“İşlediği cinayetten sonra altı yıl cezaevinde yatmış bi Veysel vardı. Son iki yılını tek kişilik hücrede geçirmiș. Bir gece olsun uyuduğunu görmedim. Yatağın ortasında karanlıkta otururdu öylece…
Niye uyumuyorsun, derdim. Gitmiyor, derdi, öldürdüğüm adam. Neden öldürdün? Kız meselesi. Kız nerde? Başkasıyla evlendi. Peki, sen ne zaman uyuyacaksın? Adam gidince…”
Askerde iken daha ilk atış taliminde bana verdikleri kurşunların tamamı karavanaya gitti. Hedef önümde ilk günkü tazeliğinde öylece duruyordu. Meğerse uzman çavuş arkamda beni izliyormuş… Beni çağırdı, gittim. O nasıl atış lan öyle, dedi. Nasıl üniversite okudun sen! Ben de dalga geçiyor sanıyordum. Sonra birden Goministmisin lan, dedi… Haydiii, dedim içimden… Neyse o sinirle ayrıldı yanımdan… Derken iki gün sonra beni çağırdılar. Bundan sonra PDRM çavuşusun, deyip elime 30 kişilik bir liste verdiler.
PDRM daha ziyade psikolojik sorunu olanların olduğu grup ama bizimkiler harman yapıp tecavüzden, cinayetten, gasptan içeri düşüp çıkanları; madde bağımlılarını, nevrotik, depresif veya vücudunu doğrayanları tek bir birlik gibi yapmışlar. Beni de onlara çavuş yaptılar… Delilere sormuşlar, en akıllınız kim? diye, Șu en önde giden zincirli, demişler. Bizim grupta tam öyle bir grup olmuştu… Ve hepimizin silahı alındı tabi… Sadece ben nöbete giderken boş bir G3 alabiliyordum. Böylece mis gibi silahsız askerlik yaptım.
Biz böyle herkesin az buçuk çekinip, mesafeli durduğu bir gruba dönüşmüştük. Eğitim sahasında bile kimsenin bizi görmeye tahammülü yoktu. Nerde şantiye işi var, nerde kamyonlarca un taşınacak, nerde tadilat biz oradayız ve tabi ne zaman koğuşta birşey kaybolsa biz yine olağan şüpheliyiz.
Çünkü bu insanlar resmen Sisifos gibi Tanrılarca cezalandırılmış. Her gün o kaya o tepeye itilecek. Elimizde zaten silah yok. Tek rütbeli güya benim ama benim pırpırların kendine hayrı yok
Her yeni acemi kafilesi geldiğinde benim liste biraz daha kabarıyordu. Gidenler gelenler derken zaman içinde aramızda bir dayanışma oluştu. Grup memleketten ne geliyorsa bölüşüyordu, en çok ta sigara tabiki. Tüm o süre boyunca ben bu ötekileştirilmiş insanların ne tartıştığını nede kavga ettiğini görmedim. Dağlara intikale çıktığımızda herkes bir şeyler yapar, pozisyon alır, atış talimi falan yapar… Bize de siz şurada bi yerde pozisyon alın, derlerdi. Silah yok, bir şey yok. Neyin pozisyonunu alacağız, demez… Kimsenin görmeyeceği ağaçların altında kendi kendimize eğlenirdik. Türkü söyleyenler, fıkra anlatanlar… Askerliği bir gün olsun sevmedim ama o çocukları hakikaten seviyordum… O zamanlar pek ayrımına varamasam da, toplumun kurban üretme potansiyelini ve bunların kurban oluşlarını suratlarına her an yeniden çarpmasını ve bunu o kadar doğal yapabiliyor olmasını şimdi şimdi daha iyi anlayabiliyorum.
Elbette romantik bir genelleme yapıp bu grubu melek ilan etmeyeceğim ama şartlar farklı olsa birçoğunun bulaştıkları işlere bulaşmayacağını düşünüyorum.
Toplumun “normal” bireyleri gerçekte bu kadar masum mu? Bir cinayet gerçekleştiğinde katil hep yalnız mıdır? Bu insanlara belki de hiçbir konuda asla yeni bir şans tanımayacak, kandil gecesini sektirmeyen bu kalabalıklar hepten mi pir-u pak?
Askerlik ilginç bir şekilde benim için bu renkliliği deneyimleme şansı oldu.
İşlediği cinayetten sonra altı yıl cezaevinde yatmış bi Veysel vardı. Son iki yılını tek kişilik hücrede geçirmiș. Bir gece olsun uyuduğunu görmedim. Yatağın ortasında karanlıkta otururdu öylece…
Niye uyumuyorsun, derdim. Gitmiyor, derdi, öldürdüğüm adam. Neden öldürdün? Kız meselesi. Kız nerde? Başkasıyla evlendi. Peki, sen ne zaman uyuyacaksın? Adam gidince…
Views: 80