bizim bilmediğimiz bir yerde – Siren Kaya (Şiir)

0
1167

Temmuz 2008. Bugüne bir şey bulamadım verecek alıp koynuna koysun ve gitsin. Sözcükler sanki bulanık suların üzerinde gezinen, ıslak ve üzerindeki mürekkepleri akmış, yazıları silinmiş anlamsız kağıtlara benziyor. Bu suda erimekte olan batacak sözcükler birazdan zemin üzerinde sürüklenecek sonra birkaç kuğu gelip gagaları ile onlara dokunacak.

Ben bu işyerinin gece koridorunda yürüyemedim… bir an durdum, elimle yüzümü kapattım, durdum. Kimse yok gibiydi. Başımı kaldırdığımda bir kamera gördüm… geceleri ofisler ürkütücü, herkesin bıraktıkları ile dolu. Temizlikçi çocuk 20 yaşlarında ve gece vakti pür bir dikkatle hiçbir kesim çizgisini taşırmadan gazetelerin kuponlarını kesiyor. Kupon biriktiriyor. Onun gölgede kalan yüzünü arkama alıp önünden geçtiğimde merdivenlerden aşağı inecekken nedense seninle uzun konuşmamızın bir ucu ayağıma takılıyor, konu kaplumbağalar ve onların bize bir gece vakti sohbetinde getirdiği kahkahalar. Öyle gürültülü duydum ki gülümseyemedim bu sefer. Kaplumbağalar üzümleri çok seviyor, kaplumbağalar sevişiyor, kaplumbağalar uçuyor, kaplumbağaları ayırmak zor oluyor…

Beyaz florasan ışıkların altından geçiyorum ve karanlığın altına başımı sokuyorum. Yürüyorum. Sokaktaki telefonlar çalmıyor. Bütün gün içlerinde biriktirdikleri cümleleri susuyorlar. Havaalanlarında parlak büyük fayanslar ve renksiz anonslar var. Üzerime içindeki yangını üfleyen bir şehir var. Başka türlü bir eşitlik, adalet bizim bilmediğimiz bir yerde bizim olmadığımız yerlerde kendi hükmünü sürüyor olabilir mi? Bilmiyorum.

Zaman zaman keyifli olduğumu ama hala mutsuz olduğumu fark ediyorum. Bir sürü bakışı üzerimden yavaşça kaldırıyorum, görünmez oluyorum ve tüm kokusuyla, renkleriyle, sıcaklığıyla tanıklık ettiğim o koynundaki her şeyi üzerime boşaltmış olan günü hatırlıyorum. Bükreş’te bir pazar sabahının serin ve gri erken saatleri, ara taş sokaklardan birine büyük penceresiyle bağlanmış hala açık kalmış bir bar. Geceden sabaha taşınmış bir masada bir erkek ve bir kadın. Erkek bacaklarını zeminden kaldırmış, masanın altından bir köprü kurup barın sokağa bakan penceresine dayıyor. Barın içi sisli bir gece sanki hala. Kadın burnunu erkeğin boynuna dayamıştı ve başının geri kalan kısmını erkeğin çene, göğüs, baş ve omuzdan müteşekkil o güzel çukura yerleştirmişti.. Sarhoşlardı, akşamdan kalma… Keyifli ama mutsuzlardı. Ama iki kişilerdi. Tam varış noktasında hep geri dönüyorum. Varışlardan korkuyorum. Adım bu yüzden Ece, baştan ve sondan okunuşu bana aynı, o yüzden hep tekrar ediyorum, başa dönüyorum.

31 Ocak 2009

Views: 184

Önceki İçerikDevletleşme, Yöneticilerin Ortaya Çıkışı ve Deve Cemal Çetesi (Bölüm 3) – 12 – Bayram Bey
Sonraki İçerikSosyalizme Çağrı – Gustav Landauer – 6
Almanya’da Giessen’de yaşıyor. Edebiyatta bazı yazar ve şairlere saplantısı yüzünden üni. eğitimi yarım bıraktı. Döngüsel olarak her güne Gülten Akın, Gunter Grass, “Garacaoğlan” okuyup başlıyor. Kitapçı raflarında karşısına çıkan her “G”li yazarın yapıtını alıp okuyor. Karşılaştığı yazılarda, bilmediği dillerin sözcükleri de içinde, “G”li sözcükleri belleğine kazıma çalışmaları yapıyor. En sevdiği sözcük başka anlamları da içinde “Gül”. Beslenmek, barınmak, giyinmek için orda burda her bulduğu onaylanabilir paralı kölelik edimlerini yerine getiriyor. En sevdiği roman J. Berger’in “G”si. Öyküye gelince sevdikleri çoksa da Kafka’nın “Ceza Sömürgesinde”si. Ceza Sömürgesinde el erimi yakınında duruyor hep. Şiir? İşte bu alanda seçim yapmak olanaksız geliyor; gezegenin, başka yıldızkümelerinin gezegenlerinin, böceklerin, çiçeklerin, insanların, denizyıldızlarının ve denizanalarının şiirlerinden hoşlanıyor. Basılı hiçbir şey oluşturmak istemiyor. Yazdıklarını beğenmiyor. Arada sırada “zorunda” kalmadıkça kimseye bir şeycik okutmuyor. Okuttuğu için önünde sonunda kocaman bir pişmanlık duyuyor. Ana dilini ulusçuluktan, kimlikçilikçilikten ve onlar gibi ezberletilmiş kurgusallıklardan dolayı değil, önemli bir şiir dili olduğu için seviyor. Almanca dışında başka dillerde çok az okuyor. Farsça bilmiyor; ancak onun ortalıkta salınan gül kokulu bir şiir dili olduğunu duyumsuyor. Belleğinde Hayyam’ın Hafız’ın, Hatayi’nin, Furuğ’un kimi dizeleri kakılı. Onları düşlerinde, uyanıkken, dalgınken, ayıkken elinde olmadan mırıldanıyor. Dolu zamanlarında şiirimsiler, öykümsüler fısıldıyor kendine. Canı isterse onları yazıya geçiriyor. Kentte yürürken, para kazanırken, araba kullanırken, durumlar ya da karşılaşmalarda elinde olmadan mırıldandıklarını yineleye yineleye oyalanıyor. “Güçlü derecede saplantılı” tanısıyla yaşıyor. Çöl hekimlerinin tanılarını umursanamaz buluyor. Bazen de fısıltılarını telefonuyla (ses kayıdı) paylaşıyor. İşte böyle bir şey benim öyküm de!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz