Emperyalizm bizim kuşak için her zaman somut bir durum ve her gün karşı karşıya olduğumuz sömürü, eziyet, baskı ve işkencenin adı idi. Bunun başında Amerikan emperyalizmi gelmekteydi. Kendisine sosyalist diyen ve Türk solcularından oldukça fazla destek gören; sistemin çökmesinden sonra bu sistemi desteklemeyen yarım ağız sosyalistlerde dahi bu hayal kırıklığı izlenebilirdi. Bize göre onlar da emperyalizmin ve devlet kapitalizminin (aslen Hitler’in devlet kapitalizminden bir farkı yoktu) uygulandığı yerlerdi. Zamanında emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmanın teorisi olarak Çin tarafından ortaya sürülen üç dünya teorisinden de hiçbir zaman hazzetmemiştik. Emperyalizm, emperyalizmdi ve kötü ile uzlaşmak değil mücadele etmek gerekti ve onun adı insanlığın düşmanı olmakla özdeşti.
Ülkenin bu halde olmasına neden olan ise emperyalizme bağımlılık idi. Emperyalistler ne isterlerse o olur idi. Öyleydi de. Miting meydanlarında “Ne Amerika, Ne Rusya, Bağımsız Türkiye!” sloganının anlamı bunu vurguluyordu.
Eski yıllardan arkadaşlarımdan biri ile görüşürken aniden gelen bir telefon… Telefonun öbür tarafından bulunan ve muhtemelen HDP çizgisinden olan kişiye arkadaşımın yanıtı üç-dört aydır aklımdan çıkmıyor. Bu yanıt aynı zamanda sola, Che Guavera’ya gönül vermiş insanlar için aslında oldukça net ve fakat “solculuğun” bugün almış olduğu durum için ise bir çaresizliği ifade ediyordu. Bu arkadaşım 12 Eylül’de en azından 13 yıl ceza evlerini tek tek dolaştırılmış ve zamanın olanca işkence ve eziyetinden geçmiş ve tahliye edilmiş biri idi.
“12 Eylül’den önce CİA ajanlarını infaz ettikten sonra idam edilen arkadaşlarımız var. Ben Amerika ile iş bitiren bir devrimciliği savunamam. Biz, özellikle, Amerikan emperyalizmine karşı da mücadele etmiş ve arkadaşlarımızı kaybetmiş bir kuşağız.”
Bahse konu olan kişiler 12 Eylül cuntasınca idam edilmiş olan Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner’di. Bu amaçla öldürülen yüzlerce devrimciyi ise hesaba vurmak mümkün değil!
Kastettiği elbette PKK ve YPG’nin Suriye ve Orta Doğu’da Kürtlerin Milli çıkarları adına Amerika ile hemhal olmasına, “Devrimcilerin katledilmesi” dolayısıyla oluşturulan gerekçelere bir yanıttı.
Türkiye’de radikal olarak adlandırdığımız örgütlerin gelinen son yıllarda artık kayıtsız ve şartsız ve sorgulamaksızın Orta Doğu’daki vekalet savaşlarına dahil olan ve aslen “bağımsızlıkçı” dilini ve söylemini kaybetmiş hareketlere bir tepkinin de ifadesi idi.
Mevzu bahis olan, uzunca bir süredir mevcut ideolojik duruşlarını uzun zamandır Marksizm’den, Stalinizm’den Maozime bir rota izleyerek ve aslında hepsini kullanışlı birer aygıt olarak kullanıp, Orta Doğu’nun mazlum halklarından olan Kürtlere hamilik rolünü kendinden görerek, Bookchinci “Anarşizmi” de arkasına alarak ve bundan hareketle de Dünya’da mevcut anarşist hareket ve ünlü anarşist düşünürlerin desteğini de alarak – ve asla anarşizme dair doğrudan bir ifadeye sahip olmadan (belki de Bookchin’in anarşizmi reddetmesinden hareketle bu ifadeden uzak durmaktadırlar ) – ekolojik, demokratik komünler kurma amacında olan (etnik milliyetçilik söyleminin tüm yayın organlarına ve metinlerine sızdığı bir hareketten söz ediyoruz) ama bu maksatla Amerikan Emperyalizmi ile iş tutan PKK ve YPG’dir. Durum itibarıyla Amerikan Emperyalizminin Orta Doğu’daki ucuz ve yararlı askeri konumundadırlar.
İlk ortaya çıktıklarında mevcut Kürt örgütlerini şiddet ve katliamlar yoluyla yok etme “başarısını” göstererek kendine boş alan açan ve kendi içerisinde binlerce iç infazı gerçekleştiren bir örgüttür bu.
İtaatsiz.org’da defaeten farklı kişiler ve benim temas ettiğim bu hareketin manipülatif ve devlet refleksi ile ortaya koyduğu hareket tarzları ele alınmıştı. Bir kısım Anarşistler eliyle – Bir kısım Anarşistler başka bir özneyi Anarşist olmamakla tanımlamamakla beraber o öznelerden uzak durmayı tercih etmişlerdir, çoğunlukla – anarşist kimliğinin en temel kriterlerini – seçimler, temsil ve bireycilik vb. gibi – berhava etme teşebbüslerinde bulunmuşlar ve küçük bir çevre de olsa onlara karşı infialle tepki göstermişlerdi.
Aynı manipülatif tavırlarını vicdani red konusunda da devam ettirmişler, gerillaya katılımı meşru ama askere gitmeyi gayrı meşru ilan ederek daha önceleri ortaya çıkmış vicdani red hareketini manipüle etmişlerdi. Bugün Afrin’de oluşturulan bölgenin Türk devleti tarafından saldırıya uğraması karşısında aynı dili ve aynı argümanları kullanmaya devam ediyorlar. Savaş karşıtlığını kendi savaşı hariç bir zihniyetle ifa etme tavrı ikiyüzlülük olarak adlandırılabilir ve tutarlılık nosyonuna sahip değildir. Amaca varmak için her şey mubahtır” zihniyetinin yansıması olarak bir yalan makinası olarak adlandırdığımız devletten daha yalancı pratikler ortaya koymaktalar.
Uzun yıllardır öz yönetim, komün, ekolojik toplum kavramlarıyla oynayarak içinde bulundukları reel politikin içinde her an “demokratik” ve hiyerarşik cumhuriyete geçmeye hazır olan bu hareketin (küçük devletin) milli amaçlar adına “milli” olmayan her kesimi kendine çekmek için çırpındığını gördük. Bunda başarılı olduğu da söylenmelidir.
Her durum karşısında “genel durum ve görevler” başlığı altında gündeme dair değerlendirmeler aktaran ve azıcık gücüyle gündeme müdahil olacağını sanan zevattan hiç olmadık ve olamayız da. Fakat müsaade edin en azından vicdani red ve barış konusunda ifadelerimizi tekrarlayalım.
Şiddet şiddeti doğurur genel önermesi günlük yaşamımızdan öte genel politik varoluş için de temel önemdedir. Her savaş, savaşla ilgi ve alakası olmayan ve savaşın nedenlerinden azade normal insanların hayatlarının alt üst olması ile sonuçlanır. Hep öyle olmuştur bu.
Dünyanın yüzlerce hiyerarşik örgütlenmesi, yüzsüz “en soğuk canavar” olan devletler insansızdır. İnsanlar tarafından oluşturulan ve fakat insansız olan devlet sıfatsızdır da. Ve kendince bir iradesi vardır. Son yüzyıllarda ise daha da bir örgütlenmiş totaliterizmiyle kendini göstermektedir.
Uluslararası ilişkiler denen şey ise işte bu devletlerarası ilişkilerin adıdır. Haliyle Rojeva adlı bölgede ortaya çıkan ve belli bir coğrafyayı kendine mekan edinen yapının varlığının bir başka gücün çıkarlarından hareketle desteği olmaksızın varlığı mümkün olmamakta… (Aslında bu hareket varolduğu andan itibaren başka güçlere ve devletlere dayanarak var olmuş bir harekettir) Fakat bu ilişki sonuçta çirkin ve ahlaksız bir ilişki olarak durmaktadır. Görünen odur ki Irak ve Afganistan deneyiminden sonra – Vietnam deneyimi de eski bir örnek olarak duruyor – ABD kendi vatandaşlarından oluşan birliklerle başka coğrafyalara müdahaleleri durdurmuş – nedenleri iç politika ile de ilişkili olan çeşitli nedenlerle – vekalet savaşları adıyla andığımız yöntemin asli uygulayıcısı olmuştur. Bu hareket bugün Orta Doğu’da ABD çıkarlarının esas temsilcisi durumundadır.
Bu ülkede emperyalizme ve özellikle Amerikan emperyalizmine karşı yıllarca iş tutan, devlete karşı mücadele etmiş insanların hassasiyetini anlamakta yarar var. Bu insanların – düşündüklerinin aksine – anti-emperyalizmi, üçüncü dünyacı ve milliyetçilikten azade bir anti-emperyalizm olmasa da düşünsel olarak üçüncü dünyacılıktan kendilerini azade kılma çabası içerisindeydiler. Fakat geçmişin bu hareketlerinin bu günkü mensupları bu hareketçe devşirilmiş ve Amerikan emperyalizmine karşı mücadele eden bu insanlar bugün Amerika’nın askerleri olmuşlardır.
Bir diğer taraftan da bu anti-emperyalist hassasiyet münferit de olsa geçmişin kimi solcu unsurlarının bağımsızlıkçı çizgiden hareketle devletin yanına itmiş, dengeyi tamamen kaybetmişler ve ardından Osmanlı güzellemeleriyle sistemin yanında yer almaya varmışlardır.
Aynı şekilde savaş karşıtlığı ve ekolojik mücadeleyi kendi politik çıkarları üzerinden manipüle etmekteki durumunu bilmekle beraber ahlaksızlığına ve tutarsızlığına vurgu yapmakta boynumuzun borcudur.
Ekoloji mücadelesi içerisinde olan çeşitli inisiyatifleri bir örgüt altında toplama çabası içerisinde olmuşlar fakat bundan bekledikleri kadar başarılı olmamışlar, bir çok yerde bu girişimleriyle zaten güçsüz olan ekoloji mücadelesi insiyatifinin dağılmasına vesile olmuşlardı.
Yıllarca vicdani red mücadelesiyle her türlü savaşın ve şiddetin karşısında duran vicdani red mücadelesini kendi politik mücadelesinin bir parçası haline getirilmesi için devlet refleksiyle hareket edilmiş olmasını yalan makinesi devletlerden – yıllardır tekrarladığımız gibi – bir farkının olmadığının işareti olarak alıyoruz.
Ve sonuç olarak: Bugün gene Türkiye’de bulunan insanları kendilerine destek çıkmaya çağırmaktalar. “Sivil toplum” örgütü olan bir çok kurumda bu çalışmalar başlamış durumda. Herhangi bir savaşın hiç bir şekilde tarafı olmamanın daha zor bir şey olduğunu bilerek hayır demenin insan için en doğru ahlaki tavır olduğunu düşünüyorum. Sadece savaş istemiyoruz. Barışırsanız bile bu sizin çıkarınıza olacak ve fakat biliyorum ki o zaman da şeytanlaştırılacak olan – her zaman olduğu gibi – savaşlara hayır diyenler, terör ve teröristlere hayır diyenler olacaktır.
Velhasılı kelam, bu mevzuyu Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’inden bir bölümle bitirelim.
Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın?
Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın?
Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?
Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?
Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî,
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?
Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek,
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın?
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ,
Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın?
Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?
Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem,
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın?
Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır,
Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.
Bu da böyle bir şeydir…
Not: Bu harekete bu kadar yüklenmenin gereği her zaman var: Türkiye’deki toplumsal hareketleri zayıflatan ve toplumsal hareketleri manipüle ederek yok eden, Savaş ile karşı karşıya kaldığında destek arayan ve fakat bulamayan, amaçları için her şeyi mübah gören bu hareketten başlamak gerektir. Kendini var kılmanın yolu kendini yok edecek öğelerden arındırmaktır. Olası bir Türk solunun önünü kapayan bir harekettir bu. Buna vurgu yapmakta yara vardır. Devlet ve onun terörüne gelince. Bilinen ve bilindik bir şeyi anlatmanın gereğini duymuyoruz. Devlet kavramını terörle eş bir şey olduğunu ifade eden Tolstoy’dan Bakunin’e makaleler mevcut. Değişik makaleleri İtaatsiz.org’un sayfalarından da bulabilirsiniz. Daha ötesini ise günlük basında karşılıklı savaş yalanları da dahil olmak üzere izliyoruz zaten.
Numan Bey
Views: 72