Hz. İbrahim, Nietzsche ve İbn-ül Arabi Dolayısıyla Şirk Olarak Devlet – Alişan Şahin – 4

1
1312

Nietzsche, Din, Devlet ve Put

İlk putkırıcı olarak anılmak elbette Hz. İbrahim’e nasib olmuştur. Fakat yeni zamanların putlarına işaret etmek ve bu putların yüzlerindeki örtüyü kaldırmak Nietzsche’nin felsefeden başlayıp teoloji ve psikolojiye kadar değişik alanlara nüfuz eden fikirlerine özgü olarak durmuştur. Her ne kadar Hristiyanlık üstüne yazdıklarında Budizmi daha makul bir din olarak işaret etse de İslamı da sevdiği ve Hafız üzerinden ona referanslar verdiği bilinen bir halidir. Put kırıcılığıyla Hz. İbrahim’in çizgisinin devamcısı olarak adlandırmak çok da yanlış olmaz.

Allah’ın insanlara yapma dediklerini zorbaca elde eden tiranlar, imparatorlar ve firavunlar bir yana insanlardan yetki aldığını zor ve rıza mekanizmasını kullanarak elde eden “demokratik” devlet te şirkin yüz değiştirmiş halidir. Monarşik ya da Cumhuriyet, tüm devletlerin tek temel özelliği Allah’a eş koşmaktır. Bunun için rıza yani onaylanma için yapmayacağı şey yoktur. Her türlü manipülasyon, yalan, gözboyama ve hatta hurafeyi kullanır. Kutsal metinleri,  peygamberlerin hayatını ve yolunu bozar, kendine uygun hale getirir.

Öyle ya Nietzsche boşuna seslenmedi yıllar önce. “Yeni Put Üstüne” adını verdiği bölümde devletten bahseder:

Devlet mi? O da ne? Peki! Şimdi bana kulak verin, size ulusların ölümünden söz açacağım.

Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir. Soğuk soğuk yalan söyler o; ve ağzından şu yalan sürüne sürüne çıkar: ‘Ben, devlet, – ulusum ben.’”

“Yeryüzünde benden büyüğü yoktur: düzenleyen parmağıyım ben Tanrının” — böyle böğürür o canavar. Ve yalnız uzun kulaklılar ve kısa görüşlüler değildir diz çökenler!

“Devlet derim ona, herkesin ağı içtiği yere, iyilerin ve kötülerin: devlet, herkesin kendini yitirdiği yer, iyilerin ve kötülerin: devlet, herkesin ağır ağır kendi canına kıymasına ‘hayat” denen yer.

“Bana hepsi çılgın görünür bunların ve tırmanan maymun ve azgın görünür. Burnuma kötü kokar putları, o soğuk canavar: hepsi de kötü kokar burnuma, bu putperestlerin!

Orda, devletin b i t t i ğ i yerde, orda başlar gereksiz olmayan insan: orda başlar gerekli kişilerin türküsü, o eşsiz, o benzersiz ezgi.

Oraya, devletin b i t t i ğ i yere, —oraya bak, kardeşim! Görmüyor musun gökkuşağını ve köprülerini Üstinsanın?”[1]

Sadece en “inananlar” ve Allah’a en “sadık” olanlar değildir Devlete tapanlar. Devletin kötü olduğunu bilenler de bugün ona tapmaktadır. Devletin, tahakkümün ve kötülüğün kaynağı olduğunu bilenler dahi devlete tapmakta… Allah’ın yerini almak için her türlü yöntemi kullanan bu kötü canavar ruhları da esir almıştır.

“En iyimizi kendi şöleni için kızartan o eski putperest rahip, i ç i m i z d e barınır daha. Ah, kardeşlerim, ilk doğanlar nasıl kurban olmazlar!”[2]

Nietzsche adeta, aynen İbn Arabi’nin Fütühat-ı Mekkiye’de bahsettiği bir hadiste işaret edildiği gibi  ‘ehl-i kitaba muhalefet edin’ sözünün gereği olarak davranmakta:

“ – ‘Peki sen’, dedi Zerdüşt, gezgin ve gölgeye, ‘sen kendine özgür ruh mu diyorsun, kendini özgür ruh mu sayıyorsun? Demek burda böyle putperestliğe ve papalığa giriyorsun ha?’”[3]

Deccal, Hristiyanlığa Lanet kitabında Hristiyanlığı putperestlik olarak algılar ve “ehl-i kitaba” muhalefet eder. Hz. İsa’yı değil, Hristiyanlığı ve onun uygulamalarını, Hz. İsa’nın –aynen Kur’an’ın yaptığı gibi – putlaştırılmasını eleştirir.

Mesela şurada:

“- Geri dönüyorum, Hristiyanlığın sahici tarihini anlatıyorum. – Daha ‘Hristiyanlık’ sözcüğü bile bir yanlış anlamadır – aslında, tek bir Hristiyan vardı, o da çarmıhta öldü. “Evangelium” çarmıhta öldü. O andan başlayarak “Evangelium” adını alan her şey, daha o anda, onun yaşadığının karşıtıydı: ‘kötü haber’di, bir dysangelium’du… yalnızca Hristiyanca bir pratik, çarmıhta ölenin yaşadığı gibi yaşanmış bir yaşam, Hristiyancadır…”[4]

Bundan sonra işleyen süreci ve aslında hiyerarşik örgütlenmesiyle Tanrı ve insan arasına giren rahip ve piskoposlarından ve papalarından oluşan kilisesiyle yalana ve puta dönüşen din ve din adamları ve resmi azizleriyle başka bir devlet örgütlenmesinin oluş ve yalanlarını anlatır. Hz. Muhammed’in İslam’ı değil – çünkü İslam Allah ile kul arasına bir aracı koymaz ve bu kesindir – ama İslam ülkelerindeki benzer kurumlar ve örgütlenmeler, hatta özellikle bugünün tarikatlarının esas olarak aldığı hale benzer şekilde bir tablo çizer Nietzsche.

“ – Çevreme bakıyorum: bir zamanlar ‘hakikat’ denen şeyin tek bir sözü bile kalmamış ortada, bir rahip ‘hakikat’ sözcüğünü daha ağzına bile alınca, dayanamaz hale geliyorum. Dürüstlükle en ufak alışverişi olan kişi, bugün bilmek zorundadır ki, bir Tanrıbilimci, bir rahip, bir papa, söylediği her tümceyle, yalnızca yanılıyor değil, yalan söylüyordur, – artık elinde de değildir, ‘masumca’, ‘cahilce’ yalan söylemek. Rahip de herkes gibi bilir artık ‘Tanrı’nın[5] olmadığını, ‘günahkar’ın, ‘kurtarıcı’nın olmadığını, – ‘özgür istem’in, ‘ahlaksal dünya düzeni’nin yalanlar olduğunu : – tinin içinde bulunduğu sıkıntı, derin kendini aşma gereksinimi, artık hiç kimsenin bunları bilmemesine izin vermiyor. Kilisenin bütün kavramlarının ne olduğu artık ortaya çıkmıştır, en berbat kalpazanlıklar oldukları, doğayı, doğal değerleri değersizleştirmek amacını taşıdıkları; rahibin kendisinin de ne olduğu ortada, en tehlikeli asalak türü, yaşamın sahici zehirli örümceği… Biliyoruz, vicdanımız biliyor bugün – , rahiplerin ve Kilise’nin bu korkunç buluşlarının değerinin ne olduğunu, neye yaradıklarını, nasıl, insanlığın iğrenç bir görünüm kazanabilmesine yol açan bu kendini aşağılama durumuna ulaşılmasını sağladıklarını… Herkes biliyor bunları: ve gene de her şey eskisi gibi duruyor.”[6]

Anlattığı ve itiraz ettiği puttur. Nietzsche, İsa’nın çarmıha gerilişini anlattıktan sonra ortaya çıkan dini ve sapmaları değişik şekillerde çürütme yoluna gider. Şöyle devam eder:

“- Ve o andan başlayarak saçma bir sorun çıktı ortaya : “Nasıl olabildi de Tanrı buna izinverdi?” Buna, küçük topluluğun çarpılmış aklı bir o kadar korkunç saçmalıkta bir yanıt buldu: Tanrı günahların bağışlanması için oğlunu kurban vermişti. Nasıl da tek bir vuruşta sonu gelmişti Evangelium’un! Suça karşılık kurban düşüncesi, hem de en iğrenç, en barbarca biçimiyle: suçlunun günahları için, suçsuzun kurban edilmesi! Ne denli tüyler ürpertici bir putataparlık!İsa, oysa, ‘suç’ kavramının kendisini yok etmişti.Tanrı ile insan arasındaki uçurumu yadsımış, tanrı ile insan arasındaki o birliği, kendi “iyi. Haber”i olarak yaşamıştı… Kendi ayrıcalığı olarak değil! – Artık adım adım, kurtarıcı tipine eklemeler yapıldı: Yargılama ve geri-dönüş öğretisi, bir kurban ölümü olarak ölüm öğretisi, diriliş öğretisi, ki bununla, bütün bir “kutsanmışlık” yerine de ölümden sonraki bir durum koyarak!… Paulus, bu yorumu, bu pespaye yorumu, o her zamanki hahamvari arlanmazlığıyla, şöyle mantıklaştırdı: « Eğer İsa ölüyken dirilmezse, o zaman inancımız boşunadır». —Ve bir seferde, Evangelium, yerine getirilemeyecek vaatlerin en aşağılığı, arlanmaz bir kişisel ölümsüzlük öğretisi haline geldi… Paulus ayrıca bunun bir ödül olacağını öğretti!”[7]

Son olarak ifade etmeliyim ki “ehl-i kitaba muhalefet” edilmesini söyleyen Hz. Muhammed bir bozuşmaya ve putlaştırmaya itirazını dile getirir. “Ehl-i kitap” içinde olanlar zamanında Hristiyanlar, Yahudiler olarak ifade edilirken bugün buna Müslümanlar da, ehl-i kitap olduğundan dolayı, dahil edilmek durumundadır.

Puta tapar gibi nesneye (mesela paraya), sakala, türbelere, önderlere, liderler ve özellikle devlete tapanlar; soyut kavramlar olan halk, millet, milliyetçilik ve benzeri kavramlara kutsiyet atfedenler; Hakikat ve Hak’tan başkasına – Hak ve hakikat yerine – Kur’an’da ifade edildiği gibi “malınız ve çocuklarınız bir fitnedir (sınavdır)” (Teğabün Suresi, 15. Ayet) – kendi putlarına biat edenler puta tapanlardır. Allah’a eş koşmaktadırlar.

Ve son olarak, ve tekrar, bu ve yeni putları yıkmak gerekir. İçimizde ve dünyamıza sireyet etmiş putları yıkma çabası dışımızda bize hükmeden putları yıkmak için en elzem olanıdır. Kendimizden başlayarak yıkmamız gereken putların yanında en büyük putu – tahakküm putunu – yıkmadan özgürleşemeyiz.  En büyük putun görünen ve kendine ad vereni ise devlettir. Ve o devlet şirktir.


[1] F. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, S. 64-68, T. Oflazoğlu Çevirisi, Bilgi Yayınevi, 1964 (Vurgular bana ait)

[2] F. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, S. 218, T. Oflazoğlu Çevirisi, Bilgi Yayınevi, 1964 (Vurgular bana ait)

[3] F. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, S. 337, T. Oflazoğlu Çevirisi, Bilgi Yayınevi, 1964

[4] Deccal, Hristiyanlığa Lanet, F. Nietzsche, Çev. Oruç Aruoba, S. 25 (Vurgular bana ait)

[5] “artık ‘Tanrı’nın olmadığı” şeklindeki ifade ve moda tabirle kullanılan “Tanrı öldü” cümlesini Nietzsche’nin özellikle din adamları ve “köle ahlağına” sahip olanların dünyasında çirkeflik ve yalanlara karşı bir yanıt olarak okuyorum. Oysa onun hem dili ve özellikle “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabı adeta bir kutsal metin diline sahiptir. Tanrı’nın insanlar tarafından öldürüldüğü iddiası Tanrı’nın varolmadığı iddiası değildir. Böyle bir iddia ispatı gerektirir ki Nietzsche buna girmez. Böyle bir iddiası yoktur. Kendisinin son mektuplarından birini “Çarmıha Gerilen Dianisos” olarak imzalaması da Hz. İsa’ya dair sevgisinin ifadesidir.

[6] Deccal, Hristiyanlığa Lanet, F. Nietzsche, Çev. Oruç Aruoba, S. 24

[7] Deccal, Hristiyanlığa Lanet, F. Nietzsche, Çev. Oruç Aruoba, S. 25

Visits: 352

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz