Site icon İtaatsiz

“ben herkese varım/ başka türlü olmuyor inanmayın”*

Merhaba kendi serüvenini beğenmeyen arkadaşım;

Sana “arkadaş” diyerek hitap etmeme lütfen izin ver, seni arkadaş olarak görüyorum zira onca zamandır, o kadar çok karşılaşıyoruz ki ne zaman kafamı çevirsem seni görüyor hangi ara şuraya oturup bir sigara tellendireyim desem hemen öbür masadan senin sesini duyuyorum. Yıllar yılı öyle çok karşılaştık ki artık bu aşinalık arada bir de olsa selamlaşmaya kadar ilerledi.

Evet, seni tanıyorum. Arkadaşlarını da… Okul sıralarından tanıyorum. Mutsuzluğundan ve hırsından hatırlıyorum. O zamanlarda sana gösterilen bu alakanın, yine sana karşı çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyordum. Sana ve kültürvaryetene kesinlikle bir ihtimam gösterilmesi gerektiğine emin olsam da, maruz kaldığınızı düşündüğüm, acıma ve tiksinmeyle karışık yaklaşımların ne kadar büyük bir hata ve hatta işkence olduğunu söylemeye bir kaç defa cesaret etsem de, o zamanlar birikimim buna pek yeterli olmadığı için e yaşımda hayli erken olduğundan, tuhaf ve kıskanç olmak yaftalarıyla karşılaşıyordum. Küçük komplimanlarla yaklaşma çabalarıma da çoğu zaman karşılık versen de her seferinde tuhaf bir şekilde, kısa zaman sonra benden uzaklaşmaya hatta neredeyse kaçmaya ve bazende saldırmaya başlıyordun. Çocukça niyetim, sana özel bir dert gibi kabullendiğin hislerin aslında hiçte öyle olmadığını -nasıl olacaksa- göstermek, sana bir dilenci muamelesi yapılmasını engellemek, yine sana uzak ve tuhaf gelen, kaçırıldığın ve başka bir “özel alan” olarak gördüğün yer, olay, ilişki ya da işte her neyse onları kendi varabildiğim kadarından göstermek, senin pısırıklaştırılmana acemice mani olmak istiyordum. O seyyar çaycıda ya da şu kavede, bilardo salonunda, ileri ki mahallede, oranın berisindeki gölette, kanalın oradaki mahallede öyle korkunç hayatlar olmadığını görmeni, bir şekilde, sana özel gibi kabullendiğin, dert ettiğin her ne varsa, o kaçırıldığın, gözünün korkutulduğu yerlerde çok daha somut çareler olduğunu hatta an gelip bunlarla eğlenebileceğini göstermek istedim. Her şey toz pembe değildi elbet, başına iş açmanın, belaya bulaşmanın da herkes için olduğu gibi öğretici olabileceğini, gerçekten korkmanın hatta korkudan urgan gibi sıçmanın, bunun sadece lafta değil gerçekte nasıl bir şey olduğunu görmeliydin.

Ne yazık ki sana yapılan haksızlığı göstermekte yardımcı olamadım, elbette bundan benim kusurlarım da çoktu; çok genç hatta çocuktum. Her neyin içindeysek orada bana da zavallı muamelesi yapılmış ve rencide edilmiştim; üstelik bunu öyle usul bir hainlikle yapıyorlardı ki insan kendini iyi bile hissediyordu. Sonra sonra bir kaç gözü pek, bir kaç elçi, bazı güzel yazılar, dergiler, insanlar aklımı çeldi, kısık ama kendinden emin, belki bazan fazla temkinli bu sesleri sevdim ve sevdiğim her şeyi başkalarıyla öylece ve bir çırpıda paylaşmak isteyecek kadar romantik bir çağımdaydım.

Biliyorsun; işler daha sonra da pek değişmedi, kötüye bile gitti. Hatta sen benden daha iyi bilirsin, zira kötüye gidişi anında görmek ve onunla beslenmek senin esas meselendir. Artık yirmili yaşlarımızdaydık ve sen de benim sinirime dokunur olmuştun; nihayet ortak ve karşılıklı bir duyguda buluşmuştuk. Artık ikimiz içinde hayat okul sıralarındaki gibi değildi. Bu geçiş hepimizi hırçınlaştırmıştı muhakkak.

Sen hala o kendini yatkın gördüğün bir iki ödevi sıkıca tutmuş hırslı ve öğretmen ve idarecilerden taktir almayı bekleyen ama hiç memnun olamayan, ikili ilişkilerinde de mızıkçının tekiydin. O dik burnunun arkasında da gammazcılık, pısırıklık gibi huyların devam ediyordu. Bu hayatta emin olduğun tek şey sana karşı haksızlık yapıldığıydı. Haklıydın da üstelik! Gel-gör ki tespit edemiyordun; sana kalsa, muhakkak bunun birinci derecede parayla daha sonrada ailenle ve yakın çevrenle alakası vardı. İlk hedefin bir süredir para ve ona giden yollar olmuş ama tatmin olamamıştın. Senin için projelendirilmiş çizelgede eksik olan neyi yaptığını bulman lazımdı ama hep aynı yere geliyor olmalıydın; sen önemli kısmını yaptın, yapamadıkların seni bu hale soktu ve projede gerçekleştiremediklerinin en önemli sebebi para ve daha sonra ailen ve yakın çevrendi! Bu kısır döngü seni çıldırttı. Üstelik seninle ilgilenen daha az insan vardı artık. Çok daha az… Arkadaşların seninle daha az buluşuyor, başka arkadaşlar ediniyor, yaptığın esprilere gülmüyorlar, sevgilin seni sıkıcı buluyor, sen istediğin zaman sevişmiyor, üstelik ilişkiye heyecan katmak gibi saçma laflarda ediyor olmalıydı! Ailen çizdiğin grafikten memnun gibi gözükse de geçen akşam bir şey ima etmeye çalışmış olabilirler!

Tüm bunları bu kadar iyi biliyor ya da tahmin ediyorum -aslında gayet iyi biliyorum- çünkü kendine terapi için bulduğun yeni alan ben ve benim gibilerin yanıydı. Sen de beni gayet iyi hatırlıyordun; kırık burnunda tamponla, dışarıda utanmadan gezebilen ve en ufak bir mimiğinin bile canını yaktığı belliyken tuhaf bir şekilde kahkahalar atan çocuğa benziyordum, derslerim iyi olmasa bile insanların konuştuğu, öğretmenleriyle batak oynayan o herif olabilir miydim? Senden kopya ya da bozuk para isteyen… Saç traşı olmayan, jöle kullanmayan… Facebook’ta eski arkadaşlarına ulaşmaya çalışırken adını hatırladığın ama arama motorunda çıkmayan ender kişilerden biri… Evet, o hıyar! O zamanlar nasıl unutulur? 90lardan yeni kurtulmuştuk ki o tuhaf cumcumanın içinde bulmuştum kendimi; liberalizmin yeni oyuncağı bendim. Açık söylüyorum; benim, ben olmak için çektiğim onca şeyden sonra senin çok başka bir hayatın içinden sadece canın isteyince çıkıp tüm uğraşıp didinip kolladığım şeyleri dilediğin gibi kullanman çok canımı sıkıyordu. Sana bu özgürlük sağlanmıştı çünkü eğer sağlanmasa hepiniz intiharın eşiğindeydiniz ve istatistiksel olarak da otuzunuza kadar bunu gerçekleştirme ihtimaliniz çok yüksekti. Kapital genç sermayesini gözden çıkaracak değildi ve sen birden benim çamuruma ortak çıktın.

Aslında benim içinde sana katlanmanın tek yolu, o an bana da bir fırsat gibi gelen, senin gibi dert yakınmaktı ki bir tuzağa düştüğümü daha sonra fark edecektim. . O günlerdeki konuşmalarımızı hatırlarsın; vaziyetim çok parlak değildi. Aslında bir çağdaşın olarak şikayetlerimiz neredeyse aynıydı ama meclislerimizde olaylara yaklaşımlar gerçekten çok farklıydı. Sen bir takıntı biçiminde hep aynı yolu izliyorken ben hala seslere kulak kabartıyor ve yanlış ya da doğru, öyle ya da böyle birden fazla çözüm -değilse de- en azından ihtimal sağlıyabiliyordum. Üstelik bakar mısın, yarım yamalak eğitimime, orta kara aklıma, şu halime bakmadan olayları sınıflandırıyor, derecelendiriyor hem de artık yüksek sesle konuşuyor, yanlışını görünce pısmıyor onu sahipleniyor; üzerinde çalışıyor ve utanmadan da tartışmaya sunuyordum! Durumlar, gelişmeler hakkında onca tanımı icat etmiştim bile! Ya hu ben düpedüz yaşıyordum! Sen hayat berabat derken dizlerinin bağı çözülürken ben hayat berbat dediğimde, tam da dişine göre bir rakip bulmuş gibi bıyık altından sırıtmıyor muydum, çıldırmak işten değil!

Derken farkettim, yıllar önce davetime icabet etmediğin bu yerlere neden ve nasıl geldiğini. O zamanlar yasak ve güvensiz olan bu mecralar artık teknoloji vasıtasıyla da sosyal ve yasal desteklerle de, işin bu yanında da bizim “hödüklüklerimizinde” törpülenmesiyle, girip bakılabilinir hale gelmişti ki aslında örgütlü ve topluca gelmiş olmanız da seni rahat kılıyordu. Yine bir itiraf; bu sosyal akış bizim sınıflarımız için de belli çıkarlar sağlamış, yani sosyal ve ekonomik küçük çıkarlarla oyuna getirilmiştik. Sizler dolandırıcılığı iyi bilirsiniz ve bizlerde bu üç kağıda gelecek kadar sıkışmış ve bunalmıştık doğrusu. Benim yanıma gelmeni büyük biraderlerin tavsiye etmişti; burada göreceklerinin ve öğreneceklerinin besin değeri yüksekti ve idarenin tekniği de tehlikeyi engelleyebilecek kadar güçlenmişti. Evet çok daha güçlüydü şimdi, çünkü arkadaşım, sen bize katılmayı reddetmiştin! Ve ben hala fazla toy ve romantiktim; üstelik senin gördüğünün dışında ve yakınmalarımda hiç bahsetmediğim şey benim de öz gelişimimi tamamlayamamış olduğumdu ki kibir ve inattan bolca vardı naçiz bünyemde. İşte bunu büyük biraderlerin çok iyi biliyordu ve istedikleri şeylerden biri de senin de bu yüzlerce gediğimi, yanlışımı görmemendi.

Sonra küstüm sana, kendime küstüm aslında, beni küçük düşürüşünü hiç unutmamak üzere çekildim  onca zaman sahip çıktığım ne kadar yer varsa. Sen o “stargate”den her geçtiğinde biraz daha çözüldü tüm yaşam alanlarım. Bu çözülme hızlandıkça daha çok ziyaret eder oldunuz. Akın akın…

Bunları yazdıktan sonra sana en baştan arkadaş diye hitap etmekte ısrar etmiş olmam senin için ya anlamsızlaştı ya da tehditvari bir hal aldı sanırım ama ne endişe et ne de manasız bul; artık yirmili yaşlarda değiliz. Eğer akıl yaşta değil baştadır diyen olacaksa da ona diyebileceğim benim yolumda her şey için zamana ihtiyaç olduğudur. Hayatta bir çok şey değişti ve ben de bir çok şeyi yenilemek, kaldırmak, atmak konusunda çalıştım. Hatırı sayılır derecede ilerlediğimi sanıyorum. Bu zandan emin olmamdaki değerlerimden biri de daha çok kişinin fikrini dinlemeyi ve anlamayı öğrenmiş olmam ve sağlamalar konusunda kendime karşı acımasızlaşmam. Eskisinden çok çok daha öfkeliyim ama benliğimi öfkemden güçlü kılmak için de sarfettiğim çabalar karşılık bulmuş olmalı ki o öfkenin sırtında iyi bir binici olmak konusunda da fena sayılmam. İç yolculuğun senin biraderlerinin bana kurmuş olduğu tuzaklardan biri olduğunu da çok erken farkettiysem de o kayboluştan dönmek hayli zamanımı aldı. Kıyıya yaklaştıkça yüzmenin daha da yoruculaştığını bilirsin ama işte buradayım, hesabına çalıştığın her şeyin ortasında, her zaman beni görebileceğin bir yerde durmaya özen göstereceğim, tenhaca bir bölgeden şehre girdim bile.

Sana söylemek için pek vaktim olmamıştı, biraz acele ayrılmıştım hatırlarsan, büyük biraderlerinde pek tembihlememiş olacak ki seni, anti-depresanlarını bira içebileceğin saatlerle çakışmayacak şekilde almak için saati kurarken görüyorum. Şöyle ki; işgal ettiğin alan ne kutsal ne de şifalıydı. Oralarda iç ceplerimizde cüretle otururduk, belimizde kendimize karşı acımasızlık vardı, bir uygulamaya toslasak üzerimizde bulamayacağınız ama hep taşıdığımız şey soru işaretleridir. Ben hevesimi üzerimden hiç ayırmam. Sana bunları söylüyorum ama sanma ki o tekrardan sırnaşmalarına bir dostluk eli uzatıyorum. Biraz ufka doğru bakarsan ikimizden biri için çok hazin bir son yaklaştığını görebilirsin. Üstelik hepimiz aynı hızda, belki daha hızlı, ona doğru ilerliyoruz. Her iki halükarda senin için üzülüyor olacağım. Yine de artık benden daha fazla samimiyet bekleme, hep aynı eşiği geçmeni bekliyor olacağım ve daha fazla iyi niyet yok artık.

