Şaşırmakta ve garip duygular içerisine girmekteyiz. Anti-Kapitalist Müslümanlar adıyla öne çıkan ve sol ve sosyalizm ve hatta anarşizme de göz kırpar minvalde temayülleri olduğunu bildiğimiz insanlar adına kimi platformlarda konuşan biri “öğrenci evlerini bırakın, muta nikahına bakın” gibi bir cümle sarfedebiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ulusalcı-solcu CHP’li ve önemli zamanlarda Faşist ve geleneksel olarak da memur gazetesi olan Cumhuriyet gazetesine böyle bir röportaj verebiliyor. Yaptığı açıklamanın şu an bizi ilgilendiren kısmı şöyle:
“… Ne olacak yani ihbar gelirse, ev baskınları mı düzenlenecek? Bu kafayla giderse yakında ev baskınları düzenlenir tabii. Bir de “başka” evler var tabii. Muta nikâhı için kiralanan, dahası bir saatliğine, bir haftalığına kiralanan evler…
Eğer toplumsal ahlaktan söz ediyorsak, asıl tehlike bu tür muta nikâhı için kiralanan evlerdedir. Son dönemde sayıları da artıyor, evet. Bu evler, metres tutmanın dini kılıfa sokulduğu bir hayatı barındırıyor ve gayrimeşrudur elbette. Adam evli örneğin, ikinci veya üçüncü bir kadınla muta nikâhı yaparak birlikte oluyor. Bu çok yanlış, çünkü ailelerin parçalanmasına neden oluyor. Ben buralara devlet karışsın demiyorum, buralara da karışmasın, sonuçta özel hayat, ama buralar doğru evler değil.”
Nereden tutarsan orada kopacak sözler bunlar.
Bu sözler birkaç açıdan deşilebilir. Bilinir ki Mut’a nikahı şiilere özgü bir şeydir.
Mut’a nikahı, ücret mukabilinde belli bir süre için kadınla evlenmektir. Cahiliye döneminde mübah olduğu gibi İslam’ın ilk günlerinde de mübahmış. Sonra nesh edilip yürürlükten kaldırılmış. Tirmizi şöyle diyor:
“Mut’a nikahı İslam’ın ilk günlerinde idi. Adam bir şehre gittiğinde kimse ile tanışmadığından orada kalacağı süre kadar bir kadınla evlenebilir. O da eşyasına bakar, muhafaza eder, işini düzene kordu.” Mut’a nikahının haram olduğuna dair ittifak vardır deniyor. Rafiziler ile Şiiler hariç bütün ulema haram olduğunu kabul ediyor.
Türkiye’de Toplam nüfusun dini durumlarına göre analizine baktığımızda mut’a nikahı gibi bir şeyi kabul edecek bir ekseriyete hiçbir zaman ulaşamayız. Şöyle ki:
2009 ÖLÇÜMLERİNE GÖRE, ortalama nüfus 72 milyon… Türk-Hanefi sayısı 41 milyon, toplam Alevi sayısı 18 milyon, Kürt şafii sayısı 12 milyon, Caferi sayısı 500 bin, Yahudi sayısı 23 bin, Ermeni Ortodoks mezhebine bağlı yaklaşık 100 bin, 15 bin Suriyeli Ortodoks Hıristiyan, Süryani var Yunan Ortodoks Hıristiyan sayısı ise 3 binden biraz fazla, Irak’tan kaçan 3 bin Kaldean Hıristiyan da Türkiye’de sürdürüyor yaşamını, Protestan sayısı ise raporda 3 bin olarak belirtilmiş. Ancak bunlar, mezheplerine göre ayrılmamış, 10 bin Bahai, 3 bin 300 Yehova Şahidi, 5 bin Yezidi.
Bu rakamları bu denli açmak gerekli miydi bilmiyorum ama Mut’a nikahı denen şeyi İslam dünyasında kabul eden eğer sadece Şiiler ve Rafiziler ise Alevilerin bu tarz bir şeyi benimsemediğini bilerek söyleyebiliriz ki kalan tek dini grup Caferiler olmaktadır. Caferilerin de mut’a nikahına uzak baktıklarını kendi deneyimlerimizden ve ilişkilerimizden ve tanıdığımız Caferiler vasıtasıyla bilmekteyiz.
Görülebileceği gibi Devletin eve ve özel yaşama müdahale etmesi anlamına gelecek olan Başbakanın ağzında çıkan kızlı-erkekli evlerde neler olup olmadığı tartışmasını yapmaya teşne olan ve burada siyasi bir malzeme bulmuş zevatın hali içler acısı.
Kendisi de bir 28 Şubat mağduru olan birinin Cumhuriyet gibi bir gazeteye demeç verirken 28 Şubat’ın propaganda aygıtlarının üretmiş olduğu bir dille alakasız bir yerde Türkiye’nin İslam ve din demografisine uymayan ritüel ya da uygulamayı tehlike olarak sunması; ne olursa olsun kullanılacak her türlü şeyi İslam ve islamcıları karalamaya ahdetmiş militan laisistleri ve islamofobik temeyülleri hatırlatmaktadır. Bir uçtan başka bir uca savrulmanın görünür yüzü olmaya aday olarak durmaktadır .
Durum böyle iken, Mut’a nikahının bu toplum için asıl tehlike olduğunu söylemek neyin nesidir?
Aynı kişi yakın zamana kadar Ergenekon davasına dair dahi açıklamalarda bulunmuş ve “Abdullah Öcalan’ı 3. aşamada nasıl serbest bırakırız, genel af çıkarırız, 30 bin kişinin ölümüne neden olan bu süreci düşünürken öbür taraftan İlker Paşa’ya ömür boyu hapis cezası veriyorsunuz.” “Bu karar vicdanlara sığmaz.” diyebilecek kadar kendini bir taraftan ifade etmişti.
Bu savrulmaların vicdanla açıklanacak bir tarafı yok. Belli ki kendisini ve belki de kendi çevresini o taraflara savurmaya iten ya da çeken saikler var. Bu saikler kişisel hırstan, çevresindeki müridlerinin şeyhlerini uçurmasına kadar varabilir. Fakat mut’a nikahını kızlı-erkekli yurtlar ve evler tartışmasında olur olmaz ileri sürmesi, bu meseleyi bilmesi gereken bir insanın kasti bir islamofobik duruşuna işaret olarak okumak gerekir.
Söylediği sözlerden böyle evler olduğu ve onlara dikkat çektiği bellidir. Bu bir anlamda bu evlere de baskın yapın diyerek yol gösterdikten sonra “Ben buralara devlet karışsın demiyorum, buralara da karışmasın, sonuçta özel hayat, ama buralar doğru evler değil” gibi bir ahlakçı duruştan uzakmış gibi de durabiliyor.
Devletin elini sadece özel yaşamımızdan değil, yaşamımızdan çekmesini talep etmemiz gerekirken kendi kişisel hırsıyla laikler ve solculara yaranma hesabıyla her zaman bireysel özgürlüklere el atama çabasında olan devlete yol göstermek anti-kapitalist Müslümanlara kalmış oldu.
Bu zat-ı muhteremin bu çıkışlarına verilecek bir başka, ve şu an için bana yakın gelen tek temayül var. Şahsi ikbalin politik temayülleriyle birleşmiş hali olarak seçimlerde görev almak. Sosyalist Enternasyonal’e konuşmak için davet edilmek ona nasip oldu.
Hırslarımız ve kibirlerimizin hem bizim, hem bizim dışındakilerin düşmanı olduğunu unutmadan…
Ne diyebiliriz ki: Rast gele…
Numan Bey / itaatsiz.org
Views: 44