Gilles Deleuze ile A’dan Z’ye” Pierre-Andre Boutang tarafından yapımcılığı üstlenilmiş, gazeteci Claire Parnet’nin Gilles Deleuze ile yaptığı röportajlar serisi.
Serinin her bir parçasında, Deleuze alfabenin A’dan Z’ye her bir harfi ile başlayan bir kelimeden yola çıkarak, o çerçevede görüşlerini dile getirmektedir.
Röportajlar A’dan Z’ye şöyle başlıklandırılmıştır:
A – Animal: Hayvan
B – Boisson: İçki
C – Culture: Kültür
D – Désir: Arzu
E – Enfance: Çocukluk
F – Fidélité: Sadakat
G – Gauche: Sol Politika
H – Histoire de La Philosophie: Felsefe Tarihi
I – Ideé: İdea
J – Joie: Haz
K – Kant: Immanuelle Kant
L – Littérature: Edebiyat
M – Maladie: Hastalık
N – Neurologie: Nöroloji
O – Opéra: Opera
P – Professeur: Profesör
Q – Question: Soru
R – Résistance: Direniş
S – Style: Stil
T – Tennis: Tenis
U – Un: Bir
V – Voyage: Seyahat
W – Wittgenstein: Ludwig Wittgenstein
X ve Y – Inconnues: Değişkenler
Z – Zigzag: Zigzag
Röportaj serisinin her bir harf altındaki başlığını sizlerle parça parça paylaşacağız.
Mustafa Burak Arabacı
“Hayvan”’ın (Animal) A’sı
Deleuze: Alfabe kalıbını bir format olarak seçmişsiniz, bana bazı temalar verdiniz; ve burada, soruların tam olarak ne olacağını bilmiyorum, bu yüzden öncesinde sadece biraz düşünebildim. Bana göre, bir soruya ona dair hiç düşünmeden cevap vermek akla hayale sığar bir şey değil. Bu belirlenmişlik içerisinde beni kurtaran şey, her birinin hem faydalı olabilecek olması hem de ben öldükten sonra kullanılacak olması. Zira anlaşılıyordur, kendimi Pierre-Andre Boutang için katışıksız bir arşive, bir yaprak kağıda indirgenmişim gibi hissediyorum, bu hem ruhumu ürpertiyor hem de beni oldukça rahatlatıyor, ve neredeyse saf bir ruhun durumundayken, ölümümden sonra konuşuyor olacağım, ve iyi biliyoruz ki saf bir ruh eğer izin verirsen sana yeni ufuklar açabilir. Ve ayrıca yine iyi biliyoruz ki, saf bir ruh, derinlemesine ya da bilgece cevaplar veren biri değildir, böyle cevaplar kabataslak olabilir. Her ne ise, başlayalım evet, neresinden isterseniz, alfabe.
Parnet: “A” ile başlıyoruz, “Hayvan (Animal)”ın “A”sı. Bildiğim kadarıyla sizin de söylediğiniz, W. C. Fields’tan bir alıntı ile başlayabiliriz: “Hayvanları ve çocukları sevmeyen birisi, o kadar da kötü biri olamaz.” Şimdilik çocuklar kısmını bir kenara bırakacağız, ancak evcil hayvanlar ile pek de ilginiz olmadığını biliyorum, ve Baudelaire ile Cocteau’nun yaptığı ayrımı bile kabul etmiyorsunuz bu konuda –kediler ya da köpekler arasında bir fark yok sizin için. Diğer taraftan, çalışmalarınız içerisinde, bir bakıma tiksinti uyandıran bir hayvan tasnifiniz var; geyiklerin asil hayvanlar olmadığını söylemenizin yanında bol bol keneler, pireler ve onlara benzer hayvanlardan bahsediyorsunuz. Yazınınızda bu hayvanların epey işlevsel olduğunu da eklemek isterim, mesela Anti-Oedipus’ta, epeyce önemlileşmiş bir kavramdan bahsediyorsunuz, “hayvan olmak” kavramı. Sözün özü, hayvanlar ile nasıl ilişki kurduğunuzu bir nebze daha berrak hale getirmek, öğrenmek istiyorum.
Deleuze: Evcil hayvanlar ile ilişkime dair söylediğin şeyler… Beni gerçekten ilgilendiren hayvanların evcil, ehlileştirilmiş ya da vahşi olması değil, ya da kediler ya da köpekler… Daha ziyade, burada hayvanlar ile ilgili problem hem ail hem ailevi olmaları (1). Ail ya da ailevi hayvanlar, ehlileştirilmiş olsun ya da evcil olsun, onları dikkate almıyorum, zira evcil hayvanlar ail ya da ailevi olmayan hayvanlar; tamam onları severim çünkü onlardaki bir şeylere dair epeyce hassasım diyebilirim. Bana olan birçok ailede de olan bir şey, ortada ne bir kedi ne de bir köpek vardır, ve çocuklarımızdan biri –Fanny ve benim- eve küçücük, elinden bile büyük olmayan bir kedi ile eve geliverir; etrafta bir yerlerde, bir çöp kutusunda ya da başka bir yerde bulmuş, ve o kırılma anını müteakip evimde hep bir kedi oldu. Apaçık, ciddi bir sorun yaratmamasına rağmen bu hayvanlarda hoş bulmadığım, ki bunu idare edebilirim, bu hayvanlarda neyi hoş bulmuyorum? Bana sürtünüp duran şeylerden hoşlanmıyorum, ve bir kedi zamanını size sürtünüp durarak harcar. Bunu sevmiyorum, ve köpekler ile de ilgili, tamamen farklı bir şey var: onlara karşı radikal bir şekilde sitemkar olduğum şey, sürekli havlıyor olmaları. Havlama, bana gerçekten olabilecek en aptalca haykırış gibi geliyor… Doğada bir çok hayvanın, farklı türlerde haykırışları var, ve havlama gerçekten hayvanlar aleminde en kepaze olanı. Halbuki, uzun bir müddet sürmediği ya da uzaklarda olmadığı sürece, ay ışığında bir ulumaya, bir köpeğin ulumasına bir nebze daha müsamahakar olabilirim.
Parnet: … ölürken…
Deleuze: … Ölürken, kim bilebilir ki? Buna havlamadan daha fazla katlanabilirim. Ve yakın zamanda kediler ve köpeklerin sosyal güvenlik sistemini kandırdığını öğrendiğimden beri, antipatim daha da arttı. Demek istediğim… söyleyeceğim tamamen aptalca çünkü kedi ve köpekleri seven insanlar bariz bir şekilde onlarla insanca olmayan bir ilişki kuruyor. Mesela, çocukların hayvanlarla insanca değil çocukça bir ilişki kurduklarını görürüz. Asıl önemli olan, hayvanlarla hayvanca ilişki kuran insanlar. Peki, hayvanlarla hayvanca ilişki kurmak ne demek? Onunla konuşmayı içermez, yine de, hayvan ile insanca bir ilişki kurmanın arkasında duracak değilim. Söylediğimin nereye gittiğini biliyorum, zira insanların köpeklerini gezdirmeye çıkardığı oldukça tenha bir cadde üzerinde yaşıyorum; ve penceremden duyduklarım epey ürkütücü, yani insanların hayvanları ile konuşma biçimleri.
Psikanaliz bile bunun ayırdına varmış! Psikanalizin familial ve familiar hayvanlara, ailenin hayvanlarına, bir rüyadaki herhangi bir hayvana karşı oldukça net ve sabit bir duruşu vardır; mesela, bir hayvan psikanaliz tarafından baba, anne ya da çocuk imgesi olarak yorumlanır. Ben bunu iğrenç buluyorum, ve buna kayıtsız da kalamıyorum, ve burada Douanier Rousseau’nun iki tablosunu düşünmek zorundasın, at arabasındaki köpek ki gerçekte o büyükbabadır – katışıksız haliyle büyükbaba- ve savaş atı ise hakiki bir bir canavar. Soru şu ki, hayvanlarla ne tür bir ilişkin var? Şayet bir hayvanla insanca bir ilişki kurduysan… ancak yine söylüyorum, genellikle hayvanları seven insanlar hayvanlar ile insanca ilişki kurmaz, onlarla hayvanca bir ilişki kurarlar; ve bu epey güzeldir de. Avcılar bile –ki avcıları sevmem-; ancak avcıların bile hayvanlarla hayret uyandıran bir ilişkisi vardır.
Ve ayrıca, bana diğer hayvanları sormuştun. Örümcekler, keneler ve pireleri etkileyici bulduğum doğru; en az köpek ve kediler kadar önemliler. Ve orada, hayvanlarla kurulan bir ilişki biçimi mevcut; kene yapışmış birisi, pirelenmiş birisi… bu ne anlama geliyor? Bahsettiklerim bazı oldukça aktif olan hayvanlarla kurulan ilişkiler. Peki hayvanlarda bana etkileyici gelen ne? Çünkü, gerçekten, belli hayvanlara olan kinim, benim diğer hayvanlara olan hayretimce besleniyor. Bunları üzerinden ele almayı deneyecek olursak, bir hayvanda beni etkileyen nedir? İlki, her hayvanın kendine has bir dünyası olması, beni meraklandırıyor zira kendine has bir dünyası olmayan birçok, çok fazla insan var. Herkesin hayatını yaşıyorlar, herhangi bir şey ile herhangi bir şekilde. Hayvanlar, onların dünyaları var. Bir hayvanın dünyası, bu ne demek? Bazen olağanüstü düzeyde sınırlı, ve bu tarafı beni tahrik ediyor. Nihayetinde, hayvanlar pek az şeye tepki verirler.
…
Deleuze: Evet, yani, hayvanların bu ilk vasfının anlatmaya gelelim, zira bahsettiğimiz spesifik, özel dünyaları hayvanların. Belki de bu dünyaların yoksunluğu, basitlikleri beni hayrete düşüren. Mesela, az evvel kene ismindeki hayvandan konuşuyorduk. Kene üç şeye cevap, tepki verir, üç uyarana, periyoda; o kadar. O uçsuz bucaksız doğada, sadece üç uyarana, o kadar: ağaç dallarına doğru hareket eder, ışığa tepki verir, ağaç dallarında bekleyebilir, tamamıyla amorf bir durumda hiçbir şey yemeden ve hiçbir şey olmadan yıllarca bekleyebilir. Bir otoburun, bir geviş getirenin, bir hayvanın beklediği yerin altından geçmesini bekler, ve geçtiğinde kendini düşmeye bırakır… bu da koku türünde bir uyaran almasıyla olur… koklar, beklediği ağacın altından geçen hayvanı koklar, bu da ikinci uyaran: önce ışık, sonra koku. Sonra da, zavallı hayvanın sırtına düştüğünde, kıllarla en az kaplanmış bir bölge aramaya başlar… Burada da dokunsal bir uyaran devreye girer, bulunca da derinin altına erişmek için orayı deşmeye başlar. Başka hiçbir şey, şayet böyle denilebilirse, başka hiçbir şey umrunda değildir. İşte, hayatın özü ile iç içe olan doğa, üç şeyi seçer.
Parnet: Ve bu sizin en büyük hayaliniz mi? Size hayvanlarda çekici gelen bu mu?
Deleuze: Dünyayı dünya yapan şey bu, evet, dünya bunun üzerine kurulu.
Parnet: Kurduğunuz hayvan-yazma ilişkisinden ötürü; bir yazar, sizin için, bir dünyası olan birisi… Bu tamame…
Deleuze: Evet, bilmiyorum çünkü bunun başka tarafları da var: Hayvan olmak için bir dünyan olması yetmeyebilir. Beni etkileyen tamamen yer-yurt (2) meseleleri. Biz Felix Guattari ile, yer-yurt ide’si üzerinden bir kavram yarattık, neredeyse felsefi bir kavram. Kendilerine yer-yurt edinmiş hayvanlar –tamam, yer-yurt edinmeyen hayvanlar da var- ancak kendileri bir yeri mesken edinmiş hayvanlar, gerçekten muazzamlar. Zira, bir yer-yurt oluşturmak, bana göre, neredeyse sanatın doğuşu ile aynı şey. Bir hayvanın yer-yurt’unu nasıl işaretlediği herkesçe bilinir, hormonlar, idrar… yer-yurt’un sınırlarını işaretleyen şeyler. Ancak yer-yurt’u işaretlemek bundan da fazlasıdır; araya bir dizi postür, mesela eğilip kalkmak, bir dizi renk, renkler; babunlar, mesela, kalçalarındaki renkleri yer-yurt’larının sınırlarında gösterirler.
Renk, haykırış, postür: sanatta belirleyici olan etkenler. Demek istediğim, renkler ve çizgiler –hayvan postürleri bazen hakikaten çizgi şeklinde olur- renk, çizgi, haykırış; sanatın katışıksız hali. Ve kendime derim ki, yer-yurt’larından ayrıldıklarında ya da yer-yurt’larına geri döndüklerinde; bu mülkiyet ve sahiplik alanına tekabül eder, böyle olması oldukça merak uyandırıcı; zira Beckett ya da Michaux’nun deyişiyle “benim mülklerim” sözkonusu.
Yer-yurt hayvanın mülkiyetini teşkil eder, ve yer-yurdundan ayrılmak ile, hayvan onu riske atmış olur. Ve ayrıca, eşlerini tanıyan hayvanlar vardır, kendi yer-yurtlarında onu tanırken, yer-yurtlarının dışında iken tanımazlar.
Parnet: Hangisi?
Deleuze: İşte mucize dediğim şey bu… Hangi kuş olduğunu söylemeyeceğim, bana inanmalısın… Zira, Felix ile –artık hayvan konusunu bırakıp, felsefi sorulara geçiyorum- çünkü alfabeye kendi kendime söylediğim her şeyi katabiliriz: Filozoflar bazen barbarca kelimeler yarattıkları için eleştirilirler. Ama, kendini benim yerime koy: belli sebeplerle, bahsettiğim yer-yurt fikri üzerine düşünmekle ilgileniyorum, ve kendime diyorum ki; yer-yurt’u oradan ayrılanın yaptığı hareketler tanımlar; buna mukabil, benim de apaçık “barbarca” bir kelimeye ihtiyacım vardı. Böylelikle, Felix ile epey sevdiğimiz bir kavram inşa ettik, “yersiz-yurtsuzlaşma” kavramı.
Bize bunu telaffuz etmenin zorluğundan bahsedildi, sonrasında ne anlama geldiği soruldu, ya da ne işe yaradığı… Yani oldukça güzel bir olgudan bahsediyoruz, ancak henüz varolmamış bir kelime ile tasarlanabilecek bir felsefi kavram; sonrasında başka dillerde eşdeğerleri olduğunu farketmiş olsak da bu böyle. Mesela, Melville’de her zaman görülen “dışarlıklı”(3) kelimesi; kötü telaffuz ediyorum, kendin düzeltebilirsin, ancak “dışarlıklı” tam olarak “yersiz-yurtsuzlaştırılmış” (4) kelimesinin karşılığı. Kendime felsefe için derim ki –hayvanlara dönmeden önce- felsefe için, bu oldukça çarpıcı: bazen, yenilikçi iddiaları olan bir fikir için barbarca bir kelime icat etmek şarttır: yenilikçi iddiası olan fikir, yer-yurt’tan çıkış için bir vektör (5) olmadan yer-yurt’un kendisinin de olamayacağı; şayet yer-yurt’tan çıkış yoksa, bu, yersiz-yurtsuzlaşmadır; ki aynı zamanda bu birinin başka bir yerde ya da şeyde, yeniden-yer-yurt’lu (6) hale getirilmesidir. Hayvanlardaki tüm bu fonksiyonlar, işte beni hayrete düşüren bunlar.
Genel anlamda hayret verici olan ise, işaretlerin kapsadığı tüm alanlar. Hayvanlar işaretler yayar, durmadan işaretler yayarlar, işaretler üretirler. Diğer taraftan, işaretlere karşılık verirler, mesela, bir örümcek; ağına dokunan her şey, her şeye karşılık verir; işaretlere karşılık verir ve işaretler üretirler; mesela, meşhur olanlardan biri, kurtların işareti, ya da kurtların izi ya da başka bir şey mi demeli? İzleri nasıl tanıyacağını, nasıl iz süreceğini bilen insanlara çok fazla hayranlık duyarım ben. Avcılar mesela, gerçek avcılar, klüp avcıları değil; bir yerden geçmiş olan hayvanı farkedebilen gerçek avcılar; o aşamada, onlar hayvandır artık, hayvan ile hayvanca bir ilişki kurmaktadır. Hayvan ile hayvanca ilişki kurmak derken kastettiğim şey bu idi.
Parnet: Ve bu işaretlerin yayılması, bu işaretlerin algılanması… Yazmak, yazar ve hayvanlar ile arasında bir bağlantı var mı?
Deleuze: Tabii, şayet biri bana hayvan olmanın ne anlama geldiğini soracak olursa, şöyle cevaplarım: Tetikte olmaktır, esaslı bir şekilde tetikte olmaktır.
Parnet: Yazar gibi mi?
Deleuze: Yazar, güzel evet, tetiktedir, filozof, apaçık tetiktedir; bizler tetikteyiz. Benim için, hayvanın kulakları: tetikte olmadığında hiçbir şey ifade etmez. Hayvan asla rahatlamış durumda olmaz. Bir şeyler yiyordur, ama halen tetiktedir; arkasında bir şeyler olup olmadığını, ya da yan tarafında… görmek için. Bu berbat bir şey, bu “tetikte”(7) varolma biçimi. Yazar ile bağlantısından bahsediyordun, hayvan ile yazar arasındaki ilişki nedir?
Parnet: Siz benden önce davrandınız.
Deleuze: Doğru. Biri bunu söylemeli, tam sınırdayken… Yazar, nedir? O yazar, “okuyucu”lar “için” yazar, peki “için” ne demek? “Onlara doğru” demek. Bir yazar… Okuyucularına doğru yazar. bir bakıma, okuyucular “için” yazar. Ama biri de çıkıp demeli ki, yazar ayrıca okuyamayanlar için de yazar; onlara yönelik olarak değil, ama “onlara vekaleten”.
“İçin” iki anlama geliyor: onlara yönelik ve onlara vekaleten. Artaud sayfalar dolusu, neredeyse herkesin bildiği şeyleri yazmıştı. “Ben okumayı bilmeyenler için yazıyorum, ben idiotlar için yazıyorum.”. Faulkner idiotlar için yazar. Bu idiotların ya da okumayı bilmeyenlerin okuyacağı anlamına gelmez; okumayı bilmeyenlere “vekaleten” demektir, demek istediğim, ben de “barbarlara vekaleten” yazıyorum, hayvanlara “vekaleten” yazıyorum.
Bu ne anlama geliyor?
Birisi neden böyle bir şey söylemeye cüret eder, ben idiotlara vekaleten yazıyorum, okumayı bilmeyenlere, hayvanlara? Çünkü, kelimenin tam anlamıyla, biri yazıyorsa yaptığı budur. Biri yazdığında, özel küçük meselelerin peşinde değildir. Onlar gerçekten aptal soytarılar, gerçekten, kelimenin tam anlamıyla sıradanlığın iğrençliği, her çağda, ancak bilhassa epey yakın zamanlarda; bu insanların bir roman yaratmak için, mesela, özel küçük bir meseleyi, küçük ve özel kişisel bir meselenin yeterli olduğunu zannetmesine yol açıyor; birinin kanserden ölen ninesi, ya da birinin aşk meseleleri; ve işte! Hemen bunun üzerine bir roman yazabilirsin. Böyle şeyler düşünmek bile kepazelik. Yazmak kimsenin kişisel meselesi değildir, bilakis birini –felsefe olsun, ya da roman olsun- kapsamı geniş bir meseleye fırlatmaktır. Şimdi, bu ne anlama geliyor?
Parnet: “…için yazmak”, “…’e yönelik yazmak” ya da “vekaleten yazmak”, Bin Yayla’da Hoffmanstahl’ın Chandos’u hakkında söylediğiniz şeye biraz benziyor; güzel bir alıntıydı: “Yazar, bir büyücüdür çünkü hayvanları mesul olduğu şeylerden önce gelen tek topluluk olarak görür.”
Deleuze: Evet, kesinlikle doğru. Basit bir sebeple, bunun epey basit olduğunu düşünüyorum… Hoffmanstahl’dan okuduğunuz nihayetinde bir deklarasyon değil, başka bir şey. Yazmak dilin limitlerini zorlamayı şart kabul etmek demektir, sözdizimini zorlamak –ki dil dediğimiz sözdizimidir- belirli bir limite değin zorlamak; birkaç farklı şekilde ifade edilebilecek bir limite değin: Mevzubahis limit ayrıca dili sessizlikten ayıran şeydir, ya da dili müzikten ayıran limit, ya da dili olabileceği başka bir şeyden ayıran limit, o ne? Feryat, acı bir feryat…
Parnet: Kesinlikle havlama değil!
Deleuze: Yok, hayır, havlama değil, ama kimbilir? Ama yapabilen bir yazar vardır belki de… Acı bir feryat? Evet, herkes der ki, neden evet, o Kafka, Dönüşüm, “Duydun mu? Sesi hayvan gibi çıkıyor.” diye haykıran müdür; Gregor’un acı feryadı. Ya da bir başkası, Fareler ve İnsanlar. Eğer biri fareler ve insanlar için yazıyorsa, ölen fareler ve insanlar için; bu söylenilenin tam aksine, ölmeyi bilen insanlar değil hayvanlar olduğu içindir; ve insanlar öldüğünde, hayvanların öldüğü gibi ölürler. Kedilere dönelim, onlara oldukça saygım var… Buralarda yaşamış kediler için, çabucak ölen küçük bir tanesi vardı, birçok insanın gördüğü şeyi gördüm, bir hayvanın nasıl kendisine ölmek için bir yer aradığını… Ölüm için bile bir yer-yurt vardır, ölüm için bir yer-yurt arayışı; ki o kişi ölebilsin. Küçük kedinin dar bir köşeye doğru süründüğünü gördük, öyle bir açıyla ki, sanki orası onun için ölünebilecek en iyi yerdi.
Demek ki, bir anlamda, şayet yazar gerçekten dili limitlerine değin zorlayan kişi ise, dili hayvanlıktan ayıran limite, dili haykırıştan ayıran limite, dili şarkıdan ayıran limite; biri de eklemek zorundadır ki, evet, yazar ölen hayvanlara karşı mesuldür, zira, ölen hayvanlara bir cevap verir. Yazmak, tam anlamıyla, “için” değil, ben kedim ya da köpeğim “için” yazmıyorum; ancak ölen hayvanlara “vekaleten” yazmak; dili bu limitlere taşımaktır. Dili ve sözdizimini insanı hayvandan ayıran bu limite taşımayan bir literatür olamaz.
Kişi bu limitin üzerinde durmalıdır… Ben böyle düşünüyorum. Biri felsefe yapıyorsa bile, mesele budur. Kişi düşünce ve düşünce olmayanı birbirinden ayıran limitin üzerinde durur. Seni hayvanlıktan ayıran limitin her zaman üzerinde durmalısın, ancak tam olarak öyle bir şekilde ki, artık ondan ayrı kalamayasın. İnsan bedenine ve insan zihnine uygun bir insaniyetsizlik vardır; hayvan ile hayvanca ilişkiler vardır…
Çeviren: Mustafa Burak Arabacı
Çeviri Notları
1 – familial and familiar: aileden olan ve tanıdık/yakın olan.
2 – territoire: arazi, bölge. ancak Deleuze, Guattari ile kavramsallaştırdıkları bir olgudan bahsediyor, Türkçe’ye evvelden yersizyurtsuzlaştırma olarak çevrilmiş. O yüzden “yer-yurt” dedim.
3 – outlandish: yabancı, ancak tanınmayan özellikleri olan, Deleuze’ün renk, haykırış ve çizgi dediği anlamda özellikleri tanınmayan. o yüzden “dışarlıklı”.
4 – déterritorialisation: yersizyurtsuzlaştırılmak, (2) ile örtüşecek şekilde.
5 – vecteur/vector: belli bir büyüklüğü, yönü olan.
6 – reterritorialisation: yeniden yeryurtlu hale getirilmek.
7 – aux aguets: tetikte, alarm halinde, teyakkuzda, ikaz edilmiş, uyarılmış halde olmak.
Views: 520