Şüphe yok ki arkadaşım, sen ve ben iki düşmanız; ben düşmanıma acıyacak olmasam da Yer üzerindeki  her şey gibi düşmanlık ilişkisinin de kendiliğinden ve belli değerlerine yine Yer’in kendisine olan bağlılığımdan dolayı saygım var.

Şimdi o değerlere iyi bak ve her gün nasıl da öğrenmeye gönüllü ve heyecanlı oluşuma dikkat kesil, son bir çabayla ne kadar anlarsan, o sabırlı an geldiğinde seninle olan kavgamızın nihayetinde ancak o kadarıyla yetinecek bir kayıp olacaksın; her iki halükarda da…

Bana…

Yeter artık bu “sen-ben” üzerinden konuşma;

…Bizlere duyduğunuz aşinalığın ve gördüğünüz bazan iyi niyetli bazen öfkeli hallerin ahan da “ben”ce kısa bir hikayesi. Sizler emrinde bulunduklarınız tarafından her an harcanmaya hazır olan kıt’alarsınız ve bizlerin ölüleriyle bile başedemeyen bir krallık için fedailik yapacağınız kesin. Kaldı ki günah çıkarma bizde pek kabul görmediğinden en iyi ihtimallerde bile bu dövüşün süreceğinden iyice emin olabilirsiniz. Çünkü; Biz bitti demeden bitmez! Biliyorsunuz, hep böyle oldu.

Adeta tüm dünyayı hapsedildiği alan kadar sanan bir evcil hayvan gibi, kısa ömürleriniz kadar düşündüğünüz koca yaşamın içinde ancak o ömürlerinizde gördüğünüz hükümdarlığı daimi sanıyor olmanız onunla beraber savaşa giriyor olmanızda esas etken. Zira bir çok şey eksik öğrendiğiniz gibi, kazananın yanında olma işini de ancak bu kadar öğrendiniz.

Benim, dünyanın hiç bir öğesiyle arkadaşlığım, haşır neşirliğim zaten bitemez, çünkü o çok korktuğunuz ve kusura bakmayınız başka hayallere aldanmış olsanız da asla “kurtulamayacağınız” yer bu Yer. Ya Onunla barışın ya da Onun askerleriyle savaşmaya hep hazır olun; Her hangi bir yerde, her hangi bir şekilde, sizler belirleyebilirsiniz.

*(Ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak bir şey yoktu

Bir şey daha yoktu ama kavrıyamıyordum)
İşte böyle olmak en iyisidir olmakların
Bir küçük çocuğu tuttum otobüsten indirdim
(İndirmiştim
Yok olan önemli bir şeydi Allah kahretsin)
Tüm kavgasız tüm duruk tüm başıboş
Üç sayı kötü bir sayı iyi şiir dinledim
Çıkıp okudular durup dinledim
Bitmeseydi daha dinlerdim kötü mötü
Saat kaç diye sordular birisi beş yani dedi
(Ha kavgada ha aşkta
Bu gök bomboş ha kavgada ha aşkta)
Göğe baktım yerli yerinde
Haydutlar dalavereciler yerli yerinde
Vurguncular hayınlar vurdumduymazlar öyle
İyi dedim içim rahatladı
Düzen bozulmamış dedim sevindim
Tenhaca bir bölgelerinden şehre girdim
(Ben herkese varım
Başka türlü olmuyor inanmayın)

Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
(Ekmek vardı tereyağı vardı söylemiştim bu önemlidir
Utanılacak bir şey yoktu kime anlatmalıyım)
Ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez
Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına
Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara
Sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
Yalana dolana itliklere keten elbiselere
(Sonra karısı öldü o çocuğun
Yalnızdı güçsüzdü herkesler gibiydi
Kirlendi kötülendi sarhoşladı pis karılara dadandı
Anladık onu ölenden başkası kurtaramaz
Ölen de kurtarmamıştı)

Bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın
Şimdi bu taşları biz çektik değil mi ocaklardan
Bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi
Bu yapıları oniki kat yapmak bizim aklımızdı
Biz kurduk istersek umursamayız ya
(Abluka burda başlıyordu çünkü)
Ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim
Sen beraber yatacağımız yatakları hazırla
Sen bir onu yap yeter bak göreceksin.

Visits: 99

Exit mobile version