle sosyal veya siyasal düzlemde değil iyi ve kötünün manevi düzlemindedir. Günah keçisi aracını kullanırken propaganda insanları kötülüğü düşmana savmaya yöneltir. Burada düşman kötülüğün genel cisimleşmesi olurken kızgınlığın kullanılmasında düşman belanın sebebi olarak görülür. Bu cisimleşme, nefretin rasyonel bir temeli olmadığını, tamamen bilinçaltı mekanizmalardan kaynaklandığını gösterir. Bu, Hitler’in Mein Kampf’daki şu şaşırtıcı ifadesini açıklar: “İnsanlara söylemek gerekir ki, en değişken düşmanlar aynı kategoriye aittir; kendi partizan kitlemize mücadelenin bir tek düşmana karşı yapıldığı görünsün diye tüm düşmanları bir araya toplanmalıdır. Bu, partizanların haklarına olan inancını güçlendirir, onların saldıranlara olan kızgınlıklarını artırır”. Eğer adam adama çarpışmadan, kişisel çatışma nedenlerinden sözediyor olsaydı, Hitler’in ifadesi tamamen irrasyonel olurdu. Fakat propagandanın işlemeye başladığı andan itibaren gerçeklik duygusu kaybolur, dürtüler karışır, karşıtlar özdeşleşir. Suçlamalar etkileşime girer. Bunların tümü de, bilinçaltı etkilerin işleyişini artırır. Aşağı yukarı kafa karışıklığından kötü olarak kızgınlık duyulan her şey, resmi düşmana havale edilir. Propagandanın etkisiyle bir bilinçaltı transferi gerçekleşir. Fakat suçluluk duygularının kendisine geçişine neden olan psikanalizcinin yerine bu transferi genelleştirilmiş düşmana yaptıran bir propaganda makinesi vardır. Teknik böylece, hepsi “kesinlikle iyi” kişilerle (kolektif olarak haklı olan, siyasi sosyal ve tarihi erdemi temsil eden) hiçbir değer ve erdem taşımayan ve hepsi “kesinlikle kötü” kişiler arasında bir ayrışma yaratır. Bu olgu, 1914 “Hukuk ve Medeniyet Savaşı” ile ulusal düzeyde zayıf bir şekilde kendini gösterdi, fakat tam kolektif transfer doğurmak için çok zayıftı. Bugün daha başarılıyız, ama iyi ile kötü arasındaki ayrım çizgisi, sosyal ve siyasal olduğundan daha az ulusaldır.

Propaganda daha küçük ölçekte Oedipus kompleksi denen şeyi ve “baba” ile ilgili duygularımızı da manipüle eder. Bu teknikler hâlâ durmuş vaziyette, ama yakın gelecekte etkili olmaları hayli mümkündür. Propaganda amaçlı manipülasyonlar her yönetim biçimi altında ve tüm toplumsal kesimlerde gerçekleşir. Psikolojik olarak yıkıcı bir evrende yaşadığımız söylenebilir. Yine de modern insanın, bu olgunun boyutlarına ilişkin açık bir fikri yok. Tecrübe, bu olguyu ona gösteremez. Dışarıdan içeriye bakıyor olmak durumundadır. Fransa’daki bizler, propagandanın hâlâ etkisiz olduğu bir ülkede yaşıyor olmaktan şanslıyız. Buna ilaveten, 1938 öncesi Berlin Uygulamalı Psikoloji Enstitüsü ve çeşitli Amerikan enstitüleri ve araştırma komitelerinin belirttiği “sosyal psikanaliz” tekniğiyle de aşina oluyoruz. “En iyi yolu” bulmaya çalışan tüm propaganda teknisyenlerinin, tarif ettiğim büyük bilinçaltı motiflerinin değerini açıkça ifade ettiklerini söylemeye bile gerek yok. Bu propaganda manipülasyonlarının ne gibi sonuçları olacağını merak etmek normaldir. Gerçek sonuçlar fark edilebilir değildir, çünkü mekanizmalar çok kısa bir süredir çalışmaktadır. Sonuçlar nihayet ortaya çıktığında elbette yine de onları tanıyamayacağız. Öyle absorbe edilmiş, manipüle edilmiş, kayıtsızlaştırılmış olacağız ki bu konuda objektif bilgi imkansızlaşacak. Bir zamanlar insanların ne olduğuna dair bir fikrimiz bile olmayacak.

Ancak propagandanın kimi etkileri şimdiden açıktır:

(1) Eleştiri yeteneği, kolektif tutkuların yaratılmasıyla bastırılmıştır. İyi bilenen “karşılıklı öneri” olgusu kolektif tutkuyu bireysel tutkudan çok farklı bir güç yapmıştır. Bireysel tutkunun kendisinin eleştiri yeteneğine düşman olduğunu biliyoruz, ancak eleştiri ile tutku arasında bir denge kurulabilirse eleştiri yeteneği yine de kullanılabilir. Tekniğin yarattığı kolektif tutkuda (ki bizatihi teknik kimi zaman bunun amacıdır) bireyin entelektüel organizasyonuna has olan eleştiri yeteneği dışta tutulur. Monnerot’un açıkça söylediği gibi, “Kolektif eleştiri yeteneği diye bir şey yoktur”. Tekniğin insana kolektif olarak etkimesinden dolayı onun kışkırttığı ve herkeste bulunan tutkular güçlenir. Eleştiri yeteneğinin bastırılması (doğruyu yanlıştan, bireyseli kolektiften, eylemi sözden, gerçeği istatistikten vs. ayırt etmede insanın artan kapasitesizliği) propagandanın teknik gücünün en açık sonuçlarından biridir. İnsan aklı, kendi bilinçaltının propaganda tarafından manipüle edilmesine direnemez.

(2) İyi bir toplumsal bilinç, eleştiri yeteneğinin bastırılmasıyla kendini gösterir. Teknik herkese meşruluk sağlar, tüm insanlara eylemlerinin adil, iyi ve hakikatin ruhuna uygun olduğu kanaatini verir. Bu kanaat güçlüdür, çünkü kolektif olarak paylaşılmaktadır. Birey aynı kanaati işçi arkadaşlarında, komşularında da bulur, radyo gibi araçların zımni paylaşımı kanalıyla onda kendini güçlenmiş hisseder. Propaganda tekniğinin kullanıldığı ülkelerde nevrozların yanısıra suçlarda da bir azalış sözkonusudur. Nazilerin ve Amerikalıların savaş zamanı istatistiklerine inanabiliriz, zira bunlar bildiğimiz başka her şeyle çok iyi uyuşmaktadır. Buna karşılık, ne zaman ki herhangi bir nedenle propaganda iyi bir kolektif sosyal bilinç telkin edemezse, bireysel tatmin duygusunun ani ve acımasız bir düşüşü sözkonusudur; bireysel moral de keskin bir şekilde düşer. Bu, başka şeyler yanında, ABD’de 1945 sonrasındaki olağanüstü artışı açıklar. Almanlar arasında benzer bir durumun başka açıklamaları olabilir, ama Nazi propaganda makinesindeki ani durmanın, Almanların savaş sonrası nevrozunda önemli bir rol oynadığı düşüncesindeyim. ABD’de problem öylesine ciddi olmuştur ki son birkaç yılda psikanalitik terapinin dramatik gelişmesine yolaçmıştır. Gerçekte bu gelişme, kolektif tekniğin terk etmiş olduğu faaliyetin bireysel düzeyde yeniden başlamasını temsil etmektedir. İyi bir kolektif sosyal bilinç geliştirildiği zaman birey bir uyuşturucuya müptela olur gibi müptela olur. Amerikalılar bireysel psikanalizin daha maliyetli, daha etkisiz (bireyi entegre edemediği için) ve daha zor olduğunu fark ettiklerinde de bir kolektif psikoterapiye döneceklerdir.

(3) Propaganda tekniği, ayrıca, yeni bir “kutsal” alan yaratır. Monnerot’un deyişiyle, “Tüm bir olaylar, varlıklar ve fikirler kategorisi eleştiri dışında iken, dünyevi alana karşılık kutsal bir alan oluşturur”. Propaganda mekanizmalarının derin etkileri sonucunda yeni bir yasak alanı insan kalbinde yaratılır, ancak ilkel toplumların tabularının aksine buna yüzeysel olarak buna neden olunur. Propaganda olduğu zaman belli meseleleri artık değerlendiremeyiz, hatta tartışamayız. Tekniğin organize ettiği bir dizi koruyucu refleks derhal müdahale eder.

Özetlemek gerekirse; eleştiri yeteneğinin bastırılması, iyi bir sosyal bilincin oluşması ve bir kutsal alanının yaratılması, hepsi tek bir tezahürün, psikanalitik kitle tekniklerinin uygulamasının ilk ve en açık sonucunun boyutlarıdır. Tesadüftür ki, bizim analizimiz, modern sosyologların sıkça analiz ettiği bir sosyal olguyu, “kitlelerin yaratılmasını” teyid etmektedir. Bu üç unsur kitlelere yeni bir boyut katmaktadır. Kitleler bu şekilde, doğal olarak sahip olmadıkları bir iç tutarlılık kazanır. Birleştirici bir ruhiyat ortaya çıkmıştır.

Propaganda tekniklerinin uygulanmasının ikinci bir sonucu, bir tür kitlelerin manipüle edilebilirliğinin oluşturulmasıdır. Monnerot, bir kere daha tekrar etmeye değer bir tanım sunuyor. Ona göre propaganda tekniğinin “amacı, kitleler arasında belirli eğilimlerin yaratılması ve verili bir anda stratejik olarak ne elverişliyse yapmak için özel bir kolaylık oluşturulmasıdır. Siyasi koşullar değiştikçe başarılı eğilimleri aralıklarla toplamak gerekir “. Olağanüstü bir fikirdir bu. Belli propaganda tekniklerinin kullanımının amacı, verili bir formüle hemen ve belirsiz bir şekilde sarılmayı gerektirmek değil, daha ziyade, uzun vadede bireyin bir tür hiçliğini ortaya çıkarmaktır. Ruhu üzerinde oynanan, doğal eğilimleri boşaltılan ve tamamen gruba asimile edilen birey her şeye hazırdır. Propagandanın esas gereği, rasyonel, sağlam temelli veya güçlü olmaktan çok, özellikle önerilere açık ve kolayca harekete geçirilebilir bireyler meydana getirmektir.

İki propaganda kategorisi ayırt edilmelidir. Birincisi, hedeflerinde bir sürekli nitelik oluşturmaya çabalar ve sürekli güçlendirilmek durumundadır. Amacı, büyülemek ve merak uyandırmak suretiyle kitleleri “elde edilebilir” yapmaktır. İkinci kategori, hedeflerinde bir tür geçici düşünmeden hareket etme halinin yaratılmasını içerir. Basit baskıyla işler ve çoğu kere çelişiklidir (çünkü çelişkili kitle hareketleri bazen gereklidir). Kuşkusuz bu ayrım ancak propaganda tekniğinin popüler fazlalıklarla tamamen birleşmesinden ve ahali için vazgeçilmezleştikten sonra etkili olabilir. Bu aşamaya, örneğin Almanya’da 1942’de ancak on yıllık bir ruhi manipülasyondan sonra ulaşılabildi. Aynı sonuç, kitlelerin parti çizgisinin dalgalanmalarına göre şekillendirilmiş olan Sovyetler Birliğinde elde edilmiş görünüyor.

Teknik propaganda manipülasyonlarının üçüncü bir sonucu, yurttaşlarının zihninde gerçeğin tamamen yeniden yapılanmasını temsil eden soyut bir evrenin oluşturulmasıdır. Yeni evren, radyo propagandası üzerine usta araştırmacı Armand Robin’in harika ifadesiyle sözel bir evrendir. İnsanlar, eşyanın, olayların ve insanların gerçeği yansıtmayabilen ama gerçeklikten daha doğru olan imajlarını oluştururlar. Bu imajlar, dünyanın çoğunda böyle olduğu üzere, “uydurma” olan haber konularına dayanır. Amaçları, bilgilendirmekten ziyade biçimlendirmektir. Haberlerde sahtecilik Sovyet radyosu tarafından sistematik biçimde uygulanmaktadır, ama bu yol daha az derecede tüm ülkelerde bulunmaktadır. Bir fotoğrafla muğlak bir manşetin yan yana getirildiği gazetelerdeki “masum” sahtecilik hepimizin malumu. Örneğin, bir gemi tersanesi, demokrasilerde, Sovyetler Birliği’nde veya başka yerlerde kayıtsızca bir fabrika olarak tarif edilebiliyor. Bu tür şeyler, yapmacık bir evren yönündeki ilk adımı teşkil eder. Bugünün psikolojisindeki önemli bir unsuru, bir halüsinasyonlar dünyasında gerçeğin kayboluşunu da gösterir. İnsan, bilimsel olarak yönlendirilen ve giderek direnilemeyen gerçek dürtülerle hareket etmeye götürülür. Gerçek bir dünyada kendini feda etmesi sağlanacaktır, ama kendisi için oluşturulmuş sözel evren uğruna. Bu karmaşanın derinliğini kavramaya çalışmalıyız. İnsanoğlunun emrinde muazzam araçlar var; gerçek dünyayı etkiler, ondan etkilenir. Ama gerçekte elde etmeye çalıştıklarından farklı amaçlar (propagandanın efsunlu büyüsünün onun için önerdiklerinin) peşinde koşar. Ulaşması beklenen hedefler, yalnız ama yalnız kitle bilinçaltının manipülatörlerince bilinir.

Bu noktada okuyucu, analizimizin başkaları için geçerli olabileceği, kendisi için geçerli olmadığı itirazını yükseltebilir. Fakat düzenli biçimde radyo dinliyorsa, gazete okuyorsa, sinemaya gidiyorsa, bu açıklama ona uyar. Propagandanın esası insan bilinçaltını etkilemek fakat onu tam özgürlük yanılsamasıyla bırakmak olduğu için bunun farkına varmaz. Bir başka açıdan, bazı ülkelerin -örneğin genelde demokrasilerin özelde de ABD’nin- bu manipülatif araçları kullanmadığı şeklinde itiraz edilebilir.  Fakat burada belirli ayrımlar yapılmalıdır. Kimi demokrasiler, sırf buna güçleri yetmediği için propaganda tekniklerini kullanmaz. Bir kısmı ise, ABD gibi, belli sınırlı dönemlerde ve yalnızca belli alanlarda sadece sınırlı ölçüde kullanır. Ancak bu sınırlamalar, demokratik tereddütlere atfedilemez. Bu demokrasiler propaganda tekniklerini kullanmak için açıkçası henüz acil ihtiyaç hissetmiyorlar. Şimdiki küresel mücadele yoğunlaştıkça ve şu veya bu ulusun dünya hegemonyası kaçınılmazlaştıkça propagandanın demokrasilerce kullanımı da kaçınılmazlaşacaktır. Verimlilik taraftarları, propaganda kadar etkili bir aracın kullanımı önünde geri çekilmeyecektir. Kültürlerinin genel anlamına uyduğu ve artık kimsenin “insani” duygularını sarsmadığı için daha bir öyle olacaktır. Kitleler propaganda tekniklerine bir kere alıştıktan sonra da geri dönüş imkansızdır.

Propaganda, sosyolojik nitelikli iki sonucu daha aktif biçimde gerektirir. Bunlar belli olduklarından kısaca özetlenebilir. Birincisi, iş tekniklerini ele alırken görmüş olduğumuz gibi, kendini işçinin manevi gelişmesinin durmasında gösteren psikolojik faktör vardır. Friedmann, olumlu bir ortamda yani olumlu bir ekonomik sistemde işçinin bu durdurmayı yaşamayacağına inanıyor. Aklında, iddiasına göre en elverişli çalışma ortamı olan sosyalist rejim var. Böyle bir ortamda sınırlamalar olmadan çalışan işçi olgunlaşabilir. Fakat açıktır ki propaganda araçlarıyla bilinçaltı eğilimlerinin sosyalist manipülasyonu, koşulların gerçek modifikasyonuyla aynı sonuçları doğurur. Örneğin, verimliliğe yoğunlaşan Sovyetler Birliği’ndeki sosyal harekette işçileri sürükleyen ekonomik gerçekler değil, sosyalist propaganda, tamamen sözel bir evrenin yaratılmasıdır. Propagandanın etkisine girmişlerse işçiler aynen kapitalizmde olduğu gibi tepki verir. Amerika Birleşik Devletleri’nde savaş yıllarında geçici bir temelde olan da budur. ABD’de propaganda tekniğinin işleyişini kolaylaştıran daimi bir faktör de sözkonusudur. O da, hızla gelişen olağanüstü halkla ilişkiler mekanizmasıdır. Tüm ekonomik ve insani ilişkilere uygulanan bir propaganda tekniğidir bu.

Siyasal alandaki ikinci bir sonuç, demokrasinin değer yitirmesidir. Burada, daha önce ele almış olduğumuz ama anlatması zor bir fikre geri döneceğim. Aşağı yukarı hepimiz, propagandayı bir fikir veya sistemin savunusu olarak görürüz. Bu yüzden de demokrasiler için bir zararı olamayacağını hep duyarız. Bir kere, karşıt ve hatta çelişkili fikirleri sürdürmek için propagandayı kullanan çok sayıda parti var. Vatandaş aralarında hür bir tercih yapar. Böylesine yanlış bir düşünce, propagandaya ilişkin korkunç bir temel anlayıştan kaynaklanmaktadır. Propagandanın bir fikrin savunusu olmayıp kitlenin bilinçaltının manipülasyonu olduğunu açıkça göstermiştim. Propagandanın çelişkilerinde bulunan umutlar şuna çıkar: vatandaş, suratına bir tokadı bir komşusundan yer. Bereket versin ki bu tokat, bir başka komşusunun attığı diğer bir tokatla telafi edilir. Eğer propaganda siyasal teorilerin aralarında vatandaşın akıllıca seçim yapabileceği sakin bir sergilemesi olmuş olsaydı, çelişkiler faydalı olur, vatandaşı hür bir insan olarak bırakırdı. Fakat propagandacının kitleler üzerine eyleme geçmenin maddi araçlarına ve insan ruhunun gizli kıvrımlarına dair bilgilere sahip olduğu an bu imkansızdır. Bir siyasal teoriyi savunan insan varsayım gereği ona inanmaktadır. Kişisel çıkarından değil inandığı için hareket eden bir politikacıyı örnek veriyorum. Bu politikacı, kendi inanışını mümkün olan en iyi şekilde sunmaya, en fazla sayıda vatandaşının sadakatini elde etmeye gerçekten çabalayacaktır. Bunu yapmak için de en etkin araçları kullanacaktır. Yani, herhangi bir totaliter gibi, kitlelere propaganda bağlamında tecavüz edecektir. On siyasi parti tarafından on kere yapılmış da olsa tecavüz tecavüzdür. Dış görünümü değiştirmek özü değiştirmez. Örneğin, Nazilerin geçit törenlerini, kasvetli ve fanatik “kan ve toprak” törenlerini düşünün. ABD’de bunun büyük ölçüde muadili, azıcık giydirilmiş kızların sözkonusu olduğu törenlerdir. Tümüyle bir mizaç meselesidir bu. Ruhi amaç aynıdır. Demokrasi içinse yıkıcıdır.

Siyasal partilerin işleyişinde teknik araçların büyük ölçekte kullanımı büyük mali kaynakları gerektirir. Bu durum tüm küçük partileri genellikle tamamen ortadan kaldırmakta veya geri planda beleşçi rolüne indirgemektedir. Siyasal propaganda mücadelesi ne kadar yoğun olursa (ve yürütülmesi ne kadar maliyetli olursa), demokrasiyi iki blok arasındaki karşıtlığa indirgeme eğilimi o derece artar. Bir vatandaş orijinal, geçerli ve gerçek bir siyasal fikre sahip olabilir. Bu fikrin diğer yurttaşlarda bir başarı şansı da olabilir. Fakat onu ülke çapında geliştirecek milyonlara sahip değilse, önemi yoktur. Propaganda bir insanın bir başkasına doğrudan konuşmasını kapsadığı zaman Amerikan demokrasisi artık gençlik çağında değildir. Demokrasinin değer kaybında propagandanın etkileri insanlar üzerinde ve de partiler üzerinde görülür. Çelişkili propaganda akımlarına teslim olmaya zorlanan birey, sadece değişik doktrinler arasında tercih yapma özgürlüğünü koruyamamakla kalmaz, siyasal işlemden tamamen elimine edilir. Kelimenin tam anlamıyla o artık yoktur; bu durum, propagandanın çelişkisiyle orantılı olarak gerçekleşir. Birey bir sosyolojik gruba entegre edilir, grubun oy kullandığı gibi oy kullanır.

Bu noktada önemli bir sonuca ulaşıyoruz: Propaganda bir teknik olduğu ölçüde kendi kişisel kimliğine, kendi özgünlüğüne sahiptir. Fakat, değiştirilemez bir sabit hedefe doğru ilerler. Bir tekniği amaçlarına göre iyi veya kötü olarak ayırt etmek beyhude bir çabadır. Bir diktatörün lehine işliyor olsun, bir demokrasinin lehine işliyor olsun teknik aynı silahları kullanır, bireye etki eder, onun bilinçaltını özdeş şekillerde manipüle eder ve sonuçta tam olarak aynı insan tipinin oluşmasına yol açar. İster vatandaşların % 99’u oylarını bir diktatöre veya bir demokrasideki değişik partilere versin, farklı rejimlerin siyasal yapıları formel olarak değişiklik göstersin veya göstermesin, her iki rejimin de nihayetinde kendisine bağlı olduğu iyi yoğrulmuş vatandaş, tekniğin işleyişi sayesinde giderek her ikisinde de ayırt edilemez hale gelir. Sorun sadece politik değildir. Hayatın her alanında rastlıyoruz buna. Fakat iki düzlem arasında ayrım gözetmeliyiz: resmi görüş ve kişisel karar. Propaganda yoluyla, bir insana öldürmeme veya alkol içmemeyi öğretebiliriz. Ya da öldürmeyi veya afyon içmeyi öğretebiliriz. Objektif sonuç her ki durumda da farklıdır. Sosyolojik açıdan, diktatörlükle demokrasi arasında bir dünya fark olduğu kabul edilmektedir. Fakat her ikisinde de ahlak meselesi bastırılmaktadır. Birey, belirli koşullanmış reflekslere uymaya alıştırılan bir hayvandan ibarettir. Gerçekten, diktatörlükle demokrasi arasında kamu sağlığı veya istatistikler düzleminde bir fark olabilir. Fakat ahlaki düzlemde demokrasinin amaçlarını propaganda yoluyla elde ettiği bir temel kimlik vardır. Tekniğin insani etkileri, uygulandıkları ideolojik amaçtan bağımsızdır.

Views: 229

Exit mobile version