Bir anlatıya nereden başlanırsa daha okunaklı bir yazıya başlanmış olur sorusuna henüz cevap bulamadım. Ve bu anlatı özellikle yaşanmış, olmuş-bitmiş ama aslında herkesin de bilmesi gerekli olan deneyimleri aktarma hedefiyle oluşturulma çabasında ise ne deneceğini bilememek ve kelimelerin seçilmesindeki zorluklar başka bir vaka olarak duruyor. Oluşturulacak söz ve söz diziminin ucuz bir dedikodudan ötede ciddi bir dille oluşturulması gereklidir ki ilgili olan herkesin kendini içinde hissetmesi sağlanmış olsun.
Üzerinde duracağımız konu başlıktan da görüleceği gibi yayın dünyası ve yayıncılık üzredir. Matbaa makinesinin bu topraklarla tanıştıktan sonra durmaması ve her şart altında gazete, kitap vb. gibi matbuatın basılmasının tarihi birkaç yüzyıl öncesine gider. Daha evveliyatında ise bu işlemin el yazması kitapların çoğaltılması yoluyla yapıldığı bilinen vaka…
Yüzyıllara dayanan yayın dünyasında çevirmen, yazar vb. gibi mesleklerin var olamaması ise üzerinde durulmayan bir durumdur. Bu topraklarda yazar ve çevirmenler her daim olmuş ama meslekleri olmamıştır. Yazar olarak hayatını kazanan insanlar genellikle gazete köşe yazarları olmuştur ki bu yazarların hepsi de öyle ya da böyle siyasal ilişkilerle varlıklarını ve yazarlıklarını sürdürmüş ve aslında siyasetten para kazanmışlardır. Matbuatın tarihi aşağı yukarı batılı ülkelerin matbuat tarihine yakındır. Buna rağmen gazete ve kitap tirajları ve hatta üniversitelerin- en iyi haliyle dahi üniversiteleri olumladığım sonucu çıkarılmasın! – yayın sayıları acınacak durumdadır.
Gazete yazarlığının dışında hayatını kazanan insanlar – artık bir meslek olması babında – bugün tek tük ortaya çıkmış durumda. Bunu tetikleyen en büyük etmen elbette ki yayıncılığa el atan bankalar olsa gerektir. Banka yayıncılığı ile beraber birkaç yayınevinin sermayeleriyle burada var olma çabasını da buna eklemek gerektir. Fakat her halükarda yayınevleri var olmak, varlıklarını devam ettirmek için taklalar atmak durumundalar. Bugün bir yayın sektöründen bahsedilebilir mi? Elbette çalışanı ve orada bulunan insanları ile ve durmadan üretilen özellikle çeviri eserleri ile böyle bir sektörden bahsetmek mümkün. En azından buradan geçimini sağlayan ve yok olmadan devam eden bir alan, mekan, iş-oluş mevcut. Varlık nedenlerine büyük oranda katkı sunan ise üniversitelerin varlığı ve okulların getirdiği “okuyucu” potansiyelidir
Büyük yayınevleri, banka yayınevlerinin ötesinde orta ölçekte ve daha küçük yayınevleri de mevcut. Adeta amatör dergicilik benzeri kitap ve dergi çıkarmakta olan, aslında maddi hiçbir getiri elde etmeyen ama prestij olsun diye orada var olan yayınevleri de mevcut. Bunların bir kısmı yıllardır bu “piyasa”nın içinde olup başka bir iş yapamadıklarından dolayı burada bulunmaları varoluş nedeni olan yayınevleridir. Bu yayınevlerinin bir kısmı bir dönem çok para kazanmalarından hareketle mirasyedi edasıyla orada bulunmuş ama şartlara uyum sağlayamadıklarından dolayı sadece varlıklarını sürdürmek hasletinde olmuşlardır.
İşte bu küçük ama “sınıf” atlayıp büyük olmaya kenetlenmiş yayınevlerinden biri ile bir süre teşriki mesaimiz olduğundan bu tarz tipik bir yayıncının halet-i ruhiyesine aşina olmuştum. Anlatılacak olan ise budur.
Bana gelen “Senin şu günlerde durumun fena değil, şimdi değil ama daha sonra borcun ödenecek elbette… Benimle çalışır ve yayınevinde editörlük yapar mısın? Ofise birkaç gün gelirsen yeter” teklifine hiçbir soru sormayarak, “ilerde ama ne kadar vereceksin?” “bu ileri zaman nereye kadar?” gibi soruları sormayarak kabul etmiştim. Tek isteğim var idi: “Çalışanın ve özellikle çevirmenlerin paralarını zamanında ve tartışmasız ödenmesini isterim” demiştim.
Sonraki günlerde bir yayın listesi hazırlamış ve X Abi’ye[1] sunmuştum. X Abi ise “Sen ne yaparsan bence eyvallah” demişti. Amacım iyi ve güzel kitaplar çıkarmak ve bundan mutlu olmaktı, o kadar! Bunun için yıllardır ilişkisinin olmadığı ve kalmadığı insanları dahi aramış ve onlarla tekrar buluşarak harekete geçirmeye çalışmıştım. X Abi ile çalıştığım süre içinde hiçbir talepte bulunmamış ve hatta kimi zamanlar kendi masraflarımı ve hatta çevirmenlerin bazılarının parasını –sonradan bir şekilde geri almıştım – kendim ödemiştim. Yayınevinin kısa zamanda pazarlama ağı da kurarak ayağa kalkacağı yalanı, hiçbir çaba sarf edilmeden hayata geçirilecek bir eyleme tarzı henüz keşfedilmediğinden dolayı, gerçekleşemezdi elbette!
Öyle bir an gelmişti ki artık dayanamayıp uzunca bir email yazmaya karar vermiştim. O email’deki kimi ifadeler aynen şöyle idi:
“En baştan başlayayım: Senden gördüğüm şey verdiğin sözleri hiçbir şekilde tutmaman oldu. Şu anda ev ve ofis olarak kullanılan yere dair “kültür merkezi yapalım” önerin üzerine en az iki arkadaşımı (O ve G) getirdiğimde ve konuştuğumuzda bunlardan vazgeçtin ve konuyu kapattın ve o insanlara karşı yalancı çıkmış oldum…
Ardından E… isimli arkadaşımın kız arkadaşıyla geldik. Kız öyküler ve masallar yazıyor. Acaba işimize yarar mı diyerek senle görüştürdüm. Kıza “Ekoloji ile ilgili yazın. Çocuklar için ekoloji seti yapalım” dedin. Kızcağız bir şeyler yazdı ve yolladı. Ben de sana yolladım. Bugüne kadar bir yanıt almadım. Bunu da halen unutmaya terk etmiş durumdayım!
Ardından bu ekoloji kitapları meselesini N’e bahsetmiştim. Onu da sana söyledim. Onun yazdığı metni de sana zorla okuttum. Ardından kıza çocuklar için şehirler yaz dedin. Kitap önerdin. Kız aldı kitapları okudu ve yazmaya başladı. Onu da okumadın ve ilgilenmedin. Seni zorlamasam onu da aramayacaktın. Bundan sonra da arayacağından gerçekten şüphem var.
Sonra birçok insana söz verip ama ardından kulağının üstüne yattığını gördüm. Bunların hoş olmadığını kimi zamanlar söyledim sana.
Sonra bir ara farkettim ki benim arkadaşım olarak gördüğün ya da sandığın ilişkide olduğun insanlarla yaşadığın problemleri benim üzerimden halletmeye çalışıyorsun ve onlar vasıtasıyla bana ve arkadaşlarıma dair bir yargı içindesin. Mesela: S…, M… vs.”
Bu yazılanların hiç birine sonradan oturup cevap vermemiş ve daha sonra da başka insanlarla benzer ilişkilerini sürdürmüştü.
Gene ilişki devam ederken yavaş yavaş kitap fuarlarına gitmeye başlamıştık. Mersin fuarında samimiyetlerinden ve gönüllülüklerinden gelip fuar süresince bize yardımcı olan insanlara ve arkadaşlara en nobran tavırlarını almış ve onları küçümsemişti. Kimsenin ondan para dahi talep etmemiş olmasına rağmen onları şeytanlaştırmış ve yakın çevresini utanç içinde bırakmıştı. Bugün dahi utanç içinde hatırlamaktayım.
Kitap fuarlarına yoğun bir şekilde katılırken Gustave Landauer’in “Sosyalizme Çağrı” kitabını çevirtmiştim ve kitap basılma aşamasına gelmişti. X Abi, kitabın kötü bir kitap olduğunu söylemiş ve gerekçesini ise Landauer’in Marx’a “Budala” demesi olarak açıklamıştı. X Abi yıllardır yüzlerce polemik okumuş olmalı diye düşünmüş ve X Abi’ye bazı örnekler vermiştim ama X Abi “Marx’a budala dedirtmem” demişti. Anarşizm kitapları basan ve bundan epeyce bir kazanç elde eden bu yayınevi için “Burası anarşist bir yayınevi değil” demeyi yeterli bulmuştu. Daha sonrasında çevirmenin kanser olan babasını görmesi için yol parası gerektiğinde ise yol parasını da ben ödemiştim. Bu tartışmanın bir yerinde “Marxizm ilerlemeci bir düşünce değil” dediğinde içimden “Eyvah!” dediğimi halen hatırlarım.
Daha sonraları ise sürekli “demokratik özerklik, ekolojik toplum, Kürdistan coğrafyasında özgürlükçü hareket” vb. gibi jargonuyla yayınevleri ormanında ve habitatında varlık süren X Abi, Stalin üzerine konuşulan bir mekanda “Yeter artık, Stalin’i de günah keçisine çevirdiniz” deyince dayanamayıp “Günah keçisi değil, günahın bizzat kendisi” demek durumunda kalmıştım. (Belirtmekte yarar var: X Abi ne Marksist ne de Stalinisttir ama onları kafasında silemeyen demokratik özerklik ve ekoloji kavramlarıyla konuşan biridir)
X Abi’nin müflis olmadan evvel yayınladığı kitapların listesine bakıldığında; Marxizmden çok anarşizme referans olacak kitaplarla dolu olduğu görülür ve hatta kimi önemli anarşist klasikleri ilk yayınlayan bir yayınevi olduğu da söylenebilir. Yukarıdaki polemikler vuku bulduğunda “bu kitapları yayınlayan, seçen bu adam olamaz” cümlesi kafamda netleşmiş idi zaten. Aslında X Abi tamamı ile bir ticaret erbabı ve ilişkiler vasıtasıyla varlığını devam ettirmekte ve gelen tüm insanları kendi çıkar yelpazesine göre değerlendirmekte idi.
Bu süreç içinde çevrilecek kitaplar için çevirmen ilişkilerine bakmıştım ve görüştüğüm çevirmenlerin hemen hemen büyük kısmı X Abi’ye çeviri yapmayacaklarını söylemişler, kimi zaman da X Abi bu çevirmenlerle doğrudan görüşmüştü ama kimseyi anlattıkları ile ikna edememişti. Bu çevirmenlerin çeviri yapmayı kabul etmemesini bugün benim şansım olarak değerlendiriyorum.
Peki X Abimiz çevirmenlere ne kadar telif ödemekte idi. Eğer işi acil ve çeviri çok gerekli ise Abimiz parasını acil bir şekilde ödemekte ve telifler için de borç-harç ederek ödemeler yapmaktadır. Ama bunun için çevirmen ya da telif alacak olan kişinin ısrarla “olmazsa olmaz” demesi gerektir.
Bu yayın piyasasında geleneksel çeviri ve telif ödeme halleri tipiktir. Yayıncı çeviriyi baskı sayısı üzerinden % 7 – % 8 gibi verip bundan % 1 stopaj düşer. Kimi yayınevleri 1000 adet baskı yapsa dahi 2000 kitap üzerinden telif ödemekte. X Abi istisnalar hariç herkese % 7 öder. Fakat kitabın basılmasına kadar hiçbir şey ödemez. Kitap çevirisi biter ve 6 ay, 1 yıl geçse de basılmayınca ödeme yapmayı düşünmez.[2] Bu yüzden birçok insanla arası açılmış, mahkemelik dahi olmuştur. Ama umurunda değildir. X Abi aslen bir vurdum duymazdır!
Peki, bir kitap ne kadar sürede çevrilebilir. Ortalama 300 sayfalık bir kitap yetkin bir çevirmen tarafından iyi çeviri olması için en az üç aydan fazla bir sürede çevrilmelidir, değil mi? Aslında bu süre kitabın ne ile ilgili olduğu ve çevirmenin o ilgili alanının eserle yatkınlığı ile de orantılıdır. Biz ortalama üç ay diyelim. Çeviri bitip basılma aşamasına kadar geçen sürenin de ortalama bir ay olduğunu düşünürsek dört aylık bir süre gereklidir. Kitabın üst fiyatının 30 lira olduğu düşünülürse 1.000 basılmış bir kitabın telifini 30.000 TL üzerinde hesaplamak durumundayız. Bu durumda telif miktarı 2.100 Tl olmak durumundadır. Dört aylık emeğin karşılığı 2.100 TL. 2.000 baskı üzerinde hesaplandığında ise 4.200 TL olur. En iyi durumda bu ayda 1050 TL demektir. Kalifiye olmayan bir elemanın asgari ücreti bugün 2.020 Tl’dir. Bu durumda yetkin bir çevirmen bulmak mümkün müdür?
Nitekim bu oranları bir çevirmene teklif ettiğimde utanmak duygusu sadece içimdeki ağır bir yara olarak kalmak durumunda idi.
X Abi’nin meziyetlerinden biri ise çevirelim, hazırlayalım dediği bir kitap hazır bir vaziyette karşısına geldiğinde kitabın niteliğine dair hiçbir fikrinin olmadığının ortaya çıkmasıdır. Gene benzer bir durumda çevirmen biri ile karalaştırılmış çeviri bir kitap için “telif basmamaya karar verdik” – telif dediği çeviri olmayan kitaptır – gerekçesi ile kitabı basmayacağını söylemesi idi. Kitabın telif değil, çeviri olduğunu söylememiz durumunda ise sağır, dilsiz ve hissiz davranabilmiştir.
Son bir vaka ise çevrilmesini önerdiğim ve altı ay gibi bir sürede çevirttiğim kitabın – çeşitli ortamlarda kitaba dair konuşmalar da olmuştur – çevrildikten altı ay sonra (yani bir yıl ) ödenmesi sorulduğunda “henüz basılmadı, ödeme olmaz” demesi idi. Daha sonraki günlerde aramızda vuku bulan tartışma sonucunda kitabı basmamaya karar da vermişti. X Abi o kadar da rahattır!
Telifini ödemediği kitaplar için de bir çözümü vardır X Abinin. Eğer kitaplar bir süre satıldıktan sonra elinde bir miktar kalmış ise kalan kitapları ödeyeceği teliflere karşılık olarak vermek…
Böyle de uyanıktır X Abi[ler]!
Anlatılacak o kadar çok şey var ki! ama şimdilik bu kadar yeter gibi duruyor.
[1] İsim bir kısım arkadaşımla tartışma sonucunda hiçbir kişiyi rencide edecek olmaması maksadıyla -bahsi geçen şahsın dahi – ismin baş harfinin dahi kullanılmaması için belirsiz bırakmaya ikna olmam sonucunda değiştirildi ve X Abi olarak bırakıldı. Bu arada çevremizdeki insanlar kimden bahsedildiğinin en azından farkında olacaklar. Bunun için de yapacak bir şey yok ama belki de böyle olmasında yarar var.
[2] Yakın zamanlarda baskı adedi bin ya da ikibin görülen kitapları beşbin hatta elli bin basıp çevirmen ve yazar ve hatta ajansları atlatan ve bundan kazanç sağlayan yayınevlerini de gördük ve işittik. İlgilisi isterse buraya – itaatsiz.org’a – yazabilir.
Views: 34