beni bekleyen ben – Siren Kaya (Şiir)

0
1095

Mavi üzerine düşünüyorum. Bir çöl vizyonu geliyor. Masmavi kumları olan bir çöl. Gökyüzü de kumlar da, her şey mavi. Masmavilik içinden kumlardan yükselip uçarken yeryüzüne bakıyor oradan hayalimdeki yeri bulmaya çalışıyorum. Gökyüzünden yeryüzüne inmeyi bilemediğimi fark ediyorum. Birbirine kenetlenmiş insan kollarına sarılarak aşağı iniyorum. Göl kenarında dağların ortasında genişçe bir ovadayım. Ahşap büyük camları olan bir ev. Sonbahar.  Kavak ağaçları var ve elma kokusu. Sonra evin mutfağına giriyorum. Ihlamur kokusu.  Ihlamur gibi koksam diyorum.  Sonra evin önündeki göle doğru yürüyorum. Gölün yüzeyine bakıyorum, yansımamı göremiyorum. Dört yunus balığı. Göle kıyıdan adım adım giriyorum. Durgun, temiz, sakin. Kum. Yunuslarla gölün dibine dalıyorum. Sadece kum.  Kumların üzerinde beyaz inciler. Onlardan toplamam gerekiyor ama siyah bir inci görüyorum ve arkasında siyah bir yengeç beliriyor. İnciyi alıyorum ve gölden çıkıyorum. Kıyıda beni bekleyen beni görüyorum. Onun gözünden kendime bakınca, Japonsu bir güzellik görüyorum. Dudaklarımdan ve göğüslerimden öpüyorum. Konuşup sarılıyorum. Soruyorum, bana acıyor musun, diye. Hayır, sen çok değerlisin diyor ve beni öpüyor. Elimdeki inciyi beğenmemiş gibiydim. Boynuma kolye mi yapsam diye düşünuyorum.. Bana siyah incinin ayna gibi parlak, yansıtıcı ve aynı zamanda karanlık doğurgan olduğunu söylüyor. Sonra göle doğru yürüyor ve suyun içinde eriyip bir su olup kayboluyor.

7 Aralık 2019

Views: 134

Önceki İçerikLysander Spooner’in Toplumsal Sözleşme Eleştirisi – Steve J. Shone – 6
Sonraki İçerikDevletleşme, Yöneticilerin Ortaya Çıkışı ve Deve Cemal Çetesi (Bölüm 3) – 13 – Bayram Bey
Almanya’da Giessen’de yaşıyor. Edebiyatta bazı yazar ve şairlere saplantısı yüzünden üni. eğitimi yarım bıraktı. Döngüsel olarak her güne Gülten Akın, Gunter Grass, “Garacaoğlan” okuyup başlıyor. Kitapçı raflarında karşısına çıkan her “G”li yazarın yapıtını alıp okuyor. Karşılaştığı yazılarda, bilmediği dillerin sözcükleri de içinde, “G”li sözcükleri belleğine kazıma çalışmaları yapıyor. En sevdiği sözcük başka anlamları da içinde “Gül”. Beslenmek, barınmak, giyinmek için orda burda her bulduğu onaylanabilir paralı kölelik edimlerini yerine getiriyor. En sevdiği roman J. Berger’in “G”si. Öyküye gelince sevdikleri çoksa da Kafka’nın “Ceza Sömürgesinde”si. Ceza Sömürgesinde el erimi yakınında duruyor hep. Şiir? İşte bu alanda seçim yapmak olanaksız geliyor; gezegenin, başka yıldızkümelerinin gezegenlerinin, böceklerin, çiçeklerin, insanların, denizyıldızlarının ve denizanalarının şiirlerinden hoşlanıyor. Basılı hiçbir şey oluşturmak istemiyor. Yazdıklarını beğenmiyor. Arada sırada “zorunda” kalmadıkça kimseye bir şeycik okutmuyor. Okuttuğu için önünde sonunda kocaman bir pişmanlık duyuyor. Ana dilini ulusçuluktan, kimlikçilikçilikten ve onlar gibi ezberletilmiş kurgusallıklardan dolayı değil, önemli bir şiir dili olduğu için seviyor. Almanca dışında başka dillerde çok az okuyor. Farsça bilmiyor; ancak onun ortalıkta salınan gül kokulu bir şiir dili olduğunu duyumsuyor. Belleğinde Hayyam’ın Hafız’ın, Hatayi’nin, Furuğ’un kimi dizeleri kakılı. Onları düşlerinde, uyanıkken, dalgınken, ayıkken elinde olmadan mırıldanıyor. Dolu zamanlarında şiirimsiler, öykümsüler fısıldıyor kendine. Canı isterse onları yazıya geçiriyor. Kentte yürürken, para kazanırken, araba kullanırken, durumlar ya da karşılaşmalarda elinde olmadan mırıldandıklarını yineleye yineleye oyalanıyor. “Güçlü derecede saplantılı” tanısıyla yaşıyor. Çöl hekimlerinin tanılarını umursanamaz buluyor. Bazen de fısıltılarını telefonuyla (ses kayıdı) paylaşıyor. İşte böyle bir şey benim öyküm de!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz