Terörizme Öbür Yanağını Dönmek: Tolstoy’un Dağdaki Vaaz’ı Tefsirinin Çağdaş Anlamı Üzerine Düşünceler – II- Alexandre J. M. E. Christoyannopoulos

0
1345

IV. I. TERÖRİZME KARŞI HERHANGİ BİR HRİSTİYAN YANITA DAİR OLASI ETKİLER

Böyle bir Hristiyan anlayışın “terörle savaşa” dair en azından iki önemli etkisi vardır: Başlangıç için Hristiyanlara şiddet kullanmayı terketme çağrısı yapılır fakat aynı zamanda ve daha temelde terörizm problemine öncelikle daha farklı bir ışıkta bakılmalıdır.

Kuvvet Kullanmaktan Vazgeçmek

Tolstoy’un “terörle savaş”a dair yapmış olduğu en önemli emredici yorum, her iki tarafın hangi şiddet aracı olursa olsun kendi amaçlarını haklı kılacak düşüncelerini akıllarında bulundurdukları tehlikeli yanılgıya işaret etmiş olmalarıdır. Tolstoy’a göre bu yanılgı üstesinden gelinmek zorunda olunan en kötü yanılgıdır çünkü Hz.İsa, başkası gerçekten çok kötü olsa da olmasa da yapıcı olan tek tepkinin direnmemek  – uzun vadeli tek çözüm – olduğunu rasyonel olarak ortaya koyar. (Tolstoy 1902, 1934d, 2001c).

Kişinin saldırıya uğradığında umutsuzca pasif kalması, hiç de tepki göstermediği anlamına gelmez. Hz. İsa mesela, “sırf acı çekmek aşkına” değil, aynı zamanda acı çekmeyi gerektirse bile kötüye karşı koymamak noktasında, sonuç ne olursa olsun öbür yanağını dönmenin yapılması gereken eylem olduğunu açıklar. (Tolstoy 1902, 17). Bu hedefi olan, sevginin, sabrın ve affediciliğin nihai hareketini temsil eden bir yanıttır. Sevginin böylesine güçlü bir göstergesi olan umut, düşmanın, kötünün şiddet dolu kalbini zamanla yumuşatmakla zorunludur. Tabii ki bu böyle olacak diye bir garanti yoktur. Bu görünürde düşmana zaferinin yolunu açar fakat kurbanın acısı sırası geldiğinde düşmanın kalbine – en azından onun nüfusunun sağlam kısmına – hitap eder. Bundan dolayı, düşman kısa vadede tüm savaşları kazanıyormuş gibi görünse de, akıllar ve kalpler için geniş mücadelede, onun fiziki gücü ahlaki başarısızlıkta ve sonuçta kalbinin değişmesiyle son bulabilir. Affedicilik ve sevginin acısını çekme isteği saldırganda güçlü bir ahlaki etki yaratabilir.

Hepsinden öte, Hz. İsa’nın özverisi nihayetinde pek çok inanmayanı büyülemiştir ve Tolstoy’dan etkilenmiş olan, “Batı dünyasında en açık fikirli düşünürlerden biri” (Tolstoy 1937b, 1937d, 414) olarak nitelendirilen Gandhi güçlü İngiliz İmparatorluğunu boyun eğdirmekte başarılı olmuştu. Sonrasında Gandhi, Martin Luther King ve 1960’ların “barış yanlılarını” [Peaceniks] etkilemiş ve her ikiside kampanyasını yaptıkları davalarında bazı başarılar elde etmişti. Basitçe, bir taktik olarak sevgi işe yarayabilir; mücadele ahlaki bir zeminde kazanılabilir. Direnmeme düşmanın son zaferini ifade etmez; tam aksine, sonuçta o saygın ve zorbaca olmayan bir şekilde kazanılabilir ve bu yapılabilir.

Fakat burada bir belirsizlik ortaya çıkar:  Tolstoy ve hatta dahası, onun yirminci yüzyıldaki bazı takipçileri kimi hallerde masumane bir şekilde Matta Bölüm 5 ayet 39’daki “kötü’ye direnmeme”yi “kötüye kötüyle direnmeme” olarak yanlış okumuşlardır. Yani, Tolstoy’un gerçek olarak uyarıyı kötüye direnmek için hiç bir fiziki güç kullanmamak anlamında yanlış yorumlamış gibi görünür – bundan dolayıdır ki şiddetsiz direniş tolere edilebilir (Maude 1930b, 250; Maude 1933, xv). Gerçekten, baskıya karşı direnişin haklı kılınabilir olup olmadığına dair George Kennan’ın sorusuna Tolstoy’un yanıtı: “Bu, direnişle ne kastettiğinize bağlıdır; eğer ikna etme, tartışma, protesto etmekse ben buna evet derim; eğer şiddet demek istiyorsanız – hayır. Ben herhangi bir şart altında kötüye şiddetli direnişin haklı kılınamıyacağına inanıyorum.” (Kennan, 1887, 256)[1]

Tolstoy bu şekilde Hz. İsa’nın buyruğunu yanlış mı anladı? Hz. İsa asla ve asla direnmemiş midir? Doğruyu söylemek gerekirse, Tolstoy muhtemelen Hz. İsa’nın kimi zamanlar küçük düşürücü kimselerle tartışıp, konuştuğu, onları yanlış olduklarına ikna etmeye çalıştığına dair “direndiği”ni tahmin etmekteydi. Bu Hz. İsa’nın kendi buyruklarına göre hareket etmediği anlamına mı gelir? Cevap kısmen kişinin Dağdaki Vaaz’ın ruhundan ziyade yazılana ne kadar odaklandığına bağlıdır. Hz. İsa’nın eylemleri daima sevginin ruhuna dayanır. Sonunda, Tüm Hristiyanlara klavuz olan nihai referans ve en yüksek prensiplerin dayandığı şey sevgidir. Hz. İsa’nın sıklıkla tekrar ettiği birinin komşusuna ve tanrıya duyduğu sevgi tüm hukukun sonradan bağlandığı temel buyruklardan ikisidir (mesela Matta 22.36-40; John 13.34-35). Bu yüzden mesela, sıkı direnmemenin uygulandığı durumda daha temel Hristiyansevgi ilkesi uygulandığı zaman direnmemenin ikincil buyruğu herhalde orantılı olarak ılımlı olmak durumundadır.

Mesela Tolstoy insanlara şiddetli zulmün esas aleti olan devleti redetmeleri, kendi ordularında mecburi askerliği protesto etmeleri[2] ve vatandaşlara vergi vermemeleri için çağrıda bulunuyordu (sonraki bölüm Tolstoy’un devleti neden kötü olarak düşündüğünü daha iyi açıklayacaktır). Fakat o genede “kötüye karşı koymama buyruğuna riayet ederken,  insanların otoritelerin talep ettikleri emek ve malları vermeleri gerektiğini” de söyler (Tolstoy 1933, 288).  Bundan dolayı kişi otomatik olarak itaat etmemelidir – şiddetin gelecekteki bir tehdidini adeta önceden sezme de – fakat sadece sonuçta baskı yapıldığında teslim olmalıdır (ya da karşı koymamalıdır). Mesela, kişi isteyerek ne vergi vermelidir ne de devletin sonuçta onların zorunlu olarak ele geçirilmesine direnmelidir. Ve hatta boyun eğmeye zorlandıkları zaman Hristiyansevgi daima en üstün olarak kalmalıdır. Bundan dolayı örneğin kişi askeri bir eyleme zorlanırsa kardeşlerini öldürmemesi – yani kimseye ateş etmemesi – gerekir. Her ne alternatifi benimserse benimsesin, hiç bir şiddet kullanmamalıdır, kişinin Tanrı’ya ve komşusuna sevgisi tüm eylemlerinin en önemli ölçütü olarak kalmalıdır.

Kısacası, kişinin karşı koyma benzeri duyguya sürüklenebildiği herhangi verili durumda önceden tanımlanmış basit, güzel cevaplar açıkçası yoktur. Şurası kesindir, şiddetle karşı koyma Hz. İsa’nın buyruğuyla halen açık bir çatışma içindedir. Şiddet içermeyen direniş kimi zaman hoşgörülebilsede halen netlik kazanmamıştır. Kötüyle yüzyüze gelindiğinde bu bazı karşılıkları gerektirir; fakat şiddete bu tepki dürüst bir Hristiyandan geldiğinde asla şiddet olamaz. Tolstoy’un şiddete kendi tepkisi onun çeşitli deneme, oyun ve romanlarında onun prensiplerine yayılıyordu – onun protestosu geniş anlamda şifahiydi.[3] Gandhi şiddetin prensiplerini çok daha çatışmacı olarak uygular; onu kral ve daha sonraki pasifistler çok daha ileriye, taktik politik aktivizme itmişlerdir.

Tolstoy’a göre her iki şekilde şiddet ve şiddete şiddetle karşı koyma duruşu Hz. İsa’nın öğretisince kınanmıştır. Eğer kişi direnmek zorundaysa, öyle yapmamayla Hz. İsa’nın öğretisinin ruhunun en kötü bir şekilde ihlal etmeyi zorlamaktaysa,  o durumda en azından direnişte şiddet kullanmamalıdır. Hatta daha iyisi ve daha Hristiyanlığa uygun olan – sembolik olarak öbür yanağını dönmek – direnmemek ve affedicilik olurdu. Bundan dolayı Tolstoy “terörle savaş”ta şiddet kullanmanın her türlüsünün Hz. İsa tarafından kınanması gereken bir şey olduğunu düşünen bir “Hristiyan” olarak kalmak arzusundadır ve terörizme karşı olası Hristiyanyanıt, spektrumu oldukça dar olarak karşı koymamaktan şiddete şiddetle karşı koymamak arasında dizilir – herşey daha da fazla Hz. İsa’nın buyruklarının itaatsizliği olarak ortaya çıkar.

Yine de, “doğru” yorumlama sıkı direnmemeye ya da daha müphem bir şiddetsiz direnişe daha yakınsa da, takip edilen her iki yöntem de oldukça zor bir görev olarak kalır. Bundan dolayı tekrardan Tolstoy’un bize hatırlattığı gibi Hz. İsa onun haçını taşımamış olanların – yani, kötüye karşı koymanın nihai sonucuyla yüzyüze gelmeye hazır olmayanların – onun müridi olamayacakları uyarısında bulunmuştur (Tolstoy 1902, 18; Matta 16.24-28; Markos 8.34-38; Lukas 9.23-27).[4]  Hz. İsa tarafından gösterilen yol sadece şehitlerimiz tarafından yürünebilir. Bir “şehit” etimolojik olarak bir inanca kendikendine şahitlik eden kişidir. Ve bu kişinin yaşamı, tehdit altındayken bile inancını hayata geçirmeye hazır olduğu temel şahadettir. Fakat kurban edilen hayat dikkat edilmelidir ki düşmanın yaşamı değil, şahadet edenin kendi yaşamıdır – başkasını öldürmek sevginin şahadeti değildir ancak öfke, korku ve nefretin şahadetidir. Tolstoy’a göre, bundan dolayı Hz. İsa’nın mesajına hakikaten şahadet eden kişi ne ceza veren ne de karşı koyandır (ya da en azından direnmek için şiddeti kullanmayandır) fakat çarmıha gerilme olasılığı[5] olsa dahi her hâlükârda zor fakat sevgiden kaynaklı eylemeye çalışandır. O sabırla, ölüm tehlikesi altında dahi öbür yanağını dönmeyi ve affetmeyi öğrenendir. Bu, diğer tarafın gönlünü ve kalbini kazanmanın tek yolu olur ve “terörle savaş”ta barışmak için olasılıkları açık kılar.

Terörizm Üzerine

Bu konuda “terörle savaş” ifadesi gerçekten bir şey ifade etmemektedir. Kurbanın perspektifinden bir şey için şiddete dair herhangi bir eylem çok korkutucudur. Yani, hedeflenen nüfusu “terörize” eden gücün herhangi bir şekilde kullanılması boyutlarında, savaş sadece daha geleneksel taktiklerle terörizmdir. Geleneksel ordular en azından hedeflerini seçerek daha titiz olmaya çalışırken, teröristler kasti olarak gelişigüzel bir şekilde vururlar. Fakat geleneksel güçlerin orantısız ağır ölçülerdeki ikinci derecedeki zararları, savaşın sonuçlarından haksız bir şekilde acı çeken birilerinin tipik algılamaları, hep beraber avurduna yumruk yemiş kişinin perspektifini temin etmektedir ve savaş ancak terörizmin dehşeti gibi bir şiddet eylemi olarak basitçe anlaşılabilir (terörizmi neyin meydana getirdiğine dair ilginç ve çekişmeli tartışma ve devletlerin faaliyetlerinin ne kadar terörizm olarak görünebildiğine dair Chomsky’e bkz.)

Bunun yanında, Tolstoy haddi zatında teröristlerin kötü yaradılış ya da insanlık dışı olarak nitelendirilmesini reddeder; ona göre, kendi insanlarına ve değerlerine karşı algıladıkları adaletsizliklere karşı umutsuz bir yanıt olarak şiddet gibi kötü yöntemi seçme yanlışlığını yapan insanlardır bunlar. “Kötü” olan teröristler değildir, ilk elden onların kendi kendilerine “kötü” olarak düşündükleri şeye gösterdikleri tepkileridir.[6] Bundan dolayı geleneksel savaşla terörizm arasında önemli farklılıklar olmasına rağmen, Tolstoy’a göre, her iki taktik de kötü olarak algılanan benzer yanlış davranıştan türer – ve gerçekten bu kötünün bulunduğu önemli yanlıştır. “Terörle savaş”ın neden işe yaramaz bir ifade olduğunun ispatıdır; hiç değilse, bu “savaş” istemlerini tesadüfen engelleyen ölçülerde önemli problemlerin kendi temelini karşılayan yaygın bir körlüğe ihanet eder. Teröristler genellikle kendilerine karşı teşebbüs edilen şiddet eylemlerine yanıt verirken en son seçenek olarak kendi eylemlerinin meşruluğunu savunurlar; Tolstoy’a göre, daha fazla şiddetle terörizme yanıt vermek, sadece gelecekte şiddet döngüsünün daha da kötü hale gelmesinin garantisi olabilir.

Tolstoy’a göre problem, terörizm değil fakat terörizmin sadece bir diğer (hiç kuşkusuz özellikle dehşet verici olan) metodu olan güç kullanmadır. Bundan dolayıdır ki, Tolstoy terörizm savaş yoluyla çözülemeyecek; onu yaygınlaştıracaktır öngörüsünde bulunur. Onun döneminde, Tolstoy devletin şiddetini ve onu şiddetle yıkmaya çalışan (terörizme benzer yöntemler kullanan) devrimcileri kınamaktadır. Çünkü her iki taraf da kendi amaçlarına ulaşmak için şiddet aracını kullanmaktaydılar ve böylece onların bu eylemleriyle her ikiside durumu sadece ağırlaştırmaktaydı (Tolstoy 1937c, 1937e, 1937f). Tolstoy’a göre, gerçek problem başkasına karşı direnmek için birinin şiddet kullanmaya hazır olmasıdır. Kötü, şiddetle alt edilemeyecektir çünkü çok kötü bir eylemde kötü olan böyle bir oyuncu değil fakat bu oyuncunun bütün şiddeti acı vermeye hazır olmasıdır.

Başka bir deyişle, “onlara karşı biz”de zararlı unsur, “onlar” değildir, şiddetli bir “karşı olma” durumu olarak gördüğümüz sürece “biz”dir; “Terörle savaş”ın iki tarafı da daha geniş boyutta, yok etmek için çalışma iddiasında oldukları “kötü”de canlandırdıkları eylem yoluyla ya birbirilerine karşı açık bir “savaş” halinde ya da sözümona meşru müdafada şiddet kullanmaya hazırdırlar. Ve Tolstoy, her iki taraf bunu kavrayıncaya kadar “terörle savaş”ın kötü bir şekilde uzayacağını bekler. Tolstoy, bundan dolayı, “terörle savaş”ın her iki uzlaşmaz tarafının topluma dair vizyonlarını yerine getirme teşebbüsünde şiddet kullanmamaları çağrısını yapar. İddia eder ki insanlık kesinlikle “kafasının biri koptuktan hemen sonra yeni bir başı ortaya çıkan mitik canavarın kafasını koparmak gibi bir yıkım yöntemi kullanmaktansa bundan böyle insanlığın şartlarını geliştirecek daha iyi araçları” tasarlamalıdır (Tolstoy 1937e, 197).

Onun zamanlarına dönersek, Tolstoy Hz. İsa’nın nasihatları önemsenmezse genel olarak dünyayı ve onun ülkesini büyük ihtimalle korkunç şiddet sarmalının içine çekeceğine dair uyarı yapmaya çalışmıştı. (Tolstoy 1937c, 1937e, 1937f, 2001a, 2001d). Ve kısa bir süre için, Rus dostları onun sesini dikkatli bir şekilde dinliyormuş gibi göründü; Tolstoy, Rusya’da kesinlikle oldukça etkili bir figürdü– bir yorumcu yüzyılın bu dönümünde Rusya’da iki önemli gücün olduğu haberlerini yapmaktaydı: Çar Nikola II ve Leo Tolstoy (Kentish 1987, 9). Fakat sonunda Tolstoy’un mesajları şiddetli devrim ve savaş çağrıları arasında işitilmez oldu ve 1910’daki ölümünden kısa bir süre sonra dünya belkide tarihinin en karanlık dönemine girdi. Mitik canavarın birçok kafası hem ulusal olarak (Bolşevik devrimi) hem de uluslararası olarak (Birinci Dünya Savaşı) kesilmişti ama hemen yeni kafalar eskilerinin yerinde bitmişti.

