Derrida, Nietzsche ve “Şemsiyemi Unuttum”: Yapıçözüm Bir Yorumsama Biçimi midir?
Gadamer’in evrensel hermenotik’i ile Derrida’nın deconstruction’ı metni ya da şeyleri anlamak ve anlamlandırmak için farklı olduğu düşünülen yöntemler. Anlama ve anlamlandırma faaliyeti öznelerde başlayıp bir ötekini hedefleyen ötekini anlamaya ya da yeniden anlamaya-anlamlandırmaya yönelik olmak durumunda… Gadamer’in metodu ve anlayışına yukarıda bir nebze bazı açılardan değinmiş olduk. Gadamer ve Derrida arasında Nisan 1981’de Paris, Goethe Institute’teki karşılaşmalar (soru ve cevaplarla yürüyen bir süreç) yazılan denemelerin sonucuna yorumcular “Olası olmayan tartışma” (İmprobable Debate) olarak adlandırsalar da kanımca Gadamer’in ısrarla bir diyalog içinde olunduğu vurgusu bir açıdan Derrida’nın tezine tartışmanın varolmasından hareketle temelden bir eleştiri olarak alınabilir. “Şemsiyemi unuttum” cümlesi olasıdır ki bir alıntı ya da duyulan ve not edilen bir şeydir ya da Nietzsche burada bir şeyler demek istedi. Olasıdır ki Nietzsche’nin kendi el yazısıyla koyduğu bir işarettir ya da bir şey istediğine dair bir işarettir ya da değildir. Öylesine yazılmış bir cümle olabilir mi? [/blockquote]Herhalükarda daha fazla meseleye girmeden başka bir anlama, yorum çabası olarak deconstruction, Derrida’nın “Mahmuzlar: Nietzsche’nin Üslupları” adlı eserinde görülür.[1] Bu eserde Nietzsche’nin metinlerinde kadın/dişi olanla ilişkisi ele alınmakla beraber, Heidegger’in Nietzschesindeki kadının/dişilin eleştirisini yapar. Nietzsche’nin Yayınlanmamış Elyazmaları’nda geçen bir cümlesi (İngilizce, Fransızca ve Türkçe çeviride “Şen Bilim”’in Fransızca çevirisinde S. 457’de 12,175 nolu fragman olarak geçmekte olduğu belirtiliyor) alıp bir çok şekillerde bir çok anlama gelebileceği belirtiliyor.
“Şemsiyemi unuttum” cümlesi olasıdır ki bir alıntı ya da duyulan ve not edilen bir şeydir ya da Nietzsche burada bir şeyler demek istedi. Olasıdır ki Nietzsche’nin kendi el yazısıyla koyduğu bir işarettir ya da bir şey istediğine dair bir işarettir ya da değildir. Öylesine yazılmış bir cümle olabilir mi? Ya da editörlerin ekledikleri bir not olabilir mi? Editörler bunun anlamını biliyorlar ve söylemiyorlarsa? Bu sadece Nietzsche’de kalan ve asla ulaşılamayacak bir anlama mı haizdir? Ama bu sırra erişmek mümkün olamaz mı? Ve biz de bunun için çalışmaktayız? Hiçbir anlamı da olmayabilir? Bunun Nietzsche’nin cümlesi olmaması da olasıdır. Onun el yazısı olması cümleyi ona ait kılar mı? Bunun gizlenmesi gereken bir kodun parçaları da olma ihtimali göz önünde tutulmalıdır? “Şemsiyemi unuttum” cümlesi basittir ve orada bana ait olan bir şemsiyeden bahsedilmektedir. Burada olan unutma bahsidir. Onu tarif edebilirim ama o artık benim sahip olduğum bir şey değil. Kendime şemsiyemi hatırlatıyorum. Ama artık ona sahip değilim. Onu hatırlıyorum. Hatırladığımı unutamam ama onu unuttum. İhtiyaç hasıl olduğunda ona sahip değilsin ya da sahip olmasan da ihtiyacın var. Hatta bu durumun psikanalitik çözümü de mümkündür. Şöyle devam eder Derrida:
“Şemsiyenin simgesel figürü iyi bilinir ya da iyi bilindiği sanılır. Örneğin, gösterişsiz biçimde örtülere bürünmüş bir fallusun, hem saldırgan hem koruyucu, tehditkar ya da tehdit edilen bir organın erselik çıkıntısını (eperon) düşününüz. Bir iğdiş masası üstündeki bir dikiş makinasında (mach ine a recoudre), bu tür bir alışılmadık nesneyle karşılaşılmaz.”[2]
Bunun metni anlamak için bir hermenotik yöntem olduğu reddedilemezdir ki Derrida buna deconstruction adını verir. Şeyleri anlama çabası metni ve yazarını her şeyiyle anlama çabasıdır. Her şeyi ile anlama fikri Derrida tarafından reddedilse de böyle bir çabayı reddetmek mümkün değildir. Aynı şekilde bütünü anlama çabası Gadamer’de de hedeftir. Ama bunun mümkün olmadığını ufkun sürekli hareket halinde ve değişir olması fikrinden hareketle çıkarmamız mümkündür.
Görülebileceği gibi metin, obje, herhangi bir söz bizim konumuzla ilgili olan vakanüvislerin metinleri, menkabeler, şiirler, beyitler, binalar ya da mimari şekiller, tarihi objeler hermenotik bir gözle değerlendirilebilir. Tarihi vaka ve olguları değerlendirirken bu yöntem oldukça işe yarar ve sosyal olaylar ve tarih ile uğraşanlar için de önemli bir yöntem olarak durur, durmalıdır. Anakronizm sanatta bir şekilde yaratıcılığın bir şekli olarak kabul edilebilir ise de tarih ve sosyal bilimlerde anakronizm bir hastalık – özellikle Türkiye tarihçilerinde – olarak algıları zehirlemekte, anlam dünyalarını zaafa uğratmakta, “hakikatten” uzaklaşmaya neden olmaktadır.
Gadamer’in önyargısız anlamanın mümkün olmadığına vurgusu önyargıların olguların yerini alması anlamına gelmiyor gördüğümüz gibi. Önyargı kültürden ve tarihten gelen öznenin kendisinden, gelenekten kopuk bir şey değildir. O, öznenin ya da yorumcunun olduğu halini işaret eder. Ama yorumların çokluğu ve her yorumcuya göre değişebileceğine işaret eder.
Paul Ricoeur
Fransız tarih yazımında önemli bir yer tutan Paul Veyne’in yapıtı “Comment on ecrit l’histoire”(Tarih Nasıl Yazılır) adlı eserine referanslar vererek tarihin ne olduğuna temas etmektedir. Paul Veyne’e göre ’Tarih’in gerçeğe uygun anlatıdan başka bir şey olmadığı, yaşamsal değil ama kitabi olduğu[3] ve benimsenmiş yazınsal biçimler aracılığıyla, merakın amaçlarına hizmet eden zihinsel bir etkinlik” olduğunu vurgular.
Ricoeur, Veyne’i takib ederek tarihin bir yöntemi olmadığını ama kategoriler teorisi olduğunu söyler ki tarihin yöntemi olmamasını Ricoeur olguların sentezini yapacak kurala sahip olmadığına yorar.
“Eğer tarihin alanı… tamamıyla belirsizse, orada bulunan her şey gerçekten meydana gelmiştir ama birçok yol da izlenebilir. İzlenecek yolları çizme sanatına gelince, bu, bütün yüzyıllar boyunca benimsenmiş değişik biçimleriyle tarih türüne bağlıdır.”[4]
Elbette bu yolların çeşitliliği, yorumcuların izleyebilecekleri birçok yön olduğu anlamına gelir. Farklı yorumcuların bir olguya farklı yorum getirmesi ise başka bir çeşitlilik örneği olarak görülmelidir.
Tarihin yöntemi yoktur fikrinin bildiğimiz birçok tarihçinin düştüğü hatalara da temas etmiş olması önemlidir. Der ki:
“Tarih ne rastlantılarla, ne iktisadi nedenlerle, ne de anlayışlarla, tasarılarla ya da fikirlerle bütünüyle açıklanabilir; bu üç özelliği düzenleyecek kural da yoktur. Bu da, tarihin yöntemi yoktur demenin bir başka yoludur.”[5]
Tarih okuma ve yazımlarında bir diğer problem de Ricoeur’un Veyne’e gönderme yaptığı tabirle geriye dönük ekleme’dir. Bu kavram da temas etmekte olduğumuz anakronizm problemine bir ölçüde temas eder. Ricoeur bunu “Tarihçinin anlatısındaki bir boşluğu bir başka dizilişteki benzer ama eksiksiz zincirlenişi örnek alarak doldurmak amacıyla başvurduğu tümevarımsal bir işlemdir,” diye tanımlar.
“Geriyedönük eklemenin nedensel bir açıklamayı harekete geçirmesi ölçüsünde, açıklama da bu noktada anlama’dan açık seçik biçimde ayrılır. Nedensel açıklamaysa, belgeler bir olayörgüsü sağlamadıkları zaman ortaya tam olarak çıkabilir; böylece geriyedönük bir eklemeyle varsayılan bir nedene kadar gidilmiş olur (sözgelimi şöyle denir: ağır bir vergilendirmeye gitmiş olması XIV. Louis’yi halkın gözünde sevimsiz kıldı)… Geriyedönük ekleme, gerçeğebenzer- olanın dar sınırları içinde belgelerimizin boşluğunu giderebilir.”[6]
Geriye doğru ekleme kimi yerlerde anlamayı kolaylaştırır ve özneyi ifade ederken kimi zamanlarda yorumsamanın ötesine geçerek olay ve olayörgüsünün dışına çıkarak tarih okumanın önüne geçer. Buna benzer vakaları Türk tarihçiliğinin klasiklerinde görmek fazlasıyla mümkündür.
[1] NIETZSCHELERİN ŞÖLENİ, Nietzsche’nin Üslupları, Jacques Derrida, Otonom Yay. Der. ve Çev: Ali Utku – Mukadder Erkan
[2] Jacques Derrida – NIETZSCHELERİN ŞÖLENİ, Mahmuzlar: Nietzsche’nin Üslupları, Jacques Derrida, 178-182, Otonom Yayıncılık.
[3] Paul Ricoeur, Zaman ve Anlatı 2, Tarih ve Anlatı, S. 138, YKY 2009
[4] Paul Ricoeur, Zaman ve Anlatı 2, Tarih ve Anlatı, S. 141, YKY, 2009
[5] Paul Ricoeur, Zaman ve Anlatı 2, Tarih ve Anlatı, S. 142, YKY, 2009
[6] Paul Ricoeur, Zaman ve Anlatı 2, Tarih ve Anlatı, 142, YKY, 2009
Views: 82