Site icon İtaatsiz

Gustav Landauer’in Komüniter Anarşizmi – Larry Gambone

Gustav Landauer 7 Nisan 1870’de burjuva bir ailenin çocuğu olarak Karlsruhe’de, Almanya’da dünyaya geldi. Oldukça erken yaşlarda ailesi ve öğretmenleriyle problemler yaşamıştı. O yaşlarda akademik olarak da öne çıkan bir sima idi. Edebiyat, felsefe ve tıp okuduktan sonra, her şeye rağmen, okuldan ayrıldı. Berlin’e geçti ve kısa bir süre Johann Most’un himayesinde orada kaldı – daha sonra tam karşıt yönelimli Tolstoycu Anarşist Benedict Friedlander’in büyük oranda etkisi altında kalacaktır -. 1893 ve 1899’da ismi THE SOCIALIST olsa da anarşist bir dergiyi yayına hazırladı. Her daim göstermiş olduğu sivil itaatsizlik nedeniyle 1893, 1896 ve 1899 yıllarında cezaevi onun evi olmuştu. 1893’te Uluslararası Sosyal Demokratlar Kongresine katıldığında August Bebel tarafından Polis ajanı suçlamasıyla karşılaştı. 1896 Londra’daki Enternasyonal kongresine girme teşebbüsü sınırlı kaldı (Kongre hakkında bilgi için eke bakınız). Bu dönemde  Kropotkin’in etkisi altında idi fakat 1900’den sonra gerçekten yapıcı toplumsal dönüşüm olarak kooperatif girişimlerinin yayılmasını ve şiddet yerine pasif direnişi savunan Proudhon ve Tolstoy’a daha yakın bir konum almıştır.[1]

1990’da Martin Buber ve Erich Muhsam ile karşılaşıp arkadaş olduğu Neue Gemeinschaft isimli edebiyat grubuna katıldı. İki yıl sonra evlendi ve bir yıllığına Peter Kropotkin’le komşu olarak yaşadığı Londra’ya taşındı. Max Nettlau ve romancı Constantin Brunner ile de arkadaştı. Aşağı yukarı aynı zamanlarda Meister Eckhart’ın çalışmalarını da edit etmekteydi ki onun düşüncelerine Spinoza kadar etkisi olmuştur. Landauer, solun kısırlığı ve dogmatizminden giderek hayal kırıklığına uğramış ve daha da fazla komuniteryanizme kaymıştır. Sosyalist Federasyon 1908’de komünitelerin gelişmesini teşvik ederek faaliyete başlamış ve bir yıl sonra SOSYALİST dergisi faaliyetine yeniden başlamıştır. Landauer 1911’de en bilinen çalışması olan Sosyalizme Çağrı’yı yazmıştır. Sosyalist Federasyon, Almanya ve İsviçre’de, yirmi yerel örgütlenmede 800’ün üzerinde insanla toplantılar yaparak örgütlenmiştir. Landauer’in Anarşist muarızları, onu sınıf savaşında militanları çekerek hareketi zayıflatmakla suçlamışlardı. Fakat kooperatifler, özgür okullar ve komüniteler yaratma teşebbüsü savaştan dolayı kısa sürdü. Sosyalist dergisi 1915’in başlarında yayınına bilinen nedenlerden dolayı ara verdi.

Aktif Savaş karşıtı mücadelesini sürdürürken edebiyat, oyun yazmak, Shakespeare, Holderlin, Goethe ve Strindberg üzerine çalışmalara da yoğunlaşmıştı (“Ölü Avrupalı Beyaz Erkekleri”nin kötü niyetliliğinden çok önce yaşamış olmaktan şanslıydı). 1918’in sonlarında Alman Devrimi başladığında devrimci hareketi yöneten Kurt Eisner ile Bavyera’da idi. Fakat Eisner’e karşı eleştireldi. Sadece Sosyal Demokrasinin Solcu versiyonunu değil, İşçi Konseyleri Cumhuriyeti istemekte idi. Devlet ve kapitalizmin yıkılması için yalnızca İşçi Konseyleri bir umut vadetmekteydi.

Landauer, Baviera işçi konseyine katıldı ve işçiler arasında çok fazla desteği vardı. İşçi konseyi cumhuriyeti için 80,000 kişinin katıldığı gösteriyi yönetti. Konsey, Münih’i ele geçirdiğinde Landauer enformasyondan sorumlu oldu. İşçi Cumhuriyeti kısa ömürlü oldu. Sağcı saldırganlar  Komünistlere yol vererek konseyin ele geçirilmesini sağladılar. Landauer görevinden alındı. Komünist cumhuriyet kısa zamanda proto-Nazi paramiliterlerce ezildi. Landauer tutuklandı ve Stadelheim cezaevine kondu. Arkadaşı Ernst Toller şöyle anlatıyor onun son anlarını: “Onu cezaevinin meydanına sürükleyerek getirdiler. Bir görevli onun yüzüne vurdu. Adam bağırıyordu; “Pis Bolşevik. Bitireceğim seni!” tüfeklerin dipçiklerinden bir yağmur boşaldı üzerine. Ölünceye kadar ayaklarının altlarında çiğnediler onu[2]. Son sözleri, hadi devam edin! Öldürün beni! Adam olun! du. Onun ölümünden en başta Cunker aristokratları sorumludur ve Baş Baron von Gagern asla yargılanmadı.

BİR ANARŞİST OLARAK LANDAUER

O Proudhon’un izinde giden biri olarak görülebilir. Anarşizmin babasına benzer şekilde soyutlamaya[3] ve şiddete karşı, yerelliğe vurgu yapan, yaratıcı güç ve karşılıklı yardımlaşmaya önem veren biri idi. Proudhon gibi onun bireyciliği de sosyal bireycilikti. Ya da Erıch Muhsam’ın anlattığı gibi, … anarşi, Gustav Landauer’in karakterize ettiği gönüllü sözleşme üzerine kurulmuş toplumsal düzenin esasıdır[4]. Bu bakış açısı bir diğer hayranı Eberhard Arnold’da şöyle yankı bulur. “Anarşi özgür iradeyle bir araya gelenlerin birlikteliği temelinde, yapısal olarak doğal bir düzen olarak anlaşılmalıdır[5]. Sage of Besancon çok daha fazla şeyler söyleyebilirdi. Max Stirner’e aşinadır ve onu takdir etmektedir fakat 1toplumsal bireyci” biri olarak bireyciliğin Stirnerci biçimini benimsemez. Hem geçmiş hem de gelecekle “koparılamaz bağ”ları olan bireyi hisseder[6]. Onun  üzerinde diğer etkili şahsiyetler şöyle sıralanabilir: Tolstoycu Benedikt Friedlander, Etienne La Boetie ve Kropotkin. Neitzsche, Goethe, Spinoza ve Meister Eckhart da önemlidir[7]. Landauer’in dünya görüşü Proudhoncu Anarşizmin temelleri üzerine, bahsi geçen düşünürlerin düşüncelerinin sentezi olarak görülebilir.

DEVLET

Aşağıdaki alıntı Landauer’in en azından Anarşistler arasında belki de en fazla bilinenidir: “Devlet, insanlar arasında bir çeşit ilişki biçimi, bir davranış hali, bir durumdur. Uyumlu başka ilişkiler kurma ve her bireyin bir başka bireyle başka türlü davranması yoluyla  onu yıkacağız. Gerçek bir komünite formunda bir kurum yaratıncaya kadar devletiz ve devlet olmaya devam edeceğiz.”[8]

Devleti üstümüzde bir objeye dönmesiyle cisimleştirmemesine ve politikacının şamaroğlanına dönmesine nasıl itiraz ettiğine dikkat, Devlet biziz… fakat tüm bu gerçeklere rağmen, derinlerde, Devleti hakikaten asla benimsemeyiz. En azından, bu çağdaş dünyada kendimiz tarafından bize empoze edilir. Komünite ve Devlet iki farklı oluştur. Devlet asla bir bireyin içinde kurulmaz… gönüllü asla olmaz… bir zamanlar komüniteler vardı… bugün güç, yasa maddesi ve devlet var[9]. O olağan anarşist devlet kavramından daha da ileri gider. Landauer, Kropotkin’i takip edip onu aşarak asıl olarak devletin doğasının doğrudan içine nüfuz eder. Devlet, Kropotkin’in düşündüğü gibi devrimle yıkılabilecek bir kurum değildir[10].

Devlet yoluyla özgür dayanışma ve onun özbilincinin (komünite) sonucu “toplumsal ölüm”dür[11]. Bu dayanışma ve gönüllülüğün kaybı, komünitenin tahrip edilmesi ile ortadadır – hepsi de devletçi sistemlerdir ve hukukla yerleştirilmiştir.

Martin Buber, Landauer’in kavramlarını kullanarak, Devlet’in bir toplum üstünde zorbalıkla nasıl “belirleyici” olduğunu açıklar. Verili zamanda ve yerde beraber yaşayan insanlar sadece kendi özgür iradesiyle bir dereceye kadar doğru şekilde yaşamayı becerebilirler; …gönüllü bir adil düzen için ehliyetsiz bir seviye meşru baskının derecesini belirler. Yine de Devletin fiili uzantısı bu çeşit Devleti öyle ya da böyle – çoğunlukla çok çok – aşar ki bu Devlet meşru baskının seviyesinden ortaya çıkar. İlke Devleti ve Durum (gerçeklik) Devleti arasındaki daimi olan bu farklılık ( sonuç olarak benim “aşırı Devlet” dediğim) zorunluluklar haricinde gücün üzerinde  yeterince gayretli baskıyla çaba sarf edip başarısız kılmak koşuluyla Gönüllü düzenin yükselen kapasitesinin intibakına direnç gösterir.”; Landauer “ruhlarımızda ölmüş bazı şeylerin yasayan güçleriyle vücutlarımız üzerinde yaptıkları denemeleri görüyoruz” der[12].

Landauer ve Buber’e göre Devlet iktidarının üstesinden gelmenin sadece bir yolu vardır. (aşağıdaki paragraf Buber’e aittir) komünitelerin birliği, değişik komünitelerde aileler ve kişilerin birliği gerçek organik bir yapının büyümesinden başka bir şey degildir ki devletin yerini alarak onu “yıkar”…  yetersiz birlik ya da yeterli yaşamsal komünal ruh Devletin yerine Komüniteyi koymaz – kendi kendisine devlete katlanır ve bir şeyle sonuçlanmaz fakat Devlet yani güç-politikaları ve yayılmacılık bürokrasi tarafından desteklenir[13].

ŞİDDET VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM

Yukarıdan da gördüğümüz gibi Landauer, ne günah keçisi aramaya, şeytanlaştırmalara ne de hayranlık ve nefret yaymaya inanmamaktadır. Gerçek düşman burjuvazi değil fakat insan ruhunun şu an içinde bulunduğu şartlardır. Bu şartlara soyut düşünme, yabancılaşma, materyalizm ve itaatkârlık dâhildir. Bunlarsız kapitalizm ve devlet yaşayamazdı.

Daha fazla insan var olsa idi daha fazla bir insan geleceği olabilirdi sözünden beri daha Vahşi eylemler daha iyi bir dünyanın ortaya çıkmasına neden olamaz[14]. Soyutlama, mekanik düşünme, soğukkanlı mantık, terörist mantalitenin temelinde yatar ve   duygusallık ve sağduyulu olmak gibi değildir. Onlar kendi kendilerine kavramlarla yaşamaya alışmışlardır, insanlarla değil. Onlara göre, onlar için iki sabit ayrı sınıf vardır. Düşman olarak karşı dururlar birbirlerine; insan öldürmezler fakat baskıcıların ve sömürücülerin kavramlarından…[15] ne yöneten sınıfın gücünden ne de diktatörce talimatlarla, hiç yoktan, sosyalist bir toplumu yönetmeye teşebbüs eden güya devrimcilerden…[16] güçten bir insan hiç bir şey bekleyemez.

Landauer için Tolstoycu şiddetsizlik bu amacı gerçekleştirmek, tüm baskıcı tahakkümü yıkmak için bir yoldur aynı zamanda… köleler güç kullanmayı keserlerse…[17] bizim çözümümüz (yıkmaktan) çok daha iyi inşa edilebilir! Gelecekte yıkmaya değecek bir şeylerin kalıp kalmadığı daha da net olacaktır.[18] Şiddet karşıtı, ölçülü olma ve yıkmaktan ziyade yapmayı benimsemesine rağmen, Baviera’daki işçi konseyi hareketindeki önderliğinde gördüğümüz gibi o bir devrimci idi. Şiddet karşıtlığı ve ölçülü olmanın nasıl yüzeysel olduğunu gerçekten de Gustav Landauer’in ( Proudhon’un ki gibi) yaşamı gösterir.

Bir şiddet karşıtı olmasına rağmen Martin Buber onun gerçek anlamda bir devrimci olduğunu düşünür.

Çevirisini yaptığı destansı demokrasinin şairi Walt Whitman’a dair Landauer, Proudhon gibi (ki onun birçok manevi temayülü olduğunu söyler Landauer) Whitman’ın muhafazakârlık ve devrimci ruhu bütünleştirdiğini – Sosyalizm ve bireyciliği – söyler. Bu Landauer için de söylenebilir. Onun aklında olan şey eninde sonunda devrimci bir muhafazadır: bu seçilmiş devrimci unsurların muhafazaya ve toplumsal varlığın yenilenmesi için sağlamlığına değer. Marksistler tekrar ve tekrar, insanların sömürüldüğü bu dünyadan ve ona karşı merhametsiz savaştan çekilmesinin uygulaması olarak onun Sosyalist koloni önerisini kınadılar… hiçbir sızlanma asla yanlış olmaz… Landauer’in söylediği, düşündüğü, planladığı ve yaptığı her şey devrime büyük bir inançla olgunlaştırılmış ve onun için istenmiştir… fakat onun devrim dediği şey “özgürlük için uzun süreli mücadele devrimle değil fakat  yenilenme ile kuşatıldığımızda meyve verebilir”dir. “Harika bir sosyalist olan Proudhon’un tartışılmaz bir şekilde ilan ettiği gibi, gerçi unutulmuştur bugün, toplumsal devrim,  politik devrimle hiç te benzerlik arzetmez; canlı gelememesine ve daha sonraya daha iyi bir yaşam kalmamasına rağmen, yine de yeni bir ruh için yeni bir ruh örgütleme etme ve barışçıl bir yapıdan başka bir şey değildir.”[19]

KAPİTALİZME ALTERNATİF

Landauer’in sosyalizm kavramı ne kesinlikle Marksist, ne de Bakuninci kollektvizmdir. Daha çok Proudhon’cu karşilıklı yardımlaşmacılığa borcu vardır. İş ve evi ile aile komünitesinin ocağı, işine başkasının karışmasına izin vermeyen bağımsız bireyin dünyasıdır. Otonom yerel komüniteler, komünitelerin grupları ve bölgeleri vs. vs. hatta küçük miktarda görevleri olan daha geniş kapsamlı gruplar… başlı başına sosyalizmdir. Her biri kendi için çalışan… her biri değişim ekonomisini ayarlayıp hayata geçiren bu sosyalizmin görevidir.[20]

Landauer’in kapitalizm kavramının Marksist olmaktan çok Proudhoncu olduğu vurgulanmalıdır. O ne değişim ekonomisine ne de bireysel mülkiyete karşıdır. Landauer’e göre kapitalizm devletçe yaratılıp desteklenen ayrıcalıklılar yoluyla değişim ekonomisinin saptırılmasıdır. Dahası kapitalizmin ruhu insan varlığının diğer tüm boyutlarının materyalist bir dışlanması ve bencilliğidir.

Landauer, mevcut olan sosyalist hareketin Devlet ve kapitalizm tarafından sistemin bir parçası olduğuna ve bu uyum sağlayabilirliğinden hareketle uzun erimli sosyalist devrimin ortaya çıkmayacağına inanır. O ortaklaşmacılık ve toplumsallaşmanın kapitalizm içinde otomatik olarak ortaya çıkacağını söyleyen Marx’ın hüsnü kuruntu içinde olduğunu söyler.[21] H. J. Heydorn’a göre, Landauer kapitalist toplumun devlet tarafından temsil edildiğini, değişen koşullara harika şekilde adapte olduğunu, sosyalist topluma götürmekten ziyade, toplumsal yasamanın gelişmesi yoluyla proletaryayı entegre ederek dejenere ettiğini, hakikaten sosyalistleri absorbe edip, ideolojilerini lüzumsuz hale getirdiğini görüyordu.[22]

Kimse kapitalizmi alıp, onu sosyalizme dönüştüremez. Kapitalizmi doğrudan sosyalist değişim ekonomisine dönüştürmek imkânsızdır[23]. Absorbe olmamanın ve sosyalizmi kurmanın tek yolu, yerel, gönüllü örgütlenmeler yoluyla Devletin alanının dışında çalışmaktır.[24]

Bu örgütlenmelerin sağlamlığı tüketici olarak işçilerin daha fazlada sahip oldukları –bilinmeyen bir gerçeklik olan – güçlerinden yatar. Bundan ötürü, bu donanıma sahip olmasından tüketici ortaklaşmacılığını daha da fazla tercih eder[25] ve kooperatifleri sosyalizme doğru…[26] ilk aşama olarak görür. Tüketici-üretici birliklerinin hatırı sayılır miktarda parasal sermaye üzerinde kontrol sağlaması durumunda,  o bir kredi birliğine ihtiyacı da hisseder.[27] Hiçbir şey tüketiciler birliğini bina, fabrika, ev, atölye ve gerekli topraktan ortak kredi yardımı ile kendi kendileri için çalışmaktan alıkoyamaz. Keşke isteseler ve başlasalar…[28]

Gönüllü ekonomik birliklerin yanında yeni komünitelerin yaratılması gelir. Sosyalist kültürün temel formu bağımsız ekonomiler ve değişim sistemleri ile komünitelerin birliğidir. Toplum, toplumların bir toplumudur.[29] Bu sosyalist komüniteler kapitalist ilişkilerle mümkün olduğu kadar bağlarını koparmış olmalıdırlar.[30] O kesinlikle bunun olmasına izin veren ekonomik birliklerdir.

Komünitenin gelişmesi kapitalizmin lağvedilmesinin anahtarıdır. O, Kitlelerin topraksız olmalarından dolayı toplumların kapitalist olduğuna inanıyordu.[31] Bu – ki Thomas Jefferson, Thomas Spence and the Agrarianlarınkiyle benzerdir – topraksız insanların ev ve yiyecek için kapitalizme bağımlı olduklarını söyleyen bakış açısıdır. Toprak sahibi kitleler her hâlükârda kendi yiyeceğini kendisi üretir ve kira vermez. Bundan dolayı da gerçekten de bağımsızlığa sahiptir. Birileri için çalışmak zorunda kalsalar bile, bu işverenin koşullarından ziyade daha çok kendi koşullarında olacaktır. Bundan hareketle işçi ve işveren arasındaki sözleşmenin gücü eşitlenmiş olur. Diğer taraftan topraksız işçi kira ödemek ve açlıkla karşı karşıya kalmak durumundadır. Muhtemel işvereniyle sözleşme yapmaya geldiğinde eşit olmayan bir durumla karşı karşıyadır. Rekabet toprak sahibi işçinin lehine işler. Sömürebilme ihtimali sınırlandırılmış, işi küçük kalmış ve diğer ekonomik aktörlerden daha fazla gücü kalmamıştır.

Landauer’in düşüncesinin bir boyutu bugünün solcularını şok edebilir. İşçi konseyi savunucularının kınamalarını alır. “Üretici olarak bir role sahip olan işçilerin grevlerinin kendi gerçekliklerinde tüketici olarak onlara hasar verir”[32] demesinden dolayı “sağcı” olarak adlandırılır. Onun dediği bir grev yoluyla ya da başka bir yolla ücretleri arttırdığında onların yükselen gelirleri tüm işçi sınıfının üzerine zam olarak biner. Bundan dolayı, ücret artışı tüm işçi sınıfı tarafından ödenen bir sübvansiyon formundadır. Bu, zamanında devrimci sosyalistler arasında sıra dışı bir düşünce değildir. Sosyalistlerin işaret ettiği şey ekonomik eylemlerin işçileri sınırlı bir derecede özgürleştirebileceğiydi. Ancak politik eylemlerin bunu getireceğine inanmaktaydılar. Bir politika karşıtı olarak Landauer  aynı fikirde değildi. Komünitelerin yaratılması ve karşılıklı yardımlaşma ekonomisi alternatifi politik ve ekonomik aktivizme üstün olan bir stratejiydi.

Landauer ve devrimci sosyalistlerin farkında olmadıkları gibi görünen ise verimlilikti. Ücretler verimlilikle aynı seviyede artarsa, monopol ya da diğer devlet  müdahalesi hariç, fiyatlarda bir artış olmaz. Hakikaten, birçok maddenin gerçek fiyatları ( başka ifade ile fiyatlar enflasyona göre ayarlanır), verimlilik ücretlere galebe çalarsa yıldan yıla düşme kaydeder. Onun kavramı doğru olduğu yerde gene de ücretlerin yükselişi verimlilikten büyüktür ya da endüstri devletçe korunmakta ya da sübvanse edilmektedir. Bu şartlar altında, çalışan toplam nüfus işçilerin küçük bir kısmının yükselen gelirini öder.

Landauer çalışma karşıtı değildir. Fakat özgür işçinin yaşam için temel önemde olduğunu hisseder. Eberhard Arnold’a göre

Gustav Landauer açgözlülükten uzak kardeşçe bir ruhla dolmuş, yönlenmiş ve örgütlenmiş iş-hakikatı ile iş’te kurtuluşu bulmayı beklemektedir; onurlu ellerin eylemi olarak, saf ve dosdoğru bir ruhun hükümranlığına şahit olan bir iş. Onun geleceğin temel bir karakteri olarak tasavvur ettiği, ortak bir eylem olarak, insanların ihtiyaçlarının tedarikini  sağlamak ve ruhun bir ifadesi olarak iştir. Birbirlerine yoldaşlık ve karşılıklı özen gösterme ile yan yana hissettikleri mutluluk, insanın işindeki mutluluk yaşamı dolu dolu hissettiği, böylece yaşamaktan mutluluk bulduğu bir şey olarak işini deneyimlemesini getirir; “insan yaptığından zevk almak zorundadır; ruhu vücudunun aktif bir parçası olmak zorundadır”[33]

TOPLUM VE HALK (FOLK) ÖZBİLİNCİ

Devlete yaptığı gibi, Landauer toplumun da nesneleştirilmesini reddeder. Toplum bireyin üstünde olan soyut bir şey değil fakat ilişkiler-arasının küçük bir çeşitliliğidir.[34] Bu “küçük ilişkiler-arasılıkta ”önemli olan şey baskısız bir toplumun gerçek toplumsal birliği ya da “doğal birlikteliği”ydi. Aile, komünite ve halk vardı.[35] Evim, ön bahçem, eşim ve çocuklarım – benim dünyam! Bu duyguda, bu müstesna dayanışmada, bu gönüllü birlik, bu küçük ve doğal komünitede bütün bir geniş organizma yükselir.[36] Landauer, kapitalist sınıf üzerinde proletaryanın hâkimiyetini aramaz. Fakat yeni komünitelerin kurulacağı kırsal bölgelerdeki şehirlerde yeni organik (ya da doğal –çn-) halkın ortaya çıkmasını arardı.

Landauer, halk’la (volk) neyi kastetmekteydi? Kesinlikle Nasyonel Sosyalistlerin bu kavramı çaldıklarında kastettiklerini değil! Bundan dolayı, halk özbilinci… birlikte eylemeyi isteyen sosyal bağların içsel, bireysel farkındalığı. Bu halk özbilinci kendi ortamı içerisinde kültürel alışveriş içerisinde olan grubun her bireysel biçimlenmesinin psişik donanımı kadar, ortak dilde derin olarak eklemlenmiş halkın geçmişinde, atalarının tarihsel özünde ve genel hafızasındadır.[37]

Her halk barışın doğal bir komünitesi ve insanlığın bir parçasıdır. Bu onu Devletten ve milliyetçilikten[38] ayrı kılar ya da Devletler doğal düşmandır, milletler değil.[39] Bir halk bir bölgede büyüyen bir toplum ve kültürdür ve milletle eşanlamlıdır. Görmüş olduğumuz gibi, ulus devlet  ve ırka gönderme yapmaz fakat Amerikalı Yerlilerin kullandıkları anlamdadır. Dahası, baskısız her ulus anarşiktir. Baskı ve millet bütünüyle uyuşmaz kavramlardır.[40] Bu son cümleler kan davasının yaygın olduğu kabilelere bakıldığında oldukça idealize edilmiş gibi görünebilir. Fakat ideal bir tip olarak da görünebilir. Böyle bir ideal kavram barışçı milletlerin varlığından dolayı ütopya değildir. Landauer’in dediği manada millet ve halk kavramına iyi bir örnek Nova Scotia ve New Bruswick’de yaşayan Acadian komünitesi olabilir. Ortak tarihleri, dilleri, kültürleri ve büyük ölçekli özyönetimleri var fakat ne bir Devlet yaratma istekleri ne de Acadian olmayanlara karşı düşmanlık ve şovenizmleri vardır.

Aynı şekilde Devlet ve milliyetçilik sahte bir komünite yaratır. Uluslararası organizasyonlar ve kongrelerin yapay dünya komünitelerinden başka bir şey olmadıklarını düşünmekteydi o[41] ( NATO, WTO ve UN’i kesinlikle sevmezdi).

FELSEFESİ

Onun Yahudi kökenini hesaba katmadan kimse Landauer’i anlayamaz (Eklere Bakınız). O birçok Yahudi radikalin yaptığı gibi kendi kültür ve dinini  ret ya da inkâr etmez ve onun düşüncelerinin bu tesirlerin etkisiyle doğal olarak geliştiği görülebilir. İnsanın temizlenmesi ve kurtuluş hikâyesi, federasyon ya da birlik (Bund) Yahudi gelenekten kökünü alır. (Landauer için) …Eski Ahit (Tevrat)’in peygamberleri amansız ısrarları ile tüm zamanlar için bir standart getirmişler…[42] Isiah’ın kehanetinin gösterdiği gibi baskıyla yönetimin yerini ruhla yönetim almıştır… bu ruhta insanoğlunun bir olduğu inancı… Landauer’in en derin inancıdır da.[43]

Tüm tek taraflı görüşlere ve indirgemeci rasyonalizme derin bir güvensizliği vardı Landauer’in. Bu tavırla onun felsefesi hem Alman hem Yahudi olarak  kompleks bir varlık olduğumu kabul ediyorum[44] dediği gibi onun kompleks varoluşunun aynasıydı. O farklılığı sever ve soyut, farklılıkların olmadığı bir dünyadan korkar, onun yerine farklılıkta mütabakatın olduğu bir biçimi tercih ederdi. İnsanlık eşitlik demek değildir; gerçekten çok farklı milletlerin ve insanların federasyonu anlamına gelir.[45] Manichean rasyonalizminden ve parçalı olmaktan ziyade holizmi tercih ederdi. Ona göre gerçek sosyalist “holistik düşünür”.[46] Tin tüm yaşayan âlemi sarar. Eugene Lun’un dediği gibi yalnızca ailenin duygusal yaşamı ve mahallî komünitenin bulaşması yoluyla birilerinin taahhüdü  millet ve insanlığa teoriyi değil, doğrudan deneyimi sağlamlaştırarak meydana gelen aktif katılımı garanti eder.[47] Landaur’e göre bilimin değeri, gerçekliğin onun iddia edilen mükemmelce açıklamalarından yatmaz sadece… bilimsel genellemeler deneme kabilinden gözlemler olarak geçelidirler…[48]

Zamanında eğer varsa da birkaç kişi sosyalist psyche’nin derinliğini anlıyabiliyorken, Landauer kendi psikolojisini geliştiriyordu. Günlük rasyonelliğimizin yanında günlük özbilincimizin altında var olan bir ön-rasyonel kadim bilgi de vardı.[49] …eğer algılanan görünümler, kavramsal düşünceler ve ger ve en saklı derinliklerimize dalarsak, bütünüyle sonu olmayan bir dünyaya dâhil oluruz. Bu dünya ki içimizde yaşar, bizim kökenimiz, devamlı surette içimizde faaliyet halindedir ve o olmazsa kendimiz olmayız. Bireysel kendimizin, en derin parçası en evrensel olandır.[50] Daha çok mistisizmle büyülenmiş gibi göründüğü bu içsel yolculuk, onun Maister Eckhart çalışmalarını açıklamaktadır.

O, yeri geldiğinde kültürel olarak belirlenmiş bir veri, dünyanın bir metafor olduğunu bilmemizden hareketle bir yöntem olduğunu görmekteydi. İnsanlıktan uzaklaşma, birinin içsel öznelliğini kaybetmesi ve maddeleşmiş rasyonalizmden kaynaklanmaktaydı.[51] Landauer’in irrasyonel olmadığı fakat psişenin derin, ön-rasyonel içerikleri ve rasyonelin bir sentezi ya da dengesini arzu ettiği vurgulanmalıdır. Bir işlevin bir diğer işlev üzerindeki etkisine vurgu yapmak tek taraflı bireylerin (bundan dolayı da potansiyel olarak tahrip edicidir) ortaya çıkmasına mahal verir. ( 20. yüzyılının Hitler ve Stalin’i bunun kuvvetli bir deliliydi)…

Landauer’in tarih felsefesi onun çağdaşlarına karşıt olarak yürümekteydi. İlerlemeye ve klasik toplumun yeniden döngüsel olarak başladığı kavramsallaştırmasına inanmamaktaydı. Avrupa ve Amerika gerilemektedir…[52] Amerika’nın keşfinden beri… Yunanistan ve Ortaçağ Avrupası birçok birliğin ilişki içerisinde olduğu ortak bir ruha sahipti… biz gerilemekte olan halklarız…[53] gene de bu gerileme hissiyatı, Yunanlılarda olduğu gibi, mutlak değildi. Modern dönemde teknolojik gelişmeler vardı. Bu çeşit ilerleme ortak ruh, gönüllülük ve toplumsal gidiş… tekrar yükselinceye kadar devam edecek… (böylece) holistik perspektif… tekrar ortaya çıkacaktır.[54] Onun bahsettiği gerileme mahalli ve gönüllü birliklerin gerilemesiydi. Onların yerini Devletin alması ilerleme değil fakat Bronz çağı barbarlığına geri dönmek demektir.

MARKSİZM

Landauer zamanında komünist manifesto ve basit bir Ekonomi Politiğin Eleştirisinden başka Marks’ın eseri bilinmiyordu. 1844 El Yazmaları ve Alman İdeolojisi ve Gotha Programının Eleştirisi gibi önemli eserlere ulaşmak mümkün değildi. Bundan dolayı onun Marksizm eleştirisi Marks’ın gerçek düşüncelerinden çok vulger ortadoks Marksizmi hedef alır. Ortadoks Marksizm ekonomik determinizm ve bilginin yansıma teorisine kaba bir inanç olarak örneklendirilebilir (düşünce maddi gerçekliğin  bir aynada basit bir yansımasıdır gibi). Proletarya perişandı, Kapitalizm çökmekteydi ve sosyalizmin zaferi kaçınılmazdı. 1890’dan sonra bu inanç Marksistler ve “bilimsel sosyalizm” için – kendi aleni başarısızlıklarına rağmen – gerekli nitelik olmuştur. Böyle bir şey var olmuşsa da bir kaç istisnai birey dışında dünyevi dinsel kültler içinde dejenere olmuşlar ve bu zamana kadar kalmışlardır. Landauer’in böyle sözde bilimsel saçmalıklara karşı pek fazla bir sabrı yoktu ve SOSYALİZME DAİR isimli eserinde hatırı sayılır miktarda bir bölümü Ortadoks Marksizme saldırıya adamıştır. O Üstadı de açık etmiştir. Böylece, , doğal yasaların zannedilen güce sahip olduğu gelişmenin güya tarihi yasaları… ve bir biliminin var olduğu ölçüsüz aptalca varsayım… şimdinin olayları ve şartlarında ve geçmişin bilgisi ve verilerinden geleceğin kesinliği ortaya çıkabilir diyen Marks’ın bilimciliğine atakta bulunur.[55]

Landauer gerçek bir anti-Marksisttir. O Marksistleri teoride ve pratik içinde olmak üzere ikiye ayırır. Endüstrinin millileştirilmesine karşı fakat kooperatiflere dönüştürülmesine taraftır. Takas kapitalizmin sınırlandırmalarından kurtarılmalıdır ve Marksist ütopyadaki[56] gibi kaldırılmamalıdır. Çiftçiler, zanaatçılar ve küçük tüccarlar hakir görülen küçük burjuvalar olarak değil fakat var olan toplumun bir parçası ve hakikati olarak görülmelidirler. Bundan dolayı demokrasi kavramı Landauer’de Marksist (proletarya diğer sınıflar üzerinde egemen olmalıydı) değil halkçıdır.[57] Gördüğümüz gibi, sınıf savaşı ve politik eylem – ki Marx umutları olarak tesbit etmişti – Landauer için bir umut vadetmez. Bir çıkmaz sokaktır.

Leninizme gelince, zamanında birçok çağdaşı radikal kendi-kendilerini kandırarak debelenirken, Landauer kehanet sahibidir. O, onda Robespierre ilkesi ve köleliğin yeni bir form’unu görür.[58] (Bolşeviklik)… askeri bir rejim için çalışma… dünyanın görmüş ve göreceği en berbat şeylerden daha berbatı olacaktır der.[59]

BUGÜN LANDAUER

Kominite 1910’dan daha da zayıf durumdadır ve bundan dolayı her zamankinden daha fazla ona ihtiyaç var. Yabancılaşma birçok olayda olduğu gibi oldukça büyüktür özellikle insanlar birbirlerinden ve doğadan daha da kopmuş durumdadır. Kalmış olan folk kültürleri Hollywood ve McDonalds’ın ortak dünyasının saldırısı altındadır. Buna rağmen, belkide bundan dolayı, kökler ve yerlere dair engin bir istek mevcut. İnsanlar kendi kültür ve tarihi geçmişlerini yeniden keşfetmeye başlıyorlar. Bölgesel hassasiyetler önemli olmakta. Ulus devlet, bunlar büyürken, gerilemeye başladı. Aksine kültürel canlanma ve bölgecilik teşebbüsleri şovenizm ve yabacı düşmanlığına neden olmaktadır. (Keltik Canlanması, Akadiyanlar, Yeni Güneyli Hareketi, Newfoundlandliler, Melungiyanlar, Kacunlar ve İngiliz ve Fransız bölgeciliği gibi)

Devlet, komünite ve yabancılaşma problemlerine herhangi bir çözüm sağlayamamış tam tersine problemleri daha da kötü hale getirmiştir. Birçok örnekte Devlet sosyalleşme ve komünitenin gerilemesinin doğrudan nedeni olmuştur. Küçük çiftliklerin yıkımı, belediye ve okulların merkezileşmesi, gönüllülerin yerini bürokratların alması ve karşılıklı yardımlaşma topluluklarının yerini devlet organlarının almasıyla şehirlerdeki insanlarda kasti bir  sürüleşme görmekteyiz. Kurumsal kapitalizmin ve devletçiliğin yaratmış olduğu problemler ancak karşılıklı yardımlaşma ve  hakiki komüniteye dönülerek çözülebilir.

Politik ve ekonomik cephelerdeki Landauer’in “karşıtları” ölümünden bu yana iyi bir şey başaramadılar. Politik sosyalizm ya bürokratizmin refah devleti ya da bilinen en zorba yönetimi olan Stalinizm olarak ortaya çıkmıştı. Sosyalist partiler şimdi ya küçük hizipler ya da neo-konservatizmin öbür yüzüdürler. Toplumsal değişim devam ettiği sürece anlamsız olarak durmaktadırlar. Sendikalar gerilemektedir. Toplumsal dayanışma yokluğundan dolayı küçük bir ilerleme yoktur. Onlar da büyük oranda anlamsızlaşmışlardır. Sadece ortaklaşmacı (kooperatif) bakış açısı, daha da genişleyerek, resmi kooperatiflerin dünya çapındaki üye sayısı 1 milyarı bulması ile güzel bir şey yapmaktadır (bu rakama karşılıklı yardımlaşmanın resmi olmayan biçimleri ile karışan kalabalıklar dâhil değildir). Kooperatifler kapitalist bir yola adapte olduğunda, bunu karşılıklı yardımlaşmanın başarısızlığı değil fakat üyelerin arzusuna bağlamak daha doğrudur. Üyeler kooperatiflerinin yönünü ne zaman değiştirmek isterlerse değiştirebilirler ki bu kooperatif hareketinin en temel prensiplerinden biridir ve halen işlemektedir.

Benim bir eleştirim var – ki imkânsızdır – en azından gelişmiş ülkelerde devlet tümüyle görmezden gelinebilir. Hayat kesinlikle daha  yalın olabilir eğer biz “diğer ilişkilerimizde” sade ve devletin bize ne yapacağını kaale almazsak. Devlet, Landauer zamanındaki devletten  daha da otoriterdir. Kelimenin gerçek anlamında binlerce yönetmelik bizi kapana kıstırmaktadır. Bunların birçoğu 50 yıl önce yoktu ve insanlar günlük yaşamlarını devletin alanının dışında yaşayabiliyorlardı. Bugün bağımsız olarak yaşamayı deneseniz ancak Waco halkı gibi olabilirsiniz. Bizim bu baskıcı yönetmelikleri kaldırmamız için bir çeşit anti-politik harekete ihtiyacımız var gibi geliyor bana. Arta kalmış ve zorunlu olduğu varsayılan iktidarları Yerel komünitelerde desantralize etmeliyiz. Ancak özgür komünite olup ve devletin iktidarını yıktığımızda anonim kapitalizmi ve devlete son verecek alternatifleri kurabileceğiz.

Son ama aynı derecede önemli, Landauer’in ruhsallık ve psikoloji kavramı 19. Yüzyılın kıt zekâlı ve indirgemeci materyalizminden daha çok bugüne uyum arz eder.

LAHİKA

Landauer ve Sosyalist Enternasyonal

İkinci enternasyonale katılımla ilgili son kavga 1876’da Londra’da verildi; bu aynı zamanda en acı olandı. Bu sefer anarşistler Hollandalı ve Fransız delegeler arasında güçlü olarak yer almaktaydılar. Önden gelenlerin çoğu İkinci Enternasyonalden beklenen ihraç edilme durumunda paralel bir kongre toplama temayülü ile Londra’ya gelmişlerdi. Fransız güçlü bir sendikalist grup olan Confederation General du Travail’in devrimci kanadının Pelloutier, Tortelier, Pouget ve  Delesalle gibi anarşist liderleri yanında Kropotkin, Malatesta, Nieuwenhuis, Landauer, Pietro Gori, Louise Michel, Elisee Reclus ve Jean Grave gibi anarşistler de vardı… oturum  başkanı Alman Paul Singer anarşistlerin konuşmalarına müsaade etmeden katılımla ilgili soruları almadan kapatmayı denedi. O gün başkan yardımcısı olan Bağımsız İşçi Partisi’nin lideri Keir Hardie oylamaya geçilmeden evvel her iki tarafın da bütünüyle dinlenilmesi gerektiğini söyleyerek durumu protesto etti. Gustav Landauer, Malatesta ve Nieuwenhuis uzunca konuşmalar yaptılar ve tezlerini en sonunda etkin şekilde özetleyerek şöyle dediler: “Bu kongre genel bir Sosyalist Kongre olarak adlandırılmıştır. Çağrılarda anarşistlere ve sosyal demokratlara dair bir şey söylenmemiştir. Sosyalistler ve sendikalardan bahsedilmiştir. Kropotkin, Reclus ve diğer anarşist komünist hareketlerin sosyalist temellere sahip olduğunu inkâr edemez. Eğer onlar hariç tutulursa kongrenin hedefi saptırılmış olur.” …ikinci gün anarşistler en sonunda ihraç edildiler… birçok anarşist sendika delegesi olarak kalmıştı ve  vekaletin onaylanması sırasında tartışmaları devam ettirmişlerdi. Konuları tartışma için Kongrenin bir araya geleceği çok az bir zaman kalmış oldu. Anarşistlerin ihracına rağmen İkinci Enternasyonalin Londra Kongresinde anarşistler hakim olmuşlardı. Anarşistlerin gerçek zaferi İkinci Enternasyonal Kongresinin Liberterler ile otoriter sosyalistler arasında bir mücadele alanına dönüşmesini başarmaları oldu.

George Woodcock’ın ANARŞİZM’İNDEN S.  246-248

Landauer ve Hz. İsa

Onun Yahudiliği hiçte şovenistçe değildir. Diğer dinleri de takdir eder. Onun Hz. İsa’ya dair  bakış açısı şöyledir:

Hz. İsa hakiki bir figürdür – çok zengin, eli açık ve cömert, önemli bir figür olmasından öte onda  insanın yaşamı ve ruhu vardır ve muazzam bir sosyalisttir. Bir taraftan kültürsüz ve kaba birini al ve onu çarmıha gerilmiş İsa yaşamadan önceki zamana yerleştir ve diğer taraftan o mal ve insan taşıyan bazı yeni dizayn edilmiş makinaların önünde olsun; eğer o dürüst ve kültürel yargıların herhangi birinden bağımsızsa, bu çarmıha gerilmiş insanoğlunu işe yaramaz, fuzuli bulacak ve makinaların ardından koşacaktır. İnsanları harekete geçirmek maksadıyla var olan tüm makinalardansa, İsa’nın sakin, asude, aklının ve yüreğinin acılarıyla insanoğlu daha ölçüsüz şekilde nasıl harekete geçer! Ve fakat sakin, asude ve insanoğlunun Çarmıha Gerilmiş büyük acıların sahibi olan O, tüm nakliye makinalarımız o olmadan nerede olabilir ki.

Münih Sovyeti Üzerine – Hakim Bey

1919’un Münih Sovyeti GOB’in (Geçici Otonom Bölgeler) belirgin özelliklerini sergiler. Bir çok devrimde olduğu gibi hedef hiçte “geçici” olmamıştır; ekonomi bakanı Silvio Gesell, anti-otoriterler ve şair/oyun yazarı Erich Muhsam & Ernst Toller, & Ret Marut (Romancı  B. Traven) gibi aşırı Liberter sosyalistler yanında Kültür Bakanı olarak Gustav Landauer’in katılımı sovyet’e farklı bir anarşist tat katmıştır. Yıllarını izole olmuş bir şekilde Nietzsche, Proudhon, Kropotkin, Stirner, Meister Eckhardt, radical mistikler ve the Romantic volk-filozofları üzerine en iyi çalışmalarını yapmış olan Landauer, başından itibaren Sovyetin yenilmeye mahkum olduğunu biliyordu. Onun eninde sonunda anlaşılabileceğini ümit etti. Anarko-sendikalist ekonomi ve komünite deneyimi için Bavyera’nın büyük bir bölümü ayrılarak plan uygulanmaya başlandı. Landauer Halk Tiyatrosu ve Özgür Okul sistemi için teklif hazırlamıştı. (Hakim Bey, GOB)

Çev: Alişan Şahin

BİBLİYOGRAFYA

Albert, Paul – ERICH MUSHAM, Black Flag Quarterly, Autumn 1984, p 26

Arnold, Eberhard – “;Familienverband und Siedlungsleben”; in Das neue Werk, 1920. Bu kitap ingilizceye GUSTAV LANDAUER olarak çevirilmiştir.

Buber, Martin, PATHS IN UTOPIA

Heydorn, Hans Joachim – GUSTAV LANDAUER, Telos 41

Landauer, Gustav – FOR SOCIALISM, Telos Press

Lunn, Eugene – PROPHET OF COMMUNITY, Univ. of California 1973

Muhsam, Erich, FREEDOM AS A SOCIAL PRINCIPLE, Black Flag Quarterly, Autumn 1984, p 29

Woodcock, George, ANARCHISM

Dipnotlar:

[1] Woodcock, 407

[2] Aynı eser 408

[3] Soyut düşünme – bir boyut tüm boyutlara uyar. Böylece ulusalcılık bölgesel farklılıkları görmezden gelmesinden dolayı soyuttur. Başka bir tip – Birilerinin Dünyanın tüm problemlerine “mükemmel bir çözüm”  hayal etmesidir. – komünite yaşam açısından kalan ve karşılıklı yardımlaşmanın var olan pratiğinde kökünü alan Proudhon ve Landauer’in anarşizminden farklı ütopyacılıktır.

[4] Arnold,

[5] Lunn, 153

[6] Landauer, 3

[7] Lunn, 226

[8] Landauer, 43

[9] Buber, 46

[10] Landauer, 7

[11]Buber, 47

[12] Aynı eser 47-48

[13] Heydorn, 148

[14] Lunn, 136, 138

[15] Aynı eser 97

[16] Heydorn, 133

[17] Lunn, 98

[18] Buber, 50 – 52

[19] Landauer, 126-7

[20] Aynı eser, 58

[21] Heydorn, 145

[22] Landauer, 134

[23] Lunn, 191

[24] Aynı eser, 98

[25] Landauer, 88

[26] Aynı eser, 133

[27] Landauer in Buber, 55

[28] Landauer, 125

[29] Aynı eser, 138

[30] Lunn, 217

[31] Landauer, 85

[32] Arnold

[33] Heydorn, 146

[34] Lunn, 139

[35] Lunn, 278

[36] Introduction to Landauer, 7, 8

[37] Lunn, 232

[38] Lunn, 243

[39] Lunn, 257

[40] Landauer, 113

[41] Heydorn, 138

[42] Heydorn, 140

[43] Heydorn, 140

[44] Heydorn, 140

[45] Landauer, 45

[46] Lunn, 279

[47] Introduction to Landauer, 5

[48] Heydorn 144

[49] Lunn, 132

[50] Introduction to Landauer, 6

[51] Landauer, 32

[52] Landauer, 35-38

[53] Landauer, 103

[54] Landauer, 48-49

[55] Heydorn, 135.

[56] Lunn, 276

[57] Heydorn, 135

[58] Lunn, 254

Visits: 278

Exit mobile version