Kurucusunun Ahi Evran olduğu söylenir. Asıl adı Nasîrüddin Ebü’l Hakayık Mahmud bin Ahmed olan Ahi Evran, 12. yüzyılda Azerbaycan’ın Hoy şehrinde doğmuş.
İbn Battuta Seyahatnamesi’nde Ahi Birliklerine dair çeşitli örnekler var. Battuta Anadolu’yu dolaştığı her şehirde Ahiler tarafından karşılanıp ağırlandığı ve misafir edildiğini anlatır.
Ahilik sadece dünyevi değil “uhrevi hallere” yani dünya yaşamında erdemi insanda var kılmak için olan bir yaşam biçimidir. Yani sadece iktisadi bir kuruluş olarak algılanmamalıdır. 15. Yy’dan sonra bahsettiğim halden bozulmalar olsa bile bu hali 19. Yy’a kadar etkisini devam ettirmiştir.
Anadolu’daki Selçuklu İmp.nun son çeyreğinden itibaren Ahi birlikleri etkin bir kuruluş olarak göze çarpar ama 1205 yılında Kırşehir’de kurulduğu iddiası vardır.
Ahi Fütüvvet Erbabının İnanış ve Mezhebi
Adulbaki Gölpınarlı’ya göre, Fütüvvetnamelerde anlaşıldığı kadarıyla, Ahi-Fütüvvet ehli, Ali ve Ehl-i Beyt sevgisini en büyük fazilet olarak görmekte, bu şiarın ve fütüvvetin Peygamber’den Ali’ye kaldığına inanmaktadırlar. Gölpınarlı en eski ve hatta Sünni karakter taşıyan fütüvvetnamelerde dahi Ali ve Ehl-i Beyt sevgisinin dikkati çektiğini söyler.
Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi ve Şii-Batıni özellik Seyyid Hüseyin ve Seyyid Muhammed fütüvvetnamesinde de göze çarparken, Gölpınarlı’ya göre Seyyid Muhammed’in fütüvvetnamesinde ise adeta “Safevi Propagandası” yapılmaktadır.
Ahiliğin de ilkeleri olan Fütüvvet ilkelerinin Sasaniler zamanında 740 adabı olduğu söylenir. Ahilerin bunun ancak 124 adedini bilmesinin kâfi olduğu Sülemi tarafından belirtilir.
Ahiliğin seyfi ve kavli iki kolu var.
Birçok adetleri, ayin, erkân, adet, kıyafetleri ve şalvarların renkleri ve mertebeleri var ve bunlar Burgazi fütüvvetnamesinde de anlatılmaktadır.
İbn Battuta’nın aksine (O Hanefi olduklarını iddia eder) Köprülü, Gölpınarlı ve Taeschner Ahiliğin Batınilikten türediği fikrindedirler.
İdeal Ahi
İslam âlimlerinin çoğunun ideal kahramanı (feta) olan feta, silahla savaşmak, düşmanı kahretmek yerine, oldukça dürüst, cömert, başkaları için karşılık beklemeksizin çalışan, engin hoşgörü sahibi, kusurları bağışlayan, çok merhametli, Allah’tan korkan, iyi huylu, karıncayı bile incitmekten çekinen, kusursuz özellikler ile tarif edilir.
Ekonomi biliminin tanımı itibarıyla Ahilik bizzat ona karşı bir oluşumdur. Kaba tabiriyle “Sınırsız ihtiyaçlar, sınırlı kaynaklar” olarak tarif edilen ekonomi, ahilikte tam tersi bir formüle sahiptir. Ahilik “sınırlı ihtiyaçlara ve sınırlı kaynaklara” sahip bir dünyada yaşadığımızı ve sermaye birikimi denen şeyin bu hakikat formülünü bozacak ve felakete neden olacak sezisi ya da bilinciyle kurulmuş ve yüzyıllarca var olmuş bir kuruluştur.
S. Güllülü, (“Ahi Birlikleri” kitabında) Ahi Birliklerini dönemlere ayırır. Bunlar: 1. Cemaat yapısı olarak oluştukları Selçuklular dönemi, 2. Anadolu Beylikleri dönemi, 3. Osmanlı İmparatorluğu dönemi.
Osmanlı dönemini ise 15. yüzyıl sonrası dönem ve gediklerin oluşmasına kadar olarak bir dönem olarak ayırmakta yarar var. Dikkat edilirse 15. Yüzyıl “Ankara Ahi” devletinin yok edildiği 1. Murat dönemidir ve ardından aynı zamanda İstanbul’un Osmanlı tarafından alınması ve devletin İmparatorluk olarak oluşması ve Uç beyliklerin tasfiyesinin olduğu dönem olması dikkat çekicidir.
Bu arada Ahilerin isyan etmelerine kadar örnekler mevcut.
Ankara Ahileri “Bir ticaret ve hak işinden ötürü bayrak kaldırmışlar ve dükkânlarını kapayarak silah başı etmişler” ve Ankara’ya 20 gün hükmetmişler. İstediklerini aldıktan sonra direnişe ve işgale son vermişler.
Zaten Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethedildikten sonra sarayın bürokrat mensuplarından Çandarlı ailesi vasıtasıyla uçlara karşı açmış olduğu temizleme kampanyası Abdallar ve diğer dervişlerle birlikte Ahileri etkileyen bir hal olarak telakki edilmelidir.
Ahilik teşkilatının “meslek teşkilatı” seviyesine gelmesi ve uç beyleri ve emirlerinin hükümdarca atanması aslında bir bozulmanın işareti olarak alınmalıdır… Hükümdarın müdahalesi bağımsız yapısının tahrip edilmesi anlamına gelir. Ahi Birliklerinin özerkliklerinin 15. yüzyılın ortalarına kadar devam ettiğini de belirtmekte yarar var.
“14. yüzyılın başından 15. yüzyılın ortalarına kadar, uzun bir süre boyunca, tam bir otonomi içinde gözükmektedirler” der, Güllülü
Gençler ya da bekârlar topluluğu olarak adlandırılan Ahi Birlikleri bekârlardan oluşmuyor. O bir yaşam alanı, yaşam ve inanç biçiminin halidir. Bölüşme ve paylaşama kavramları etrafından da görmenin zaruri olduğu bu topluluğun tanımını aslen kooperatif, öz yönetim ve komün gibi kavramlarla karşılamak bile yetersiz kalabilir bazı açılardan. Bunun gerçekleşmiş tarihsel vaka olarak düşünülmesi ise meseleye olan ilgi ve heyecanı daha da arttıran bir vesiledir.
Ahi Birlikleri’nde “Pir”in manevi-dini kutsiyeti tamdır. Kendi sanatı üstünde yetkin olan ustalar ve onların elleri altında çalışan çıraklar vardır. Çıraklık süreleri mesleğe göre değişmekte ve bazıları yılları almaktadır. Her mesleğin kendine göre kuralları olsa da Ahi olabilmek için esasen etik bir paradigmanın kuralları tatbik edilir. Ahilik manevi bir yolda dünyada hak yolunda çabalayarak ve halkla yaşama yoludur. Halktan ayrı değil onun bir parçası olarak… Çıraklar bu mesleğin yolu boyunca aynı zamanda pirin mürididir de… Başka pire mürid olması mümkündür. Ama her meslek kendi işinin uzmanı ve o yöredeki işin otoritesi gibidir. Dükkânlardaki üstadlar değişmez ve yöredeki dükkân ve atölyeler izinsiz olarak çoğalmaz ya da kimse onlardan habersiz, icazet almaksızın dükkân açamaz. Dükkân açmak için usta olmak zorunluydu ve çırak usta olmak için maddi-manevi çetin sınavlardan geçirilirlerdi.
Ahi unvanı, zanaatçılar içerisinde en dürüst ve hürmete layık olan ve zannımca yaşça en ileri ve tecrübeli olan kişiye veriliyordu.
İlk Ahi Birlikleri yüksek ahlaki değerlere sahip zengin ve güçlü bir lidere tamamen gönüllü bağlı olan birliklerdir. Reisleri ne asker ne yönetici ne de ulemadır. Etrafında bir araya gelmiş silahlı halk birlikleri adeta karargâh görünümünde olan zaviyelerde bulunmakta ve yaşamaktadır.
Özerkliklerine dair bir örnek var. İbni Bibi, Selçukname’de onlara dair şöyle söyler: “Çeşitli çevrelerce merkezi otoriteye karşı girişilen eylemlerin hemen hepsini desteklemekte, buna karşılık merkezi otorite temsilcilerinin kendi aralarında çıkan çatışmalarda tarafsız kalmaktadırlar. Konya ahi reislerini gizlice toplayarak birçok vaadlerde bulunduktan sonra isyan kararında olduğunu bildiren Ebubekir Pervane’ye ‘biz aranızda cereyan eden mücadeleye karışmayız’ biçiminde verilen cevap bu tarafsızlığın genel bir tavır olarak benimsenmiş olduğunu göstermektedir.”
13. Yüzyılda Selçukluya karşı Karamanoğullarını desteklemiş olmaları onların Babailere yakın ve Batıni olduklarının bir işaretidir..
Fütüvvet ve Melami temayül devlet ve iktidar ile ilişkilenmemek prensibine uygun davranmayı gerektirir ki onlar da mümkün olduğunca uzak duruyorlar.
Ama savaş durumlarında ve işgal durumlarında onlar:
Mesela Mustafa Akdağ’ın aktarımıyla şöyle “Bir şehri ele geçiren asi vali veya siyasi teşekkül elindeki şehri yalnızca savaş için gerekli parayı elde etmek yönünde düşünmekte ve bu gibi şehirlerde halkın korunması kendiliğinden Ahi Birliklerine kalmaktadır. Onun içindir ki söz konusu şehirler ‘ahi valinin idaresinde muhtar[yani özerk-Bn-] bir site’ gibi gözükmektedir.”
Fütüvvet ve Ahi şeyhine buyurulamazdı.
İktisaden ve Ahlaken Durum
Ahi Birlikleri’nde sadece telkin ve söylemde kalan bir hal değil, aynı zamanda birliğin tüzüğünde de –fütüvvetnamelerinde– olan bir ilke, sermaye birikiminin oluşmaması için önemlidir. Ahi on sekiz dirhem gümüşten (1 dirhem 3,2 gram gümüş para) fazla bir birikime sahip olmamalıdır. Bu kimi kayıtlarda on sekiz gram gümüş olarak geçmektedir. Onların birikimlerinde bu miktar zaten genellikle yoktur.
Ahi ne kadar fazla kazanırsa zaviyeye ve ortak yaşama vermektedir. Ne kadar kazanırsa o kadar kardeşlerine katkı sağlar.
Zaten çok kazancı kısıtlayan başka mekanizmalar da vardır. Bu ise hammaddenin paylaşımı ve üretimin kontrolü ile sağlanmaktadır.
Ahi zaviyesinde birliğe bir yol atası ve iki yol kardeşi edinerek fütüvvete katılan ve fütüvvetin şartlarını kabul eden çırak o andan itibaren sanat ya da mesleğin sırrını öğreninceye kadar ustasına hizmet etmeye mecburdur.
Ahilik, Yaptırım ve Hukuk
Anarşist antropoloji kavramını kullanmakta imtina etmeyen Barclay yaptırımlara dair şöyle der: “Yaptırımlar ‘yaygın’, ‘dinî’, ‘hukukî’ gibi kategorilere ayrılabilir… Yaygın yaptırımlar, topluluğun bir ya da daha fazla üyesine önceden planlanmaksızın uygulanabilen yaptırımlardır. Yaygın yaptırım kavramı açısından önem taşıyan nokta, bu yaptırımların uygulanmasının belli bir sosyal rol taşıyan kişilerle sınırlı olmamasıdır. Toplum bir bütün olarak bu güce haizdir. Yaptırım aracı olarak şiddet kullanımı üzerinde tekel iddiasında bulunabilecek özel bir elit kesim yoktur. Dahası, uygulanan yaptırımın yoğunluğu değişebildiği gibi, uygulanan yaptırımlar da değişebilir.”
Ahi Birlikleri ilk zamanlarında bu yaptırım gücünü ahlak ve erdem kıstaslarıyla kendi içinde kullanmaktadır. Devlet müdahil olduğunda ise falakacı ile dolaşan devleti temsil eden muhtesibin yaptırımı ve Ahi Birliği’nin yaptırımıyla karşı karşıya kalınmıştır. Bunun tarihini de 16. Yüzyıl olarak verir tarihçiler.
Kabilelerdeki Yaygın yaptırımları Barclay şöyle açıklar : ““Yaygın yaptırımlar arasında dedikodu, ad takma, münakaşa etme, yumruk dövüşü, öldürme ve sürgün sayılabilir. Düello yapma ve resmî bilek güreşi maçları daha az rastlanan biçimlerdir. Inuitler, yargıçlık görevini üstlenen bir izleyicinin önünde, iki tarafın aşağılamalarla birbirine üstün gelmeye çabaladığı şarkı yarışmalarını, atışmaları törenselleştirmişlerdir. Yaygın yaptırımlara bir grup ya da birey tarafından başvurulabilir. Bu yaptırımların etkinliği yaptırımlara topluluğun katılmasıyla artırılır.”
16. yüzyıl öncesi Ahilikte bu yaptırımlar pabucunu dama atma gibi teşhir yöntemi ve birlikten çıkarma ve bir daha mesleğe almama gibi topluluktan dışlama şeklinde tezahür ediyor.
“Pabucu dama atılmak” deyimi, Ahilik teşkilatındaki bir uygulamadan gelmektedir. Ahi birliğine üye olan bir esnaf, örneğin yaptığı işte hata yaparsa veya ahlaksız bir davranışta bulunursa, ceza olarak toplantılardan uzaklaştırılır ve hatta “tekkeden” kovulurdu. Bu durumda, kişinin ayakkabısı (pabucu) tekkenin damına atılır ve böylece o kişi bir daha o birliğe giremezdi. Bu uygulama, kişinin tamamen dışlandığını ve artık o ailenin bir parçası olmadığını simgelerdi.
Maddi ve Manevi Eğitim
Mesleğe başlayan genç için iki yol kardeşi, bir yol atası, bir üstad ve pir vardır. Önce yol kardeşi tarafından ilmi ve ahlaki eğitime tabi tutulur ve atölyede mesleki eğitimini alır. Kalfa ya da usta olduğunda ise Ahi Baba tarafından tasavvufi eğitime alınır. Ahi şeyhi birliğin maddi ve manevi şefi, esnaf birliğinin hocası, öğretmenidir ve birlik içinde herkese her türlü talimatı verebilir konumdadır.
Bir gencin eğitimine baktığımızda şöyle bir tablo ile karşılaşırız: Yamak olarak çalışan genç iki senelik bir eğitim sonunda çırak olabilir. Çıraklık ise her meslekte farklı olmakla beraber genellikle 1001 gün sürer. Çırak usta ilişkisinde itaat önemlidir ve usta da çırağına mesleğin tüm inceliklerini öğretmek zorundadır. Kalfalığa geçecek çırak, usta ve kalfanın yardımı ile bir sınavdan geçirilir ve kalfalığa geçirilirdi. Kalfalık süresi de bütün mesleklerde üç yıldır. Bütün eğitimini tamamlayan kalfa ustalığa geçmek için kendisinin yaptığı bir eseri Ahi Baba’nın vekili vasıtasıyla ustalar meclisine sunar, iş beğenilirse ve ustalığa yükseltilmesine karar verilirse Ahi Baba’nın vekili onun kulağına şu sözleri söyler:
“Harama bakma, haram yeme, haram içme. doğru, sabırlı, dayanıklı ol.
Yalan söyleme, büyüklerinden önce söze başlama. Kimseyi kandırma, kanaatkâr ol.
Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme, eksik tartma.
Kuvvetli ve üstün durumdayken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”
Bir önemli ayrıntı şudur:
17. Yüzyılda farklı dini cemaatlerden kişilerin kabul edilmesi ya da dini cemaatlerin kendi esnaf birliklerine sahip olmalarının aksine ahiliğin yükselme devri olan 14. yüzyılda diğer dini cemaatlerin Ahi Birlikleri olup olmadığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Bu döneme ilişkin bildiğimiz, Ahi Birlikleri’ne Müslümanlar dışında diğer dini cemaatlerden kimsenin kabul edilmiyor olduğudur.
Ama 15-16. Yüzyıldan Sonra
Karışık dini cemaate mensup esnafların şeyhi Müslüman ama her cemaatin şeyhi kendi dini ve seküler temsilcisi imiş. Bu şu anlama gelir: 16. Yüzyıldan sonra farklı dini cemaatlerin de ahi birlikleri mevcuttur.
Kendini başkası karşısında daha değersiz gören insan görmekteyiz. İnsanın nefsinin insanı her zaman her şeyi kendi lehine karar almaya yönelttiğini bilen Ahiler (Fütüvvet-Melâmet) kibre karşı tevazuu öğütlerler. İnsanın büyüklenmesi ahlaksızlıktır. Allah’ın “ve lekad kerremna ben-i ademe” dediği âdem kendini hiçe sayan âdemdir, onlara göre.
“Kenduye ne sanırsa gayrıya da anı san” diyerek hasede karşı fedakârlığı ve diğerkâmlığı savunmuşlar ve eylemişlerdir. (Bu söylemin Kant’ın kategorik impreativi ile benzerliği ayrı bir mevzudur)
Hırsızlık ve hileye karşı daima helali ile çalışıp halka ve hakka hizmet etmeyi helal lokma yemeyi “Elin ile koymadığını götürme”, “Elin kapalı olsun” “Fütüvvet ehl-i uğrı (hırsız) olmaya! Bundan büyük ayıp yok, uğrıya fütüvvet değmez” şeklinde öğütlemişlerdir.
Bahsi geçen ahlaki kurallar sadece insana yapılan kötülükleri kapsamamakta. Aynı zamanda doğa, hayvan ve diğer canlıları da kapsamı içine almaktadır. Mesela “Seyyadun müdam işi tuzak ve ağ kurmakdur… Hile ile iş tutmakdur,” denilerek avcıları da bu kapsam içine alarak avlarını hile ile yakaladıklarından, avcılık yapanlar Ahiliğe kabul edilmemiştir.
Doğallığıyla içki, kumar ve zina büyük günahlara ahiler her zaman kapalı olmalıdır. Daha önce değindiğimiz gibi eline, diline ve beline sahip olmalıdır. “Ahi’nin dili, gözü-uçkuru bağlı olmalıdır.”
Seyyid Alaeddin oğlu Seyyid Muhammed fütüvvetnamesine göre:
Esnafın sanatına göre ona uygun bir alet verilirmiş. Buna göre terazi ile işi olana terazi, terzilere makas, arşın ya da ipliğe geçirilmiş iğne, kasaba bıçak ya da masat (onaltıncı yüzyıldan sonra ahiliğe kabul edildiklerinde), helvacılara tennüre, kepçe ya da kevgir yahut demir kürek, marangoza testere, çekiç, mekikçilere mekik verilirmiş.
Ahiliğe Kabul Edilmeyen Meslekler
Tellaklar, tellalar ve kasaplar da yer alır. Abdulbaki Gölpınarlı, Seyyid Hüseyin’in fütüvvetnamesinden itibaren tellak, kasap ve tellalların fütüvvet meclislerinin kararlarıyla kabul edilmiş olduğunu söylüyor.
Fakat vurguncu, yalancı, avcı ve kötü huylu kişilerin hiçbir zaman fütüvvet teşkilatına kabul edilmediği sabittir.
Çobanoğlu fütüvvetnamesi Bektaşi törenlerini andırır kabul törenine sahip. Buradaki Tercüman biçim ve anlam olarak nefeslere benzermiş ve bunun makamlı okunmasına Gülbank deniyor.
Devlete Bağlanış
15 – 16. yüzyıl sonrasında Osmanlı İmparatorluğu güçlendiğinde ya da gerçekten İmparatorluk haline geldiğinde Ahi Birliklerinde devlet müdahalesi ile değişimler vuku buluyor. Kethüda ahi şeyhinin yerini alıyor ve loncaların dinsel karakteri zayıflıyor, kendi otoritelerini muhafaza etmek için loncanın resmî görevlileri gitgide daha fazla loncanın işlerinden aktif hale gelmesi için devleti davet ediyorlar. Daha sonra bu onlar için gelenek halini alıyor. Seçimlerde yönetici ya da sultandan diploma almak lonca içinde onların otoritelerini güçlendiriyor ve devletin desteğiyle, lonca sistemini tehdit eden başka akımları bertaraf ediyorlardı.
H. İnalcık ve Gabriel Bear buna işaret eder.
Devlet otoritesi ve Ahi Birlikleri arasında bir diğer ortak durum mali meselelerdir. Piyasada malların ağırlık, ölçü ve ücret tespiti, denetleme ve ürün kalitesinin kontrolü devletin elindedir artık.
Bu H. İnalcık’a göre şu anlama geliyordu:
“ …esnaf kendi idarecilerini, ahîsini, yiğit-başı, nakîb ve ötekileri kendi aralarından seçer fakat onların cemaat üzerindeki otoritesi, ancak Pâdişâh’ın bir beratı ile onaylanmasından sonra geçerlilik kazanırdı. Nasıl ki, Rum Ortodoks Patrik’ini Metropolitler meclisi seçer fakat Patrik’in Rum ‘milleti’ üzerinde resmî otoritesi ancak Padişahın beratı ile mümkündür, Osmanlı mutlak merkeziyetçi sisteminde, başka sivil toplum kurumları gibi, ahî zaviyeleri de vakfa dayanan eski Özerk statülerini kaybetmiş görünmektedir.”
Daha sonraları ise Ahi Birlikleri’nin devamı olarak gedikler ortaya çıkıyor.
Bunlar iki sınıfa ayrılıyor:
Burada Çıraklar, kalfalar ve ustalar üreten ve yönetilen sınıf; Yiğitbaşlık, Ahi Babalık ve kethüdalık yöneten sınıfı oluşturuyor.
S. Güllülü, kethüdalık ve Ahi Babalık arasındaki farkı şöyle izah eder:
“Ahi Babalık geleneklerden doğmuş bağımsız bir örgütün ahlaki, dini ve siyasi liderliği olduğu halde, Kethüdalık yarı-resmî bir memurluktur. Ahi Babalıkla ilgili görevler gelenek tarafından belirlenmekte, Kethüdalık ise görev ve yetkilerini siyasi otoriteden almaktadır.”
Bağımsızlığını tamamen yitirmiş Ahi Birlikleri otonom yapılarını da yitirmeye yüz tutarak devletin denetiminde bir esnaf teşkilatı görünümü kazanmıştır.
Gelirler, Yiğitbaşı ve Kethüda tarafından toplanmakta ve harcamalar kurul kararıyla yapılmaktadır.
Hammadde ücreti birliğin orta sandığından ödenir.
Hammadde paylaşımı şöyledir:
Dağıtım şöyle yapılır: Kethüda 2, Yiğitbaşı 2, Otuz yıllık ustalar ikişer, Yirmi yıllık ustalar 1,5, onbeş yıllık ustalar 1, on yıllık ustalar ise 1⁄4 hisse alır. Bu zamanlara kadar Ahi Birliği içindeki adil bölüşüm her şeye rağmen fazla bozulmuşa benzemez.
Fiyatı devletle beraber belirliyorlar. Sebahattin Güllülü, daha önceleri ahlaki-dini neden rekabeti engellerken, bu yıllarda devletin rekabeti engellediğini iddia eder.
İslam’ın –tasavvuf ve melametiliğin felsefesi itibarıyla– temel düşüncesinin etkilediği Ahi Birlikleri’nin fütüvvet geleneğinden gelen yapısı itibarı ile sermaye birikimine karşı olan yapısı ve aracı “sınıfının” olmaması sermaye birikiminin ve sömürünün önüne bir engel olarak dikilmiştir.
S. Güllülü de kapitalizme geç geçmenin nedeni olarak bu noktaya temas etmiştir.
Alişan Şahin
Views: 12