Site icon İtaatsiz

Alman Aşırı Sağında Faşizmin Modernizasyonu ve ‘Ekoloji’ – 2 – Janet Biehl

Bir açıklama:

Janet Biehl’in Ekoloji ve Alman Aşırı-Sağında Faşizmin Modernizasyonu (‘Ecology’ and the Modernization of Fascism in the German Ultra-right) isimli çalışmasının ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Bu makaleyi çevirip yayınlamadaki maksadımız, bugün bize henüz yabancı olan fakat yıllar önce yapılmış, olasıdır ki yakın zamanlarda karşı karşıya kalacağımız bazı tartışmalara önceden işaret ederek, deneyimleri ifade eden bir kısım tartışmaları göz önüne sermek ve ekoloji alanında yürüyen – eğer varsa – tartışmaların tekabül edeceği mecralara işaret etmektir.

Bugün Türkiye’de doğrudan bir Ekofaşist hareket olmasa da Ekofaşizme göz kırpan doğal bir temayülü herhangi bir hareketin içerisinde nüve olarak bulmak mümkündür. Ekoloji fikriyatının modernizmin kalkınma ideolojisine bir yanıt vermesi ve bir yanıt üretmesi temayülleri Sosyal Darwinizm ve post modern zamanların yeni dinleri vasıtasıyla yeni bir faşizmin işaretleri de oluyor. Bugün Avrupa’daki tüm faşist hareketlerin ekoloji ve sosyal politikalar, gay-lezbiyen hakları konusunda bazı açılardan sosyal demokrat partilerden bir farkları yok. Türkiye ile kıyaslanırsa belki bu açılardan daha bir özgürlükçü görülmeleri mümkündür. Fakat faşizmin ekolojiye bakış açılarını başka alanlarda üretmekteler. Bu, yabancı düşmanlığı ve yabancı kültürlere ve göçmenlere karşı düşmanlık olarak ortaya çıkıyor. Modernizmin bir ideolojisi olan hümanizm fikriyatı insan merkezciliği temele alırken doğanın tahribatı ve doğanın ele geçirilmesi meşru bir fikir olarak sorgulanması dahi düşünülmeyen bir durumdu. Bu güne geldiğinde Türkiye’nin ekolojiyi dert edinen siyasal partileri ve hareketleri, bu fikriyatı henüz sorgulamamalarına rağmen ekolojiyi programları içerisine almaktan da imtina etmemekteler. Kalkınma ideolojisi ile ekoloji nasıl bir uyumla ele alınmakta bilemiyoruz. Bir diğer taraftan da insan merkezci bakış açısına reaksiyon olarak ters taraftan türcülükle; insanı tamamen öteleyen ve insandan nefret eden küçük reaksiyonlar ve bakış açılarıyla (ekoloji tartışmaları alanında, günlük yaşamda) karşılaşmak bizim talihimiz olsa gerektir. Zannederim sırf bu yüzden, bizden uzak bir mekânda, sosyal ekolojinin önde gelen düşünürü Murrey Bookchin Re-enchanting Humanity: A Defense of the Human Spirit Against Antihumanism, Misanthropy, Mysticism and Primitivism (Yeniden-büyüleyen İnsanlık: Antihümanizm, Mistisizm, İnsandan Nefret Etme ve İlkelciliğe Karşı İnsan Ruhunu Savunmak) isimli kitabı hazırlamıştı.

Uzun ve tek bir makaleyi beşe bölerek ve kendi açımızdan tasnif ederek yayınlıyoruz. Birinci bölümde ekofaşizmin fikri olarak geldiği yere gönderme yapan çalışmalara daha çok vurgu yapılırken, Almanya ve uluslararası sol düşüncenin kabul etmekten imtina etmediği ve herkesin ekoloji konusunda önemli bir entelektüel olarak saygı duyduğu Rudolf Bahro’nun Völkisch Ruçuluğu ve Alman romantizminden aldığı köklere kadar gidiyordu. Bu bölümde Murrey Bookchin ile Bahro arasındaki kısa bir tartışmanın yansıması var ki bu Bahro’nun düşüncelerinin faşizme nasıl açık olduğunun da ifadesi oluyor.

Üçüncü bölümde derin ekoloji fikriyatının doğrudan Nazizm’den kök alan düşünürlerinden Herbert Gruhl’e temas ederek bir açıklama sunacağız. Sosyal Darwinizm’in fikri olarak fazlasıyla etkilediği ekofaşist düşüncelerin bugünkü tezahürlerini de – Saflık ‘ideolojisi’ diyebiliriz buna – ifşa ediyor.

Dört ve beşinci bölümlerde ise Almanya’da zamanında var olan Faşist ekoloji partileri ve hareketlerini konu alan bölümü yayınlayacağız.

İyi okumalar

Alişan Şahin


‘Karartılmış alanları’ kurtarmak

1980’lerin ortalarından itibaren Bahro’nun, insanlığın ve doğanın ‘kurtuluşu’ için faşizmin ruhani içeriğini kucakladığını ilan etmesi son derece açık olmuştur. The Logic of Salvation’da Bahro şunu sorar, “Gerçekten yeni bir 1933’ten daha fazla kınanacak hiçbir düşünce yok mu?” Var, Hitlerin devlet iktidarına yükselişi. “Ancak bu tam olarak bize ne kazandırır!” Ekoloji ve barış hareketi Alman Nazi hareketinden beri yapılmış ilk halk hareketidir. Bu Hitler’i günahlarından arındırmaya yardımcı olmalıdır [miterlösen].[1] Doğruyu söylemek gerekirse aslında, “Nazi hareketi, diğer şeylerin yanı sıra ekoloji hareketinin bir ön okuması oldu”[2] Almanlar, “Nazi hareketi içinde gömülü yatıyor olabilen olumlu şeyleri arayacak” ve onu ıslah edecek. Şöyle devam ediyor, “Çünkü eğer bunu yapmazsak, bizi geliştirecek olan köklerimizle bağımızı koparmış olacağız.”[3] Bugün Alman karakterine uygun “kahverengi bölümleri” birileri kurtarmalıdır.[4] İşin doğrusu, der Bahro, bugün, “Yeşil bir Adolf için Volk’un derinlerinden bir çağrı var.”[5]

Eleştirmenler Bahro’nun iddiasını kınadıklarında Bahro onları, ‘Hayır, Adolf Hitleri kast etmediği’ şeklinde yanıtlamıştır. Onun Adolf Hitler’i kastettiğini düşünen solcu eleştirmenleri solun, “Yeşil Adolf’un bildiğimiz Adolf’tan bütünüyle farklı biri olabileceğini muhakeme etmek yerine sadece buna korkuyla tepki verdiklerini”[6] gösterir. Fakat Kratz’ın işaret ettiği gibi Bahro’nun kendisi, ‘Yeşil Adolf ile neyi kastettiği konusunda kaçamak davranmaktadır: Belki de kişiselleştirilmiş Führer, belki bir ruhani seçkin ya da belki ruhani algılamalar yoluyla kendimizi gönüllü olarak emrine verdiğimiz, her birimizin içinde var olan içsel kendini bilme halimiz varsayılan bir ‘Yeşil Adolf’tur. Bu kaçamağın kendisi kaygılanılacak bir şeydir. Kratz, Bahro’nun gerçekten de kişiselleştirilmiş bir Führer’i kastettiğine inanır: Bahro bir şeyden dolayı ‘uyuyan imparator’ mitini[7] canlandırır. İmparator Barbarossa’nın Kyffhäuser Dağı’nda uyuduğu ve Führer olarak bir gün geleceği ve Almanya’yı korkunç sıkıntılardan[8] kurtaracağı gibi milliyetçi fikirler – Nazi Führer ilkelerinin temellerinden biridir de.

Bu Führer, Bahro için açık bir şekilde ruhani bir lider olacaktır. İş arkadaşı Jochen Kirchhoff’un bir kitabına yazdığı önsözde Nasyonal Sosyalizmin doğru manevi amaçlara sahip olduğunu tartışıyor: Maddi alanda ‘Alman özü’nü ortaya çıkarmaya çalışır. Bir kere ki o da oldukça şiddetliydi, uygulamada yanlışlıklar olmuştu. Fakat bu bile 1920’lerde olduğu gibi ortaya çıkmasından dolayı sonradan anlaşılabilirdi. Bu ezici materyalizm çağına karşı ilk gerçek manevi isyanı yapmak Nasyonal Sosyalizmin göreviydi. Bundan dolayı Nasyonal Sosyalizmin karşı olduğu Weimer döneminin maddeci düşüncesi, Nazilerin maddi “şiddetinin” – yani kitlesel katliamlarının – gerçek nedeniydi.[9]

“Nazilerin karşı olmasının çok doğru olduğu Weimer modernitesinin materyalistik düşüncesi bugün de ekolojik krize yol açan nedendir,” der Bahro.  Sadece bilincin ruhanileştirilmesinin, biyosferi tahrip eden materyalizmin üstesinden gelebileceğine inanır. Bundan dolayı bugün Almanların bir seçenekleri yoktur fakat “tüm potansiyelimizle hazır olmak” için Nazi hareketinden  “derin güçler”in manevi olarak yardımı alınmalıdır.[10]

Fakat bu tam anlamıyla ruhani bir çaba olmalıdır: Bahro için maddi alanda somut politik direnişin sorumluluğunu almak, negatif ruhaniliğin bir ifadesi, kendi kendine materyalist sekülarizmin bütünleştiren bir bileşenidir. Bugün materyal alanda politikayla ilişkilenenler gerçekten politik olarak Nazilere! benzer. Hakikat, Nazilerin 1920’li yıllarda mücadele etmek zorunda olmalarıydı fakat en azından doğru ruhani fikirlere sahiplerdi diyor Bahro. Fakat “isyan (emperyal durumumuzun şartları altında) faşistçedir. Bu şu demektir, bu hiçbir şeyi telafi etmez.”[11] Eleştirmen Niedenführ’ün işaret ettiği gibi Bahro’nun dinsel muafiyeti böylece ruhaniyeti ve politikayı hiç de sentezlemez; aksine politik eylemi basitçe bertaraf eder.[12]

Bu fikirleri reddeden eleştirmenler The Logic of Salvation’ı faşistçe ya da ‘faşistoid – potansiyel olarak faşist, olarak kınamışlardı. Bahro, “kahverengi hareketin altında yatan direnci aramak” için “ayak direyen” [13] “korkak bir anti-faşizm” olarak yanıtlar bu eleştirileri. Sol ruhaniyetin anlamını reddettiğinden dolayı asla völkisch-otoriter yapıların gerekliliğini göremez ve bundan dolayı ‘Alman özüne’ asla maddi biçim veremeyeceğine inanır. Bahro sonraki kitabı Rückkehr’de ayrıca ekler:

“Toplumsal ve kültürel olarak devrimci olmak isteyen Nazilerin güçlü bir kanadının olduğu öğretici olabilir. Bu kanat sağlamlaştırılmamıştı ve Hitler hareketi yeniden oluşturulmuş Alman kapitalizmine hizmet etmişti. Faşizmin bir tabu konusu olmasına asla izin veremeyiz.”

Belirtilmelidir ki Faşizmin Federal Almanya Cumhuriyeti’nde bir ‘tabu konu’ olması zordur – aksine bu çok fazla tartışılmıştır. Dürüstçe reddedilmesi gereken şey –ve sadece ‘tabu kırılıncaya kadar tabudur – Nazilere sempatidir. Bahro şöyle devam eder:

“1920’lerin sonundaki Nazilerle uyum saylayamayacağım ihtimalini göz ardı edemem. Ve böyle bir soruyu sormaya hazırlıklı olmamız oldukça önemlidir.  Daha sonra ne olurdu derseniz bunu bilemem. 1933’de Nazi hareketini bırakan insanlar vardı, Röhm olayında ışık gören insanlar vardı, bazıları direnişe katıldı, diğerleri idam edildi. Ancak ne yapıyor olabileceğimizi hayal etmemiz gerekmiyor. Böyle bir soruyu araştırmak için hazırdım ve hazırım. Eğer bir halk hareketini biçimlendirmeye ve ekolojik krizin üstesinden gelmeye hazırsak ve derinlerde nelerin geleceğinin gerçekten farkındaysak o halde pek çok şeyle ilgimiz olmak zorunda olacak bunun nedeni o zamanlar temeli kurulmuş ifadelerdir ve bu defa başka daha iyi bir ifade arayışı vardır. Bu devrim yerine sade bir isyan, nefret tepkileri, hepimizin içinde yatan her ne olursa olsun mutsuz mekanizmalara dair eğer hayli büyük bir bilinç varsa iyi gelebilir.[14]

Özellikle bugünün Nazileri, düzenli olarak Almanya’nın kasaba ve şehirlerinde yabancılara saldırırken ve faşist partiler secimde zaferler elde ederken, tabuları yıkmak için cesur bir soruşturma yapıyormuş gibi tavır takınmak insanların kendilerini Nazi -her dönemin en korkunç yazgısı- olarak tasavvur etmelerine izin vermekten başka hiçbir şeye yaramaz.

Bahro’nun kimi dostları onun ‘Yeşil Adolf’unun yeni bir Führer’e gönderme olduğundan kuvvetli bir şekilde kuşku duyduklarını ekler. Mesela Lernwerkstatt’ın öğretim üyelerinden biri olan, 1960’ların Alman öğrenci örgütü SDS’nin eski bir anarşizanı ‘vahşi adamı’ Rainer Langhans bugün şöyle yazar: “Almanya’da ruhaniyetin adına Hitler denir. Sadece ve sadece birazcık daha ileriyle giderseniz ötesine geçebilirsiniz. O zamana kadar yine de siz mirası ıslah etmelisiniz… Bu dışlayıcı anti-faşizm anlamında değil fakat Hitlerin yapmaya çalıştığını daha fazla geliştirmek anlamında.” Ve: “Güya ‘mantıksızlık salgını’ denen şeye karşı engeller inşa eden bu aptal Aydınlanma, bir faşist sendrom olarak gerçekten sadece gülünesidir.” Ve “Tabiri caizse daha iyi faşistler olmak zorundayız.”[15] Lernwerkstatt’ta Bahro’nun bir diğer öğretmen arkadaşlarından biri Jochen Kirchhoff’tur. “Nasyonal sosyalizm, maneviyatta dünyayı iyileştirme teşebbüsünü… Ve politik zemini berbat etmişti.”[16]

Alman Bölünmez Din Topluluğu’nun (German Unitary Religion Community) (DUR) völkisch-ırkçı mezhebinin bir önceki lideri olan Wolfgang Deppert, 1990’ların sonlarında da olsa Prenses Marie-Adelheld Reuss-zur-Lippe tarafından yazılmış bir makalenin dergilerinden birinde yayınlanma iznini onaylamıştı, Deppert, Bahro tarafından Humboldt’taki seminere konuşmacı olarak davet edilmişti. Marie-Adelheld, 1920’lerde gençliğinde ‘Kuzeyli Halka’yı (‘Nordic Ring’) kurmuş ve daha sonra ona, “Benim küçük kız kardeşim,” diyen Üçüncü Reich’ın [Nazi Rejimi] Tarım Bakanı olan Walther Darré’in yakın politik ve kişisel sırdaşı olmuştur. 1973’te aşağılıkça bulunan Die Auschwitz Lüge (The Auschwitz Lie)[17] kitapçığının kötü şöhretli yazarı Thies Christophersen’in yayıncılığını yapmış ve 1985’te Bauernschaft (Peasantry) dergisinin baş editörü olmuştu.  Deppert, Humboldt seminerinde felsefe ve bilim üzerine konuştu.

Fakat konferansta her ne olduysa 21 Kasım 1990’da Murray Bookchin’in görünmesi misafirler için pek iyi olmadı. Bahro, Bookchin’den şu tarz sorular üzerine konuşmasını istemişti: “Tahakkümden ya da ‘ekolojik’ diktatörlükten bağımsızlık, ekolojik tahribatın alternatifi midir?” Bunu Bookchin şöyle yanıtladı, “Bir ‘ekolojik’ diktatörlük ‘ekolojik’ olmazdı. O nihayetinde tüm gezegeni bitirirdi. O ekolojik meseleler adına bir yüceltme, hiper devletleşme, toplumsal kontrol, manipülasyon, insanlığın nesneleşmesi, öz bilincin ve insan özgürlüğünün inkârı olurdu. Bir ‘ekolojik’ diktatörlük kavramlarda çelişki, bir oksimorondur.”

Bookchin sunumunu bitirdiğinde aşağıdaki konuşmalar yapıldı:

Bahro: Bir çeşit ışığı insan doğasının olumlu tarafları üzerine tuttun – dayanışma filan – eğer bunlar doğruysa tekrar ve tekrar egoizmin ve rekabetin içine düşebileceğimiz olanak dışıdır. Siz insan doğasının ağırlıklı olarak olumlu olduğunu düşünüyorsunuz. Fakat ekseriya daha iyi olmaktan ziyade daha kötü sonuçlar vermiştir. Çok daha sıklıkla insan türünün yaratmış olduğu kurumlarda hiyerarşi ve tahakküm var olmuştur. Bunların insan doğasında bir temeli olduğu bir gerçektir.

Rasyonellik, Geist, insanlığın tam gelişmiş kapasitesi hakkında konuşmaya başladığında bu tarafla – “karanlık taraf” – minimum düzeyde yüz yüze geliyorsunuz. Çünkü bu bize tahakküm etmek için verilen kapasitemiz, rasyonelliğimizdir – Geist -. Temel olanla yüz yüze gelmek istemiyorsunuz…

Bookchin: İnsanlığın “karanlık tarafını” görmemezlikten gelmiyorum… Fakat eğer “karanlık taraf” her yerde varsa, o halde kendini en barbar şekilde kurumlardan ifade etmesinin “karanlık taraf”  için zorunluluğu nedir? Baskılar neden var olmak zorundaydı? Neden “karanlık taraf” güç yoluyla, hurafe yoluyla, korku yoluyla ve doğasının en barbar ideolojileri yoluyla kurumsallaşmak zorundadır? İnsanlık tarihinde bir “karanlık taraf” olmadığına dair bir soru yoktur… Fakat “karanlık taraf”a dair biyolojik nedenler bulmak oldukça zordur. Çünkü bu “karanlık taraf” daima hurafe ve propagandaya dayanan ve milyonları zapt etmek için insan aklına dair en kötü şeyleri geliştirebilen güce güvenen bir azınlığın kurumları sayesinde işlemiştir.

Bahro: Fakat bunun doğal temelleri yok mudur?

Bookchin: Bu toplumsal bir temelden ortaya çıkar… Eğer “karanlık taraf” doğalsa, bildiğimiz tüm büyük devrimlerde insanlar nasıl inanılmaz olan soylu bir ruhla patlamışlardı? Onlar güvenmek, ilgilenmek ve hatta efendilerinin dahi acılarını hissetmek istemişlerdi – Efendileri onları baskı altına aldığı zaman, kendi güvensizliği nedeniyle…  Savaşçı toplumlarda bir delikanlıyı bir savaşçıya dönüştürmek için ona acı çektirmek zorundasın. Onu perişan etmelisin. Savaşçılar topluluğunun bir parçası yapmak için onu acı çeken biri yapmalısın… İnsan doğasının “karanlık tarafını” görmüyorum fakat toplumsal doğasını görüyorum.[18]

Bookchin seminerini verdikten sonra Bahro Bookchin’e konuşması için onu bir daha davet etmeyeceğini söyledi.

Bir sonraki sayıda ele alacağımız başlıklar: Sosyal Darwinist ‘Ekoloji’: Herbert Gruhl – Özgürlüğün Toplumsal Bir Ekolojisi

Janet Biehl 

Çeviren: Alişan Şahin

Dipnotlar

[1] Bahro, Logik, p. 346f. See also Robert Jungk, “Sein Kampf: Kritik an Logik der Rettung,” intageszeitung (10 Oct. 1987).

[2] Bahro, Logik, p. 350.

[3] Bahro, Logik, p. 461.

[4] Bahro, Logik, p. 399.

[5] Conversation with Rudolf Bahro, “Die deutschen,”Streitschrift, p. 6, quoted in Kratz, ‘Bahros ‘Grüne Adolfs,” p. 8

[6] Conversation with Rudolf Bahro, “Die deutschen,”Streitschrift, p. 6, quoted in Kratz, ‘Bahros ‘Grüne Adolfs,” p. 8

[7] Bahro, Logik, p. 347

[8] ‘Uyuyan İmparator,’ üzerine bkz. Norman Cohn, The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millennarians and the Mystical Anarchists of the Middle Ages, rev. ed. (London and New York: Oxford University Press, 1970; original, 1961), chaps. 6-7

[9] Niedenführ tarafından özetlenmiş “New Age,” p. 149ff.

[10] Rudolf Bahro, önsöz Jochen Kirchhoff, Nietzsche, Hitler und die Deutschen: Die Perversion des Neuen Zeitalters (Berlin, 1990), quoted in Niedenführ, “New Age,” p. 150

[11] Bahro, foreword to Kirchhoff, Nietzsche, Hitler, quoted in Niedenführ, “New Age,” p. 150.

[12] Niedenführ, “New Age,” p. 150

[13] Bahro, Logik, p. 346

[14] Rudolf Bahro, Rückkehr: Die In-Welt Krise als Ursprung der Weltzerstörung (Frankfurt: Horizonte Verlag/Berlin: Altis Verlag, 1991), pp. 24-25

[15] Langhans’in alıntılarının hepsi Niedenführ’den, “New Age,” p. 146.

[16] Bahro, önsözden Kirchhoff, Nietzsche, Hitler, p. 26, cited in Niedenführ, “New Age,”p. 152

[17]Christophersen ve Holocaust inkârı üzerine, bkz. örneğin, Roger Eatwell, “The Holocaust Denial: A Study in Propaganda Technique,” in Neo-Fascism in Europe, Cheles, Ferguson, and Vaughan, eds

[18] Bu konuşmalar yazarın da bulunduğu bir ortamda Bookchin-Bahro tartışmalarının teyp kaydından çözülmüştür

Devam

Visits: 56

Exit mobile version