Şimdi dünya global boyutlarda başka bir savaşın içine çekilmiş oluyor, Tolstoy bir kere daha iki tarafın ılımlılarına seçmiş oldukları yolun varmak istedikleri; hedeflerindeki yere gerçekten de götürebilirliğini ciddi şekilde sorgulamaları çağrısını yapmaktadır. O misilleme ve kınama yerine anlama ve affedicilik için mücadele etmekteydi. O, belkide Batı’yı insanları başka insanlara zarar vermek için intihara teşebbüs ettiren dış politikasını yeniden gözden geçirmeye davet edecekti. O belki de komşumuzun terörizme başvurmasının ilk evvela komşumuzu sevmemize dair kendi payımıza bir başarısızlık semptomu olduğunu, başka bir deyişle, düşmanımızın şiddetinin kendi şiddetimizden ayrı olmadığını tartışacaktı. O belki de Batılılara kendi eylemleriyle kardeşlerine ders vermeden önce neden oldukları kötüye dair düşünmelerini soracaktı. O belki de bir an için kötüye karşı koymak adına sarfedilen çabaların – “Hristiyan” milletlerin olağanüstü büyük “savunma” bütçelerini – yerine tüm insanlığı korumak ve sevmek için çaba harcamaları çağrısında bulunacaktı.[7] O belki de eğer Batılılar nefretle değil sevgi ile muamele edilmesini istiyorlarsa ilk evvela – “düşmanlarını sev” – sevgiyi yeşertmelerini fakat “ve hiçbir şeye sahip olmayacaklarını” isteyecekti  (Tolstoy 1937a, 250).[8]

Tolstoy bugünün uluslararası terörizmine şahit olmadı. O, yurtiçinde, devrimci şiddet ve eşit ölçülerde karşı-devrimci baskı ve uluslararası ölçekte, askeri gerginlik, milliyetçi hiddet ve savaş ittifakları bağlamlarında yazılar yazdı. Onun merkezi temel pasajı tüm tarafların her türlü şiddet kullanımından vazgeçmeleri ve bu bağlamda “dişe diş” ve “göze göz”le vurmak yerine “öbür yanağını çevirme” çağrısıydı (Tolstoy 1937c, 1937e, 1990a, 1990b). Bunun uzun vadede tek rasyonel yanıt olduğunu düşünmekteydi. Bundan dolayı, en iyi şekilde Hz. İsa tarafından vurgulanmış olan evrensel aklın benzer bir zemininde, aynı şeyi bugün de savunurdu fakat bu yola Hz. İsa’nın müritlerinin yol gösterici olmalarını beklerdi. Dahası, bağlamımızda sonra da, belki de var olan devletin yok edilmesi gerektiğini tartışacaktır. Aşağıda açıklanacağı gibi ona göre devlet şiddetin en temel nedenidir ve olmamalıdır. Daha da önemlisi, o Hristiyanları oldukça basit ve farklı bir yaşam sürdürmeye ve birbirleri için fedakârlık yapmaya özendirecekti, bu da özellikle en baştan doğacak şiddet ve nefretin önüne geçecekti. (Tolstoy 1898, 1934c, 1990b). Bunların hepsinin üstünde Hz. İsa’nın açık bir şekilde ifade ettiği ahlak kurallarının canlandırılmasını Hristiyanlara tembih edecekti. Hatta gelişigüzel terörizmin yüzüne karşı dahi Hz. İsa taraftarları için mücadele, güçle tepki göstermekten kaçınmaktır. Tolstoy’a göre, Hz İsa ve gerçekten de aklın kendisi şiddetle karşı koymanın uzun vadede işe yaramayacağı ve yarayamayacağını iddia eder.

Çev. : Alişan Şahin


[1]     Tolstoy’un burada her ikisi de Hristiyansolunun önde gelen ilahiyatçısı olan Wink (1987, 1992) ve Yoder (Wogaman 2000;  Yoder 1992, 1994) ile güçlü benzerlikleri vardır. Elliot (1990) ve Ballou (2001, 2006) Tolstoy gibi devleti sorgulamak ve onun Hristiyan meşruiyetine şiddet kullanmadan direnmek fikrine çok daha fazla eğilimlidirler.

[2]     Tolstoy ciddi bir şekilde vicdani retçilerin büyüyen bir dalgasının toplumun Hristiyanyenilenmesi için öncü olacağı umudunu taşımaktaydı.

[3]     Kimileri şiddetin fiziki olduğu kadar sözlüde olduğunu tartışır (Mesela Ellul 1970) ki bu Tolstoy’un sözlü kınamalarının şiddetin bir şekli olarak anlaşılabilir. Tolstoy asla bu gri alana işaret etmez. Şiddet vasıtasıyla, o bir insane varlığının başka bir insane varlığının eyleminin sonucu olarak çekmiş olduğu kaba, görünür, fiziki şiddetle fiziki acılar çekmesini gerçekten anlatmak istemektedir; ve – Hz. İsa’nın sözlü olarak karşılık vermeme ve şiddete şiddetle karşılık vermemesini örnekleyip, vaaz verirken dinsel otoriteleri kınamıştı – Tolstoy’un Hz.İsa’nın buyruklarına göndermede bulunurken ele aldığı bu çeşit bir şiddettir.

[4]     Tolstoy’un Hz. İsa’nın “haç’ı taşımak” çağrısına dair anlayışı açıkçası Hristiyanhaçlılarının onu kâfirlerin boğazlanmasına dair bir emir olarak yorumlamalarından farklı kutuplardadır. Fakat tartışmalı olarak Dave Andrews ve bir diğer Hristiyananarşistçe belirtildiği gibi Hz. İsa’nın öğretisi ve örneğiyle çok daha fazla aynı çizgidedir (Andrews 2001).

[5]     “Şehit” kelimesinin intihar bombacılarının çağında oldukça negatif yananlamlara sahip olduğu inkâr edilemez fakat bu herzaman bir vaka değildir. Kilisenin şehitleri, en azında başlangıçta, kendi Hristiyaninançlarına gölge düşürmeyi reddetmelerinden dolayı vahşice işkence edilen ve öldürülen azizlerdi. Öldürmeye çalışırken ölmenin anlamını alması Tolstoy’un anladığı gibi, kilisenin ilahiyatçılarının Hz. İsa’nın öğretisinin acınacak bir şekilde saptırılmasıyla olmuştur: bu şehitler elbette bundan dolayı şahadet eden ve şehit olanlardır fakat kendi saptırılmış “Hristiyan” inançlarının şahidi ve şahadetidir bu. Gerçek Hristiyanşahadeti Tolstoy’a göre sadece sevgi, affedicilik ve karşı koymamanın -kesinlikle şiddetin ve nefretin değil- bir şehitliği olabilir.

[6]     Tolstoy tarihçilerin onlara atfettikleri tarihin “büyük adamları”nı suçlamayı kabul etmez – o Napolyon savaşlarında doğrudan Napolyon’un sorumlu olduğuna dair bakış açısını Savaş ve Barış’ta reddettiğini yazmıştır. (Hopton 2000, 28-32; Tolstoy 1993a). Tarihin büyük kötü adamlarının kendi kendilerine kötü olarak nitelendirilebilmelerine inanmaz görünmektedir. Ona göre kötü olan, bu yöntemi yanlışlıkla benimsemiş insane varlığından ziyade yöntemdir.

[7]     Daha sonraki bölüm göstereceği gibi, o daha da ileri gider ve hakiki bir Hristiyan(anarşist) toplumun paralel uygulamalarıyla devletin eskimiş kılınması için çağrı yapar. Bundan dolayı, kamu harcamalarının ayarlanması için bir talebi olmayacaktır. Fakat her bir Hristiyanın devlete itimat etmeksizin bunu onlar için yaparak, insan kardeşlerini sevmeye çaba ve eşit zaman harcamalıdır.

[8]     Tolstoy bunun Oniki Havarinin öğretilerinde söylendiğini bildirir fakat orijinal kaynaklarına dönüp bakmak için bu sözlere dair referans ayrıntısı vermez (Tolstoy 1937a, 250).

Visits: 206

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz