Biyoyakıt: Doğanın Sömürüsünde Yenilik – Nurşin Altunay

0
3220

Bir arkadaşımla sohbet ederken konu ekolojiye geldi. Arkadaşım derhal benzin kullanımını durdurmamız gerektiğini, biyoyakıtın zorunlu hale getirilmesinin şart olduğunu söyledi. “Verimli topraklarda yakıt üretmek için bitki yetiştirmemeliyiz. Toprak gıda içindir,” dedim. Ötesini getiremeyince konuya çok da vakıf olmadığımı fark ettim. Bunun üzerine konu hakkında okumaya başladım.

Meselenin tahmin ettiğimden daha büyük bir şey olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Konu ile ilgili yazılmış sayfalarca yazı, rapor ve araştırma bulunuyor. Yazıları ve yazanları kabaca üçe ayırmak mümkün. Biyoyakıt tarafında olanlar, biyoyakıta karşı olanlar ve hem zararlarını hem de yararlarını ardarda dizip tarafsız gibi görünen, ama gayet taraf olanlar.

Aslında dev petrol ve tarım şirketlerini karşı karşıya getiren bir durum söz konusu olduğu için bu kadar çok tartışma olması son derece normal. BM bile biyoyakıtların zararları ile ilgili raporlar yayımlamış. BM petrol şirketlerinin mi yanında acaba? Buna rağmen biyoyakıt kullanımının zorunlu tutulduğu haller var. Bu mecburiyet işin içindeki GDO’lu mısır, kanola v.s. üreten dev şirketlerin de kaldırılıp bir kenara koyulamadığını, onca rapora rağmen biyoyakıttan vazgeçilememesinin sebebinin bu şirketler olduğunu düşündürmüyor mu?

Bunu bir örnekle açıklamak isterim. Mesela İngiltere Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Chatham House tarafından bir rapor hazırlanmış[1]. Bu raporda biyoyakıtların maliyetleri yükselttiği ve gıda fiyatlarına olumsuz etki yaptığı söyleniyor.  Birleşik Krallık’ta ulaşım yakıtlarının %5’inin biyoyakıtlardan karşılanması AB kanunlarınca zorunlu kılınmış. Raporda bu yakıtların iklim açısından fosil yakıtlardan daha zararlı olduğu da iddia ediliyor. Tüm bunlara rağmen biyoyakıt üretimi ve kullanımı AB ülkelerinde ısrarla sürdürülüyor. İşin içinde bir iş var hissiyatının oluşması son derece normal bu durumda.

Doğaya Zarar Veren “Çevreci Yakıt”

Biyoyakıt tarafında olanlar, kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi, biyoyakıtı yere göğe koyamıyor.  Biyoyakıtlar yenilenebilir enerji olarak tanıtılıyor. Yenilenebilir ve sürdürülebilir sözcükleri ile tanımlanan hemen her duruma kuşku ile bakmak gerekir. Çünkü söylenenlerin altında söylenmeyen birçok gerçek bulunabilir. Sunulanlar gerçek dışı, gerçek olan ise asla dile getirilmeyen ve dile getirilmesi istenmeyen olabilir.

Biyoyakıtın faydalarını sıralayanların tanımlamaları, farklı cümlelerle de olsa, aşağı yukarı hep aynı şeyi söylüyor.  Söylenenleri tahmin etmek zor değil, ama yine de basitçe ifade etmek iyi olabilir. Özetle söylenenler: Küresel ısınma var. Buna paralel enerji ihtiyacı da var. N’apacağız? Enerji üretmeyecek miyiz? Olur mu öyle şey! Biz şahane bir çözüm bulduk. Bu çözümün adı biyoyakıt. Bilim insanları üzerinde yıllarca çalıştı. Tarımsal potansiyeli yüksek ülkeler için müthiş bir avantaj, bu sektörden çok para kazanabilirler.  Fosil yakıtlar çevreyi kirletiyor ve stoklar gitgide azalıyor. Alternatif bulmamız mucize gibi ve üstelik bu alternatif doğa ile dost. Karbon ayak izi (Carbon footprint) de bırakmıyoruz. Daha ne isteyelim?

Biyoyakıtseverlerin “karbon salınımına olumlu etki” yani biyoyakıtların çevreciliği konusunu açıklamaları da oldukça ilginç. Biyoyakıt bitkilerden üretiliyor. Bitkiler henüz toprakta iken fotosentez yaparak karbondioksit alıp oksijen veriyor. İşte o aşamada dünyaya saldıkları oksijenin ve kullandıkları karbondioksitin bir nevi ön ödeme olduğunu düşünüyorlar. Fotosentezin biyoyakıt üretiminde ve sonrasında doğaya verdiği her olası zararı telafi ettiğini iddia ediyorlar. Zaten muhtemelen karbon borsası için de, bu yönü ile puan kazandıran, yenilenebilir bir enerji kaynağı. Yakıtın fotosentez üreten tarım ürünlerinden olunca bir denge oluştuğuna nasıl inanabiliyorlar, çok şaşırtıcı.

Suyun hiç bir zaman boşa akmadığını bir türlü anlamayan, akan suyu akan para musluğu gibi gören, güç için doğal kaynakları elinde tutmak isteyen HES yanlısı kurumların ve kişilerin “Şimdiye dek su akar, Türk bakar, dendi. Artık sularımız boşa akmayacak,” diyerek kafa bulandırması gibi, biyoyakıt savunucuları da benzer argümanlarla algıları bozmaya çalışıyor. “Topraklar öyle yatacağına buralarda bitki yetiştiriliyor. Bu bitkilerden yakıt elde ederek petrol bağımlılığımızı azaltabiliriz. Biyoyakıt ucuzdur ve çevre dostudur,” diyorlar.

Kolay anlaşılabilir, umut içeren bu cümlelerle biyoyakıtın iyi bir şey olduğunu zannedenlerin sayısını artırmak elbette ki çok kolay. Zira biyoyakıtın zararlarından bahseden yazıların argümanları çok daha fazla, çok daha bilimsel ve dolayısıyla bu kadar kısa ve parlak cümlelerin karşısında çok uzun, çok karmaşık kalıyor. Mesela, üretim aşamasını anlatan yazıların içinden mesleğin içinden olmayanların çıkabilmesi hayli güçtür. Sulu yıkama, kuru yıkama, sulu yıkama esnasında kullanılan suyun çevreye verilmesi ile oluşan zarar v.s. aşamalarını anlamak benim için mümkün olmadı. Bu yıkama işleminin nasıl bir şey olduğunu kavramış değilim. Aslında kavramam da gerekmiyor. Sonuçta “atık su” denirken ne kastedildiğini anlayabilirim. Ama bu çıkarımda bulunmak bile içinde kaybolunan yazılarda ciddi emek gerektiriyor.

Biyoyakıt Üretirken Ne Kadar Su Kullanılıyor ve Kirletiliyor?

Biyoyakıtın zararları ile ilgili çok değerli yazılar mevcut. Mesele uzun uzun irdelenmiş. Özellikle toprakla ilgili zararları, gıda üretimine etkileri son derece ayrıntılı şekilde ve bilimsel verilere dayanılarak defalarca anlatılmış. Çiftçi-Sen, biyoyakıt olarak bildiğimiz yakıt türünün isimlendirmesinin bile aslında bir art niyet içerdiğini söylüyor[2]. “Biyo” hayatı ve yaşayan organizmayı işaret eden bir sözcük olmasına rağmen, pazarlama stratejisi ile kullanıma sokulmuş görünüyor. “Teknik olarak tarımsal üretimle elde edilen ve hiç de doğa dostu olmayan bu akaryakıt biçimine biyoyakıt, biyodizel vs. demekten vazgeçip gerçek tanımlarıyla, agroyakıt/agrodizel diye hitap etmek gerekir. ‘Biyo’ takısıyla yaratılmak istenen doğallık, saflık, yenilebilirlilik yanılsamasından kaçınılmalıdır, “ diyor.

Yazıda agroyakıtın (agrobenzin ve agrodizel) doğa dostu olmadığı, sera gazı emilimini azaltmayıp tam tersine arttırdığı, fosil yakıt tüketimini azaltmadığı, tarım arazilerini gıda dışı üretime iterek gıda fiyatlarını artırdığı ayrıntıları ile açıklanıyor. Bunlara uzun uzun değinmeyeceğim. Asıl değinmek istediğim konu agroyakıt/biyoyakıt[3] ile su arasında nasıl bir ilişki olduğu. Çünkü genellikle toprak kullanımı ve gıda ile ilgili zararlardan bolca bahsedilmiş olmasına rağmen su kaynaklarına verilen zarar ve bundan bahsedilen yazılarda konuya ilişkin paragraflar çok öne çıkamıyor ve hatta bütünün içinde küçük bir ayrıntı halini alıyor.

Diğer tüm zararları bir tarafa koysak ve hatta bertaraf etsek, sadece su kaynaklarına verdiği zarar tek başına bu yakıtların kullanımına karşı olmak için yeterli görünüyor.

Nurullah Hakimoğlu maliyeti ve getirisi eşitsiz olan biyoyakıt üretiminde sarfedilen enerjinin, kullanılırıken elde edilen enerjiden oldukça fazla olduğunu söyledikten sonra,

“Biyoyakıt elde ederken su iki şekilde kullanılır: Birincisi mahsulün sulanması aşaması, ikincisi ise kaynatma ve soğutma yoluyla biyoyakıtın içindeki enerjiyi açığa çıkarma aşamasıdır. Her iki aşamada da inanılmaz miktarda su ihtiyacı doğmaktadır ve su krizi gün geçtikçe büyürken biyoyakıtların yeterince etkili olmamasına rağmen bu kadar su kullanımının ne kadar mantıklı olduğu da doğru bir soru işaretidir,” diyor.

Burada su ile ilgili iki durum söz konusu. Birincisi yakıt üretmek için ekilen bitkiler sulanıyor. Hatta kanola, şeker kamışı gibi yakıt üretiminde verimi yüksek bulunan ve kolay yetiştirilen bitkilerin çok daha fazla su istediği biliniyor. Tarım için kullanılabilecek su bu ürünler için dolayısıyla yakıt üretimi için kullanılıyor ve su yakıt elde etmek için feda ediliyor. Daha önce de bahsettiğim gibi biyoyakıt üretim aşamasında da su kullanılıyor. Bu da ikinci meseledir.

Biyoyakıt Almıyorum Zannederken Biyoyakıt Almak

Aslında her arabası olan, biyoyakıtı pahalı bulup almayan veya zararlı bulup, benzin de zararlı ama bu daha da beter diyen, demeyen herkes biyoyakıt kullanıyor.

Bu nasıl mı oluyor?

Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) 19 Eylül 2011 tarihinde bir karar aldı ve akaryakıta, biyoyakıt katkısını zorunlu kıldı. Bahsi geçen yazıdan verilen bilgi şu şekilde:

“EPDK’nın kararına göre, benzin türlerine 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren % 2, 1 Ocak 2014 tarihi itibarıyla da en az % 3 oranında yerli tarım ürünlerinden üretilmiş etanol ilave edilecek. Motorin türlerinde de yerli tarım ürünlerinden üretilmiş yağ asidi metil esteri (YAME) içeriğinin (biyodizel) 1 Ocak 2014 tarihi itibarıyla en az %1, 1 Ocak 2015 tarihi itibarıyla en az % 2, 1 Ocak 2016 tarihi itibarıyla en az % 3 olması gerekiyor.[4]

Bu durumun basit açıklaması şudur: Kullanılan benzine ve dizele %3 etanol, %3 de yağ asidi metil esteri katılıyor ve bu katkıların yerli tarım ürünlerinden üretilmesi zorunlu kılınıyor.

Peki, bu minik yüzdeler göründüğü kadar minik mi ve bu kadar düşük yüzdede biyoyakıt ile su kaynaklarının nasıl bir alakası olabilir?

Özetleyelim.

Etanol üretmek için su gerekiyor. 1 litre etanol damıtmak için 13 litre su tüketiliyor. Üretim aşamasında da su kullanılıyor. 1 litre etanol üretimi için ihtiyaç duyulan su miktarı 19 litre. Gerçekten korkunç bir rakam.

Çiftçi-Sen konu ile ilgili bu miktarı ortaya koyan yazıda başka hesaplamalar da yapmış:

“Türkiye’nin mevcut tüketimi itibarıyla 81 milyon litre etanol ihtiyacı (% 3 etanol zorunluluğu başladığında) doğduğuna göre, bu etanolu üretmek için 81 x 19 = 1.539 milyon litre, yani 1,5 milyar litre (veya 1,5 milyon ton) su ihtiyacı doğacaktır. Üstelik imalat esnasında kullanılan sular temizken, imalat sonrası atık hâle dönüşmektedir. “

Biyoyakıt üretmek için Afrika’da binlerce hektar arazi kiralayan firmalar o bölgelerin suyunu emerek yok ediyor ve ormanların yok edilmesine, insanların göç etmesine sebep oluyor. Endonezya’da ithalatı hızla artan palmyağı için ormansızlaştırma hız kazanıyor. Kenya’da insanlar evlerini çoktan terk etti, hayvanların türleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Hindistan ve Güneydoğu Asya’da geniş arazilere atmosfere fosil yakıtlardan altı kat daha fazla karbon saldığı ortaya çıkan ‘jatropha’ isimli bitki ekildi. Kendi yağlık tohumu kendisine yetmeyen, zaten hibrit tohuma mahkûm edilmiş Türkiye’de motorine % 3 yağ asidi metil esteri (YAME) içeriğinin (biyodizel) eklemek zorunluluğu sonucunda bitkisel yağ ithalatı mecburi hale geldi. Üretimden daha fazla bitkisel yağı ithal etmek ve bu ithal ürünü biyoyakıta çevirmek zorunda olduğumuz bir düzenin içinde debeleniyoruz. Yerli tohum olmayınca ithal tohum almaktan başka çare kalmamasına rağmen bundan nedense pek bahsetmek istemiyorlar ve varmış gibi yerli tohumdan biyodizel yapıyoruz zannediyoruz.

Aşağıdaki alıntı çoğu HES projesinin ancak bir AVM’nin enerjisini karsilamasina benziyor. Ödenen bedel kazanç olarak gördükleri şeyin yanında çok küçük. Bu yaşamı yok etmektir.

“FAO’ya göre, bir insanın karnını doyurabilmesi için ihtiyaç duyduğu minimum arazi miktarı 700 m²’dir. Türkiye’deki verimlilik hesaplarıyla, 700 m²’de yetişen mısırdan 193.2 litre etanol üretilebiliyor. Etanolun enerji miktarı benzinin 2/3’ü kadar olduğu için, 193.2 litre etanol 128.8 litre benzine denk geliyor. 128.8 litre benzin 3 depo bile etmiyor (kimi arabalarda 2 depo). Bir insanın bir yıl boyunca karnını doyurabileceği toprak 2-3 otomobil deposuna ayrılabilir mi? [5]

Nurşin Altunay

[1] Bu raporla ilgili haber Bora Kabatepe tarafından yapılmış ve  Yeşil Gazete’de 16 04 2013 tarihinde yayımlanmıştır.

[2] Çiftçi-Sen: “Agroyakıtlardan derhal vazgeçilmeli”, www.karasaban.net, 10.Ekim.2011

[3] Agroyakıt sözcüğünün kullanılması gerektiğine ikna olmuş olmakla birlikte, agroyakıt, biyoyakıttan farklı bir ürünmüş gibi algılanabiliyor.

[4] Çiftçi-Sen, “Agroyakıtlardan derhal vazgeçilmeli”, www.karasaban.net, 10 Ekim 2011

[5] Çiftçi-Sen:,“Agroyakıtlardan derhal vazgeçilmeli”, www.karasaban.net, 10 Ekim 2011

Visits: 34

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz