ÖZET
“Terörle savaş”, Tolstoy’un hayatının son dönemlerinde kapsamlı olarak ele aldığı bir sorunu, dinin uluslararası ilişkiler ve politikadaki rolü üzerine eski bir tartışmayı öne çıkarmıştır. O, İsa’nın, en önemlisi kötülüğe direnç göstermemek olan tutumu hakkında bazı rasyonel ahlak ve politik kuralların en ince ayrıntısına kadar açıklandığını düşünüyor. Tolstoy’a göre, Hz.İsa’nın kötüye direnmemek, düşmanını sevmek ve birbirini yargılamamak gibi açıklamalarının hepsi, samimi bir Hristiyanın, şiddetin her biçimini ve savaşı kınayacağına ve kötüye güçle değil, sevgiyle yanıt vermek için (her ne şekilde tanımlanırsa öyle) çalışacağına işaret eder. Bugünün “terörle savaş”ında bundan dolayı, her iki tarafın amaçlarına ulaşmak için şiddeti kullanmaya hazır olmalarına dair hicap duyardı ve Hz. İsa’nın Dağdaki Vaaz’ında içerilen rasyonel bilgeliğin özellikle cesur bir şekilde canlandırılması için Hrıstiyanlara çağrıda bulunurdu. Tolstoy’un Hrıstiyanlığı tefsiri çok rasyonalist ve çok gerçek olabilir ve aşırı ütopyacı bir politik vizyona götürebilir; fakat paradoksal olarak ve dahası mantıki bir temelde iddia edildiğinden dolayı Hrıstiyan olmayanlarla da ilişkilendirilebilen bir politikayı şekillendirmek için dine dair canlandırıcı bir barışçıl metoda vurgu yapar.
Batılı politikacılarca bize anlatılan; ““terör(izm)le savaş”, kazanmak için zaman alacak olan bir savaştır; fakat nihai olarak Batılı güçlerin kararlılığına ve bütün güçlerine teşekkürler ki, özgürlük ve demokrasi uygarlığın düşmanlarının üzerinde , “kötü” üzerinde galebe çalacaktır.” Eğer Leo Tolstoy bunu duysaydı, buna – ona göre Batı uygarlığında çok merkezi olan bir figür olan, Hz. İsa’nın öğretisinin özü, şiddetten kaçınma, kötüye direnmeme ve Hristiyansevgiye dair olduğundan hareketle – fena öfkelenirdi. Bundan dolayı, teröristleri etkisiz hale getirmek için acele etmek yerine Tolstoy, batılılara Hz. İsa’nın sözlerinde içerilen rasyonel bilgeliği dürüstçe düşünmek için ve buna dikkat etmeleri için çağrı yapardı. O bundan daha fazlası öyle bir dikkatli okumanın gerçekten de şiddete barışçıl ve olağanın dışında barışçıl bir yanıt vermeyi öneren politik bir davranışı meydana getirdiğini iddia eder. Başka bir deyişle, Tolstoy “terörle savaşa” gerçek bir Hrıstiyan yanıtın bugün kendini Hristiyanilan eden pek çoklarının savunduğundan kökten farklı olacağını savunurdu.
Bu makale “terörle savaş”ın, yeniden açık olarak incelenen dinsel geleneklerin politik uygulamaları için çağrı olan bir bakış açısına öncüldür. Eğer dinsel cepheler fırsatçı liderler tarafından kötüye kullanılırlarsa, o zaman âlimler bu dinsel geleneklerin politik uygulamaları sorgulanmasını esaslı ve açık fikirlice yapmaktan kaçınmamalıdırlar. Bu, hakikaten bu dinlere gerçek alternatif politik teoriler olarak yaklaşmak anlamına gelir. Aydınlanmanın umutlarına rağmen, din bugün inatla politikaya gömülmüştür. Bundan dolayı din felsefesinin doğrudan politik anlamı titiz, müsamahakâr akademik dikkati talep etmeye devam etmektedir.
Tam da bu konuyla ilgili ve daha spesifik olarak Hristiyanlığın politik uygulamaları üzerine, Tolstoy daha fazla düşünme yolları konusunda ilginç bir ilk adım sunabileceği farklı noktalar öne sürmüştür. Onun yaklaşımları daima dikkatli, toleranslı veya akademik olmayabilir, fakat onun mesajları halen geçerli ve bugünün politik ikliminde düşünülmeye değerdir. Çünkü o barışçıldır ve Hz. İsa’nın insanlığa mesajının unutulmuş boyutlarına vurgu yapar. Bu makalenin amaçlarından biri bundan dolayı, bir Hristiyanın ve aslında Tolstoy için şiddete rasyonel bir yanıtın ne olması gerektiğine dair Tolstoy’un anlayışını okura sunmaktır; onunla ilgili belki de asla bir şiddet biçimini almaması gereken Hrıstiyanlık vasıtasıyla politik faaliyetlerin ondan esinlenmesini göstermektir; bunun ışığında “terörle savaş” yoluyla ortaya çıkan bazı sorunları yansıtmaktır ve onla alakalı olarak daha fazla düşünmeye davetiye çıkarmak ve geleneklere uymayan bir Hristiyanpolitik teori olarak görünene katkı sunmaktır. Nihai hedef Hristiyanların terörizme nasıl yanıt vermeleri gerektiğine dair kesin bir yanıt vermek değil fakat Tolstoy’un bu konudaki radikal bakış açısının sunulması yoluyla tartışmayı teşvik etmektir.
Bu amaçla, Tolstoy’un Hz. İsa’nın öğretisinin tefsirinin bir özeti, onun özellikle Hristiyanlığın kötüye asla direnme emrine dair anlayışından çıkardığı bazı saf ahlaki kurallara işaret eder. Bu Tolstoy’a sempati duyan bir Hristiyanın terörizme nasıl bir tepki göstermesi beklendiği üzerine bir kaç düşünceyi provoke edecektir. Bugün Tolstoy’un düşüncelerindeki belirsizlik dikkate alındığında, bu makalenin üçüncü bölümü, Tolstoy’un topluma dair Hristiyananarşist vizyonunu ve dine yaklaşımındaki tarafgirliğini kısaca zikrederek, “terörle savaş” üzerine kafa yormasının ısrarlı gayesi üzerinde duracaktır. Bu makale 21. yüzyılda Tolstoy’un radikal sesinin geçerliliğini tekrar onaylamak yoluyla sonuca varacaktır.
Tolstoy’un İncil’i Tefsiri
Leo Tolstoy (1828-1910) günümüzde politika ve din üzerine eleştirel denemelerinden daha ziyade romanlarıyla tanınan bir ünlüdür. Ancak uzun yaşantısının son otuz yılında, gittikçe artan varoluşsal sorularının Hristiyanlığa dönmesiyle sonuçlandığı travmatik dönem sonrasındaki yazılarında Hz. İsa’nın öğretisinin “gerçek anlamını” ve bunun bir Hristiyan’ın politik olaylara yaklaşım biçiminin sonuçlarını aydınlatmaya yoğunlaşmıştı. (Tolstoy üzerine kapsamlı biyografik bilgi için Leon 1944; Maude 1930a; Troyat 1967; Wilson 1988 gibi meşhur çalışmalara bakınız).
Onun Hz. İsa’yı anlaması oldukça rasyoneldir (buna dair bazı problemler daha ileride tartışılacaktır). Tolstoy, Hz. İsa’nın mesajlarının içerisine kötü niyetli politik manipülatörler tarafından bilinçli olarak sokulduğunu düşündüğü “batıl inançları” bilerek dikkate almaz. Mucize, üçlü teslis, Hz. İsa’nın tanrılığını ve doğuştan gelen günahı ya da Mesih vasıtasıyla insanlığın kurtarılacağı gibi doktrinlerin hepsi kitleleri itaat ettirmek maksadıyla hipnotize edici fantastik hikâyelerdir (Tolstoy 1902, 1934b, 1934f). Tolstoy’a göre Tanrı’nın varlığı rasyonel olarak açıklanabilir[i] ve Hz. İsa en basitinden “[insan’ın] bilgeliğinin en yüksek temsilcisidir.” (Tolstoy 2001d, 507) – Yani Hristiyanlığın özü oldukça esrarengiz olan yeniden dirilme değil, Hz. İsa’nın kişisel olarak yandaşlarıyla paylaştığı rasyonel öğretileridir. Tolstoy’a göre Hz. İsa’nın evrensel otoritesi onun ilahi statüsünden kaynaklanmaz, aklı en üst derecede telaffuz edişinden kaynaklanır.
Bundan dolayı Tolstoy tüm bu irrasyonel katkıları İncil’den seçip çıkarınca, geriye “ahlaki, açık ve kapsamlı kurallar” kalır (Tolstoy 1902, 13). Hz.İsa’nın Dağdaki Vaaz’ında bulunanların en iyi özeti Matta İncilinden beşten yediye kadar olan bölümlerdir. Daha özel olarak Tolstoy beşinci bölümün ikinci kısmını açıkça eski Hz. Musa’nın yasalarının yerini alan (bunun daha detaylı açıklaması için bkz. Tolstoy 1902, 50-66) “beş yeni, açık ve belirli emir”i (Tolstoy 1902, 67) temsili olarak dikkate alır. Tolstoy bu beş emiri aşağıdaki şekilde özetler: “(1) öfkeli olma fakat insanların hepsi ile barış içinde yaşa. (2) cinsel zevklere teslim olma. (3) hiç kimseye yemin ederek söz verme. (4) kötüye direnme, yargılama ve yargılatma. (5) milletler üzerinden bir ayrıma gitme ve yabancıları kendi insanın gibi sev” (Tolstoy 1933, 167). Bu yönergeler Tolstoy için onun toplumsal, politik ve ekonomik bakış açısının temelini oluşturmaktaydı.
Kötü’ye Karşılık Verme
Bu beş emrin hepsi gene de açıkça Tolstoy’a göre Hz. İsa’nın öğretisinin salt özünden ilham almakta ve ortaya çıkmaktadır. İncil’in kalan diğer kısımları bu anahtar yönergelerin sadece daha da detaylandırılmasıydı ( Tolstoy 1902, 9-25). İncil’in Kral James versiyonunda[ii] bu önemli emirler aşağıdaki gibi okunur:
Göze göz, dişe diş dendiğini duydunuz.
Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.
Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin.
Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün.
Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin. (Matta 5.38-42, burada İncil’in Kral James versiyonundaki italikler kaldırılmıştır)
Tolstoy, Hz.İsa’yı insanlığın kötü’nün hakkından gelmesi için tamamen yeni ve akıllıca yöntemi açıklayan olarak anlar: Baskıyla karşılaştığında, karşılık verme fakat riayet et ve böylece örnek ol – bunun için zulme uğrasan bile…
Tolstoy daha da ileri giderek bu şaşırtıcı, sağduyulu buyrukları düşünür ve hakikaten insanoğlunun tarihi boyunca kötüye kötüyle direnmek, şiddet tehlikesine şiddetle karşılık vermek ve bir başka savaşı engellemek için savaşa gitmenin sonuç olarak felaketlere neden olduğunu ve tekrarlandığını gösterdiğini idrak eder (Kennan 1887). Oysa şiddetli direniş sadece varolan problemleri ağırlaştırır: Tolstoy’a göre, o mağdur edilmişlerin yakınlarını rencide eder ve daha kötüsü diğer tarafın yanıt için şiddet kullanmasını meşrulaştırmak için kullanılabilir; taraflar “şiddetin evrensel olarak saltanatının” yayıldığı kısasa kısas gibi vahşi bir oyuna bulaşırlar. (Kennan 1997, 259). Bundan dolayı, baskı altında olan güçlenmeye başladığında ve sonuçta kontrolü ele aldığında, öfkeli olarak kendi kendine öç almak ister ve sırası geldiğinde yeni zalimler olurlar (Tolstoy, 1987b, 161-164). Sonuçta, göze göz sadece tüm dünyanın tamamen körleşmesine neden olabilir.[iii]
Kötüye dair bu eski yaklaşımın irrasyonel ve Hristiyanca olmadığı Tolstoy için açık olmuştur. İrrasyoneldir çünkü uzun vadede, kullanılan şiddet araçları tatmin edici şekilde güvence altına alınmış bir sonu garanti etmez. Hristiyanca değildir çünkü Hz. İsa aşikâr bir şekilde bunu kınamıştır –sözleriyle ve tutuklanması, duruşması ve çarmıha gerilmesiyle yanıtlamış olduğu her iki şekilde – Tolstoy’un sözleriyle, Hz. İsa’nın insanoğluna mesajı şudur: “Hukukunuzun kötüyü düzelteceğini düşünüyorsunuz, bunlar sadece kötüyü arttırır. Kötünün kökünü kazımanın tek yolu vardır – ayrım yapmaksızın insanların hepsine iyiyle karşılık vermek. Prensibinizi binlerce yıldır deniyorsunuz; şimdi onun tam tersi olan benimkini deneyiniz.” (Tolstoy 1902, 41) Tolstoy bu noktayı iftiharla pekiştirir:
Bu kuralın sürekli karşılanmasının zor olduğu onaylanabilir ve her kişi ona itaat etmek için onun mutluluğunu bulacak değildir. Bunun aptalca olduğu söylenebilir; bu inançsızların bahane ettiği gibi, Hz. İsa, uygulanamaz kurallarının sadece onun müridlerinin aptallıklarından dolayı takip etmiş olduğu bir idealist ve hayalperesttir. Fakat onun oldukça açık ve net olarak söylemeyi hedeflediğini kabul etmemek olanaksızdır: Şöyle ki, insanlar kötüye karşı koymamalı; böyleceonun öğretisinekarşı koymamayı kabul ederler. (Tolstoy 1902, 18-19)
Tolstoy’a göre, dürüst bir Hristiyan Hz. İsa’nın kötüye karşı koymayın dediğini inkâr edemez. Bundan dolayı Tolstoy için her kim kendini Hristiyan olarak tanımlar ancak kötüye karşı koyma cezbesine kapılırsa, açıkça söylemek gerekirse, o bir riyakârdır – yani Hz. İsa’nın dürüst olarak görünen fakat gerçekten tamamen günahkâr olan kör aptallar olarak kötülediklerinden biridir o.
Hristiyanların uluslararası ilişkileri nasıl yürütmeleri gerektiğine dair bu buyruğun içerdikleri açıktır: eğer kötüye karşı direnme Hz. İsa tarafından kötülenmekte ise, o halde savaş açıkça Hristiyanlığa aykırı bir faaliyettir. Yani Hristiyanlık adına yapılmış olan pek çok savaşın olması onun Hristiyanlıkla uyumlu olduğuna delalet etmez; bunun gösterdiği şey, her hâlükârda, Hz. İsa’nın öğretisinden yüzyıllardır (Tolstoy’a göre kasten) kaçınıldığıdır (Tolstoy 1902, 1934b, 1934h, 2001c).[iv] Bunun yanında, genel olarak İncil’in tümünden ayrı olarak, o direnmeme buyruğunun onaylanmış olduğunu hisseder. Tolstoy daha ötesi daha başka bir açıdan Hristiyansavaşın reddini pekiştiren, Dağdaki Vaaz’da bulunan diğer iki özel paragrafa işaret eder.
Yargılamayın
Bu pasajlardan birincisi Hz. İsa’nın “hukuk davası açılması” olarak gönderme yaptığında benzer soluklanma ile ima ettiğinden dolayı, Tolstoy’un kötüye karşı direnme buyruğunun geniş tefsirini birleştirmiş olduğudur. Vaazdan sonra Matta İncili’ninin yedinci bölümünün başlangıcında Hz. İsa aşağıdaki şekilde durur:
“Başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız.
Çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız.
Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği farketmezsin?
Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl, “İzin ver, gözündeki çöpü çıkarayım,” dersin?
Seni riyakâr! Önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün.” (Matta 7: – 5, İncil’in Kral James versiyonundaki italikler kaldırılmıştır.)
Tolstoy ek olarak, Hz. İsa’nın birçok kıssasında ve yanı sıra James ve Paul’ün Yeni Ahitlerinde çoğu kez tekrarlanan zina edenin taşlanması teklifine cevap olarak birinin başka birisini yargılamaması buyruğuna dikkat çeker. (Luke 6:37-42; John 8:1-11; James 4:11-12; Romans 2:1-4).
Ve bir kere daha Tolstoy derki, yönerge çok net olmayabilirdi. İnsanoğlu yanılabilir, bu nedenle birbirini yargılama yetkinliğine ve bunun yanında algılanan herhangi bir günahkârlığı cezalandırma vasıfına sahip değildir. Tolstoy “yargılama”yı sadece duruma (zerreye dikkatle bakmak) dair bir fikri biçimlendirmek için değil, aynı zamanda özellikle birinin benzer bir hatadan dolayı suçlu olmadığını dikkate almaksızın ona dair faaliyette (dışarı çıkarmayı) bulunmasını geniş boyutlarda yorumlar. Tüm insanlar en azından kısmen kendi günahkârlıklarından dolayı körleşmiş olduklarından, birbirlerini suçlama, yargılama ve cezalandırmaları bir şekilde riyakârlık ve yanlış yönlendirilmedir. Kişinin kendi arkadaşını mahkûm etmeye yetkisi yoktur. Bundan dolayı bu yönerge gerçekten yukarıdaki direnmemeye dair kurala (her ne kadar dolaylı olsa da) daha ileri bir itimat telkin eder: Eğer biri neyin kötü olup olmadığını ayırt edemiyorsa, en azından kendisi kötü tarafından lekelenmiş değilse, böyle bir kavrayış üzerine hareket etmek daha ileri zararlara neden olmaya mahkûmdur. Eğer kişi ilk önce kendi kötüsünü doğru olarak değerlendirmiyorsa kötüye direnemez ve yok edemez (Tolstoy 1902, 26-40).
Düşmanlarını Sev
Tolstoy’u savaşın Hristiyanlığa aykırı olduğu sonucuna götüren diğer pasaj, hakikaten Hz.İsa’nın müritlerine düşmanlarını sevmeleri için çağrıda bulunduğu, kişinin kötüye direnmemesini söylediği pasajın hemen ardından takip eden buyruktur:
Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin,” dendiğini duydunuz.
Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.
Öyle ki, göklerdeki babanızın oğulları olasınız. Çünkü o, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır. (Matta 5:43-35).
Her hâlükârda Tolstoy burada başlangıçta kötüye direnmeme buyruğunun “abartı” bir yönerge olduğunu sezer (Tolstoy 1902, 28). Bir kişi hakikaten kişisel düşmanını nasıl sevebilirdi? Kötüye direnmemek zor olabilir ama yapılabilirdi fakat birinin gerçek anlamda düşmanını sevmesi kesinlikle imkânsız görünmekteydi. Ve sonra Tolstoy başka bir garipliğin olduğunu kavradı: Daha önceki dört buyrukta Hz. İsa eski yasadaki sözleri alıntıladığında, burada onun bu yasayı yanlış alıntıladığı görünür (Tolstoy 1902, 89). Hz. İsa eski yasaya neden kara çalmaktaydı?
Tolstoy her iki soruya tatmin edici yanıtı bir sözlükte buldu. Yani, gerçekten İncil’deki pek çok pasajda görülebileceği gibi, “Komşu” Yahudice’de sadece Yahudi bir arkadaş anlamına gelmekteydi. Aynı şekilde, “düşman” İncillerde genellikle özel bir düşmanı göstermek için değil fakat ortak ya da milli düşman olarak kullanılmaktaydı. Bu durumda buruk bir anlam ifade etmektedir: Birincisi, Hz. İsa eski yasaya kara çalmamakta fakat tek bir sözle diğer milletlerin hepsini baskılamak için pek çok eski düzeni basitçe bir araya getirmektedir. İkinci olarak, Tolstoy’a göre, Hz. İsa takipçilerine kendi şahsi düşmanlarını sevmelerini söylememektedir fakat temelde kendi hemşehrileri gibi yabancıları saygı ve biraz sevgiyle dikkate almalarını söylemektedir. Başka bir şekilde ifade edersek, eski yasa vatanseverliği canlandırmaktaydı fakat Hz. İsa yeni bir buyrukla onu değiştirmekteydi; yani, Hz. İsa taraftarlarına milli sınırları hiçe saymaları ve diğer milletlere de aynı şekilde severek davranmaları çağrısını yapmaktadır. Yurtseverlik bundan dolayı reddedilir ve bundan dolayı ulusal farklılıklara – örneğin savaş ya da savaş için askeri hazırlıklar – dair daha fazla kışkırtma ya da buna dayanan faaliyetlerin tümü (Tolstoy 1902, 90-92) reddedilir. Yani bir başka açıdan, uluslararası savaş Tolstoy’a göre Hristiyanlığa en aykırı olan faaliyettir.[v]
Hz. İsa’nın Mesajının Merkezi
Tolstoy’un İncil’i kendine özgü tefsiri bundan dolayı yerleşik yorumları dikkate almaz ve Hz İsa’nın öğretilerini oldukça yalın ve rasyonel bir şekilde anlar. Tabiatüstü gizemlere dair öğelerin tümünü çekip çıkarır ve böylece, Dağdaki Vaaz’da[vi] en iyi şekilde ifade edilmiş olduğunu düşündüğü sadece etik bir sistemi yol gösterici olması için ahlaki kurallar kümesi olarak bırakır. Kilisenin çıkardığı geleneksel kanunların hepsine karşı saygısız ve tek taraflı dahi olsa, Tolstoy hepsini görmek için Yeni Ahit’in kalbinde olan, Hristiyanöğretinin kışkırtıcı boyutlarına vurgu yapar. Her ne kadar onun hermenötik metodu eksik olsa da (ki daha aşağıda dönülecektir buna), Hz. İsa’nın kötünün her biçimine karşı direnmemeye dair oldukça etkili kınamasınının altını çizer.
Politik alan ve uluslararası ilişkilere dair uygulamalar adeta kendi kendini ifade etmektedir: savaş ya da terörizm, kötüye karşı direnişin (her ne şekilde açıklanırsa açıklansın) en kapsamlı biçimleri, Tolstoy’a göre Hristiyanlığa aykırı faaliyetlerdir. Böylece direnişe dair haklı çıkarma çabaları teorik olarak birçok temelden uydurulmuş olabilirken, dünyada Hristiyanbir perspektifte tutarlı olarak kökünü alamaz. Ve herhangi bir şekilde, şiddetin daha fazla bir şiddet doğurduğundan dolayı, direniş gerçekten de kötüye karşı akılcı olmayan bir yöntemdir.
Hristiyan mesajın güzelliği bundan dolayı amaçlar ve araçlar arasında bir farklılığın olmamasında yatar. Araçlar amaçlardır ve ilaveten şiddet kötünün kendisidir. Bundan dolayı, bir daha bir Hristiyandeyimi kullanırsak, sadece sevgi sevgiye dair şeyler getirebilir. Savaş sonsuz barışı getiremez; karşı koyma sadece daha ilerde ancak daha fazla bir karşı koyuşu getirebilir. Eğer biri barış istiyorsa, kişi barışçıl eylemelidir. Kişinin komşusunu terörize etmesi terörizmin geri dönmesini garanti eder; kişinin komşusunu sevmesi gerçekçi olarak sevginin geriye dönmesinin tek yoludur. Yani Tolstoy’a göre bu Hristiyanöğretinin kayıtsız şartsız özüdür.
Sevdiklerimizi Korumak
Saf direnmemeye dair itirazlar yıllar içerisinde formüle edilmiş ve Tolstoy onların bazılarını yazılarında yanıtlamıştır (mesela, Tolstoy 1902, 19-25, 85-95; Tolstoy 2001c, 34-54). Sınırlı yerimizden dolayı bunların hepsi burada listelenemiyor. Herhangi bir durumda, Tolstoy’un tipik yanıtı, olağan itirazların hiçbirinin gerçektende Hz. İsa’nın öğretisinde zemininin olmadığıdır. Bunlar ise Hz. İsa’nın dediklerine değil, çok çeşitli teorik argümanlara dayanırlar.
Böyle bir itiraza burada değinmek gerekiyor çünkü bu Kitab-ı Mukaddes’e dayanmaktaymış gibi görünmektedir. Çünkü sınırlı şiddet ve savaş ona dayandırılmaya devam ediyor. Kişinin kendi komşusunu sevmesine dair tez onu korumak için bir görev, eğer zorunluysa şiddetin gönülsüz de olsa benimsenmesine işaret eder. Bu tezin sorulan daha aşırı versiyonu direnmeye karşı olan Hristiyanın eğer çocuğuna bir saldırı olursa nasıl bir tepki göstereceğine dair olandır.
Tolstoy bu itirazı birçok defalar yazılarında yanıtlamıştır (Kennan 1887, 256-259; Tolstoy 1967b, 186-188; Tolstoy 1975, 21-23; Tolstoy 1987b, 214-216; Tolstoy 2001b, 534). Bir başlangıç olarak, genellikle ve yanlış olarak çocuğu korumak için sadece olası yanıtın saldırganı öldürülmek olduğunu belirtir (Tolstoy 1967b, 186). Fakat kötü bir eyleme gerçekten teşebbüs edilmiş olunacağının asla kesin olmadığını – fakat bizim kendi şiddetimizin kendisinin kötü ve daha büyük olasılıkla daha da kötüye neden olacağını belirtir (Tolstoy 1967b, 186-188; Tolstoy 1987b, 214-216; Tolstoy 2001c, 39-40). Tolstoy’a göre Hz. İsa’nın öğretisine bağlı bir Hristiyana uygun olan tek yanıt biçimi “saldırgana yalvarmak” ya da “kurbanla saldırganın arasına kendi vücudunu koymak” olacaktır fakat “o, onun tanrıdan almış olduğu yasayı bilinçli olarak terk edemez” (Tolstoy 1967b, 187). Her iki şekilde de şiddet tek seçenek değildir.
Dahası, Tolstoy “Hiçbirimiz henüz hayal ürünü çocukla hayal ürünü caniyle henüz karşılaşmadık fakat zamanımızı ve tarihin kronolojisini dolduran tüm dehşet bir tek şeyden gelmiştir ve geliyor yani bu insanlar eylemin spekülatif gelecekteki sonuçlarını gerçekten önceden gördüklerine inanacaklar” (Tolstoy 1967b, 188). İnsanlar şiddetin arzu edilen çözüme götüreceğine inandırılmışlar ve bundan dolayı hayali bir çocuğun meşru kılmaya devam ettiği şiddet eylemleriyle tarihin kronolojisini dolduruyorlar. Bu tezi ileri süren başka birilerini yanıtlamış olan Tolstoy,
Ben asla, tartışmalar hariç, gözlerimin önünde bir çocuğa eziyet eden ya da öldürmeyi isteyen hayali haydutla karşılaşmadım, fakat […] sürekli olarak tanınmış bir hak adına kendi arkadaşlarına karşı şiddet kullanmayı tüm işçilere ve yaşlı insanlara, erkek, kadın ve çocuklara karşı şiddet kullanan sadece bir değil milyonlarca haydut gördüm ve görüyorum. (Tolstoy 2001b, 534)
Tolstoy dövünür: İnsanlar hayali bir –ya da en azından istisnai olan– savunmasız bir çocuğa dair kaygı doludurlar fakat gerçek ve varsayımsal bir saldırganlığa yanıt için uygun bir yöntem olduğu kadar şiddeti kabul etmenin bir sonucu olarak da pek çok komşusunun gerçek acısına karşı kaygı duymazlar. (Tolstoy 1975, 21-22).
Tolstoy savaşta teşebbüs edilen, oldukça gerçek olan işkence, öldürme ve tecavüz vakaalarını önemsemez değildir. O savaşın bu dehşetinin oldukça farkındadır. Gerçekten onun meşhur Savaş ve Barış’ı Napolyonun savaşlarında (Tolstoy 1993b) hassas insanoğlunu böyle kitle katliamlarına götüren toplumsal süreçlere merakını ortaya kor. Hristiyanolduktan sonra erken dönem yazılarında sızmakta olan korkunun hafif dokunuşları kayboldu ve Tolstoy savaşın her biçimine karşı mutlak bir hoşnutsuzluğu benimsedi. Rusyanın kaçınılmaz olarak oraya doğru gittiğine inandığı sonraki savaşı açıklayan yazılarındaki sözler bir örnek olarak şunlardır:
Yüzbinlerce sade, iyi niyetli insan ellerinde öldürücü silahlarla çocuklarından, annelerinden ve karılarından koparıldı, votka, ahlaksızlık ve şarkılar tarafından ruhlarındaki boğucu umutsuzlukla, nereye götürülürlerse oraya güçlükle gideceklerdir. Onlar yürüyecek, donacak, açlıktan muzdarip olacak ve hata düşeceklerdir. Bazıları onların binlercesi tarafından insanların öldürüleceği yere gelecekleridir. Ve onlar da kendi kendilerine neden olduğunu bilmeksizin daha önce asla görmemiş oldukları onlara asla yanlış bir şey yapmamış ya da yapabilecek olmayan binlerce başka insanı öldüreceklerdir. (Tolstoy 2001a, 449)
Tolstoy savaşın dehşetinin farkındadır fakat o politik düşünürlerin çoğunluğundan farklılık gösterir ve hakikaten onun katkılarının özünün yattığı yer böyle bir dehşeti kökünden söküp atmak olan oldukça gerçek fedakârlıklar ve kısa dönemli acılara mal olsa bile insanoğlu savaşmaya son vermeli ve sevmeye ve affetmeye başlamalıdır diyen onun bütünlüklü inancındadır. Bu onun Hz. İsa’nın öğretisinin nasıl anlaşılması gerektiğini gösterir.
Tolstoy’a göre karşı koymamakla sonuçlanan acı çekme savaştan kaynaklı acı çekmekten daha kötü değildir – fakat en azından o insanlığı daha parlak bir geleceğe götürebilir. Elbette, özellikle birinin çocuğundan bahsetmek oldukça zordur. Fakat Tolstoy’a göre şiddeti savunma için kullanmak ancak diğer bir aileyi incitecektir – ve şiddetin kısır döngüsü bundan dolayı devam edecektir. Bir bakıma, Tolstoy soğuk bir rasyonalisttir: direnmemek onun için rasyoneldir çünkü ilk evvela, direniş başka birinin yaşamını ya da birinin çocuğunu koruma garantisini vermez, ikincisi uzun vadede direnmeme barış için olası bir yolu açık tutan tek yoldur. Tolstoy’un Hz. İsa’yı kavrayışına göre direnmeme uzun vadede tek gerçek rasyonel seçenektir ve kısa vadede onun gerektirdiği eziyet şiddetli karşı koymadan meydana gelen daha muhtemel acılardan daha kötü değildir. Bundan dolayı birinin sevdiği birini korumasında dahi Tolstoy şiddetin haklı çıkarılabileceğine inanmaz.
Bu itiraza, Tolstoy’un uzun ve onla ilgili olarak alıntıladığı karşı koymamaya dair en etkili ve güçlü yanıt Tolstoy’dan değil, Adin Ballou’dan gelir. (Tolstoy 2001c, 11-21). Ballou’nun yanıtı oldukça uzundur fakat her cümlesi uzun alıntıyı yeterince güçlü olarak temin eder.
“Peki,” der itiraz eden, “Eğer bir kabadayı, öldürmek ve soymak maksadıyla oturduğunuz eve girme eğilimindeyse bu problemle nasıl başa çıkacağınızı bilmek isterdim. Karınızın ve çocuklarınız gözlerinizin önünde doğranırken bir ödlek gibi geri mi çekilirdiniz?” böyle bir korkunç tehlikeli durumda nasıl davranacağımı – ne kadar zayıf ve kırılgan olduğumu ispat etmem gerektiğini – söyleyemem. Fakat nasıl hareket etmem gerektiğini, nasıl davranmak istediğimi söyleyebilirim. Eğer ben sıkı, tutarlı bir direnmeme taraftarıysam, korkak olmadığımı ispat etmem gerekir; bunun için soylu bir cesaret ve hakiki bir direnmeyen olmak için en yüksek metanete gereksinimim vardır. Eğer ben olmak istediğim kişiysem, kapımdaki tehlike işareti vasıtasıyla soğukkanlı ve sakin olmam gerekir. Perişan dostlarımla bir ruhla, bir hava, bir selamla buluşmalıyım. Mesih gibi bir edayla, çok küçük beklentiyle, çok şaşırtarak ve şiddet ve ölüm silahlarının tüm olasılıklarıyla ahlaki olarak çok karşı konulamaz olan, onun tarafının zarar görmemesini sağlayacak şekilde davranmalıyım. “Dostum, neden buraya geldin? Elbette sana zarar veren değil sana iyilikten başka bir şey istemeyene zarar mı vereceksin? Bu ev tüm insanlık için dostluk ve arkadaşlık içindir. Eğer üşüdüysen bizim ateşimizle ısın; açsan bizim masamızda karnını doyur; yorgunsan bizim yutağımızda uyu; muhtaç, fakir ve ihtiyaç sahibiysen bizim mallarımızı çekinmeden al; gel, dost olalım ki Tanrı bizi kötülüklerden uzak tutabilsin ve bizi korumasıyla takdis etsin,” derdim. Böyle bir davranışın etkisi ne olurdu? Bu işgalcinin duygularının tamamen üstesinden gelmez miydi? Böylece bu onu zarar vermeksizin evin dışına geri gitmesini sağlamaz ya da en azından şiddeti tasarlamaktan alıkoymaz mıydı? Bu durum, parçalanmış bir kapıya koşmaktan, alarmdan yarı şaşkına dönmüş olmaktan, yukarıda bulundurduğu öldürücü bir silahı kapmaktan ve düşmana delice meydan okumak ve oldukça kızgın görünmekten kıyaslanamaz bir şekilde daha güvenli olmaz mıydı? Bu ölümcül karşılaşmanın seni ne kadar takip edeceği ve hangi safhada sonuçlanacağı belirsizdir. Böyle bir davranışta (sadece beklenen şey) bulunduğum an kabadayının serinkanlılığı ve iyi eğitilmiş kas gücü, kendimin ve ailemin kaderini mühürlemek için hemen hemen kesinleşmiş olmaz mıydı? Fakat direnmeme eylemi durumunda çoğunlukla on olayın dokuzundan kesinlikle güvenli bir şekilde çıkmaz mıydım? (Ballou 1839, 15-16)
Ballou’nun yanıtı, karşı koymamanın, sevgi ve şevkate dair böyle hoşgörülü bir Hristiyantutumundan ayrılamaz olduğunu daha etkili bir biçimde hatırlattığından kısmen daha caziptir: yoksulu doyurmak, evsize ev vermek, özürlü olana bakmak – düşmana ve komşuya hakiki sevgi göstermek –büyük olasılıkla ilk elden şiddetin ve öfkenin ortaya çıkmasını engeller. O bunun zor olduğunu kabul eder ve Hz. İsa’nın isteklerini yerine getirmekte başarısız olabilir fakat birinin sevdiği birini korumak için şiddet kullanması gerektiği fikrini reddeder. Çünkü uzun vadede bir sevgi ve direnmeme davranışı bizleri saldırgan bir yanıttan büyük olasılıkla korur.
Tolstoy aynı fikirdedir: Şiddete şiddetle karşılık vermek daha fazla şiddet tohumları eker ve diğer tarafın ölümcül çıkarlarını göz önüne alarak korunmak için şiddet kullanma hakkını haklı kılar (Kennan 1887). Ayrıca, kimsenin bir başkasına şiddet kullanmadığı ve herkesin her bir insan varlığına önem verip yardım ettiği gerçek bir Hristiyantoplumunda, böyle bir toplumda, ortaya çıkacak şiddet riski daha en başından çok düşük olurdu. (Tolstoy 1902, 218). Bundan dolayı hayali caninin tecavüz ya da hayali çocuğu öldürmesine en iyi yanıt, şiddeti zorunlu olarak kullanma yanıtı değildir ve her hâlükârda gerçek bir Hristiyantoplumu ilk elde ortaya çıkacak böyle bir şiddet riskini hemen hemen yok eder. Tolstoy (ve Ballou) kişinin komşusunu korumak için ihtiyaç hisettiği şiddet tezini reddeder. Ona göre Hz. İsa’nın öbür yanağını dön kuralının bir istisnası ve uzlaşması (tartışması) olamaz. Bunun yanında, “böyle bir yorumun hiçbir doğrulamasının, Hz. İsa’nın öğretisinin hiçbir yerinde bulunamayacağına” dikkat çeker (Tolstoy 2001c, 38).
Çeviren Alişan Şahin
[i] Tanrının varlığının rasyonel olarak belirlenebilirliği elbetteki yüzyıllardır tartışılmakta olan bir cümledir. Tolstoy’un görüşü karmaşık ve nihai olarak ve ağırlıklı olarak ikna edici değildir. Onun durumu deistlerinkinden farklı değildir; o yaradılış tanrısının gizemli varoluşu kavramını reddeder ve Tanrıdan her ne aldıysak hepsi bizdeki aklın belirtisidir (bu gerekçelere dair detaylar için bkz. Tolstoy 1902, 1934d, 1934h, 1987a). Her durumda, bu konu bu makalenin sadece ikincil bir konusudur (şiddete Hristiyanbir yanıt); bu burada ve Tolstoy’un Hristiyanlığa dair bakış açısının kabaca nasıl rasyonalist olduğunu bir miktar daha detaylı olarak bu makalenin sonlarına doğru gösterecektir.
[ii] Kral James versiyonu Tolstoy’un politika ve dine dair yazılarının İngilizce çevirileri tarafından kullanılan versiyonu olduğundan dolayı burada tercih edilmiştir.
[iii] Bu kelimeler genellikle Mohandas K. Gandhi’ye atfedilmiştir fakat onların kesin referensları gerçekten asla verilmedi – ve her durumda Gandhi’nin şiddet karşıtı felsefesi onun Tolstoy okumaları yoluyla oluşmuştur.
[iv] Bu metinde Tolstoy’un “haklı savaş” geleneğinin acı bir eleştirisini düzenlemesi, bugünün Hristiyanlarına tanıdık gelir ki o bunu ne sonrasında ne de onun öğretisinin ruhu yoluyla bilgilendirilen dönemde, Hz. İsa’ya çok ağır bir ihanet olarak görür.
[v] Tolstoy’un tefsirleri burada acayip anlatımlara sahip olabilir. O Hz. İsa’nın kişinin kişisel düşmanından nefret etmesini onayladığını reddetmez. Her durumda, Tolstoy bu sorunun daha fazla takipçisi olmaz. Ona göre, bu buyruğun anlamı ulusal düşmanlara gönderme yapılması yoluyla ki böyledir, net kılınmıştır. Hakikatte, kişisel ya da ulusal olsun, Hz. İsa’nın nefretin herhangi bir biçimini teşvik eden herhangi bir önerisini olasıdır ki geçersiz kılardı. Her hâlükârda bu konu bu makalenin ana tezine ikincildir.
[vi] Tolstoy İncil’deki diğer pasajlardan çok daha fazla Dağdaki Vaaz’daki ayetlere yoğunlaşmıştır. Bundan dolayı da burada onun önyargısının tekrarıdır. Diğer pasajlara dair onun bakış açısı İncil’in harmonize edilmiş uyarlamasından toparlanmıştır (Tolstoy 1933). Diğer Hristiyan anarşistler ve pasifistler daha detaylı olarak ve Tolstoy’un Dağdaki Vaaz’da geniş olarak almasıyla uyumlu olacak şekilde İncil’in kalan kısmını yorumlarlar (Örneğin Ballou 2006; Eller 1987; Elliot 1990; Ellul, 1991, 1998; Penner 2000).
Views: 338