“yüzüne ölüm mü yakışır” ve “hüznüm kurtaracak beni” – Ahmet Ateş (Şiir)

0
912

yüzüne ölüm mü yakışır

Uzanıp toprağa tartışırdık

taşlara, dikenlere inat

yamaçların eğimlerine…

karşısın, erki isteyensin

varoluşun yeter insanları

kızdırmaya

korkak kim, başkaldıran kim

kime derler terk eden

bir düşünceyi

kime derler bir eylemi yağılara satan

hayranlığımı tutuklayıp tıktım dört duvar aralarına

yani en gizli yerine yüreğimin

ağlar gibi gülüşüm

doğrusu ağlarken eşzamanda gülüşüm

şaşkın yordamsız kalışımdandı.

Haklısın, taş kesildim

güneşsiz kaldı suçlarım, eksikliklerim, yanlışlarım

soruların bir çocuk sorusu

yanıt verdi vadiler, tepeler

coştu Fırat, Munzur da

bir ölü eviydi ağzımız bizim.

Konakladığımız yerlerde

yalnız dolaşırdın

çete savaşı kural ilke aldırmadan

alnından güneşler doğarken

korkulmazdı gecenden senin

en koyu yalnızlığında

ıslığın vardı can arkadaşın.

Nisandır aylardan

yorganı delik karlı dağlar

yamaçlardan düzlüklere sular yürür

çiğdem köklerine, lalelere, sümbüllere

boz yeşil, çağla koyusu öküzkulağı yapraklarından

yamaçtan sızan sulara pınar kurardın

işe yarardı, mataralarımızı kolayca doldururuz

ellerimizi bir çuvaldız inceliğinde akan suda yıkardık

Sinan ayarı bir çeşme bence

bir yandan işlekti, ötesinde bir iz kalmazdı

konaklarımızdan geriye

sesin keklikleri çağırırdı her sohbetimize

uzaktan uzaktan çekingen katılımları börtü böceğin

yamaçlar seninle konuşup kılavuzluğa çağırırdı seni

burdan yürü, buradan geçebilirsiniz şimdi

eğilip bir topak kar alırsın

gülerek yüzünü karla ovarsın

süreğen bir bahar muştularsın kır çiçeklerine

sarı güllere, gök güllere ve de kızıllara

anlamadım bu yamaç sarı çiçeklenmiş de

burası niye gelincik tarlasına kesmiş

çocukluk sayıp biz de sana gülerdik.

Sonra

bir dem gelir

ağız birliğiyle arkadaşların ayrıl bizden derler

karşıtsın, ayrımlarla uğraşırsın, gideceksin

ağzında bir dal nergis sapı

dudaklarınla çevirirsin

“bıkkınlığın ve batışın kuramcısı”

çiçek sevgisi börtü böcek

kent yaşayışına özlemdi

git der birlik, kısılır sesin

anlayamamanın, anlatamamanın emsizliği.

Nisandır aylardan

yeşertir kırları, çiçeklendirir

böcekler çoğalır erimeye başlayan karla

koşarsın tezek dumanı kokan göçebe obalarına

sıcak ekmek, tuzlu  sıcak süt, pendir, çökelek ve tereyağı

bolluğunda bereketlenmiş çadırlara

çoban köpekleri, küçük kara göölezler, çadır köpekleri havlarlar sana

sanki hiç duymazmış gibi üğrüne üğrüne yürürsün

köpekler yanına gelip seninle yürüyüş alayı kurardı

başlarını uzatır karabaşlar, akbaşlar okşa diye

kuyrukları halkalanmış, ipiri gözleriyle taa içine bakarlar

hepsinin başlarını okşar, merhabalaşırdın.

Sonra Şoreş çocuk, altı yaşında

gülerek beklemiştir her kuşlukta, her akşamda yolunu

o kimsenin uğramadığı üç evlik mezrada

umutlu bir sabırsızlıkla

gülüşüne pusular atılır.

Hani kara kaşlın, kara gözlün denli uzaktı ölüm

dizlerin değince yere

toprağın kızıl kırlaleleri açtı usuldan

yuvarlandın öne

laleler değdi yüzüne

yüzünü yaktı kızıl ateşler gibi

yanarsın, yanan nisandır

yakan da insan.

Temmuz 1985

hüznüm kurtaracak beni

Bir dokunma tutkusu

bir iççekişi

dokunduğumda oluşan rıza

üzünç alevleriyle kavurur bedenimi

acır içim durmadan

akşam gelir, yuvarlanır tepeden gün

koşarım

bir çocuk boynunu büker

konuşamam.

Odaların alaca yalnızlığı

üzünçtür pusatım silahım

akşamı yenerim

uzaklaşmak isterim

sırtımı dönüp üzünçlü yalımlara

bir yağmur çiseler dışarda

söndürür içimdeki üzüntü çıralarını

çeragları, kandilleri, delilleri, lambaları

bir evecenliğe kapılıp oyalanırım.

Gece gelir ardından, ateşle yanan keçiyolları yolculuğu

cılga derler, patika, dağyolu

yumulur ellerim, karanlığı döverim

sonra yanık bir türkü

türküler sığınma dilekçemi onaylar

bir yanda ant içtiğim günler

ötede üzünçlü arılığım kalır

kızıp geceyle kötüleşiriz

aşağılaşırız birbirimize

aşağılayıcı bed söyleşmeler

acımak bir söylemdir, tiksinilen

oysa sevgiler başlatır insanın yüreğinde

oturup sözleşirim onunla

sözüne söz katarım

inceliğine incelik

sonra yüzümü yuyup

aynalara baktığım olur üzünçlü bir yüzle.

Ey üzüncüm, üzüntülü, sızlatıcı üzüncüm!

Boğ şu umudumu

şu tek yanlı sevimi

içime hiç aldırmayan sevdiğimi

kurtulayım düşlemlerimde yandığım

o şaşı gözlünün, o şehlanın bedenimde

tutuşturduğu yangınlardan.

Kasım 1985

Visits: 170

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz