Site icon İtaatsiz

Devletleşme, Yöneticilerin Ortaya Çıkışı ve Deve Cemal Çetesi (Bölüm 3) – 11 – Bayram Bey

hanlar, sultanlar, padişahlar

Başıboş bunca gezintiden sonra anlatımıza dönersek artık Gazan Han’ı ya da hanlığı daha geniş bir açıdan anlayabiliriz. Sultaniye çayırında ordu (çadır kent) kurmuş han, bölgeleri oradan yönetmektedir. Çağdaş zamanların başkentleri Bozkır Büyükdevletleri için oldukça yaddır. Onların yönetim yerleri de kendileri, orduları gibi deviniktir. Yönetenler elbette devletin “erkanı” (büyükler, üsttekiler) sayılan yöneticilerdir. Başka bir deyişle hanın destekleri, direkleri, kurulu düzenin dayanakları, tepesindekilerdir. Dönemin üst yöneticilerini imleyen kavram erkan değil “divan ıssı”dır.  Bu yönetme işine  Yazıcıoğlu’na göre bölge ayanları, bir zamanlar yöneticilik yapmış beyler (emirler) de katılmaktadır. Ayanlar kentlerin varlıklı soylularıdır. Beyler de (başka bir küme için de söylenen bir adlandırma) göçebe, yarıgöçebe boy  örgütlenmelerinde tepedeki soylulardır ki binlerce kişiye buyurma güçleri ve yetkeleri (otorite) bulunur. Han dilediğinde kırların soyluları hanın ordusuna atlı savaşçılar, atlar, kılıçlar, ok yay, mızrak takımları ve ordunun gereksindiği yiyecekleri, savaş hayvanlarının yemlerini bulmak zorundadır. Han bunları istediği zaman katına çağırıp toplayabilir. Bunlara danışabilir, buyurabilir, ki han bir yargıyetkilidir. Beyler de içinde boyu eğen eğdirilenler kul, uyruktur. Hanın yetkesi, erki bütün yöneticilerin ve bütün uyrukların üstünde işler. Gazan Sultaniye’deki böyle bir toplantıda Deve Cemal’i kimin yakalayabileceğini sorar. Böylece daha önce bir türlü başarılamayan  “ele getirme” görevi  buyrukluktan çıkarılıp bir gönüllü istemeye dönüştürülerek dönülmez bir saltık buyruk haline getirilir. Ki bunun engellenen bir ülkeler, topraklar arası dolaşımı; ortadan kaldırılan uydumculuğu ya da uyruklara kötü örnek olan  buyruklara uymazlığı; bağlı toprakların devletçiklerinin katında bir emsizliğin, güçsüzlüğün imlerinin, simgelerinin ortadan kaldırılması açısından zorunlu olduğuna yukarıda değinmiştim.

     Toplantıların bir işlevi de özelinde şudur: Hanın iççekmesi, o sürede tek isteği olan bir türlü ele geçirilemeyen Cemal’i ve çetesini ortadan kaldırmak gerçekleşsin ya da bu görevi alıp da yerine  getiremeyen, tanıkların katında bu işe gönüllü olan yönetici geleneksel yasa ve yargı gereği yok olsun. Bu işlerlik yargıyetkililerin sık sık başvurduğu bir buyurma, bugün kullanılan bir sözcükle söyleyebilirsek çağdaş devletlerde de gerekli görüldüğünde sık sık kullanılan bir yönetme, yönetimsellik uygulayımıdır. Yine üsttekilerin buyruğuyla düzenin sürdürülmesinin önünde engel görülen bir düzenlemeyi, bir yasayı, bir uygulamayı ya da bir kişiyi, birkaçını yok etme, yaşamdan alıp “yapanı bilinmeyen kıyımlar” çizelgesine bir kayıt düşme, böylelikle bir yandan da o devletin sınırları içinde yaşayanlara (nüfus?) göz dağı verme uygulamaları ne yazık ki yargıyetkillik ya da sıkıdüzenci/gözetimci devlet biçimlerinde görülen ama çağdaş seçimlerle işletilen yönetimselliklerde (ulusu ereklere, amaçlara yönelterek güvenlikçi, borçlandırıcı, düzeni sürdürme ereği için “bilgi” üretici ve o bilgileri yayma uygulayımlarını ve denetlenebilir yollarını belirleyici yönetme bilimi) çoktan eskilleşmiş, bu yüzden de bir yana atılmış bir uygulayım değildir. 1980’lerde, 1990’larda, 2000’lerdeki sokakta, kırda kurşunlamalar, işkence evlerinde öldürüp bir arsaya atmalar, kimsesizler sinliğine gömmeler ya da kendi canına kıydı kayıtları çağdaş demokrasi, tüzenin üstünlüğü, yasa karşısında herkesin eşitliği… parlatacılarıyla devletin tüm dönemlerinde kullandığı uygulayımları unutturulabilir mi hiç! Anlayabileceğimiz gibi bütün bunlar yasaldır, tüzeldir, işleyen ve işlemesi gereken doğal ve gerçek içinde olanlardır.

     Sanıldığının tersine o zamanların bütün devlet biçimleri, yargıyetkillik biçimleri, sıkıdüzenci gözetlemeci biçim ve yönetimler, çağdaşımız “demokrasili” yönetimsellik ve güvenlikçi biçimlerden uygulamaları, işleyişleri, edimleri açısından daha tüzeldir. Daha yasacıdır. Daha açıktır. Popperci açık “topluma” daha uygun biçimlenmelerdir. Yasalarının kancalarından biri göğe, aşkınlığa takılı olsa da. Yargılarının işletilmesinde işkence ve kıyımın temel bir araç olarak kullanılması yaygın olsa da.

     Yargıyetkilliklerin can alma yollarından biri olarak işkence nerdeyse onca ayrımına karşın çağdaş demokrasilerde de sürmekte. Suçlu sayılanın direnmesi şeytanilik, bir şeyleri gizleme kurnazlığıdır. Bu yüzden işkence son sınıra dek sürdürülür. İşkence edilenin söylediği her şeyden bir “suçlu” daha üretilmeye çalışılır. Burada “suçu” üstlendirme, benimsetme bir erek değildir. Her üstlenme işkence görene yeni işkenceler getirir. Çünkü şeytanla işbirliği içindeki dikbaşlı kalkışmacının söyleyeceği hep bir bir şeyler vardır daha. Düzene karşı gelen dikbaşlı yok edici eylemci işkenceye karşı direnmezse, kendisine yüklenen ve yasalarca ölüm ya da ona denk bir ödek yine kendini bulacaktır. Bazen de işkenceciler tarafından kendisine verilen sözlere karşın –söyle kurtul. Namus sözü! …söyledikten sonra burdan elini kolunu sallaya sallaya git…- son sınıra dek işkence edilerek, aşağılanarak yine öldürülecektir. 12 Mart 1971 yönetimi, 12 eylül 1980 sonrasındaki yönetimlerde olduğu gibi bugünlerde de işkenceli sorgulamalarda geçmişten ayrımlı bir anlayışın var olduğunu düşündürttürecek bir dayanak mı var? Hem işkence yalnızca doğal, doğabilimsel bir zorun “suçlu” sayılana uygulanarak onun öldürülmesiyle biten bir süreç midir yalnızca? Devletin süreğenliğine, siyasi erklerin süreğenliğine aykırı sayılan her kalkışmacı etkinliğe katıldığı savlanan kişiler ayrımlı bir türeyle, ayrımlı bir tüzeyle mi yargılanır? Tüzeyi, türeyi, ordaki çalışanları, anlayışları, törenleri, törensileri belirleyen nedir, kimdir?

     Bütün bunların tam ortalığında yer alan bir başka yönetme uygulayımı da Gizliliktir. Gizlilik yönetimselliğin önemli uygulayımlarından biridir bugün. Bıkmadan Foucault’dan alıntılıyacağım:

Devletin kendisi hakkında ve kendinden hareketle oluşturması gereken bilme, herkesin olup bitenden haberdar olduğu bir durumda kimi etkilerini kaybetme ve beklenilen sonuçları doğurmama riskiyle karşılaşırdı; özellikle de devletin düşmanları, devletin rakipleri onun zenginlik ve insan anlamında sahip olduğu gerçek kaynakları bilmemelidir. O halde gizlilik gereklidir. Buna bağlı olarak, bir idarenin işleyişiyle bir anlamda örtüşen incelemeler gerekli olduğu gibi, yayınlanabilir olanla olmayanın belirli bir kodlaması da gereklidir. Bu, o dönemde –ki bu açık bir biçimde devlet aklına dahildir—arcana imperii, yani iktidar sırları adı verilen şeydir; özel olarak istatistikler de uzun zaman yayılmaması gereken iktidar sırları olarak değerlendirilmiştir. (Güv. Top. Nüf. s. 243)   

     İlhanlılardaki bu uygulayım (divanda toplaşma, danışma) yargı gücünün uzluğunu, öncesiz ve sonrasızlığını, kısacası bengiliğini katılanlara ve zamanın anlayışlarına bir kez daha onaylatır. Kurgunun kurgusu o an, geçmiş ve gelecek zamanları kapsayarak saltık bir gerçekliğe dönüşür. Toplantıların, törenlerin, törensilerin (ritüel) yinelemeleri yaşananları göksel bir konuma yerleştirerek bengileştirir (döngüsel zaman). Tanrının yeryüzündeki topraklarının ıssı han ve Tanrının göksel düzeninin yasalarının yeryüzü topraklarının o bölümündeki uygulayıcısı han. Bu katılımcı onaycıların dikinedizilişli düzeni de böylece yeniden işletilir. Göksel düzen de dikinedizilişlidir. Yerdeki düzen göğün gölgesi ya da yerdeki yinelemesi ya da öykünmesidir. Kısaca göğün örnekçesidir. Bu anlayışlardan bir kopuş, o devletin yıkılıp gitmesiyle ilgili değildir yalnızca. Birçok devlette yönetme biçimleri arasındaki geçişler o devletin işletilmesi için alınan önlemler, yapılan yeni düzenlemeler, yeni kurumların oluşturulması, yeni yönetme uygulayımları ya da devletin güçoluşsal erkinde bir dönüştürmeyle de olabilir. Başka bir deyişle her türden yasa ve yargıyetkilliğin birliğinden, toplumun oluşturulmasına, yönetimin topraklar ve üzerinde yaşayan uyruklardan şeylerin ve o topraklarda yaşayanların toplamının (nüfus) yaşama koşullarının düzenlenmesine geçiş bir kopuştur.

     Böylesi bir kopuşla çoğu zaman çağdaş bir devletleşme imleniyorsa da, yönetme anlayışındaki baskın olan bir yenilik de, bir kopuştur. Daha doğrusu eski uygulayımların yanında yenileri yaygın olarak uygulanmaya başlanarak da bir kopuş yaşanabilir. Osmanlılarda 1839’daki düzenlemeler, “tanzim etme/düzenleme çabaları”,  Osmanlının 1800’lerinde başlayan, özgün olarak kendini 1876-1908 arasındaki birçok uygulamada gösteren ya da  “reform/ıslahat” (yeniden biçimlendirme/iyileştirme, kurtarma) denilen yönetme uygulamaları bir kopuş olarak alınabilir sanıyorum. Yaşayanlarınher yaş öbekleşmesinde görülen okullaşma çabaları, ordu örgütlenmesinde ve donanımında yenileşme, ulaşım, demiryolculuk, liman ve deniz taşımacılığında yenileşme girişimleri, alışverişi, her türden dolaşımı  artırıcı uygulamalar, koruyucu ve iyileştirici sağlık çalışmaları, azlığı kıtlığı önlemek için üretim artırıcı önlemler, dışsatım, dışalım düzenlemeleri, dinsel kurumların, dinsel eğitimin en azından kentsel yerleşimlerde  yaygınlaştırılması… Bütün bunlar devletteki eski yönetim anlayışından bir kopuştur, diyebiliriz. Çünkü yönetim anlayışında yeni bir nesne seçimi ortalıkta görünür: uyruk nesneden (tebadan), egemenlik altında yaşayanların toplamına (nüfusa, topluma) bir değişiklik.         

     Uzun süredir bitirilemeyen, Gazan’ı kaygı, üzüntü, öfkeye iten Cemal sorunu (eşdeyişle var olan göksel düzene karşı direniş), böylece Muzaffer Bey’in istemesiyle (talip oluşuyla) bol olanaklar ve gelecekte ortaya konulacak başarılmaya koşullu ödüllerle, yaşam ya da ölüm sarkacı yargıyetkilliğin koşulları içinde yeniden ve hep yeniden işletilir. Yargıyetkillik düzeninde han ve soyu dışında gerçekliğe, yaşamda varlıklarına ve baskın yaygınlığına karşın bir topluluk, bir kümeleşme kuramsal ya da bir yönetme sanatı anlayışı olarak var sayılmaz. Bugün de suçlar bireyseldir, denir. Hatta her insanın doğumda verilen  ve ölünceye dek uyrukluk işlerinde sık sık kullanılan bir sırasayısı (number) ve sayısallığı (digital oluş) da vardır. Ancak bir yönüyle de yargıyetkilliğin yasacılığında, sıkıdüzenci gözetimci yönetimlerin yerlemindeki gibi suçlar gizli örgütlere, topluluklara, çete öbeklerine yıkılmaya çalışılırken yargı aygıtları, yönetim aygıtları, yönetimsellik uygulayımı birey üzerinde değil, hiiiç değil, devletin sınırları içinde yaşayan toplam insan kitlesi ya da herkesin bildiğini düşündüğü ama çoğumuzun asıl anlamlarını, kapsamını tam olarak anlıyamadığımız “nüfus” ya da bununla uğraşan “nüfus bilim”in, siyaset bilimin, toplum bilimin… nesnesi olan yaşayanların toplamı değil, onların yaşayışlarıyla ilgili yönlendirmeleri belirleyen kayıtsal (istatistiksel) bilgiler toplamıdır. Benim bilinçdışımın sürekli kaçtığı, parmaklarımın bir türlü vurmadığı tuşlar;  yazının ve yazımın düzenlemesini, çizelgeleştirilmesini, düzen kurma yönelmelerinin tersliğiyle belirsizleşen tanımlıklarımı, Foucault’dan bir çalıntıyla alışkın olmadığımız, azıcık ayrımlı söylendiğinde anlamakta zorlandığımız biçimden tanış biliş bir biçeme, “düzgülü, ölçekli” bir serimleyişe getireyim:

Aslında nüfus birincil bir veri değildir ve bir dizi değişkene bağlıdır.Nüfus iklimle değişir, maddi çevreyle değişir, ticaretin yoğunluğu ve zenginliklerin dolaşımı etkinliğiyle değişir. Tabi olduğu yasalara, örneğin vergi ve evliliğe dair yasalara göre değişir. Aynı zamanda insanların alışkanlıklarıyla da değişir, örneğin kızlara çeyiz verme biçimleriyle, kardeşler arasındaki miras hukuku ve büyük olanın haklarının düzenlenmesiyle, çocukların yetiştirilme biçimiyle ve bakıcılara emanet edilip edilmemeleriyle değişir. … Nüfus aynı zamanda ve esas olarak geçim kaynaklarının durumuna göre değişir; … (M. Foucault, Güvenlik, Toprak, Nüfus, ç. F. Taylan, s. 65.)

     Toplum yaratmak, yönetimselliğin iyi işlenmemiş nesnesini bir açıdan  da düzenleyerek içerik ve biçim vermektir. Yönetilen nesneyi erişmeliklerle yönlendirerek yönetimselliğin nesnesi kılmaktır bir yandan da. Gerektiğinde toplumun bazı parçaları yok yargısı verilerek yığın, kitle, halk, kalabalık, aile, akraba topluluğu, tarikatdaşlık, soyöbeği (Doğanlar, Karamemetler, Şahenkler, Uzanlar gibi) toplumdan düşülür. Bu yüzden gerçek, somut olmasına karşın yönetimselliğin nesneliğinden çıkarılır. Gerekli olduğu yerde de bu tür toplaşmalar ya da yapılanmalar kendilerini devletin aygıtlarına dayattığında aşağılayıcı kavramlarla anılır: yoldan çıkmışlar, akılsızlar güruhu, çapulcu  grubu, tutanamayanlar, kaybetmişler takımı, başarısızlar yığını, dinsizler, uyum sağlayamayanlar, ayaktakımı, sarhoşlar topluluğu, açlıktan soluğu kokanlar… Yönetimsellik erişmelik olarak bir yandan devletin sınırları içinde yaşayanları tümüyle nesnesi sayarken, diğer yandan da gerekli gördüğünde bir parça ya birçok parçayı nesnelikten birçok düzeyde de dışlar. (Bkz. Gezi’nin valisinin 11 Haziran 2013’teki basın toplantısı: “…Taksim meydanında güvenliğin tam olarak sağlanacağı sürece kadar marjinal gruplar dışında halkımızın bulunmaması…”)

     Yargıyetkillik düzeninde Tanrının tek örnekçecisi han ve soyudur. Kutsal soy bir öbektir, kümedir. Onlardan birinin öldürülmesi gerekirse, kutsal kanları akıtılmaz. Boğdurulurlar, astırılırlar. Kutsal soyun gömütlerinin ya da sinlerinin yeri gizlidir. Birkaç kayıt dışında olayyazıcı yazmalar sussalar da, kutsal soylunun ölüsünde görevli olanlar bir soylu tarafından toptan öldürülür. Bunların dışında kalan, bir toprak üstünde uyruk olarak yaşayanlar tek tek algılanır, görülür, var sayılır. Tekler ya da uyruklar gökler adına hanın ya da onun kulu olan yöneticilerinin üzerlerinde işkence, kötürümleştirici uygulayımlar, öldürme ya da yaşam hakkı uygulayabileceği kişilerdir. Hanın yargılama gerçeği ya da hakkı en üstteki yönetici olan kişileri de han adına, hanın örnekçecisi olarak kapsar. (Ne barbarlık, ne de ilkellik! Bkz. çağcıl yönetimsellikteki her parçası arı duru ussallaştırılmış “eskil” bir uygulama için, F. Kafka, Ceza Sömürgesinde.) 

Views: 220

Exit mobile version