İntiharın Apolojisi ve Philipp Mainländer’in Hiç’i (Empatik Bir Yorum) – H. İbrahim Türkdoğan

0
2577

Varlık ve Hiç sorunsalı karşısında her filozof ve her düşünür nihilizmle hesaplaşmak durumundadır, kaçınılmaz bir durumdur bu. Bütün dinler ve mitolojiler, bütün düşünce akımları, bütün kuramlar nihilizmle karşı karşıyadırlar. Ve her biri onu aşmak çabasındadır; kimileri farkında olarak, kimileri de farkında olmadan. Bu ikinci gruptakiler düşünmeyenler takımıdır, özellikle de din mensupları.

Yazımı sonlayan tümce: Yaşam, anlamın anlamsızlığını göstermektir. Ancak sonlamadan önce bu tümceyle hesaplaşmam gerekiyor. Aslında “anlamsızlığın anlamını” göstermek demem gerekir ancak bunu ters çevirip telaffuz etmek ayrı bir dürtüden kaynaklanıyor.

Tıpkı metafiziğin “Neden bir şey var da Hiç yok?” can alıcı sorusunu ters çevirmek gibi: “Neden Hiç var da bir şey yok?” İşte böylelikle konumuzun derinliğine inmiş olduk, üstelik çıkışı olmayan bir derinlik. Bir çember, kimileri için bir şeytan çemberi olan bu durum psikopatolojinin dört elle sarılacağı bir meseledir.

Olmaksa olmak, yani beklersin hayatı hayatın boyunca, başka deyimle: Yaşarsın anlamsızca bütün bir ömrü.

Olmamaksa, beklemezsin; anında harekete geçersin ve noktalarsın anlamsızlığı. Sonlandırırsın kendini.

Mainländer’in apodiktik (kesin) önermesi: Varlık’ın tek anlamı var, o da yok olmasıdır. Varlık yok olmak için vardır. Olmak Olmamak’ta sonuçlanır. Dünyada varolan her şey ölüm istencini taşır. Yaşam istenci ölüm istencidir. Bunu her aptal bile bilmektedir, ne var ki her aptal varoluş putlarının kırbaçlayan sancısında her an can çekişmektedir, kırbaçlar ise sayısızcadır: Cennet, cehennem, peygamberler, azizler ve benzer fantasmalar. Ölüm istenci yaşam istencinde gizlidir, yaşam istenci ölüm istencinin kılıfıdır. Her aptal bilir ki: Her gün biraz daha ölmekteyiz, yaşamımız yavaş yavaş can çekişen ölüm savaşıdır, ölüm her gün her insan üzerinde daha fazla erk kazanmaktadır, ta ki herkesteki son yaşam ışığını söndürene dek. Yontulmamış ve ham insan, yaşamı ölümün enfes ve olağanüstü bir aracı olarak görür, bilge ise ölümü doğrudan ister.

Her insanın bilincine çıkarması gereken şey odur ki her birimiz özümüzün derinliğinde ölümü istemekteyiz, sadece derimizi kazımamız yeterlidir, göreceğiz ki ölüm sevgisi varlığımızın tek amacıdır. Bir bakıma Tanrı korkusu ölüm korkusudur ve Tanrı’ya güvenmek ölümü aşağılamak ve ondan nefret etmektir. Din yavan, yapay tesellilerle insanları uyutmaya çalışan bir hokkabazlıktır -sadece. Uzatmayalım: Yaşam mutsuzluktur, olmamak tercihimdir. Ve ölüm hasretimi dindirecek hiçbir şey yoktur. Bir an önce ölmek istiyorum. Hiçbir yaşamsal mutluluk bu istencimi durduramaz. Ancak karabaşlar, düşünme yetisini kullanamayanlar, aptallar, korkaklar ve benzeri mahlûklar kendimi öldürmemi suç ve günah sayarlar. İsa, tıpkı Buda gibi intiharı önerenlerdendir, karabaşlar İsa’ya tecavüz etmekte hiç gecikmediler.

Ölüm sevgisi cinsel inzivayı gerektiren en önemli faktörlerden biridir. Şehvet, yaşam acısının anlık bir haz olarak duraklamasıdır, bir moladır, ardından işkence devam edecektir. Hatta orgazm çığlıkları ölümü müjdelemektedir. Şehvet sarhoşluğunda kurtuluşu kaybetmektense cinsel perhizle ölüm istencimi güçlendiririm.

(Gönülsüz ve hatta nevrotik bir ruh haliyle cinsel perhizde yaşayan Nietzsche, Mainländer’i “bekaret havarisi” diye aşağılamaya çalışır. Tanrı’yı öldürenler arasında en dindarı olan bu filozof, Hıristiyanlığı yeniden kurmak isteyen bir Paulus’tur -bir yaşam felsefesi Paulus’u. Her iki filozofun da psikopatolojisini incelemek ilginç ve kolaydır ancak bu çok anlamsız bir uğraş olurdu. Her insan gibi her filozofun da bir psikolojik temeli vardır. Nietzsche’nin kendini beğenmiş bu tavrına karşılık sadece şunu söylemek yeterlidir: Mainländer, kendi deyimiyle “kocası tarafından tecavüz edilen, ruhsal açıdan bakire bir annenin” oğludur.)

Nihilizmi aşmak için her şeyi meşrulaştırmak dinler ve ideolojiler açısından hatta genel felsefe açısından da yaygın bir yaklaşımdır; her şey mubahtır bu illeti geride bırakmak için: Karşılıklı imha. Bu, Varlık’a anlam kazandırmak için en belirgin yoldur. Hıristiyanlığın kurucusu Paulus, “var olduğumuz için özür dilemeliyiz” der ve sorar: Kimden? Yanıt: Tanrı’dan! Varlık acıdır, dedi. Ve acıyı kabul etti, ölene dek işkencedir varlık. Aynı yaklaşım tüm klasik ve modern ideolojiler için de geçerlidir. Her ideoloji Varlık’ı ille de anlamlandırmak zorundadır, neredeyse nevrotik bir çabayla anlam üzerine anlam yaratır.

Mainländer nihilizmi aşmak için hiçbir şey meşrulaştırmaya çalışmıyor, meşrulaştırmaya gereksinimi yok, çünkü ona göre Varlık zaten ölümdür, doğmamak daha iyidir ama doğduysan da fazla beklemene gerek yok.

Ancak yaşamdan bıkmış zavallılar şu soruyu sorabilir: Olmak ya da olmamak? Olmak için neden arayanlar ile olmamak için neden arayanlar birbirlerini aldatan hokkabazlardır; dünya onlara göre zaman öldürme mekânıdır. Amaçları, acı dolu hayatı köleler gibi yaşamaktır. Hiçbir anlamı olmayan şu işkenceyi uzun uzadıya sürdürmektir. Ah ahmaklar! Öldürün birbirinizi, ben kendimi öldüreceğim.

Dinlilere söyleyeceğim tek şey var: Dünyanın ötesinde hiçbir şey yoktur, ne cennet ne de cehennem ne de herhangi bir yer, bir mekân; sadece Hiç var. Sadece Hiç. Hiç’e giren ne hareket halindedir ne de hareketsizdir; Hiç mekânsızdır, biraz uykuya benzer fakat uykudaki mekânsızlık da Hiç’te yoktur: İstenç bir bütün olarak imha edilmiştir -Hiç’te.

Ve şunu da eklemek gerekir Mainländer’in Hiç felsefesini tamamlamak için: Tanrı da Hiç’tedir. Dikkat edin, “Tanrı Hiç’tir” demiyorum, bizzat Tanrı da Hiç’tedir diyorum. İşte Mainländer.

Adım Mainländer, kendime verdiğim adımdır bu, evreni kapsayan Hiç’i duyumsasam da içine atıldığım kent varoluş maceramın çıkış noktasıdır. Ben zamanımın ötesindeyim, ancak bir avuç insan görecektir beni zaman ötesinde. Arz etmiyorum yaşamı, yaşamayı; hiç âşık olmadım, hiç kadın bedeni sevmedim, hiç sevilmedim, bir bakireyim ben -ruhum gibi. Ve bakire olarak ölümü kucaklayacağım; tek sevgilim, tek sevdam odur. Kurtuluşun Felsefesi’ne dair sunduğum kuramı, son sözümü ifade ettikten sonra, fiziksel varlığımla tamamlayacağım: Hiç’te kaybolacağım.

Evet. Bakıyorum Hiç’e. Hiç. Hiç Hiç. Her özne, her nesne Hiç’e gider ve bir daha aynı özne ve aynı nesne olarak doğamaz. İnsan bir kez doğar ve doğa gereği bir kez ölür ancak her gün ölmek de var, her gün biraz daha ölmek; bir kez ölmektense çoğunluğumuz her gün yavaş yavaş ölmeyi deneyliyoruz, sanki bir mucize bekleyecek bizi, ölümsüz bir mucize, oysa ölmek de istiyoruz, ölümsüz bir yaşamı kim sürdürebilir ki? Fakat insanlar gördüm ki basit bir hafta sonunu yaşayamazken, ölümsüz bir ömür arz etmekteler.

Evet. Bakıyorum Hiç’e. Ah, mutlak boşluğun bakışı, sen ey mutlak boşluk, hiç bir ad seni betimleyemiyor. Nihil. Ve sadece Nihil. Stirner’in nihilinde bir negativum, bir yaratma dürtüsü vardır, kırarak yaratma. Hiçbir karamsarlığa yer vermeyen, her yıkımdan ve her yaratımdan haz alan bir nihil. Mainländer’de buna dair en ufak bir kıvılcım yok. Haz yok. Tek haz ölüm istencidir. Onun ateizmi sıradan, isyankâr ve karşı gelen bir ateizm değildir, bizzat bilimsel bir ateizmdir; der ki: Dünya öncesi olmadığı gibi, sonrası da yoktur, dünya muhteşem bir süreçtir -kendini tekrarlamayan ve tekrarlamayacak olan. Olmak, Olmamak’ta sonuçlanacaktır. Dinsel insan, “kader”i kişileştirmeye ve mutlak Hiç’i bir mistik dünya, gizemli bir varlık, “Herşeye” muktedir bir Tanrı olarak algılamaya meyillidir. Ebedi barış ve ebedi mutluluktur ona göre Hiç, bir “city of peace”. Oysa Hiç, her mezarın dibinden ona bakıyor, onu seyrediyor ve onu bekliyor. Kaçınılmaz olarak onun da gideceği yer orasıdır. İnsan, bilgiyle insandır ve bilgi Tanrı’yı da öldürdü, dünyayı da, insanı da. Âmin.

Bu yazının yayımlandığı yer: Düşünbil/Libido / Bilim ve Düşün Dergisi / Sayı: 44 / Kasım – Aralık 2014

Views: 278

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz