Joachim Willems’in kitabının[1] alt başlığı, Gustav Landauer’in kişiliği ve felsefesiyle ilgili bu ilginç ve kapsamlı çalışmayı yakından incelememe neden oldu.[2]
Söz konusu kitap Landauer’in gençliğinden ölümüne kadar bilgi dolu büyük bir spektrum içerir; yazar, Landauer’in sosyalist anarşizmi ve dinsel gizemciliği üzerine kapsamlı bir analiz sunar.
Landauer bu iki çizgi arasında tinsel ve psikolojik gelişme sürecini yaşamıştır elbette. Willems, Landauer’in düşünce akışını gerektiği gibi izleyebilmekte ve bunları uygun bir üslupla anlatabilmektedir.
Yazar sadece birçok kuramın tarihsel konstelasyonları hakkında bilgi vermekle yetinmemekte, aynı zamanda dinsel ve felsefi düşünürlerin tarihsel bağlarını da incelemektedir; uzun bir zaman karanlıkta kalan bağları aydınlatmaktadır.
Kitapta sadece “sosyalist” ve “anarşist” ve birçok kez “konsey devrimcisi” olarak onurlandırılan ama pek de gizemci olarak adlandırılmayan bir Landauer hakkında bilgi almıyoruz, aynı zamanda anarşiyi ve gizemi birbirleriyle ilişkilendirmesini ve kaynaştırmasını bilen bir Landauer’le karşılaşmaktayız.
Bir anarşist gizemci olarak anarşistler üzerinde pek bir etkisi olduğu ve ilgi kazandığı söylenemez. Bu günümüz için de geçerlidir.
Landauer’in bazı düşüncelerini benimsemesem de, ısrarla dile getirmek isterim ki, pek sevilen ve hâlâ korkulan anarşi sözcüğünü Almanca dilci anarşistler arasında doğru anlayan az kişiden biridir – özel bir açıdan: Dile ve gizemciliğe yaklaşımı.
Landauer’i “gerçek anarşist” saymayanlara tek sözüm var: Anarşide gizemi duyumsayamayan her bir kimse, bence, tahakkümden kendini koparma yeteneğine sahip değildir. Çünkü: Tam da gizemde bütün tahakkümler çözülür. Bununla Valéry’nin analizi doğrulanmaktadır.
Bir anarşistin gizeme yatkın olmayışı, onun tinsel-psişik bağımlılığına, tahakküm bünyesine bağlılığına işarettir.
Landauer’in bir çok anarşiste eleştirisi “yeniden doğma” kuramına dayanır; ona göre “yeniden doğma”nın koşulu toplumsal ve dilsel baskıdan arınan yeni insandır.
Bu açıdan bakan Landauer, “gelecekte” bir anarşist toplumu yadsıyor ve anarşinin şimdiki zamanda gerçekleşebilirliğine işaret ediyor. “Yeniden doğma” kuramıyla ilgili de önemli bilgiler sunan Joachim Willems, gizemci Meister Eckhart ile Landauer arasındaki benzerliklere ve farklara da dikkat çeker.
Devamla dinsel ve dinsel olmayan gizemcilikten çeşitli öğeleri bir düşünce sistemine uyarlamaya çalışan, bir düşünce sistemi geliştirmeye yönelen ve otonomca düşünen bir Landauer’i görmekteyiz Willems’in kitabında; ve onun bir Peter Kropotkin ve Oscar Wilde çevirmeni olduğunu. Martin Buber’le karşılıklı etkilerini ve “Sozialistischen Bund”ta (Sosyalist Birlik) ortak çalışmalarına tanık oluyoruz; Landauer’in geleceğe yönelmeyen, bizzat “devletin yanında” sosyalist toplumun inşasını hedefleyen “autonome Bünde”ler (Otonom Birlikler) hakkında bilgilendiriliyoruz.
Gizem fenomenini çeşitli biçimleriyle tanıtan Willems, gizemciliğin panteizmle, teolojiyle, antropolojiyle vb. olan ilişkilerini ve aralarındaki farkları tartışır. Fritz Mauthner ve Meister Eckhart’ın önceleri sosyalist ve sonraları gizemci olan Landauer üzerindeki etkilerini de ifade eder. Landauer’in politik ve felsefi gelişimi tüm eserlerinde adım adım izlenmekte ve titizlikle ifade edilmektedir. Ancak ne var ki belirli bir konuyu Willems incelemiyor, oysa konunun içinde bulunduğu kontekst pek de dikkat çekicidir.
Fritz Mauthner ile yakın bir dostluğu olan Landauer, politik süreçten gizemci sürece geçişinde Mauthner’den bazı düşünceler ödünç alır. Aynı zamanda da Max Stirner’in düşünceleriyle kendi içinde bir tartışma sürecine girer; bu düşünceler Landauer’in gelişiminde hiç de önemsiz değildi. Willems bu bağlamda ilginç bir noktaya işaret eder, ama ne var ki (kısa) dipnotlara indirger konuyu.
Willems bu konuya gereken önemi vermediği için, Landauer-Stirner-ilişkisine burada kısaca değineceğim.
Kitabın 38. sayfasında Willems şu tespitte bulunur: “Landauer’in Mauthner’in dil felsefesiyle ilişkisine dair söylemek gerekir ki, Landauer daha 1895’lerde Mauthner’in dil eleştirisini okumadan benzeri sonuçlara varmıştı. Burada önemli olan özellikle bireyin sorgulanması, duyu organlarına şüpheci yaklaşım ve kavramların ‘yavan’ oluşu bilinci.”[3]
Bence burada söz konusu ‘okumadan’ sözcüğünün önemsiz bir etkisi olduğu söylenemez; alıntıya dikkatle bakarsak, Willems’in benden farklı düşündüğünü sanmıyorum. Özellikle son tümce doğrudan Stirner’i hedeflemektedir (bkz.: Willems, dipnot 130, Stirner’in adı ve kaynak); ne var ki Willems Stirner’le bu bağlantıyı incelemiyor. “Landauer’in 1895’te Mauthner’i okumadan benzeri sonuçlara geldiğine” ve dipnotta Landauer’in Stirner’le cebelleşmesine dikkat çektiğine göre, soruna bir açıklık da getirmesi gerekirdi. Çünkü önce Zur Entwicklungsgeschichte des Individuums (Bireyin Gelişim Tarihine Dair) adlı çalışmasında Stirner’le cebelleşen Landauer, daha sonra bu düşünceleri derli toplu analizlemeden Skepsis und Mystik’e (Şüphe ve Gizem) alır; buradaki amacı Stirner’le rasyonel bir dilde hesaplaşmadan bir an önce Stirner problemini sonlandırmaktır.
Skepsis und Mystik’te ise doğrudan Mauthner’le bir tartışmaya girer. Tam da Stirner’in enerjik dil eleştirisiyle Landauer’e Entwicklungsgeschichte des Individuum’da gizemin kapıları açılmıştı; bu kapılara daha sonra Mauthner ve Meister Eckhart’ın katkılarıyla tam olarak teslim olacaktı. Ve bununla “son” ve “büyük” nominalist Stirner’e tüm zamanlar için sırtını tamamen dönecekti.
Landauer neden Stirner’i yolun yarısında terk etti? Tam da dağın ucu gözükmeye başlamışken – üstelik Stirner’in yardımıyla? Bunun yanıtı ilginç bir çalışma olurdu. Landauer, Stirner’i bir merdiven olarak kullanır, hedefine ulaştıktan sonra da, merdiven işe yaramaz olur. Böyle mi gerçekten? Ve hedefi nedir?
Bernd A. Laska, Stirner üzerine sunduğu kapsamlı çalışmalarında Landauer’in konuyu “bastırdığını” kanıtlamaya çalışmakta ve Landauer’in Stirner’i argümanlar eşliğinde tartışacağına, psikolojik olarak Stirner’le baş edemeyince onu bastırmak zorunda kaldığını iddia etmektedir.[4] Kısmen doğru olduğunu düşündüğüm bu teşhise tam olarak katılmıyorum. Willems umarım bu konuyla yakından ilgilenecektir, özellikle Landauer’in felsefesi açısından önemli bir çalışma olur bu.
Laska’nın iddiasına dair şüphelerim var, çünkü: Landauer’in nominalizm eleştirisi (aynı zamanda Stirner eleştirisidir bu) kısmen “argümanlara” dayanır. Landauer, nominalizmi aşmayı hedefler, Stirner’in felsefesini Stirner’in sözlerini değiştirerek ifade eder: “İmha edilmesi gereken Tanrı kavramıdır. Ama ezeli düşman olan Tanrı değil, kavramdır.”[5] Landauer, bununla sadece nominalizmi “aşmaz”, aynı zamanda Stirner felsefesini de kısmen içeren tanrısız gizemi de “aşar.” Yine de bir sorun mevcut. Gençliğinden bu yana etkilendiği bir filozofla alelacele bir muhakeme yapılamaz. Stirner’i aşmak için, onu susturabilmek gerekir. Landauer, bu edimden pek uzaktır.
Entwicklungsgeschichte des Individuums adlı çalışmasında Landauer, Stirner’in Ben’ini çözdüğünü iddia eder, oysa Stirner felsefesinin derinliğine dokunamıyor bile. Bunun yerine eleştirisini Ben’in bir ilüzyon olduğu ve bir bütünlük olmadığı noktasına odaklar. Aynı eleştiriyi Mauthner de benzeri nedenlerden dolayı yapmıştı.[6] Bu konuda ikisi de felsefi bir tartışma sunamamaktadır. Landauer’in argümanları son derece yavan ve verimsizdir; Stirner’in Ben’ini özellikle Stirner’in Hiç’iyle incelemesi gerekirdi; Stirner’in Hiç’i de nominalizmi aşar. Böylece Stirner’e karşı giriştiği tinsel kavgada yarı yolda kalır.
Stirner’in Ben’i, Tanrı’nın yerine geçen bir Ben olarak sahneye çıkar. Landauer de aynı görüştedir bu konuda. Stirner’in “sıradan” bir gizemci olmadığı tartışma bile gerektirmez: Stirner dinsel-gizemci Hiç’i kafası üzerine oturtur ki kendi Hiç’ini ayakları üzerine oturtabilsin; ancak böylelikle o Hiç Herşey olabilecektir ve kendini yaratan bir Biricik olarak yeniden doğabilecektir. Bu, sözüm ona Tanrı-oğluna bağlı bir Hıristiyan gizemciliğin hiçbir işine yaramaz. Bir bütün olarak monoteist-dinsel gizemcilik Stirner’in Hiç’iyle kolay kolay bağdaşamaz. Landauer bunu anlamış olmalı ve hatta bu sorunla baş edebilecek bir düşünsel ve psikolojik güce sahip değildi. Stirner’i aşmaya çalışan verimsiz ve kısmen de eksantrik uğraşları bunu göstermektedir.
Skepsis und Mystik’te Stirner’in (ve elbette Mauthner’in) etkisinin ne kadar büyük olduğu apaçıktır. Doğrusu, rasyonel açıdan muhteşem bir tartışma alanı olurdu, eğer Landauer Stirner’le tartışmasında mantığı son aşamasına taşıyabilseydi. Ancak, birçok düşünür gibi (Marx, Nietzsche vb.) o da aynı psikolojik tuzağa düştü. Ve girdiği tuzakta neticede çeşitli hatalar yapmak zorunda kaldı.
Hata bir: Stirner’e karşı bire bir argümanlarla son aşamaya kadar tartışacağına, aniden susar ve soy kuramıyla ilgilenmeye başlar; bununla da bireye karşı ve dolaylı olarak da Stirner’in Biricik’ine karşı argüman bulmaya çalışır (Skepsis und Mystik).
Psikolojik tuzağa düştüğünün farkında değildir artık bu noktadan sonra. Bununla Laska’nın “bastırma” iddiasını doğrulamaktadır. Stirner’in egoizmine dair yazdıklarının hiçbirinde felsefi derinlik göremiyorum (Zur Entwicklungsgeschichte des Individuums). Burada Stirner felsefesinin temel taşlarını sarsamayan bir politik ajitatör olduğunu kanıtlar sadece.
İkinci hata: Landauer Skepsis und Mystik adlı kitabında ilginç bir geçiş yapar. Dilsel açıdan “gerekli temizleme işini” gerçekleştiren yani dilsel hayaletleri tek tek imha edebilen ve “soyutlamaların kibirli geçiciliğini” kanıtlayan “büyük nominalistten” söz ederek başlayan Landauer, boşalan Tanrı tahtına Biricik’ini oturtan “Ben-müptelalı”dan söz eder neticede. Ne var ki, Biricik’e dair yaptığı teşhisini, somutların geçiciliği ve izole olmuş birey düşüncesini gerekçelendireceğine, bu konularda argümanlar sunacağına, Stirner felsefesinin içeriğiyle hesaplaşmadan ters yönde hareket etmeye başlar. Tipik bir bastırma mekanizması edimi. Stirner’den yola çıkmasına karşın, karşı-argümanlar sunmaz, “soy kuramı” gibi kavramlarla bireyin geçiciliğini açıklamaya çalışır.
Krokisini çizdiğim analizim ve Laska’nın “bastırma tezi” bu noktada doğrulanmış oluyor. Aynı zamanda Laska’nın tezi gerekçelendirilmelidir, çünkü içerik olarak yeterince argüman sunmamaktadır Laska, bu da problemi çözmüyor. Öte yandan bana öyle geliyor ki, Landauer merdivenini yanlış yere koydu. Demek ki: Landauer, Stirner’i yanlış anladı, bu olasıdır. Stirner’e karşı getirdiği verimsiz argümanları zorunlu olarak “bastırmayı” gerektirmiyor. Bağımsız bir düşünür olmasına karşın Landauer, içinden geldiği gelenekçi kültüre bağlıydı. Yahudi-Hıristiyan geleneğinin bir parçasıydı. Stirner’in keskin mantığını kabul edebilecek bir düşünce yapısına sahip değildi.
Gizemcilik tarihinde dikkat çeken bir şey var: Gizemcilik her din tarafından işlenmektedir ve her dinsel kişi bağlı olduğu dinle bağdaştırmaya çalışır gizemciliği. Böylelikle Yahudi eğilimli bir gizemci gizemciliği Yahudilik adına ele alır, Hıristiyan eğilimli Hıristiyanlık adına, Müslüman eğilimli İslam adına vb. Dinsel olmayan gizemcileri ve onların gizemcilikteki yerlerini ifade etmek sanıldığından daha da zor, hem onlar açısından hem de yorumlayanlar açısından.
İfade ettiğim nedenlerden dolayı tanrısız gizemcilik Landauer’in işine yaramıyordu pek. Bu nedenle zaten içli-dışlı olduğu Hıristiyan-Yahudi gizemciliğine yönelmek onun psikolojisinin rahatlıkla kabul edebileceği bir durumdu.
Willems, en geç sunumunu yaptığı “Übereinstimmungen und Unterschiede(n) von Skepsis und Mystik und Zur Entwicklungsgeschichte des Individuums“ (Şüphe ve Gizem ile Bireyin Gelişim Tarihine Dair arasındaki uygunluklar ve farklar) (s. 77’den itibaren) bölümde Stirner’in rolünü açıklamalıydı. Çünkü tam da bu geçişte Stirner’i “aşar” Landauer. Bireye karşı getirdiği ve savunmasını yaptığı topluma (bu, bireyden daha az bir illüzyon değildir) dair tüm argümanlarda adını anmadan büyük nominaliste karşı bir mücadele verir, ona tüm zamanlara dair sırtını dönmek için. Bu konuda Willems, Landauer’in karanlık yanını aydınlatmıyor.
Son olarak incelenmesinin anlamlı bir sonuç vereceğini düşündüğüm bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Landauer’in soy kuramının Stirner’in yabancılaşma kuramıyla birlikte incelenmesi. Stirner’in “yeni insanı” da gelecekte bir varlık değildir, bizzat takma adı Hiç olan baskılardan arınmış, yeniden doğmuş bir Ben.
Yaratıcı Hiç tanrısal bir Hiç midir ya da şeytansal bir Hiç mi yoksa bir sıfır felsefe midir?
Yanıtsız bir soru bu şimdilik.
[1] Joachim Willems: Religiöser Gehalt des Anarchismus und anarchistischer Gehalt der Religion? Die jüdisch-christlich-atheistische Mystik Gustav Landauers zwischen Meister Eckhart und Martin Buber. Verlag Ulmer Manuskripte. Albeck bei Ulm 2001. ISBN 3-934869-16-5, 300 Seiten, 19,80 Euro.
[2] Almanca yazdığım bu metin “Auf den Spuren eines anarchistischen Mystikers / Gustav Landauer und seine exzentrische Beziehung zu Max Stirner” başlığıyla şubat 2003 yılında “Der Einzige” adlı dergide yayımlandı. Türkçeye aktarırken daha çok stilistik değişiklikler yaptım.
[3] Joachim Willems: Religiöser Gehalt des Anarchismus und anarchistischer Gehalt der Religion? Die jüdisch-christlich-atheistische Mystik Gustav Landauers zwischen Meister Eckhart und Martin Buber. Verlag Ulmer Manuskripte. Albeck bei Ulm 2001, S. 38.
2 Bernd A. Laska: Ein dauerhafter Dissident, LSR-Verlag Nürnberg, 1996, S. 58.
[5] Gustav Landauer: Skepsis und Mystik. Verlag Büchse der Pandora, Münster / Wetzlar 1978, S. 12.
[6] Zu Mauthners Stirnerverständnis siehe: H. Ibrahim Türkdogan: Omar Chajjam und Max Stirner, Verlag Max-Stirner-Archiv, 2001, S. 9-14 bzw. ders.: Der Einzige und das Nichts, Verlag Max-Stirner-Archiv, 2003, S. 84-93.
Views: 142