17 Ocak 200317 Ocak 2003
göçelim
Hep beraber göçelim. Yollarda doğuralım yollarda ölelim. Dünyanın etrafında dönelim. Birlikte göçelim. 360 kez dünyanın etrafında deliler gibi dönelim. Sonra neredeyse orada duralım. Başımız dönmüş olsun. Rivayetin aksine kalabalık bir başlangıç yapalım. Yavaş yavaş azalalım. Belki düzeltiriz, belki dünyayı sarhoş eder, ona yaptıklarımızı unuttururuz. O da olmazsa hep beraber yere diz çökelim ve hep bir ağızdan affet bizi dünya diye secde edelim. Ansızın bir deprem olsun. Dalgalanalım. Herkes olduğu yerde ağlasın. Topraktan herkesin gözyaşına göre bir bitki çıksın. Onlara isimler koyalım. Hiç birinin yenmesi yasak olmasın. Bu meyveleri yiyip dinlenelim biraz. Sonra birbirimizin yüzüne bakalım. Umarız tüm bunlardan önce duyduğumuz bir şey yoktur, kalmaz, o his. Sarılıp kardeş olalım demiyorum ama o tuhaflık olmasın. Sonra herkes istediği tarafa gitsin. Hiçbir şey yasak olmasın, tek şey hariç, kimse bir daha yurt edinmesin. Hep yürüsün. Yürürken azalsın. Karşılaştıklarını değil, karşılaşmadıklarını saysın. İçinden içinden saysın. Konuşmanın yasak olduğu bir dünya olsun. Kimse bir şey işitmesin. Sessiz olsunlar. Kimse karar almasın, başkası adına, duyuracağı kararlar almasın. Kimse aynı dili konuşmasın. Sadece herkesin birbirinden anladığı herkesin yalnız olduğu olsun. Kimse kimsenin derdinin devası, yalnızlığının arkadaşı olmaya kalkışmasın. Herkes bir diğerine bir izlenim bırakabilir, bıraksın. Onlar da öyle kalsın, ayrıca değerlendirmeye alınmasın, analiz edilmesin. Herkesin karşısındakinde bir izlenimi olsun ama kimse kendisinin karşısındakine bir izlenim bıraktığını bilmesin. Kimsenin gözleri nesneleri yansıtmasın. Mesela ben senin gözlerine bakınca kendi yüzümü görmeyeyim. Böylece sende izlenim bıraktığım aklıma hiç gelmez. Hiçbir göl, hiç bir şey yansıtmasın. Hiçbir şey. İnsan kendisine ait hiçbir şey görmesin. Ben yazı yazarken ellerimi, önüme düşen bir perçem saçı, şakağımı içine oturttuğum avucumun uzantısı bileğimi, defterin üzerine kurulduğu bacaklarımın bir parçasını görmeyeyim. Eğer, bu çok imkansız bir istekse o zaman gözlerim vücudumda bunlar hariç tüm dış dünyayı görebilecek şekilde yerleşmiş olsun. Herkesin gözü eksi altı miyop olsun. Böylece benim gibi ufak ayrıntılara takılmasınlar, pürüzleri görmesinler. Kimse yazı da yazmasın. Ya da herkes kendi yazdığı yazıyı kendi okusun. Kimse bir diğerinin yazısını okuyamasın, bunu da öğretecek bir şey olmasın. Hiç kimse yirmi dört saatten uzun üst üste birini görmesin, yan yana olmasın. Yılda bir gün, bu mahşere hazırlık programından çıkıp, belirlenen yere doğru yürüyelim. Burası, ağzımızı, kulağımızı teslim etmeden önce sözleştiğimiz bir yer olsun. Herkes birbirinin dilini anlasın, birbirinde izlenim bıraksın, birbirinin yazısını okuyabilsin, birbirini anlasın, kendini görebilsin, o yeri yurt edinsin. Tüm yıl yaptığımız yürümek ve kendi kendimize düşünmek. İşte bugün anlatmaya gerek kalmadı ve anlatmanın gereksizliği anlaşıldı. Hayatta kalmak için bile olsa. Herkes birbirine kendi adını taşıyan meyvesini ikram etti. Herkes kaç kişi varsa o kadar meyve yendi. Sonra bir iki üç tıp dendi. Yeni bir yıl yaşanmaya başladı. Her sene bu toplantı bir kez yapıldı. Kimse çoğalmadı, kimse azalmadı. Ama bazıları bir sene boyunca yürürken düşünüyor ve içten ölüyordu. Bu nadiren olsa da önemli bir kayıp oluyordu. Kimse azaldıklarının farkında değildi çünkü bir iki üç tıp dendikten sonra bir tek şey akılda kalabiliyordu bu toplantıyla ilgili; o da seneye aynı zamanda aynı yerde. Yani konuşulanlar, konuştuğu işittiği aklında kalmıyordu. Başkasından öğrendiği, başkasına öğrettiği. Toplantıya gelenlerin sayısı azalıyordu. Dolayısıyla ölümsüzlüğün. Bir kişi ne kadar çok meyve yerse ölümsüzlüğü o kadar artıyordu, içten çürümeme şartıyla. Yürürken düşünüp de ölmemek daha zordu. Bilmiyorum herkes içten çürüyüp öldü mü yoksa hepsi böyle sonsuza dek yaşadı mı? Gerçekten bilmiyorum. Ayaklarımı düşünceler mi yürüttü, düşünceleri mi ayaklar yürüttü. Bunu herkes kendi bildiğine göre, herkes kendi ölümünün nedenini bilir.
17 Ocak 2003
Views: 160