Mavi üzerine düşünüyorum. Bir çöl vizyonu geliyor. Masmavi kumları olan bir çöl. Gökyüzü de kumlar da, her şey mavi. Masmavilik içinden kumlardan yükselip uçarken yeryüzüne bakıyor oradan hayalimdeki yeri bulmaya çalışıyorum. Gökyüzünden yeryüzüne inmeyi bilemediğimi fark ediyorum. Birbirine kenetlenmiş insan kollarına sarılarak aşağı iniyorum. Göl kenarında dağların ortasında genişçe bir ovadayım. Ahşap büyük camları olan bir ev. Sonbahar. Kavak ağaçları var ve elma kokusu. Sonra evin mutfağına giriyorum. Ihlamur kokusu. Ihlamur gibi koksam diyorum. Sonra evin önündeki göle doğru yürüyorum. Gölün yüzeyine bakıyorum, yansımamı göremiyorum. Dört yunus balığı. Göle kıyıdan adım adım giriyorum. Durgun, temiz, sakin. Kum. Yunuslarla gölün dibine dalıyorum. Sadece kum. Kumların üzerinde beyaz inciler. Onlardan toplamam gerekiyor ama siyah bir inci görüyorum ve arkasında siyah bir yengeç beliriyor. İnciyi alıyorum ve gölden çıkıyorum. Kıyıda beni bekleyen beni görüyorum. Onun gözünden kendime bakınca, Japonsu bir güzellik görüyorum. Dudaklarımdan ve göğüslerimden öpüyorum. Konuşup sarılıyorum. Soruyorum, bana acıyor musun, diye. Hayır, sen çok değerlisin diyor ve beni öpüyor. Elimdeki inciyi beğenmemiş gibiydim. Boynuma kolye mi yapsam diye düşünuyorum.. Bana siyah incinin ayna gibi parlak, yansıtıcı ve aynı zamanda karanlık doğurgan olduğunu söylüyor. Sonra göle doğru yürüyor ve suyun içinde eriyip bir su olup kayboluyor.
7 Aralık 2019
Views: 134