“Felsefi olmaya en çok teşebbüs ettiği noktada Bookchin, en zayıf olduğu yerdedir. Bu onun en istekli teorik girişimlerindeki bir durum: onun “politik olan” kavramına vurgusu. Aristo önemli felsefi Dört Nedensellik buluşunu ilan etmiştir, Bookchin ise kendi Üç Alanını ilan eder. Üç sosyal alan arasında dikkatli ve önemli ayrımlar yapmış olduğuna” işaret eder: toplumsal, politik ve devlet. Onun gözünde bu buluş ona “pek çok radikal düşünürün kaçtığı… toplumsal ve devletten bağımsız politik bir alan olduğu” fikri için politika teorisi tarihinde farklı bir yer kazandırmıştır.”
“Tarihin İtici Gücü”
Bookchin bir aşamada “toplumsal değişimi sürdürmek için “tarihsel ‘itici güc’ün”[1] kimliğini sorar. Bir bakıma vatandaşlığın merkeziliği tartışmasında bu soruya zaten yanıt vermişti. Gene de onun özel yanıtı vatandaşların tümünce oluşturulmuş olan toplumsal bütüne yoğunlaşmıştı: “Halk”. Bookchin ortaya çıkan bu “Halk”ı geniş anlamda “karşı kültür” olarak açıklamıştı ve “lokal ve bölgesel koalisyonlara dair konuşmak değil, alternatif örgütlenmeler, teknolojiler, periyodik dergiler, gıda kooperatifleri, sağlık ve kadın merkezleri, okullar ve hatta takas pazarları”nın[2] dahil olabilmelerini şart koşmuştu. Bu görüş açıkçası 1960’ların Amerikan karşı kültürünün görünümünce bazı bakımlarda sınırlandırılmış ve biçimlendirilmişken, özgürleştirici toplumsal değişim için ön şart olarak kültürel yaratıcılığın geniş bir anlayışını yansıtır. Bu onun en büyük gücüdür. Toplumsal dayanışma ve taban örgütlenmelerine dair potansiyeli geliştiren cemaat-yönelimli inisiyatiflerin bir çeşidine işaret eder.
Fakat tıpkı belli bir öz-imaj ayrıcalığından ortaya çıkan problemler – ki onlar herhangi bir biricik “tarihsel itici güc”ün ayrıcalığından ileri gelir – toplumsal yaratıcılık süreçlerinin analitik ya da bilimsel bilgisinin imkansızılığını verir. Böyle bir öznenin pek çok alanda ve toplumsal varlığın örtüşen pek çok seviyelerinde deneyimlenecek olması ihtimal dahilindedir. Bir bakıma bir başkasında “yeryüzü cemaati” olacakken, bir “öznenin” böyle bir tarihsel itici güç olması düşünülebilir. Ek olarak, daha ilerde tartışılacağı gibi alternatifler onun bakış açısında Bookchin tarafından vurgulanandan çok daha büyük özgürlükçü potansiyelleri olan böyle bir özneyi (demokratik işçi kooperatifleri gibi) biçimlendirmeye katkıda bulunmayı önemsizleştirir. Bütünselci bir diyalektik bakış açısından öznenin göreceli bir birliği ve göreceli bir çeşitliliğinin daima olacağı aşikardır. Onun için itici güç asla herhangi bir mekana sahip olamaz. Politik retorik bütünün bir ya da diğer anlarını cisimleştirmek için bir vurguya gereksinebilirken, politik düşünce fenomenin karmaşıklığını teorize etmek ve tanımak zorundadır. Bookchin’in kavramı bu toplumsal çeşitlilik-içinde-birliği yakalama teşebbüsü açısından ciddi anlamda kusurludur.
Önde gelen tarihsel itici güç olarak “Halk” fikrinde Bookchin’in bu rol için geleneksel solcu bir tercih olan işçi sınıfını (ya da diğer belli ekonomik tabakaları) eleştirisi esastır. Diğer anarşistlerin yanında Bookchin toplumsal dönüşüme dair bu ekonomi anlayışını kıran pek çok Marksist ve diğer sosyalistlerden çok daha ilerideydi. Gerçekten de post-modern Marksistler ve diğer güncel solcular şimdi değişimin önce gelen öznesi olarak görülen tahakkümün kurbanları ve ezilen grupların dualarını incelediklerinde otuz yıl öncesinin Bookchin’i gibi çok daha fazla ses veriyorlar. Bookchin haklı olarak kendi düşüncesinin mevcut teorilerin pek çoğundan üstün olduğunu iddia edebiliyor. Solcu mağduriyet halleri sıklıkla tutarsız ve ihtilaf çıkarıcı “kimlik politikaları” içinde çürümekteyken, onun “Halk” fikri çokluk-içinde-birliği belli bir seviyede kurar.
Fakat muhtemelen Bookchin ve işe bakın ki kimi çağdaş sosyalistler de ekonomik sınıf analizinin rolünü önemsizleştirmede çok ileri gittiler. 18. Yüzyılda “’Halk’ hayali bir kavramdı”. Şimdi çeşitli “ekoloji, feminizm, cemaatler ve mahalleye dair yurttaş sorumluluğu gibi sınıf ötesi konular”a[3] dair bakış açıları ile bir gerçekliktir. O böyle bir kaygının sınıf ötesi doğası ve genele bu vurgusundan haklıdır. Onların genel bir niteliği olmasından dolayı konuların hem sınıf hem de sınıf ötesi konular olduğu oldukça net görünüyor. Toplumsal cinsiyet, etnik kimlik ve diğer mevzularda bahsetmeksizin ekonomik sınıfla ilişkinin oldukça özel anlamı vardır. Çevresel adalet ve çevresel ırkçılığın eleştirisine dair büyüyen kaygılar bunu artarak görünür kılmıştı. Radikal bir hareketin bir konunun sınıf (etnik, toplumsal cinsiyet ve kültür boyutlarının yanında) boyutlarına gönderme yapmaksızın sorunu somut detaylarıyla anlaması başarısız olacaktır ve konuya samimi bir şekilde ilişkilenmiş olanlarla etkin bir şeklide iletişim kurmak ve daha önemlisi onlardan öğrenmek yeteneğini yitirecektir. Bookchin’in toplumsal tahlillerinin ne Amerika ne de küresel toplumda sınıfın evrimine dair söyleyeceği hiçbir şeyinin olmadığı bir hakikattir. Hakikaten Bookchin’in sınıf tahlilinin eskimişliği ile işçi sınıfına dair klasik kavramlarının eskimişliği birbirine naifçe denk gibi görünüyor.
“Halk”, Bookchin tarafından toplumsal dönüşümün itici gücü ve tarihin ortaya çıkan öznesi olarak tanımlanırken, aynı zamanda başarılı şekilde biçimlendirmesi için esas olan bu geniş kategori içinde özel bir grubu ifade eder. Bundan dolayı etkin bir güç olmanın en güçlü anlamıyla, “devrimci bir dönüşüm”ün “öznesi” Bookchin’e göre böyle bir dönüşümü daima “katalize etmek için” gerekli olan “radikal bir aydınlar sınıfı” olacaktır.[4] Bir liberter belediyecilik hareketini yönlendiren, teorik olarak sofistike aktivistler olmaları hariç, böyle bir aydın sınıfının mizacı bütünüyle net değildir. Muhtemelen, tarihsel olarak bir vaka olmasından hareketle, buna devrimci fikirleri yaymaya yardımcı olan çeşitli kültürel ve entelektüel alanlardaki insanlar da dahildir.
Bookchin gelişmiş politik taahütler ve teorik zemininde oldukça büyük bir insan kesimi için bir toplumsal dönüşüm hareketine ihtiyaca vurgu yapmakta kesinlikle haklıdır. Gene de toplumsal eleştiri ve politik programlara oldukça güçlü bir şekilde vurgu yapan pek çok liberter belediyecilik literatürü böyle hemen hemen sadece bir grupta yönlendirilmeye uzak gibi görünür. Dahası, etkili toplumsal eylem için başat önşartın Bookchin’in teorik durumuna sadakat ve bilgi olduğu farzedilmiştir. Toplumsal dönüşüme Bookchin’in teorik ve örgütsel yaklaşımını yansıtan bu ideolojik odaklanma geniş-tabanlı toplumsal ekoloji hareketini kaçınılmaz olarak engelleyecektir. Bu, geliştiği kadarıyla onu daha geniş bir halk kitlesine bağlayan çeşitli bir entelektüel çevreye ihtiyaç duyar. Özellikle Bookchin – artarak tasavvur, psikolojik boyut ve “maneviyat”ın herhangi biçimine dair kuşku duyması gibi – akla dair algısını daraltmış olarak büyük bir olasılıkla sadece az sayıda, oldukça politize olmuş entelektüelin ilgisini çekmiş olan toplumsal ekolojinin bir çeşidini kurar. Toplumsal ekolojinin çokluk-içinde-birlik vaadine rağmen, toplumsal dönüşüme yaklaşımı kendini sözlü olarak ifade etmenin çeşitliliği üstünde ideolojik birliğe vurgu yapar. Eğer radikal demokrasi için hareketin içindeki “radikal aydınlar sınıfı”na önemli sayıda şairler, yaratıcı yazarlar, sanatçılar, müzisyenler, çeşitli profesyonel ve teknik alanda çalışan özenli insanlar dahil ise, toplumsal-dönüşümcü pratiğe dair daha geniş bir vizyon zaruridir.
Ayrıca, henüz bahsedilmiş olan en geniş anlamda dahi radikal bir aydın sınıfının rolüne ağır vurgu, entelektüel olmayan tarafından kültürel yaratıcılığın oldukça önemli olan itibarını gölgeleyerek tehdit eder. Buna küçük kültürel kurumlar, toplumsal kooperatif uygulamalari, kişi ve aile yaşamında dönüşmüş ilişkiler dahildir. Toplumsal ekolojinin hiyerarşik olmayan ilkeleri kişiyi, geleneksel ya da yeni gelişen toplumsal kurumların biçimlendirilmesine, çok sayıda insanın katkı sunduğu ince tarza itinalı bir dikkat göstermeye götürmelidir. Bookchin kendisi komüniter grup, kurum ve çeşitli kooperatiflerden oluşan bir “karşı kültür”ün ortaya çıkışını açıklarken böyle bir faaliyetin öneminin farkındadır. Bundan dolayı oldukça mühim olan “’Halk’ın yeniden ortaya çıkışını”[5] destekler. Aydınlar sınıfı ve “tarihin öznesi” ünvanı verilmiş olan bütün bu gelişen kültür neden net bir şekilde açıklanmamıştır. Böyle bir kültürde katılımcılarının çoğunun Bookchin’in felsefesinin ilkelerinde sağlam bir zemine sahip olma ihtimalinin olmadığı olgusu cevabından yattığından şüphe duyulmalıdır. Tarihin gerçek öznesi, bu bakış açısına göre, kesinlikle böyle bir ideolojik temel gerektirir.
Toplumsal Var Oluşun Zemini Olarak Belediye
Tüm tarihsel dönüşüm sürecinin hedefi elbette liberter belediyedir. Bookchin, belediyeyi sıklıkla temel politik ve gerçekten de temel toplumsal gerçek olarak tarif eder. Örneğin “daha kurumsal kavramlarla tasavvur edilirse, belediyenin özgür bir toplum, toplum olduğu kadar birey için de indirgenemez bir zemin”[6] olduğunu iddia eder. Hatta daha çarpıcı olarak o, belediyenin “konfederasyon, karşılıklı dayanışma, vatandaşlık ve özgürlük gibi başka her şeyin ortaya çıkması gereken… politik yaşamın temel birimini şekillendiren canlı bir hücre”[7] olduğunu söyler. Belediyenin merkeziliği iddiası ulus-devlette mensubiyeti pasif ve güçsüzleşmiş kimliğin başarılı bir şekilde yerini alabilen özgürleştirici bir politik kimliğe dair bir yanıttır ve tüketicinin ahlaki olmayan kimliğinin yerini alabilen ahlaki bir kimliktir. Bookchin için belediye gerekli olan politik ahlak ve vatandaş erdemlerinin olduğu bir arenadır. Zengin bir politik kültürde bereketli bir şekilde çiçeklenip en sonunda başarılan ve filizlenmeye başlayabilen bir şeydir. Özgür cemaate dair bu görüş bazı bakımlardan oldukça ilham vericidir.
Belediyeciliğin neden temel toplumsal gerçeklik olduğunun düşünülmesi gerektiği gene de net olmaktan uzaktır. Bookchin aslında çeşitli kurumlar ve varoluş alanlarınca paylaşılan toplumsal yaşamda belediyeye bir rol atfeder. Toplumsal varoluş için merkezi olan bireysel yaşam alanına vurgu yapan sadece bireysel ve kamusal yaşam arasındaki bir bölünmeyi öngören modern toplumların egemen dualistik ideolojileri değildir. Pek çok anarşist ve ütopyacı temel toplumsal ya da politik olarak yakın ortak amaca yönelik grupları, aile gruplarını ya da komünal olarak yaşayan grupları en samimi kişisel alan olarak alır.[8] En radikal olanlar da dahil (örneğin Reich’in klasik Faşizm değerlendirmesi ve Kovel’in yakın zamanlarda yapmış olduğu kapitalist toplum analizi) pek çok eleştirel toplumsal tahlil – kişisel boyut ve politik değerlerde dahil – değerlerin ve şahsın şekillenmesinde çeşitli kurumsal alanlar arasındaki diyalektiğin önemine işaret eder.[9]
Bookchin’in yaşamımız için en temel olması gereken şeylere dair kendi reçetelerini ifade etmek için betimleyici bir lisan kullandığı farz edilebilir. O, gene de, bunun kimi zaman varolan toplumsal gerçeklikte kendi politik normlarını temellendirmek için açık bir teşebbüs olduğunu savunur. Belediyeciliğin önceliğine dair tezinde belediyenin “bireyin oldukça doğrudan bir şekilde uğraşması gereken kişisel yaşamının dışındaki bir alan” olduğunu ve bu kentin “toplumsal bir varlık olarak ihtiyaçlarımıza cevap vermek için dostlar ve aile alanının ötesinde, uğraşmak zorunda olduğumuz ve yüz yüze kaldığımız en yakın çevre olduğunu”[10] iddia eder.
Bu ifadeler, her şeyden önce gerçekten ailenin önceliği ve belki de, toplumsal yaşamdaki ortak amaca sahip gruplar ve sadece sonraki en önemli yaşam alanı olarak bilinen bir kent için bir iddia gibi görünüyor. Fakat gerçekten bu geniş programın ötesinde kentin “doğrudanlık ve yakınlığına” dair analizi dikkate değer anlamda yüzeyseldir ve diyalektik olmayan bir şey gibidir. Öncelikle, bireylerin diğer kurumlardan (aile ve arkadaşları dışında tutsa dahi) ziyade bir şekilde belediye vasıtasıyla daha “doğrudan” bir yolla ilişkili olduğu doğru değildir. Modern toplumda milyonlarca birey, televizyon alıcıları, radyolar, gazeteler ve dergiler yani kitle iletişim araçlarıyla daha doğrudan ilişkilenmektedirler.[11] Belediye bu doğrudan deneyim için müphem bir arkaplana sahip olarak kalır. Elbetteki belediye daha fazla doğrudan deneyimin yer aldığı bir bağlamdır. Fakat bir dizi büyük bağlam daha var: politik alt-bölümlerin bir çeşidi; çeşitli doğal dinler; ulus-devlet; toplum; yeryüzü.[12] Hoşnut olmanın başka herhangi bir kaynağına güçlü bir aykırılık içinde “belediyecilik” tarafından “toplumsal varlıklar olarak” özel olarak hoşnut eden çok az ihtiyaç vardır.
Bookchin geleneksel şehir planlamasında yer alan “burjuva şehri”nin “şeyleşmesi”nin çeşidiyle ilişkili olarak anlaşılır şekilde bunlara benzer noktalara dikkat çeker. “Toplumsal şartların üretmiş olduğundan farklı olarak şehre otonom bir varlık olarak davranmak”, “başka faktörler tarafından şekillendirilmiş ve kendi şartları içinde bir habitatı nesneleştirmekte ve izole etmektedir. Şehrin fiziksel yapısının arkasında sosyal topluluk yatar ki bunlar onun çalışma günlerindeki yaşamları, değerleri, kültür, aile ilişkileri ve kişisel bağlarıdır”[13] Bu benzer çeşit diyalektik analizi liberter belediyeciliğe uygulamak önemlidir ve bundan dolayı o daha da fazla gelişmelidir (bakış açısının kesinliği süreç içinde olumsuz olsa dahi). Kent ya da belediye diğer toplumsal bütünle karşılıklı ilişki içinde olan seçmenlerin toplumsal bütününün oluşturduğu sosyal bir bütündür ve daha da büyük toplumsal bütünün bir parçasını biçimlendirir. Bunu toplumsal olandan ayrılamaz olan tabii bütüne ekleyerek ve ardından tüm bu bütünler arasında ve onların diğer çeşitli bölümleri arasında ortak belirlenimleri dikkate alarak bir diyalektik toplumsal ekoloji analizinin karmaşıklığını görmeye başlarız. Böyle bir analiz çeşitli derecelerdeki yakınlıkla (doğrudan ilişki anlamında – çn – ) karşılaşmış olmamızın ne demek olduğuna ve çeşitli derecelerdeki ihtiyaçlarımızın karşılanması için çeşitli derecelerdeki doğrudanlıkla ilişkilenmenin ne olduğuna dair tutarlı bir değerlendirme yapmamıza olanak sağlar. Bu diyalektik karmaşıklık kesinlikle Bookchin’in dogmatik toplumsal ekolojisinin neden basit ve katı kategoriler vasıtasıyla örtbas ettiğinin araştırılmasıdır.[14]
Toplumsal ve Politik Olan
Felsefi olmaya en çok teşebbüs ettiği noktada Bookchin, en zayıf olduğu yerdedir. Bu onun en istekli teorik girişimlerindeki bir durum: onun “politik olan” kavramına vurgusu. Aristo önemli felsefi Dört Nedensellik buluşunu ilan etmiştir, Bookchin ise kendi Üç Alanını ilan eder. Üç sosyal alan arasında dikkatli ve önemli ayrımlar yapmış olduğuna” işaret eder: toplumsal, politik ve devlet.[15] Onun gözünde bu buluş ona “pek çok radikal düşünürün kaçtığı… toplumsal ve devletten bağımsız politik bir alan olduğu”[16] fikri için politika teorisi tarihinde farklı bir yer kazandırmıştır. Bookchin’e göre toplumsal ve devletçi alan bugünün toplumunda varolan hemen hemen her şeyi kapsar. Devletçi alan devletin işlemesi yoluyla – onun adlandırmayı sevdiği şekliyle “devlet idaresi” – tüm kurumları ve faaliyetleri içine alır. Toplumsal “politik olan” hariç, toplumda bulunan başka her şeyi içerir. Son kategori “kamu alanında”ki faaliyetleri kuşatır. Bu alanı “kavramın Eski Yunanca anlamıyla politika ile” tanımlar.[17] O bununla kendi önerdiği liberter belediyeci sisteminin kurumlarını ve çeşitli derecelerde – tarihin belli noktalarında ortaya çıkmış olan farklı “özgürlük biçimi” – öncülerini kasteder. Bu “dikkatli olarak fark edilebilir” olan alanı idrak etmekte zorluk çekenler için Bookchin “toplumsal ekoloji temelinde yeni bir politika yaratmada insanların oturma odalarında, yatak odalarında ya da bodrumda ne yaptıkları ile değil, kamu ya da politik alanda insanlar ne yapar sorusu ile ilgileniyor”[18] olduğumuza dikkat çeker.
