İlkin 28 Şubat 1909’da Amerika’da ortaya çıkıp, sonraki yıllarda belli bir güne sığdırılmayan Kadınlar Günü (Genellikle Pazar gününe denk geldiğinde kutlanıyormuş) Rusya’nın Şubat devriminin (Gregoryan takvimine göre 8 Mart’a denk geliyor) Troçki tarafından Uluslararası Dünya Kadınlar günü ilan edilmesiyle ve sonraki yıl Lenin ve Kolontai tarafından “erkek” olan bir devletin resmi bir ritüeline dönüştürülmüştür.
Bir genelleme olarak kadın toplumsal yaşamda erkek egemen dünyada altta olan ve baskı ve eziyetle karşı karşıya kalandır. Baskı altında kalmak ve ezilmek-sömürülmek hiyerarşisinde kadın kavramı gerçeği tam olarak ifade etmemekte. Fakat bu genellemenin kendisi gerçekliğe tekabül ettiğinde, günlük yaşamın içerisinde bir başına her kadını iyi kılmaya ve saf bir iyi sıfatına yakıştırır mı? Kadın geleneksel rolünde, evde ya da sokakta erkekle beraber erkek egemen kültürü ve dili yaşatan ve sürdürendir de esasen. O halde kadın ne kadar “kadın”dır sorusu yanıt bekler. Aynı şekilde erkek ne kadar “erkek”tir sorusu sorulabilir.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Uluslararası Kadınlar Günü “ilerici”, “solcu”, “anarşist” ve bilumum feministlerle beraber Dünya devletlerinin büyük çoğunluğu tarafından kutlanmaya ve gösterilerle anılmaya devam edecek. Kadın kimliği gibi bir genellemenin altında tüm bireysel farklılıkları bir “iyi kadın” tiplemesi altında toplayan bu güne bir kaç gün var. Buna göre kadın kötü olmaz, olamaz fikriyatını kabullenmeliyiz.
Kadın kimliği adı verilen, her erkekte olduğu gibi kadında da var olan, iyi ve kötü yanları sadece ne olduğu belli olmayan bir iyi kadına indirgeyen bu güne ve bunu destekleyenlere katılmalı mıyız?
Bu “iyi kadın” tiplemesi mitsel olarak erdem timsali kadınlarla, batıda bir Hz. Meryem, Maria Tereza ve bir çok azize kadınla sembolize edilirken baska coğrafyalarda Hz. Fatıma, Maria Tereza vb. gibi sembollere sahip.
Kadın olduklarından dolayı herkesin ve her kadının kadınlar gününü kutlamalı mıyız?
Birebir ilişkilerinde ya da toplumsal yaşamda şiddet yanlısı ve şiddet üreten, otoriter o kadar kadın var ki bunların adlarını saymakla bitirmek mümkün değil. Bir Condolesa Rise, İndra Gandi, Margaret Thatcher, Hilary Clinton, Benazir Butto, Meral Akşener, Tansu Çiller ve binlercesi, kadın olarak bir erkekten daha fazla; hatta erkeklerden daha azimle ve onları aşma çabası da sarf ederek binlerce insanın günahını almışlarken; her şeyi nötrleştiren böyle bir sloganın altına alınan ve daha ötesinde bu kadınları hiç bir sorgulamaya tabi tutmadan günlerini kutlamak ne kadar doğrudur.
Günlük yaşamlarında erkekten daha fazla erkek olan ve otoriter olan ve iktidar ve hırslarıyla binlerce masumun kaderinde söz sahibi olan ve halen de bu mücadele içinde olan, bir nebze çıkar için ezilen ve ezen; kariyer için her şeyi yapan kadının neyi kutlanır? Onlarla duyguda ortaklaşmalı mıyız?
Kibrinden yanına yanaşılmayan ve gönüllü bir şekilde bu sistemin içerisinde olan ve önüne gelen her insanı satan, atan ve harcayan bir ahlağın sahibi olan kadın neden bir genellemenin içerisinde erisin?
Sokakta, işte, kapalı olan mekanlarda ve okullarda başörtülü diye karalama kampanyasına uğratılan kadınlara karşı bu ayrımcılığı normal gören ve yapan kadınlar ve bunun yanında açık giyindiği için aynı şeyi yapan kadınlar hangi iyi ve dürüst imgenin altını doldurabilir.
Bahse konu ettiğim erkek egemen bir dünya ve kültürde – dilde, yaşam biçiminde ve ilişkilerde – özgürlükçü bir dilin nüvelerini içinde barındıran feminen dilin kendisi değildir, kadınlık ve kadınlar günü söylemiyle heteroseksist bir dilin yeniden üretilmesine neden olan özcü kadın anlayışıdır. Feminen dil ataerkil tahakküm karşıtı bir dile işaret eder. Oysa Heteroseksist – erkek ve kadın ikilemindeki – dil tahakkümün dilidir.[1] Bu dilin ve kültürün sahibi biyolojik olarak erkek, kadın ya da bunun yanında Gayler, Lezbiyenler vb. de özneler de olabilir.
Bu tüketim toplumunda tüketimin ana öznesi olan ve bunu canı gönülden yerine getiren kadınlar neyin iyilik timsali olabilir?
İyi ve kötü durum ve hallerin öznelerin durdukları yerlere, yaşadıkları anlara, ilişkide olduğu öznelere ve anlık tercihlere göre değiştiği bir dünyada özcü kadın algısı yanlış ve manipülatif değil midir?
Hangi kadından bahsediyoruz? Erkekleşen ve tahakkümün kendisi haline gelen ve tahakkümü yeniden üreten kadın – ezilen, sömürülen, kadınlığından dolayı baskıya uğrayan kadının başkasını ezmediğini ve ayrımcılık yapmadığını mı düşünüyorsunuz – neden konumuz olsun?
Kadın gibi “homojenlik”[2] içeren bir kavram ve kimlik adı altında lezbiyen, gay ve diğer cinsel kimliklere işaret etmediğinden, bu ayrımcılığı “Kadınlar Günü” adıyla heteroseksüel bir cinsel kimlik adı altında meşrulaştırdığından dolayı önemli bir rahatsızlık noktası olarak işaret edilmesi gerekirken, bu güne anlam atfetmek anlamsız olmaz mı?
“Homojen” kadınlar fikrinden hareketle ve özellikle bir kadın doğası gibi özcü ve evrenselci bir fikre destek verdiği için bu günden ve bu günün yaydığı sahte iyi kadın imajından rahatsızlık duymamak mümkün müdür?
Onun içindir ki kadınlar günü gibi bir günü kendi adıma kutlarken çekimserliğimi bildirmeyi zaruri görüyorum.
Herhalükarda kadın, onun altında her türlü etnik kimliğe sahip olan kadın, onun altında gay, lezbiyen, biseksüel, transseksüel vb. cinsel kimliklere sahip olan en altta olana; madun olana…
İyi ve mutlu 8 Mart’lara…
Numan Bey
[1] Daha sonraları kendileri de özcülükle eleştirilemelerine rağmen Hélène Cixous, Luce Irigaray ve Julia Kristeva gibi feminist düşünürler feminen bir dil yaratılmasından bahsederken erkek ya da gay olan kimi düşünürlerin dillerinin feminen olduğunu iddia ederler. Ayrıca Nietzsche’nin dilinin feminen olduğunu iddia eden felsefi makaleler ve kitaplar da az değildir.
[2] Çok sevdiğim bir arkadaşımla 8 Mart eylem ve yürüyüşlerine dair konuşurken biyolojik olarak erkek olanların (Gayler de dahil) yürüyüşe alınmadıklarını ifade etmişti.
Views: 33