Site icon İtaatsiz

Belediyecilik Hayalleri: Bookchin’in Politikasının Toplumsal Ekolojik Eleştirisi – Paideia ve Kentsel Erdem – John Clark (Bölüm III)

Başat olarak gücün yerel seviyede desantralize olmasına yoğunlaşan bir liberter belediyecilik programının Amerika’da ve diğer ülkelerin varolan politik kültürünün bağlamı içinde gerçekten gerici sonuçları olabilir. Bir “halk meclisleri iktidarı” katı bir göçmen karşıtı mevzuatlara, ölüm cezasına, işkence kurumlarına, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının genişlemesine,  dini vecibelerin zorla yaptırılmasına, baskıyla ahlaki uygulamalar yaptırılmasına ve yoksullara karşı cezalandırıcı boyutlar kazanmasına neden olabilir.”

Paideia[1] ve Kentsel erdem

Bookchin’in politikasının en cazip yönlerinden biri politik faaliyete katılım yoluyla kendini gerçekleştirme için olasılıklara vurgusudur. Onun bakış açısı “güvenilirliğin bir tarz olmasından hareketle gücü kullanmak için kişisel kapasiteye sahip olmalarından dolayı ‘iktidar’ sorumluluğu verilebilen vatandaşlarının kendi mülklerinde istirahatte” olduğu… “vatandaşların eğitiminde kuralın kişisel yeterlilik, zekilik, ahlaken dürüst olma ve toplumsal taahüdün bundan dolayı bir eğitim olduğu”[1] Atina polisinden esinlenmiştir. Ona göre bunlar belediyeciliğin bugün başarılı bir şekilde işlemesi için yaratılmaları gereken niteliklerdir. Bundan dolayıdır ki her vatandaşta böyle bir Kentsel erdemi damıtma yoluyla bireyin kendini gerçekleştirmesi ile cemaatin faydasına çalışmayı kaynaştırmak için benzer bir paideia sürecini yaratmalıyız.

Fakat bu paideia anlayışında epey büyük problemler var. Sosyalleşme süreci liberter belediyecilik programları ya da onunla belli belirsiz alakalı olan herhangi bir şeyi destekleyenlerin ellerinde değildir. Gerçekten de onlar devletin tahakkümü altındadır ve bilhassa ekonomik iktidar ve ekonomi kültürünün tahakkümü altındadır ki amaç yetişmiş işçilerin (işçi ve müdürler) var olan üretim sistemine ve egemen tüketim sistemi için bir tüketiciler kitlesine hizmet etmeyi sağlamaktır. Belediyecilik bu süreçlerce derin bir şekilde şartlandırılan bir kitlenin hem kendi kendini yönetme sürecine adanmasını ve aynı zamanda bunu sürdürmeye tam muktedir “vatandaşlar” olmalarını önermektedir.

Bu gelecek için kesinlikle oldukça gıpta edilesi bir amaçtır.  Gene de Bookchin’in formülasyonları bazen böyle bir vatandaşlığın zaten biçimlendirilmiş olduğunu ve sadece gücü ele almak için bir fırsatı bekliyor olduğunu farzetmekteymiş gibi görünüyor. Örneğin o “belediyeci vatandaşlık anlayışı her vatandaşın ‘kamu işlerine’ doğrudan katkı sunmaya yetkin olduğunu ve gerçekten de önemli olan şeyin yapılması için teşvik eden olarak dikkate aldığını”[2] iddia eder. Fakat Bookchin tarafından önerilen kurumların başarısının ya yeterlilik varsayımı ya da sivil işlerde katılımın teşvik edilmesinden çok daha fazla şeye gereksinimi var gibi görünüyor.  Gerekli olan şey varolan ahalinin kendi yaşamlarının tüm boyutlarını yaygın bir şekilde biçimlendiren bir paideia süreci vasıtasıyla Bookchin’in “Halk”ı gibi bir şeylere dönüştürülmesidir. Bu kendi kendini inşa eden ve aynı zamanda dikkate değer bir toplumsal dönüşümü de gerektiren zorlu bir görevdir.

Paideia’yı öncelikle belirli liberter belediyecilik öğelerinin kurumlarıyla kıyaslamayı oldukça umut verici bir yaklaşım gibi görmek olduça zordur. Gerçekten de bu program göründüğü kadarıyla kültürel ve psikolojik ön şartları geliştirilmeden önce başarılı bir şekilde uygulanmıştı fakat bu derin bir başarısızlığa ve hayal kırıklığına götürebilir. Başat olarak gücün yerel seviyede desantralize olmasına yoğunlaşan bir liberter belediyecilik programının Amerika’da ve diğer ülkelerin varolan politik kültürünün bağlamı içinde gerçekten gerici sonuçları olabilir. Bir “halk meclisleri iktidarı” katı bir göçmen karşıtı mevzuatlara, ölüm cezasına, işkence kurumlarına, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının genişlemesine,  dini vecibelerin zorla yaptırılmasına, baskıyla ahlaki uygulamalar yaptırılmasına ve yoksullara karşı cezalandırıcı boyutlar kazanmasına neden olabilir. ABD’deki belediyelerin belki de dikkate değer çoğunluğunda halk desteğinin yaygınlaşmasıyla bu tarz kimi önerilerden bahsedilebilir. ABD’de yerelliğe solculardan ya da genel nüfustan çok daha fazla sağcılar tarafından başvurulması bir tesadüf değildir. Gerici yerellik hem daha aşırıcı ve hem de daha popüler oluyor. Aşırı sağ gerici yerel demokrasi için on yıllardır kültürel ön şartları pek çok alanda yaratmak maksadıyla özenli bir şekilde taban çalışması yapıyordu.

Elbetteki Bookchin oldukça anlaşılır nedenlerle halk meclislerini daha “ilerici” mahallerde görmeyi tercih ederdi. Bundan dolayı onlar yeni bir demokratik ve gerçekten liberter ve popülist politikanın bir modeli olabilirdi. Fakat bu tarz gelişmelerin geniş kapsamlı başarısı büyük bir siyasal kültürün anlamlı bir şekildeki evrimine bağlıdır. Aktivistler Bookchin’in toplumsal değişime, alternatif yaklaşımının oldukça sınırlı değerinin coşkusuz kabulüne karşı düşmanca duruşunu kabul ettikleri ölçüde bu gerekli paideia’nın kapsamını sınırlandıracak, toplumun yaygın bir şekilde dönüşümünü sekteye uğratacak ve etkin bir yerel demokrasi için olasılıkların altını oyacaktır.[3]

Belediyeci Program

Liberter belediyecilik sadece radikal demokrasinin doğal bir teorik tahlili olarak değil aynı zamanda giderek değişimin programlı hareketi olarak sunulmuştu.  Hakikaten Bookchin liberter belediyecilik programını Kuzey Amerika’daki Yeşil hareket için bir örgütlenme temeli olarak sunmuştu. Ancak onun teorik tahlilinde asıl ciddi problem küçük bir eleştirel değerlendirme ile onun ne kadar gerçekçi olabileceğinin pratik program boyutlarından nasıl çıktığıdır. Onun kıtlık-sonrası anarşist toplum tartışmaları niteliksel farklı bir gelecekte (Yakın bir devrim bu idealin olası bir kısa yolu olarak öneriliyor olsa bile) nihai bir ideali adlandırıyormuş gibi görünüyordu. Liberter belediyeciliğin konfedere özgür belediyeleri kimi zaman ütopik bir amaç gibi görünürken, belediyecilik o günlerde şehir ve kasabalarda aktivist hareketler yaratmaya ve onları harekete geçirmeye yetkin olan bir strateji olarak sunulmuştu. Fakat verili politik kültürün mevcut durumundaki,  meselenin gönderme yaptığı verili mevcut halkta, ve en azından, ve herhangi bir akıl çelme durumunda karşı karşıya kalınan verili bilgi ve iletişim sisteminin bayrağı altındaki hareket ve grupların örgütlenmesi için gerçek olasılıkların ne olduğu sorulmalıdır.[4]

Liberter belediyecilikte uzun vadeli hedefler ve yakın dönem planları arasındaki ilişki her zaman çok açık değildir. Bookchin, Burlington gibi, Vermont mahalle planlama meclislerini değişim için önemli bir ilerleme olarak görürken, bu meclislerin politika belirleyici (ya da yasa yapıcı) otoritesi olmasa da, meşru bir mevcudiyet olarak Yeşil hareketin geniş kapsamlı taleplerini güvenilir bulmaz. O, belediyeci gündem adına kontrol ya da politik etki kazanmak için seçim stratejileri, ekonomik belediyeleşme, belediye demokrasisi doğrultusunda hareket etme ve bazı açılardan devletten bağımsız alternatif projeleri önemli politik ilerlemelerde yapısal değişimler olarak takdir eder. Diğer taraftan alakasız olarak ya da sisteme yedeklenmenin tehlikeli bir biçimi olarak, yerel (ya da kimi zaman devlet) seviyesinin ötesinde ulus devletin reforme edilmesine dair politik önerileri reddediyor görünür.

Bookchin, belediyeye dair doğrudan demokrasiye ve öz-yönetime götürmeyen yaklaşımların hepsini, egemen sisteme şartsız teslim olmak gibi, sert şekilde eleştirir… Bu reformizm eleştirisi toplumsal adalet, barış için mücadele eden Anarşistler, sol Yeşiller, toplumsal ekolojistler, belediyeci hareketler yoluyla aktif katılımın bilgeliğini sorgular. Bu hareketlerin belli amaçlarından olan diğer “ilerici” nedenler toplumsal, ekonomik ve politik dönüşüme dair kapsamlı özgürleştirici bir bakış açısı ile bağlantılı değildir. Bookchin böyle “hareketlerin” faaliyetini devamlı surette küçük görür ve aktivistleri liberter belediyecilik programı adına çalışmalara odaklanmaları için uyarır.

Örneğin, Bookchin ve Janet Biehl, Sol Yeşillere “Pentagon’un bütçesinde yüzde 95 kesinti” yapması ve “asgari ücretin saatte 10 dolar”, “gelirden kayıp vermeden haftalık çalışma saatinin otuz saat olması” ve “işçilerin maddi olarak desteklenmesi”[5] taleplerinden dolayı eleştirir. Bu tasarıda farzedilen hata, onların güya ulus devletin “savunması” için en az yüzde 5 bütçeyi elememiş olmaları ve ulusal seviyede ekonomik kontrolü sürdürmeleridir. Bookchin daha sonra Sol Yeşiller’in tasarılarını “alelade ekonomik talepler”[6] olarak reddeder. Dahası o, kendi çalışması olan “cumhuriyetçi sistem içinde var olan doğrudan demokratik olasılıkları büyütme” çabası ve “Sol Yeşiller’in kapitalizmi ve devleti makbul kılmak için dizayn edilmiş tipik sendikalist ve sosyal demokrat”[7] olması arasında ayrım yapar.  Ulusal ekonomik politikaya etki etmek için tüm çabalar ve ulus-devleti militarizmden arındırmak doğal olarak geriletici ve böyle bir problemde deneysel veriler inandırıcı olmaktan uzakken, doğrudan demokrasi yönteminin her kurumunun tarihsel olarak anlamlı bir gelişme olduğu sonucuna önsel olarak indirgenmesi aslında imkansızdır.  Örneğin en azından toplumun en küçük ayrıcalıklı parçaları için şartların gelişmesinin onları politik olarak daha fazla ilişkilenmeye götürdüğü kavranabilir ve belki de taban demokrasisine katılımı daha da açık kılar. Bookchin’in konuşmalarında Sol Yeşiller’e alaylı saldırılarında, dogmatizmin ve demogojinin sesini işitiriz.[8]

Gerçekten de katılımcıların daha uzun vadeli vizyonlarına ihanet etmeyen sınırlı maksatları olan mücadelelerin etkileyici bir tarihi vardır. Bookchin için anlamlı olacak bir örneği ele alalım mesela. Sekiz saatlik iş günü için mücadele etmiş anarşistler kapitalizmin lağvedilmesi için mücadelelerini bırakmadılar.[9] Sol Yeşilller’in ekonomik demokrasi vizyonlarını bırakmadan otuz saatlik işgünü için mücadele edemeyeceklerine dair bir neden yoktur. Gerçekten de ütopyacı vizyonu olanların adalet ve demokrasi için mücadelelerinde normal insanlarla bir arada olmaları önemlidir – böyle insanların böyle bir vizyona sahip olmasalar ve umutlarını teorik kavramlarla nasıl vurgulayacaklarını henüz öğrenmemiş olsalar dahi… Bu ortaya çıkmaksızın eylem ve yansıma arasındaki geçerli ikilemci ayrım toplumsal dönüşüm için hareketlerde çoğaltılabilir olmayı devam ettirecektir ve liberter belediyeciliğin öngördüğü çeşit “İnsanlar” asla bir gerçeklik olmayacaktır. Önsel olarak ulus-devlet seviyesinde tüm reform tasarılarını reddetmek gerçek insanlara anlamlı gelen konulara hassas olmamayı yansıtır. Bookchin doğru bir şekilde bizi sadece “olası olanın politikasına” dayanamamaya karşı uyarır. Aslında pek çok insan açısından yaşam şartlarında anlamlı bir iyileştirme vaadi olan reformları dogmatik olarak reddetmek politik bir ariliktir,  “Halk” adına gerçek halkın üstünde durmayı seçmektir (ki büyük harf kullanılmasına rağmen sadece bu teorik kalır).[10]

Bookchin bakış açısında şüphesiz haklıdır. Sol Yeşiller gibi bir gurup, geniş bir halk kitlesinin ilgisini çeken reform tasarılarına acil bir şekilde odaklanmış olduğundan, bakış açılarındaki ütopya ve dönüştürücü boyutları kolayca kaybeder. Sol Yeşil bir tasarı olan “Birleşmiş Milletleri demokratikleştirme”nin Yeşil hareketin merkez kaç perspektifinden garip göründüğü gerçekten de doğrudur. Fakat onlar ulus-devletin derhal lağvedilmesinden daha az bir şey önerdiklerinden dolayı reform için olan tasarılarının hepsini reddetmek Bookchin için tutarsızlıktır. Liberter belediyeciliğin kendisi ulus-devletin alt bölümlerinde, belediyelerde, özellikle en belirgin olanında (eyaletler, Vermont gibi küçük olanlar dahil) değişim için doğrudan çalışmayı savunuyor. Bookchin’in kendisi Vermont valiliğinin süresinin iki yıldan dört yıla arttırılması gibi önemli bir mesele için karşı kampanya yürütmüştü. Demokratik denetim için bu geçerli bir konu, devlet iktidarının olası dönüşümü için uygulamalar, askeri harcamaların sert bir şekilde düşürülmesi gerekliliği üzerine ciddi tartışmalarla karşılaştırılamaz.

Toplumsal ekolojik politika toplumsal fenomenlerin diyalektik analizini gerektirir ki bu politik kültürün (onun doğal ve toplumsal bağlamıyla ilişkili olarak)  dikkatli bir analizine ve onun fıtratındaki olasılıkların araştırılmasına işaret eder. Programlı eğilimlerin tehlikesi ki geleneksel solda yaygın olan ve ortaya çıkan heretik hizipçiliğin hepsi, topluma bakış açımızı sertleştirmekte, dogmatizmi pekiştirmekte, birinin kendi fikirlerine bağlılığı ve esnekliğini engellemekte, toplumsal tahayülümüzü sınırlamakta ve açık olma cesaretini kırmaktadır. Yaratıcı toplumsal değişim için deneysel ruh zorunludur. Liberter belediyecilik kimi zaman daha dar ve daha sekter bir biçimde yorumlanırken (özellikle Bookchin’in diğer bakış açılarına karşı polemiklerinden ortaya çıktığı gibi), radikal taban demokrasisine doğru daha genel bir uyum olarak da alınabilir. Buna daha geniş bir boyutta bakarsak, belediyecilik özgür, müşterek cemaatimizin vizyonunun gelişmesine önemli katkı sağlayabilir. Bookchin kimi zaman gelişmiş, daha ekolojik olarak sorumlu ve demokratik cemaatler için geniş kapsamlı bir tasarı listesi sunar. Bunlara cemaat için kredi birliği, cemaat için tarım desteği, yerel öz-güven birlikleri ve cemaat için bahçeler dahildir.[11] Başka bir yerlerde “Sol Yeşil beledi hareketler” yaratmak için “küçük” adımları buna dahil eder. Bunlara “meclisleri ve diğer popüler kurumları” destekleyen seçilmiş konsey üyeleri olarak böyle aktiviteler; “ belediyeci teşebbüsler ve toprak satınalmaya para desteği için vatandaş bankası” kurmak ve çeşitli maksatlarla “taban ağları” biçimlendirmek gibi şeyler dahildir.[12]

Vermont eyaletindeki belediyecilik hareketinin nasıl başlatılması gerektiğine dair tartışmada o, küçük bireysel-işyeri olan işletmeler ve kooperatiflere vurgu yapan öneriler sunar.[13] Kâr etme amacı gütmeyen işletmelerin halk tarafından satınalınması, arazi vakıflarının kurulması ve küçük-ölçekli üretim yapan işletmelerle sürece başlanabileceğini önerir. Hizmet veren işletmeler, zanaatçi dükkanları, küçük çiftlikler, yerel imalat tesisleri, küçük parakendeci pazarı ve benzerlerinin mülkiyet haklarını” ihlal etmeksizin“[14] bunun yapılabildiğine dikkat çeker. Böyle bir sistemde “kooperatifler, çiftlikler ve küçük parakendeci pazarlarının genişleyen halk denetimi altında yer alacağını ve beledi ödeneklerle teşvik edilebileceği”[15] sonucunu çıkarır. Ekonomik projeleri finanse edecek “Halk Bankaları”nın kurulabileceğini, yerel tarımı destekleyen satın alma gruplarının kurulabileceğini ve kamu topraklarının “ev bahçeciliği” için kullanabileceğini buna ekler.[16]

Bu tasarılar küçük işletmeler ve kooperatiflere dayalı enerjik bir yerel ekonomiyi desteklemek için takdire şayan bir programın ana hatlarını sunar. Fakat bazen tamamen pratik olmaktan uzak olan böyle bir program tamamen “belediyeci” özelliktedir. Eğer bu belediye (bir meclis ya da yerel görevliler tarafından da olsa) idari kararları almada artan bir şekilde sorumluluk alırsa, şu anda mevcut olan kooperatif üyeleri ve küçük işletme sahiplerinin “artan halk denetimi” altına girmek için az bir istek duyacaklardır gibi görünüyor. Kooperatif ekonomisi gelişirken her ne kadar gelişme gösterirse göstersin, gerçek dünyada bir değişim programı ya var olan bir halkı dikkate almalı ya da böyle bir halkı yaratmak için işleyebilir bir stratejiye sahip olmalıdır. Sağlık ve güvenlik önlemleri, işçiler için geniş ekonomik adalet ve çevresel koruma gibi alanlarda “halk denetimi” için kesinlikle dikkate değer geniş bir destek potansiyeli mevcuttur. Herhalükarda, onu anlamlı kılmak için varolan ön koşullar olmadığından – hatta Bookchin’in politikasına gönderme de yapmaz – mahalle ya da belediye meclisleriyle idari yolla ekonomik işletmelerin “halk denetimi” kavramı (Bookchin’in teriminolojisini kullanırsak) “saçma bir talep”tir.[17]

Meclislerin Fetişizmi

Bookchin belediyeyi en önemli politik alan olarak görürken, belediye meclisini demokratik politikanın ayrıcalıklı organı olarak görür ve özgür belediyelerin işlev ve yaratım dahil her iki alanına olağanüstü vurgu yapar. “Halk meclisleri”, der, “özgür toplumun aklıdır; politikalarının yöneticileri onların ellerindedir.[18] Fakat bu bir şiir teşebbüsü olarak alınmazsa, bir bakıma naif ve diyalektik olmayan bakış açısıdır. Toplumun aklı – onun aklı, arzusu ve tasavvuru – daima geniş bir şekilde tüm toplumsal alana geniş olarak yayılmıştır. Ve durum bu ise, daha iyisi cemaat içindir. Sadece en yaratıcı fikirlerin halk meclislerinden ortaya çıkması zorunluluğu değil, en çoğunun orada ortaya çıkması gerektiği akıl almaz bir şeydir. Yaratıcı düşünce ve tasavvuru cesaretlendiren bir cemaatte toplumun “aklı” vatandaşların düşünce alışverişinde bulunduğu ve cemaatin değerlerini biçimlendirdiği demokratik iletişim medyası vasıtasıyla, bu bireylerin cemaat için gaye ve umutlarının vücut bulduğu ve ifade ettikleri yerel kurumlar ve küçük grupların gelişip serpilen, çeşitlenen ağları yoluyla, bireylerin ilişkilenen düşünceleri ve zekaları yoluyla işler. Ve mevcut bürokrasi ve yöneticilerin anarşist bir eleştirisi tumturaklı bir şekilde akılsız olarak tasvir edilse de, özgür bir toplumda onların zorunlu olarak bu niteliğe sahip olanlar olarak azledilmeleri arzu edilen bir şey olarak görünmez. Toplumsal örgütlenmenin karmaşık tüm sistemleri benzer biçimdeki idari yapıya ihtiyaç hissedecektir. Ve bu sadece iyi niyete bağlı değil aynı zamanda politikaları sürdürenlerin idraklerine de bağlı olacaktır. İdarecilerin politikaları şekillendirmede önemli bir role sahip olmadıklarını, meclis idaresinin herhangi bir biçiminde karmaşık meselelerde özel talimatlar vermediğini tasavvur etmek imkansızdır. Politika belirlemede meclisin üstünlüğünü tartışırken Bookchin, ilham verici bir retoriğin içine giriyor ve politik sloganlarla konuşuyor. Böyle bir sistemin nasıl işlemesi gerektiğine dair detayları araştırmaya başlasaydı, onun sistemini yapıçözümünün arızalarından diğerlerini derhal kurtarırdı.

İdarecilerin fiili durum yaratarak politika belirleme güçleri Bookchin’in sisteminde diğerlerinkine nazaran daha da büyüktür. Yönetici iktidarını kontrol edebilecek adli kurumlar için herhangi bir anlamlı tasarı olmadığı göz nünde bulundurulmalıdır. Toplumun oldukça basitleştirilmiş olacağı ve kalacağını farzetmezsek – bu tahmin Bookchin’in teknolojik gelişmeye dair inancı ile tutarsızdır, örneğin – önemli politik kararların bir meclis tarafından alındığı ya da hatta doğrudan bir meclis tarafından doğrudan denetlendiğini farzetmek gerçek dışı olur. Olası bir alternatif, bir halk jürisi olurdu. Her halükarda, Klasik Atina ve diğer tarihsel örneklerdeki halk mahkemelerine kısacık referanslar olsa da, yargısal alan Bookchin’in politik teorisinde hemen hemen bütünüyle yoktur. Yargısal işlevleri yerine getiren demokratik bir prosedür halk jürileri (iki yüzyıl önce Godwin tarafından önerildiği gibi) ya da kararları alan idarecileri denetleyen vatandaş komiteleri (yakın zamanlarda Burnheim tarafından önerilmiştir)[19] tarafından uygulanırdı. Gene de Bookchin’in meclise hemen hemen özel vurgusu – biz buna “ecclesiocentrism” [dini cemaat merkezli, cemaat merkezli] demeliyiz – böyle bir olasılığın önüne engeldir.

Bookchin halk jürisi ve vatandaş komiteleri önerilerini yıkıcı iddialar olduğu şeklinde yanıtlar. Benim “burada gerçekten işaret ettiklerim”in “mahkeme ve belediye kurulu ya da açıkça söylersek temsil sistemi” olduğunu düşünüyor.[20] Belediye kurulu’nun doğallığıyla tüm tarihsel şartlar altında arzu edilemez olduğunun netlikten uzak olduğu açıkken, onun eleştirdiği, benim tartıştığım paragraf vatandaş komiteleridir, belediye kurulu değil.[21] Benim “işaret ettiğim” bazı belli politik biçim değil, potansiyeli sadece pratik ve deneyimle belirlenebilen umut vadeden çeşitli politik biçimleri dikkate alır gerçekten… Dahası Bookchin’in yorumları Godwin ve Burnheim’in alıntılanan önerilerinin özünü dikkate almadığını, eleştiriye başlamadan önce araştırmaya isteksizliğini gösterir. Bir “temsil” sistemi önerisi asla değildir. Jüri ve komite önerilerinin en cazip yönlerinden biri jüri ve komite üyeliğinin rastlantısal seçimi (“temsilci” seçimi değil) ve tüm vatandaşların karar alma gücünü deneyimlemek için eşit fırsatlara sahip olmasıdır. Geniş meclislerin bazı olası bozucu etkilerinin (bencilce rekabeti, cesareti teşvik etmesi, ikbal peşinde koşan kişiliklerin nüfuzlarını kötüye kullanmaları vs.) bu bağlamda ortaya çıkması çok daha az ihtimaldir. Ayrıca, bu tarz komite ve jüriler meclis seviyesinde olası olarak devam ettiremeyecekleri işlevlerini demokratik bir biçimde uygulayacaklarından dolayı temsilcilik ihtiyacından kaçınmak için bir biçim sunar. Tartışılacağı gibi Bookchin’in belediyeciliği, “konfederal” faaliyetlerin temsilci olmaksızın nasıl sürdürüleceğine dair soruya anlamlı bir yanıt vermez. Bundan dolayı desentralize olmuş bir demokrasinin taraftarları çeşitli açılardan ütopik bir dünyada temsilin gerekliliğini minimize etmeyi çeşitli açılardan dikkate alacak zekada olmalıdırlar.

“Katılımcı demokrasi” kavramını tartışırken Bookchin bu kavramın 1960’ların karşıkültürü ve Yeni Sol’un politikasındaki kökenine işaret eder.  Bu bağlamda demokrasinin ima ettiklerinden biri “insanların sahip oldukları tüm ilişkiler ve fikirlerinde şeffaf olmayı beklemiş oldukları”dır.[22] Demokratik dürtülerin dogmatizm, merkezileşme ve kurumsallaşma vasıtasıyla bir hareketçe ihanete uğratılması olgusuna üzülmektedir. Fakat şeffaflık kavramı, “aracısız” kavramı gibi, eleştirel bir analizi gerektiriyor. Bookchin onlara diyalektik bir tahlille yaklaşmış olsaydı böyle kavramlara daha da eleştirel bir yaklaşım gösterirdi. Maalesef, insanların sadece şeffaf “olmaları” gibi naif beklenti zaman harcayan ve daha zor olduğundan başkasının yerine geçiyor olabilir fakat sonucunda bireysel ve grup seviyesinde öz yansıma ve kendini anlama süreci mükafattır. “Şeffaflık” ve “doğrudanlık” gibi değerler grup süreçlerinde ket vurulan anlayışlardır ve gizli güç ilişkilerine içkin olan bir ideoloji olarak işlev görürler ve manipülasyonun ince bir formudurlar. Genellikle oldukça anlaşılmaz, yüzeysel tahlillere dirençli ve oldukça dolaylıdırlar.

Gizlenmiş güç-ilişkilerinin eşitlikçi, demokratik bir meclisin ideolojisi vasıtasıyla meşruiyet bulmaması önemlidir.  Bu meclislerde “İnsanlar” “aracısız” bir tarzda faaliyet içindedirler ve istemleri “şeffaf”tır. Yüzler, binler ve hatta potansiyel olarak binlerce üyesi olan meclisler olduğu bir gerçektir (eğer Atina şehrini bir model olarak alırsak). Manipülasyon ve güç-arayışında olan davranışlar için muazzam bir potansiyel vardır. Eğer iktidarın bozduğu doğru ise bir anarşist herhangi birinden daha fazla gerilim içindedir ve anarşistler geniş bir meclisin ilgi odağı olmaktan, böyle bir meclisin önündeki tartışmadaki başarıdan ve birinin neden olduğu bir zafer için davetliden kaynaklanan iktidar üzerine gönül rahatlığı içinde olamazlar. Böyle bir tehlikeyi azaltmak için kendi güç ve zayıflıklarını tahlil etmeli, onlara ilham veren yüce davranışları daha yakına getirebilen süreçler ile deneyimle meclisleri idealleştirmekten kaçınmaları zorunludur. Ek olarak, pek çok katılımcı kurum yerine onu ayrı tutan ve politik iktidarın hepsinin meclislerde toplanmasına dair Bookchin’in tasarısını reddetmenin opsiyonu mevcuttur.

Bir örgütlenme biçimi olarak meclislerin sahip olabildikleri güç ve zayıflıklar ne olursa olsun, politik karar almanın temel bir biçimi olarak geçerli olan egemen beledi meclislerin gerçek dünyada mümkün olup olmadığını sormalıyız. Bookchin yerel meclislerin “beledi” faaliyet alanından daha az olması gerektiğini kabul eder. O mevcut belediyelerin büyüklüğü gözönüne alındığında daha fazla merkezkaç karar alma birliğine ihtiyaç olacağını kabul eder. O “bir belediyenin ya bir tek meclisteki tüm vatandaşlar tarafından idare edileceğini ya da büyüklüğüne bağlı olarak konfederal olarak birbiriyle ilişkili bölünmüş birçok meclislereden oluşacağını” iddia eder. Ve meclisin muhit, kasaba ya da bir binada [Site] oluşması gerektiğini önerir.[23] Dünyanın çoğunda çağdaş belediyelerin nüfus aralığı on milyonlarca ve mahallelerin kendisi yüzbinlercedir. Doğrudan demokrasinin bir biçimi olarak “belediyecilik” kavramının uygunluğu belki de sorgulanmalıdır.[24] Oldukça kentleşmiş toplumlarda demokratik meclisleri mahalli düzeyde ya da Bookchin’in kendisinin kabul ettiği gibi belediye seviyesinde en küçük birimde kurmak çok daha mümkün gibi görünür.

Mahalli cemaatleri tanımlama problemi sıklıkla zorluk gösterir. Mesela, Bookchin, New York City’nin “organik cemaatler” olan mahallelerden oluştuğunu iddia eder.[25] Mahalli demokrasinin yaratılmasına katkı sunabilen önemli derecede mahalli tanınmanın olduğu doğrudur. Fakat New York’un mahallelerini ya da diğer çağdaş şehirleri  “Organik cemaat” olarak tanımlamak büyük bir abartıdır ve Bookchin’in idealize ettiği geçmişden bugüne gerçekliklere daha fazla gönderme yapıp yapmadığı merak edilir. Çağdaş şehirler (New York dahil) tüm atomizasyon, özelleştirme ile modern bürokratik, tüketici toplumun gereklerine göre baştan aşağı dönüşüme uğratılmıştır. Paris gibi metropol merkezlerin yerlileri geleneksel mahallerin ticarileşme, arazi sprekülasyonu ve daha az varlıklı olanların varoşlara kaydırılması yoluyla tamamen yok edildiğinden şikayetçidirler. ABD’de pek çok geleneksel kent mahallelerinde yaşam merkezden uzak ekonomik destek, sermeye göçü, kurumsallaşmış yapısal ırkçılık, toplumsal atomizasyon yoluyla tahrip edilmiştir. Bookchin, yakın zamanlara kadar güçlü kimlikleriyle varolan, kültürel olarak farklı mahalleleri ile kuvvetli geleneğiyle bir örnek olarak benim parçası olduğum cemaat olan New Orleans’ı örnek gösterir.[26] Fakat bu, canlı bir gerçeklik olarak onu imha ederken, artan bir şekilde yerel kültürü emlak spekülasyonu, turizm ve reklamlar için bir metaya dönüştüren aynı zamanda çağdaş toplumun kültürel olarak yıpratıcı etkilerine dair iyi bir örnektir de. Bundan dolayı mahalli “organik cemaat” var olan durumdan çok daha fazla hayali bir yapıdır (ki sıklıkla sınıf ve etnik çelişkiler ve nostaljik duygular ile karıştırılmıştır). Esas olan bu sınırlamaları fikirde görmek ve ardından onun hayali olasılıklarını toplumsal yenilenmenin özgürleştirici sürecinin bir parçası olarak geliştirmektir.

Herhalükarda biz varolan kent mahallelerini kavramsallaştırırken, belli bir seviyede oluşturulan geniş büyüklükteki meclislere dair böyle bir demokratik gövdenin nasıl bir şey olacağı soruları ortaya çıkmaktadır. Bu meclislere dair Barber’in tartışmasında, üyeliğin beş ile yirmibeş bin civarında olabileceği iddia edilmiştir.[27] Bookchin bir kentsel bölgede tek bir blok binadan bir düzine binayı kapsayan birimler olabileceğini ve böylece aynı sayıda üye seviyesine ulaşılacağını söyler. Bugünün kent toplumunun şehir binalarını köktenci politik birim olarak düşünmek zordur (radikal olarak dönüştürülmüş geleceğin düşsel tasarısı, küçük bir eko-cemaat olarak onu canlandırmak için iyi bir durum olsa da). Fakat liberter belediyecilik hemen hemen daima beledi ve mahalli meclisler bakımından formüle edilmiştir. Bundan dolayı pratiklik anlamında nüfusu oldukça yüksek, kentleşmiş toplumlar için görünür bir gelecekte oldukça büyük meclisler olarak tasarlanır.

Bookchin’in meclislerin karar alma alanı konusunda tartışması ilginç bir biçimde (ve gerçekten şüpheli bir şekilde) anlaşılmazdır.  O acil durumda dahi tüm önemli politik kararların meclis tarafından alınması ya da alınabileceğini oldukça net ifade eder. “Verili modern lojistik şartlarda – cemaatin büyüklüğüne ya da problemin karmaşıklığına bakılmaksızın – çoğunluğun oyuyla önemli politik kararlar almak ve bu kararları uygulamak için uygun komisyonu toplamaktan meclisin hızlı bir şekilde toplanamamasından daha önemli acil bir durum yoktur. Uzmanlar cemaatin karşı karşıya kaldığı çok özel problemler için kendi çözümlerini sunmak için daima hazır olacaklardır ve umut edilir ki buna karşı biri tartışmayı teşvik etsin,” diyerek bizi güvenle temin eder.[28] Fakat bu inancın saf bir şekildeki onaylanması ikna edici olmaktan uzaktır. Nüfusun yoğun olduğu, karmaşık bir teknolojiye sahip ve karmaşık ilişkiler içinde olan dünyada her cemaat, geniş meclisler yoluyla geçici olarak dahi üstesinden gelinemeyen problemlerle yüzyüze kalacaktır.

Bookchin’in yerel hukuğun herhangi bir eski sisteminin varolup olmadığına, meclislerin politik kararlarının nasıl yorumlandığına ve belirli durumlara nasıl uygulandığına dair temel teorik soruları asla araştırmadığı dikkat çekici görünüyor. Belki de bu soruya net bir cevap verdiğinde durumu sarsılacağından dolayı bu soyut sessizlik zekicedir. Eğer genel kurallar ve politik kararlar (hukuk vs.) bir meclis tarafından benimsenmişse o zaman bunlar belirli durumlara uygulanmalı ve yargısal ve idari organlarca programlı bir şekilde özellikle belirtilmelidir. Bu organların politik iktidarda pay sahibi olmaları kaçınılmazdır. Fakat bu alternatif meclisin üstünlüğünün pek çok defa onaylanmasıyla tutarsızlık arz eder. Bir diğer taraftan da, eğer genel kurallar benimsenmemişse, bu durumda meclisin tüm tartışmalı durumlarda kuralları uygulamak ve programların tüm önemli detaylarını formüle etmek için imkansız olan karmaşık görevleri olacaktır. Belediye idaresinin tasavvur edilebilen her alanda “umut edilen yarışmayı” yapacak uzmanlarını ilelebet dinlemeye mahkum edilmiş çaresiz vatandaşların arafta kalmış bakış açılarıyla bırakılırız. Verilen bu ümit vermeyen alternatiflerle Bookchin, en azından, tutarsızlığın üstüne imkansızı da seçer.

Bookchin’in mahalli ya da belediye meclislerine ek bir tehdit olan büyük meclislerine – iyi bilinen – belirli tehlikeler daha vardır. Bu öğelerde sıklıkla ortaya çıkan problemler arasında rekabetçilik, egoizm, teatral davranma, demogoji, karizmatik liderlik, hizipçilik, saldırganlık, prosedürlerin detaylarına ilişkin takıntılar, manipülatif azınlıkların tartışmalarda egemenlikleri ve çoğunluğun etkisiziği sayılabilir. Demokratik ruhun büyümesi bu tehlikelerden bazılarını azaltırken, bunlar büyük meclisler tarafından daha da kötüleştirilebilir ki bu tehlike pek çok geleneksel yasama organından çok daha büyüktür. Ek olarak yerel meclislerde bireyler arasında politik entelektüellikdeki mesafe geleneksel politik seçkinler arasında oluşmuş olan öğelerden hiç şüphesiz daha büyüktür. Sonuç olarak, meclis temsilde önemli bir avantajını kaybedecektir. Seçilmiş temsilciler ya da delegeler cemaatin çıkarları ya da iradesine karşıt hareket ediyor gibi göründüklerinde halka ihanet etmekle suçlanabilirler. Diğer taraftan demokratik meclisin lideri olarak ortaya çıkanlar, pek çok kimse toplumun sorunlarını halletmek için aktif katılım göstermediğinde varsayımsal olarak yetkinliği ele alanlar, halkın demokratik organının eşit üyeleri olarak hareket edene kadar bir ihanetle suçlanabilirler.[29]

En azından şu söylenebilir, demokratik gurup sürecinde çok sayıda insanın işbirliği ile hep beraber büyük toplantılarda çalışabilmelerinden önce geniş bir öz-eğitim süreci zorunlu olabilir. Ve hatta bahsi geçen problemlerin bazıları azaltılırsa, binlerce katılımcı ile meclislerde – kimi zamanlar önerildiği gibi – en azından toplumsal dönüşüm ve geniş kişisel süreçlerin üyelerin karakter ve duygularını radikal olarak değiştirene kadar, nasıl azaltıldığını tasavvur etmek zordur. Gerçekten de Bookchin’in bu meclislere referans olarak sıklıkla kullandığı “yüzyüze demokrasi” kavramı bu binlerce yüze uygulandığında gerçekten de tuhaf görünüyor.

Otantik bir demokratik hareket meclislerde ikbal arayışı ve elitizm için dikkate değer bir potansiyel olduğunu bilir. Bu meclisler prosedür gereği değil aynı zamanda her şeyin üstünde kendi karar alma organları ve diğer kurumlarda ifade edilecek olan komüniteryen demokratik kültürü yaratma yoluyla tehdidin üstesinden gelecektir. Onlar, onun insanlık ve doğa sevgisi olan kurumlarında vücut bulacak olan bir kooperatif cemaatin tamamlayıcı bir ifadesi iseler sadece demokratik vaadlerini yerine getirebilirler. Barber, güçlü demokrasi “dinlemenin karşılıklı sanatının beslenmesiyle karşıt politikalarda denge teşebbüsü” olduğunu söylerken özellikle buna temas eder ve hoş görünün daha da ötesine geçer. Ortak bir demokratik söylemin ortak retoriği andırmasının bilişsel hal kadar etkin olanı kapsamasını” araştırır.[30] Böyle bir düşünce feminist etikte son zamanlardaki katkıları yankılıyor ki egemen ahlak ve politik söylem düşüncelerin ve prensiplerin tek taraflı vurgularını sergiler ve duygu ve hisler alanını ihmal eder. Bu ruhta, eski olandan sağlam demokrasiye daha radikal demokratik bir formun kurulmasına bağlı değil, aynı zamanda demokratik bir ruhun yuvası olan kültürel uygulamaların kurulmasının biçimini araştırmalıyız.

Çev. A. Şahin

İtaatsiz.org’un notu: John Clark’ın bu makalesinin kimi problemlerden arındırılmış hali “Impossible Community” adıyla yayınlanmış olan kitabının içinde “Beyond the Limits of the City: A Communitarian Anarchist Critique of Libertarian Municipalism” başlığıyla yayınlanmıştı. Bizim çevirdiğimiz metin internet ortamında bulunan ve İngilizcesine herkesin ulaşabileceği metindir. Düzeltilmiş metin değil de bu metni yayınlanmamızın nedeni eski metnin hali hazırda çevrilmiş olmasıydı. Ayrıca “İmpossible Community” kitabı anarşist kitaplar da yayınlayan bir yayınevi tarafından çevrilmeyi ve yayınlanmayı bekliyor.

[1] Paideia: Bu kavram Antik Yunan kültüründe, polisin ideal mensuplarının eğitimi ve yetiştirilmesine gönderme yapıyor. – çn. –

[1] Bookchin, Toward an Ecological Society, s. 179

[2] Bookchin, The Rise of Urbanization, s. 259.

[3] Bookchin’in politikasında en fazla esneme aralığı olan şeylerden biri meclislerde katılımın insan karakterinde en uzak olan böyle bir değişimi etkileyebilmesine dair herhangi bir değerlendirmenin yokluğudur. Bunun yerine biz, meclis kişinin kendini geliştirdiği “toplumsal bir spor salonudur” gibi net olmayan genellemeler buluruz. Ama kişi, Bookchin’de az bir miktar felsefi psikoloji, kültür felsefesi ve eğitim felsefesi bulabilir. Bu konuların işaret ettiği konuların derin bir tartışmasında Bookchin’in suni olarak parantez içine aldığı “politik” alanın sınırları dahilinde aradığı cevaplar toplumsal sorunların geniş bağlamının dikkate alınmasına götürür. Gerçekten de bu alanlar onun belediyecilik politikasını tehlikeye sokar.

[4] Bookchin burada benim neden olduğum “aşırı sinirlendirici” çeşitten sorularımı dikkate alıyor. (“Comments,” s. 174). Fakat sorulara iyi cevaplar veren nadiren onları ıstırapla yanıtlar. Bu durumda sorular bazı fikirleri destekleyen taraftarlarının az sayıda olacağı ve toplumsal bir hareketin başarısının olmayacağı (ya da önemli bir tarihsel güç olarak da ortaya çıkmaması ) gibi berbat bir hakikati sert bir şekilde farkına vardırarak hatırlatmaktadır. Bu ideali paylaşan çok miktardaki insana götüren soru ve ona ulaşma arzusu iyi bir şey gibi görünüyor.

[5] Murray Bookchin and Janet Biehl, “A Critique of the Draft Program of the Left Green Network” in Green Perspectives 23 (1991), p. 2. “Sol Yeşiller” referanslarım özellikle Amerika Yeşil Hareketi içinde yer alan eko-anarşistler ve eko-sosyalistlerin küçük bir koalisyonu olan Sol Yeşil Ağ’a gönderme yapıyor. Bookchin, Sol Yeşiller onun Liberter Belediyecilik’ini resmi ideoloji olarak benimsemekten başarısız olunca hayal kırıklığına uğramıştı.

[6] Bookchin, “Comments,” s. 174.

[7] Age., s. 175.

[8] Sol Yeşiller’e bu hücumun asıl nesnesi Hawkins, Bookchin’in yıllardır dostudur ve daha sonra – en azında kavamsal düşüncenin belli seviyelerinde – Hawkins’in amacının devlet ve kapitalizmin meşruiyetini desteklemek olmadığının farkında olmalıdır. Fakat Hawkins bağışlanamaz bir günah işlemeye teşebbüs etti: bir inanca sahip olmak ve ondan ayrı düşmek. Kavramsal düşünceler bundan dolayı yerini irrasyonel kınamalara yerini bırakır. Solcu hizipçilik ve dinsel fundemantalizmin her ikisine ortak bir yanıtta suçlama düşmanların en nefret edileninin eksiklikleridir. Hawkins şu anda İblis üzerine çalışıyor ve “kapitalizmi ve devleti daha hoşa gider kılmayı” araştırıyor.

[9] Bookchin herhalükarda bu örneği kabul etmez. Sekiz saat talebinin “isyan hedefi” için uğraşırken ve “fiilen silahlı mücadele yapılmasının düzenlenmesi”nin bir parçası olarak bu talebin yapıldığı biçiminde yanıtlar. (“Comments,” s. 175). Bu doğru olsaydı bile reformist taleplerin statükoya teslim olmak anlamına geldiği tezini desteklemezdi. Gene de Bookchin’in açıklaması, onun Sol Yeşiller’e hücumunu desteklemeyecek yanlış tarih okumasıdır ve basittir. Anarşistlerin sekiz saat iş günü hareketinde hedefleri karmaşıktı. Bir amaç gerçekten de işçi sınıfını radikalleştirmekti. İkincisi, işçiler için gerçek bir ilerleme olarak sınırlı hedeflere ulaşmak pek çoklarınca önemli olarak görülmekteydi. Son olarak önemli bir motivasyon herhangi kısa ya da uzun vadeli hedeflerden ayrı olarak işçiler ve onların mücadeleleri ile dayanışma içinde olmaktı. Bu tanımlamalar Bookchin’in vurguladığı stratejik düşünme çeşidine aşkındır. Son iki yargının dikkate değer savunucusu Emma Goldman’dır. Ki  aslen işçilerin radikalleşmesine karşı çalışan biri olarak böyle sınırlı taleplerin önemini reddeden Johann Most’un takipçisidir. Derslerinin birinde dinleyiciler arasındaki yaşlı bir işçinin laflarına binaen bu değişimi ifade eder. Bkz. Living My Life (New York : Dover Books, 1970), Vol. I, ss. 51–53.