Bu ifadede istemeden yapılan önemli bir hiciv vardır. Bookchin görüşlerinin etkilerini kavramış gibi görünmezken – bunun manası geleceğe dair beklentimiz ne olursa olsun – insanların bir yerlerde ne yaptığına dair şu an için kaygılanmamalıyız. Bundan dolayı politik alan herhangi bir anlamlı seviyede var değildir. Zamanı henüz gelmemiş olan politik fikirlerin manevi alanda varlığını sürdürmesi hariç, “politik olan” Bookchin’in küçük liberter belediyecilik hareketinde bulunmaktadır. Aslında açık konuşmak gerekirse, kamu gücünün herhangi bir gerçek uygulamasından nasıl uzak olduğunu dikkate alan bir “kamu alanı”nı dahi oluşturamıyor. Bundan dolayı Bookchin’in malum diyalektik hareketinin politik olanı “onun niteliğini değiştiren” herkese karşı kahramanca savunması onu başka bir şeylerin “içerisinde çözer” vb., varolan toplumda anlamlı bir kategori olarak politik olanın etkili bir şekilde ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanır.
Aslında Bookchin’de “toplumsal” ve “politik olan”ın değerlendirmesinde göze batan başka bir tezat var. O “onlar toplumsal alanı bırakıp kamu alanına girdiklerinde kesinlikle pek çok bireyin doğrudan meşgul olduğu şeyin belediye”[19] olduğunu gerçek kılma (ki “tarihsel bir perspektifin bir nebzesini de” göstermeyi ilan eder) umudundadır. Fakat onun idealize ettiği “Helen politikası” olarak oluşturduğu “kamu alanı” dediğinden dolayı, en azından şu söylenmelidir: gerçekten de “pek çok bireyin” gerçek-dünyada politik olarak ilişkilenmiş olanları bulması oldukça zor olacaktır. Bunun yerine onlar “toplumsal” ve “devletçi” olanları bulurlar ki gerçekten-varolan-belediyenin Bookchin’in korktuğu gibi sadece teorisyenler tarafından değil elbette tarihin kendisi tarafından zaten hali hazırda yok edilmiş olduğunu göreceklerdir. Bundan dolayı Bookchin “toplumsal”ın geniş alanında bir yerlerde ya da belediye politikasına egemen olan varolan devletçi kurumlarda, bir “kamu alanı” bulmaya istekli olmadığı sürece, insanların büyük çoğunluğunun “girmek” için bir “kamu alanı” olmayacaktır.
Böyle bir tasavvur onun konumunun saçmalığını gösteriyor. Onun teorik çıkmazı gerçekten bundan da kötüdür. Belediyenin pek çok insanın “doğrudan ilişkilendiği” bir şey olduğunu iddia ettiğindendir ki belediyeyi toplumsallığı açısından tanımlanmasından dolayı mahkum olur – bu onun kaçınmayı en fazla istediği şeydir. Gerçekten de teorik netlik anında o kendi durumunu çürütmeye başlar. “Şüphesiz ki belediye genellikle toplumsal yaşamın büyük bir kısmının varoluşsal olarak yaşandığı – okul, iş, eğlence, yürüme, bisiklete binme ve kendi kendini oyalama gibi başka zevklerin olduğu – bir yerdir.”[20] Bookchin bu listeyi onun “toplumsal”ın alanına düşecek “belediyesi”nin merkezi konumu adına hatırlayabildiği hemen hemen her şey için önemli ölçüde genişletebilir. Gerçekte-varolan-belediye onun “toplumsal” alanında baskın olarak yer almış görünür ve bu iddia bundan dolayı bu alanın merkezi olmasının bir kanıtı olur. Dahası, “toplumsal” alana düşmeyen, var olmayan “politik olan”dan ziyade aslında varolan “devletçi” olanda yatmalıdır. Onun (temelsiz) argüman üretme biçimi devletle “gerçekten doğrudan anlaştığımız”ı göstermek için eşit bir dehayla kullanılabilirdi. Onun listelemiş olduğu bir belediyede bulunan tüm fenomenler kimi ulus-devletlerde de yer alır. Gerçekten de bu anarşistin tezi devletçiliğin savunulmasında daha da etkili olarak iş görür. Hatta kişi yürür, bisiklete biner ve “kendi kendine eğlenir”se vs. de bir belediyenin dışında kişi kendini kaçınılmaz olarak ulus-devletin hemen hemen içinde bulur.[21] Bookchin’de öncüllerinin sonuçlara götürmediğine dair müphem kimi farkındalıklar vardır. Belediyenin çeşitli toplumsal boyutlarını listeledikten ve argümanlarının etkilerini kavramaya başladıktan sonra bunların hepsinin “yaşamın biricik alanında onun farklılığını silmediğini”[22] söyleyip fark ettirmeden reddeder. Fakat bu elbette tartışmada asıl nokta değildi. “Politik olan”, kamusal alan ve insan deneyimi ilişkisine dair Bookchin’in asli iddialarının her birini reddederken, “yaşamın biricik alanı” olduğu ve belediyenin “ayırdedici olduğu”na dair onun zararsız önermesini kabul etmek tamamen tutarlıdır.
Bookchin’in toplumu keskin bir şekilde tanımlanmış olarak bölmesine dair tüm projesi onun diyalektik düşünceye adanmışlığına açıkça ters düşer. En temel diyalektik kavramlardan biri bir şeyin hem kendisi, hem de tersi olduğudur. Gene de bu, Bookchin’in bir ihtimal olarak kesinlikle bir miras olan bir fenomenden diyalektikçilerin “çıkardıkları” oldukça muhafazakar bir anlayışı tercih ederek asla hatırlamadığı bir çeşit diyalektik ilkedir.[23] O dogmatik olmaktan ziyade otantik bir diyalektik düşünür olsaydı, toplumu (ya da herhangi bir gerçekliği) farklı alanlara yerleştirir yerleştirmez her alanın, fark edilebilir olanlara bağımlı ve bağlı olabilen her alandaki yollarını dikkate alırdı. Bu münasebetle böyle bir anlayıştan yoksun küçümseme ile savdığı bu farklılığı, bir çeşit ortak saptamayı ima eden etkin bir anlamda en azından “farklı olmak” kavramını kabul ettiklerinden dolayı post-yapısalcı teorisyenler Bookchin’den daha diyalektiktirler. Bunun için de onlar herhangi bir göstergenin anlamının tüm anlamlar sisteminin bir fonksiyonu olduğu Saussurecü dilbilim anlayışı ile çalışırlar. Diğer taraftan Bookchin’in bu bakış açısı, basitçe şeyler neyse odur ve ne değilse o değildir gibi diyalektik olmayan bakış açısı ile dogmatiktir ve onun bu katı ayrımını sorgulayan herkes tehlikeli bir relativist ya da bir aptaldır.
Gunderson, The Environmental Promise of Democratic Deliberation (Demokratik Muhakemenin Çevresel Vaadi) adlı eserinde Bookchin tarafından dogamatik olarak ele alınan sorunları ele almak için daha diyalektik bir bakış açısına nasıl sahip olunabileceğini tartışır. Gunderson, Bookchin’in liberter belediyeciliği için en önemli tarihsel paradigma olan Atina demokrasisinin temel bakış açısı üzerine düşünmenin anlamını dikkate değer bir teferruatla tartışır. Demokrasinin resmi kurumları meclis, mahkeme ve konsey gibi açık “politik olan” biçimlerden meydana gelirken, eğer müzakerenin rolü gerçekten anlaşılırsa, “politik olan”ın bu kurumların dışında da mevcut olduğu görülmelidir iddiasındadır. Gunderson “oldukça katılımcı demokrasilerini çalıştıran müzakerelerin pek çoğunun meclis, konsey ya da mahkemelerde değil, bu yerlere bitişik olan halkın toplandığı meydanlar ve agoralarda yapıldığını”[24] iddia eder. Tanımlamanın büyüsü vasıtasıyla dar bir alanın içinde politik olanı sınırlandırma teşebbüsü sadece diyalektik olarak düşünmeye başlanmasıyla değil, aynı zamanda onların tüm ortak saptamalarla gerçekçi tarihsel fenomenin dikkatli bir şekilde sorgulanmasıyla da başarısız olmaya mahkumdur. Bookchin’in diyalektik olmayan bakış açısı benzer şekilde onun teorik analizlerini sakatlar. Onun politikasını başarısızlığa mahkum eder. “Politik olanın” dönüşümüne dair olasılıklardaki biçimin sistematik olarak belirsizleştirmesi onun sadece “toplumsal” olarak reddettiği alanların derin politik boyutlarına bağlıdır.
Bookchin, toplumsal ve politik olana dair diyalektik olmayan bakış açısını Yunan tarihi ve Aristotales’in politikasına dair tartışmada ortaya kor. “Toplumsal ve politik olanın iki dünyası, ikincisi birinciden sonra, ortaya çıkar. Aristotales’in polisin ortaya çıkışına yaklaşımı kesinlikle gelişmeye yöneliktir… Polis toplumsal ve biyolojik kısmın büyümesinden, olası ve gizli bir alanda, oluşan politik bir bütünün doruğudur. Aristotales’in özneyi işleyişinde aile ve köy kaybolmaz fakat bunlar polisin daha dolu ve daha tamamlanmış muhiti yoluyla kuşatılır.”[25] Burada Aristotales’in düşüncesinde iki unsur var fakat Bookchin vurgulayarak diyalektik olmayanın tarafında yer alır. Aristotales’inki politik olanla toplumsal arasında keskin bir ayrımı onardığı ölçüde, düşüncesi Atina toplumunun kurumsal yapısında kökü olan hiyerarşik dualizmi yansıtır. Ev bir köle ekonomisi ve ataerkil bir otorite üstüne kurulduğundan dolayı, o eşitler arasındaki serbest etkileşimin bir alanını, politik olanın alanını oluşturamıyor. Aristotales’deki bu dualistik, hiyerarşik boyut kesinlikle Bookchin’in en severek başvurduğu tezdir.
Diğer taraftan Aristotales’in düşüncesinde aslında halen kendinin, ailenin ve köyün gerçekleşmesi olarak hiyerarşik ideolojiyi (“yöneten kısım” kavramında ifade edilmiş olduğu gibi) tasavvur etmek yoluyla belirlenen daha da diyalektik bir unsur vardır. Aristotales, polisin “doğa tarafından var olan birleşmenin tamamlanması” olduğunu söyler ve “doğanın düzeninde aile ve birey önce gelir” çünkü “bütün kesinlikle [doğada] parçadan önce gelir.”[26] Bu düşüncede içkin olan toplumsal ve politik olanın birbirinden ayrılamaz doğasıdır. Daha sonra diyalektik düşünce bu ikinci unsuru daha radikal olarak geliştirmişti. Otantik olarak bir diyalektik analiz, politik olan boyut toplumda ortaya çıktığında gerçekleşir, kendini ayrıcalıklı bir alana koymak için geri kalan toplumsal dünyadan kendini ayrı tutmaz. Gerçekten de toplumsal bütün geliştiğinde, Bookchin’in “toplumsal” (özgürlükçü, otoriter ve hatta totaliter bir yön alabilen süreç) dediği şeyin pek çok açıdan politikleşmesi ve dönüşümü vardır. Bu süreci Hegel’in yorumlamasında ise devlet, toplumun her çehresinin dönüşmesini ve onun yerine getirilmesini sağlayarak toplumun tamamen gerçekleşmesi olarak ortaya çıkar.
Hegel’inkinden daha az ideolojik fakat eşit derecede diyalektik olan (eğer politik olanı cemaatin amaçları olarak kendi iyiliği için kendi kaderini belirleyen, öz bilince sahip olarak alırsak) politik bir anlayışta, herhangi bir alanda politik olanın ortaya çıkışı önceden varsayılarak ve onun diğer alanlarda ortaya çıkışını ima ederek de anlaşılacaktır. Diğer taraftan Bookchin’e göre politik olan otonom bir alanda kalır ve toplumun diğer alanları da sadece bu alanın içinde (üretimin belediyeleştirilmesinde olduğu gibi) kelimenin gerçek anlamıyla özümsenmesi yoluyla politikleştirilebilir. Politik olana bu diyalektik olmayan yaklaşım Bookchin’in toplumsal dönüşüm anlayışında; soyut, dogmatik ve idealist gelişiminde esastır.
Çev. A. Şahin
İtaatsiz.org’un notu: John Clark’ın bu makalesinin kimi problemlerden arındırılmış hali “Impossible Community” adıyla yayınlanmış olan kitabının içinde “Beyond the Limits of the City: A Communitarian Anarchist Critique of Libertarian Municipalism” başlığıyla yayınlanmıştı. Bizim çevirdiğimiz metin internet ortamında bulunan ve İngilizcesine herkesin ulaşabileceği metindir. Düzeltilmiş metin değil de bu metni yayınlamamızın nedeni eski metnin hali hazırda çevrilmiş olmasıydı. Ayrıca “Impossible Community” kitabı anarşist kitaplar da yayınlayan bir yayınevi tarafından çevrilmeyi ve yayınlanmayı bekliyor.
[1] Murray Bookchin, The Last Chance : An Appeal for Social and Ecological Sanity (Burlington, VT : Comment Publishing, 1983), s. 48.
[2] Age.
[3]Bookchin, Remaking Society, s. 173.
[4] Murray Bookchin, The Modern Crisis (Philadelphia : New Society Publishers, 1986), s. 150–51.
[5] Age.
[6] Bookchin, The Rise of Urbanization, s. 249.
[7] Age., s. 282
[8] Bookchin, Liberter Belediyeciliğin “Clark’ın duyarsızca öznelleştirdiği kelimeyi kullanırsak, çok “samimi” olmayan – kamu yaşamının doğrudan alanı olduğu”nu bu ifadede yorumlar (“Comments,” s. 193). “duyarsızca öznelleştirilen kelime”nin ne olduğu muhtemelen Bookchinci dilbilim analizinin gizemlerinden biri olarak kalacaktır. Net olan şey, aslında belediyenin “en samimi” alan olduğunu hiç bir yerde iddia etmedim ve ne de Bookchin’in böyle yaptığını ima ettim. Fakat benim iddialarımın yanlış sunulması onun politikasını sorgulamış olduğum şeyleri beyan etmesine bir diğer fırsat vermiş oldu: yani sistematik olarak kültürel ve psikolojik meditasyonlarını göz ardı etmesi yoluyla idealist ve diyalektik olmayan bir şekilde “doğrudan” olarak sunulanı alarak “kamu yaşam alanını”nı koyar.
[9] Bkz. Wilhelm Reich, The Mass Psychology of Fascism (New York : Simon and Schuster, 1970) ve Joel Kovel, The Age of Desire (New York : Pantheon Books, 1981). Kovel’in analizi bireysel benlik, aile, üretici ve tüketici ekonomik kurumlar, devlet ve teknolojik sistemler arasında karmaşık olan diyalektiğin eşsiz bir değerlendirilmesidir. Bookchin’in alışkanlıkla yaptığı ve onların fikirleri üstüne kendi dualistik kategorilerini tasarladığında eleştirileri yanlış yorumladığı gibi, herhangi bir psikolojik ya da kurumsal alana ayrıcalık vermek yanlış olurdu.
[10] Bookchin, Remaking Society, s. 183. Vurgular eklenmiştir.
[11] Bookchin’in bu açıklamaya yanıtın yanlışlığını kanıtlamak için acele etmesinden metni oldukça kötü bir şekilde yanlış okuma eğilimini ortaya çıkarır ve daha anlamlı olarak bir defa daha onun idealist yaklaşımını gösterir. Bookchin’e göre “tarihsel-uygarlaştırıcı alanın bu indirgemesi ‘en doğrudan televizyon setleri, radyolar, gazeteler ve dergiler ile’ – ki bunlar şüphesiz görkemden yoksun değildir – uğraşan bireylere esasen şehir vasıtasıyla sunulur. Özgür ya da gitgide özgürleşen vatandaşların sivil alan ya da politik alanda sahip olabildiği ilişkiyi kitle iletişim araçları ile eşit bir düzlemde “ilişkimize” indirger. (“Comments,” p. 160.) Okuyucu gerçek, varolan insan varlığının “doğrudan halledeceği” gerçek referansa dikkat edecektir. Ben insanın toplumsal dönüşüm için işleyen bir sürecin üstesinden gelmeye mecbur olduğu çağdaş toplumda bilincin asli şekillenmesine gönderme yapıyorum. Bookchin soyut bir “tarihsel-uygarlaştırıcı alan”ı hatırlayarak yanıt verir ki tüm ilham veren nitelikleri asli kültürel değerler ve asli toplumsal pratikler vücut gelmezse onu politik olarak pek hesaba katmaz. Aksine oldukça özel olarak “ihtişam”ını korur: buharlaşan ahlaki idealler tarihsel gerçeklikle alakasızdır. İkincisi Bookchin’in ideal dünyasında insanların sahip oldukları “eşit bir düzlem”i onların aslında gerçek dünyalarında olduğuna dair ilişkileri yerleştirerek beni suçlaması Bookchin’in idealizmini daha da açık kılar. Elbette ben bunu savunmadım. Gerçekte ise, ben gelecekte kavranabilecek olanın olasılığını aslen-varolan kültürel gerçeklikler ve Bookchin’in idealist tasavurunu şu anda onun tasavurunda “olması muhtemel” “olan” gerçeklik olarak ayırırım.
[12] Bookchin’in belediyenin varlığını kabul etmeyi şarta bağlamasına dair çelişkilerine daha sonra döneceğim.
[13] Bookchin, Toward An Ecological Society, s. 137.
[14] Varoluşa dair daha az nesneleştirilmiş, daha bütüncül ve sürece yönelik bölgesel bakış açısının bir bölgeyle ilgili bakış açısından daha uygun olduğu bir analizde gerekli olan karmaşıklıktan dolayı o daha genişçedir.
[15] Bookchin, “Comments,” s. 158. Bookcin’in farklılığı ağırlıklı olarak Arendt’in The Human Condition (Chicago : University of Chicago Press, 1958)’daki farklılıklarından etkilenmiştir. Bkz. Özellikle part II, “the Public and the Private Realm,” s. 22–78.
[16] Bookchin, Rise of Urbanization, s. 33.
[17] Bookchin, “Comments,” s. 158.
[18] Age.
[19] Age.
[20] Age.
[21] Aslında kişi sınır ötesi sularda “kendini eğlendirirken”elbete bu nadir bir istisna olurdu.
[22] Age.
[23] Bookchin sıklıkla “eğitim” kelimesini muhaliflerine karşı güye diyalektik bir saldırı için kullanır. “Eğitim”in anlamıyla o, ihtimamlı uslamlama yoluyla asla anlaşılamayacak olan fikirlerinde çeşitli tatsız dolaylı anlatımı açık kılar. Derslerinde “eğitim” kelimesini el hareketleriyle anlatırken hiç yoktan ortaya çıkan tatlı bir söz gibi telefuz eder. Bu açığa vurucu sözlü olmayan iletişime dair çarpıcı bir örnektir.
[24] (Madison: University of Wisconsin Press, 1995), s. 4. Mogens Herman Hansen, The Athenian Democracy in the Age of Demosthenes’dan Gunderson alıntı yapar ve onun yorumunu destekler.
[25] Bookchin, The Rise of Urbanization, s. 39. Vurgular eklenmiştir.
[26][26] Ernest Barker, trans. The Politics of Aristotle (London: Oxford University Press, 1946), s. 5–6.
Views: 74