[10] Geçmiş on yıllar boyunca ekoloji, barış ve toplumsal adalet hareketleriyle sıkı şekilde ilişkili olan Bookchin’in hemen hemen tüm dostlarının Bookchin’in politikasını bir yana atmış olduklarını ve yüksek amaçları olan anarşist Lenin’in ideolojik bavuluyla Finlandiya İstasyonu’nda mahsur bırakılmış olduğunu belirtmek dikkate değerdir.

[11] Bookchin, The Rise of Urbanization, s. 276.

[12] Bookchin, “Libertarian Municipalism,” s. 4.

[13] Merkez kaç, yerel ve bölgeci ekonominin parçası olarak onları destekleyen diğerleri kapitalizme satıldıkları için kınanırken, onun desteklediği küçük işletmelerin neden meşru olduğu daima açık değildir. Tahminen fark, onun hücüm ettikleri öz-yönetimi, cemaatin sahibi oldukları işletmelerin çeşitli kombinasyonu ile deneyimin olasılığını, adil ve demokratik bir düzen için çalışan küçük özel işletmeler fikrini kabul ediyorken, küçük işletmelerin lehine ifadelerine rağmen, özel tüm işletmelerin ve her çeşit pazarın yok edilmesini savunan doktriner duruşundandır.

[14] Bookchin, The Rise of Urbanization, s. 275.

[15] Age.

[16] Age., s. 276.

[17] Eğer “Liberter Belediyecilik” retoriği tamamen bırakılır ve onun yerine “Mahalli iktidar” gibi daha popülüst bir kavram kullanılsaydı (ek olarak daha ekolojik bir kavram daha ilerde tartışılacaktır), taban demokrasisi için toplumsal ekolojik öneriler potansiyel aktivistlerce (politize olmuş solcular ve teorik olark yönlendirilmiş olanlar hariç) daha fazla ilgi çekiyor olacaktı. Belediyecilik pek çok Batı Avrupalı ve Kuzey Amerikalı için olmayan bir kavram iken, kişinin mahallesiyle tanımlanması kimi zaman yeterince güçlüdür ve özgürlükçü bir doğrultuda daha da geliştirilmeye yatkındır. Benzer yerel temayüller kentlerdeki mahalleler ya da köylerde kimliğin güçlü bir kaynağı olan Latin Amerika’da ve diğer pek çok yerde mevcuttur. Gerçekten de geniş bir biyo-bölgesel vizyonla birleşmiş kentsel köyler yaratma fikri pek çok kültürel bağlamda hem radikal ve hem de gelenekselci olabilen toplumsal ekolojik bir kavram olurdu.

[18]Bookchin, Remaking Society, s. 175.

[19] See John Burnheim, Is Democracy Possible? The Alternative to Electoral Politics (Berkeley : University of California Press, 1985).

[20] Bookchin, “Comments,” s. 183.

[21] Bookchin tarafından hücum maruz kalan metinde  “konseyler”e tek referans ondan yapılan alıntılar ve bu alıntılara referanslardır. Ben konseyler için asla “çağrı” yapmamışken, sanki onlar Bookchin’in meclisleriyle rekabet eden bir başka çareymiş gibi, yerel demokrasiyi genişletme sürecinin kapsamlı bir öğesi olarak (mahalle meclisleri, belediyeleşmiş hizmetler ve diğer benzer fikirlerin yanında) kendi yaşadığım kentteki Belediye Konseyi’nin sayısını yediden yirmibeş üyeye çıkarılmasını destekledim. Daha sonra göreceğimiz gibi onun bu kavramı açık bir şekilde sevmemesine rağmen, Bookchin’in kendisi tamamen işe yaramaz görünen bir biçim olsa da, böyle bir konsey için “çağrı”da bulunur.

[22] Bookchin, Remaking Society, s. 143.

[23] Age., s. 181.

[24] Bookchin’in “belediyeci” bakış açısının sorgulamaya getirdiği sadece modern bozuk kentleşmenin boyutları değil aynı zamanda meydana gelen niteliksel değişimlerdir de. Munford, The City in History adlı eserinde işaret ettiği gibi ortaya çıkanın “yeni bir çeşit şehir değil daima onla çarpıştığında şehri bozan anti-şehirdir” (The City in History [New York: Harcourt, Brace & World, 1961], p. 505). Bookchin kınanacak bir kötülük olarak ahlakçılık seviyesinde bu değişimi bilir fakat dikkatlice analiz edilecek bir konu ve daha önceki tarihsel zamanlarda biçimlenmiş pratik fikirlerine bir meydan okuma olarak ciddiye almaz. Lucarelli, Lewis Mumford and the Ecological Region (New York: Guilford Press, 1995), adlı eserinde Munford’un “anti-şehir” fikrinin “Post-Fordist” bir rejimde toplumsal dönüşümlerde ortaya çıkan bir “ technurbia”nın son zamanlardaki analizine delalet ettiğini söyler ki bu “Post-Fordist” rejim “bilgisayar-yardımıyla dizayn edilen ve telekomünikasyonlar yoluyla işleyen” ve “merkez kaç üretime ve yayılmaya eğilim gösteren güçleri” üretendir ve “yayılmış bir şehir” olarak son bulur.

[25] Bookchin, Rise of Urbanization, s. 246.

[26] Age., s. 102.

[27] Barber, Strong Democracy, s. 269.

[28] Bookchin, Remaking Society, s. 175

[29] Bu tehlikelere karşı koymaksızın belli büyüklükteki meclislerin demokratik olarak işlemesi kesinlikle anlaşılabilir. Öyle ya da böyle anlamlı bir derecede açıkça ve etkili bir şekilde onun bir parçasında yüzyüze gelir fakat büyük bir kültür ve katılımcıların karakterinin biçiminin daha da fazlası kültür tarafından şekillendirilir. Fakat bir kere daha tekrarlayayım,  yarışmacı olmayan, manipülatif olmayan meclisleri olası kılacak olan bir paideia’nın asıl öznesi olarak meclise başvurmak oldukça zordur.

[30] Barber, Strong Democracy, s. 176.

Visits: 81

Exit mobile version