Ünlü olan hiç kimseye güvenilemez
Xaviera, dünyanın en güzel kızı
Kimdir o? Kim akademik antropolojik söylemi alıp, anarşist çevrelerde şık hale getirdi? John Zerzan. Kim saygın Noam Chomsky’i eleştirdi ve kendi kendine otorite haline geldi? Tekrar Zerzan. Der Spiegel’de yayınlatarak kulübesini tüm dünyada moda yapan ve sakalını tanıdık yapan kim? Evet, Zerzan. Anarşist bebeklerin tatlılığına dayanamayıp “ilkelci” şekerlerle onların beşiğine zıplayan kim? Bizim büyük baba John. Kendisini yaşayan en büyük filozof olarak sunan ve “dahi” Jackson Pollock’a hayran olduğunu söyleyen kimdir? Tabi ki John Zerzan.
John Zerzan’la birkaç sefer İstanbul’da karşılaştık. Özel bir üniversitede bir konuşma yapması için davet edilmişti. Yazılarının çevrilip yayınlandığı Türkiye’de iyi karşılanmıştı.
Olay, bize çirkin görünen geniş bir insan topluluğunun bir araya gelmesiydi. Ayrıca böyle bir sosyal ortam bizim için dayanılmazdı. Biz Büyük bir Anarşist ve Unabomber’ın Arkadaşına tapmaya gelen kokuşmuş öğrencilerle yumuşak sözleri paylaşmayı görmekten haz alamayan kişileriz. Öncesinde Zerzan’ın bazı makalelerini okumuştuk ve bunun tarih-öncesine dair çiğnen bir sakız olduğunu hissediyorduk. Fakat biz onu kişi olarak görmekle ilgileniyorduk. Genellikle toplumsal bağlantılarla kaçınan bizler için insanları gözlemek büyük bir eğlenceydi. İnsanlara bakarken çeşit çeşit şeyler düşündük fakat en ilginç düşünce bu şahsın bir savaşçı ya da asi olup olamayacağı ya da onların savaşıp savaşamayacağını merak etmekti. Bazen bir bakışta bunu söylemek zordur bazen de değil… Ancak Zerzan, yapısal olarak asi olmaya uygun görünmüyordu. Genellikle pek çok kadın isyan etmeye kesinlikle yatkın değildir fakat asi olmaya yatkın olmayan pek çok erkek de vardır. Bu grup içerisinde Zerzan’ın tipi kesinlikle en kötüsüydü. Bir kişinin mizacının isyan etmeye hiç yatkın olmadığından bahsettiğimizde, o kişinin psikolojik yapısına atıfta bulunuruz. Fakat erkekler arasında isyan etmeye yatkın olmayan bazıları da var ki bunlar gene de asi gibi görünürler. Zaman zaman bu sözde isyancıların hırsları bizi etkilemektedir. Bunların belirli inançları var ve bu muazzam olasılıklara derinden inanırlar. Zerzan bize bu tiplerden biri gibi göründü. Aynı zamanda, ona bir tür sempati ile baktık. Muhtemelen bu dünyaya uyum sağlayamayan ve üstelik bunun için büyük çaba sarf eden biriydi.
Zerzan kalbini neden anarşizme vakfetti? İstanbul’da, biraz eksantrik ama etkileyici ilkel repertuarını genç bir dinleyici kitlesine vaaz eden kurumsal, kır saçlı bir solcu gibi görünüyordu. Cennetin kıyısında Ave Maria’yı mırıldanan bir kardinal gibi medeniyet karşıtı formüllerle hokkabazlık yaptı. Panelde aynı zamanda Zizek ve Habermas’a göndermeler yapan muhalif Marksist bir profesör de vardı. Sonuç olarak bu pejmurde bir kukla gösterisiydi. Zerzan, radikal ütopik bir profil ile melankolik bir düşünür rolünü üstlenirken, oradaki Türk, aklıbaşında bir ironik gerçekçiyi oynadı. Uygarlık karşıtı fikirlerin ideoloji haline geldiği ve bilgiyi sterilize ettiği bir durumu tasavvur edecek olsaydık, bu üniversitenin salonu olurdu. Anarşinin sadece bir söz, ince bir hava, ulaşılmaz ve cansız bir şey, yani fikir pazarında bir meta haline geldiği bir durumu tasavvur etseydik, ancak bu panel olurdu. Ve bu başka türlü nasıl olabilirdi ki? Birisi net ve bitmiş bir perspektife sahip bir model dayatıyorsa, biri geleceği tahmin ediyorsa – dilin, tarımın, zamanın, sanatın ve benzerlerinin ortadan kalktığı çok uzak bir model olsa bile – özellikle bu model halka açık bir konferansın sahte bağlamında satıldığında, riskli, aldatıcı bir şey var demektir.
Her hâlükârda izleyiciler eğlenmişlerdi. Zerzan istediğini almış görünüyordu: Tanınma. Yanındaki ironik pislikten bütünüyle rahatlık duymuyordu fakat her şeyin kontrol altında olduğunu göstermeye çalışmıştı.
Gene de biz bir anda sahnede göründük. Bu beklenmedik bir hareketti. Genel rehaveti yarıda kestik. Eski Japon savaşçılar yaptığımız şeyi “kalbi yerinden çıkarmak” olarak adlandırıyordu. Bu, düşmanın önceden hazırlanmış stratejilerinin kullanmasını aniden durdurduğunuz anlamına geliyor. Yani esas olan düşmanların kalplerinin derinliklerinde yenilmiş olduklarını hissettiklerini görmektir. Aklınızla ya da bedeninizle ya da silahlarınızla insanların kalplerini yerinden oynatabilirsiniz. Bu sadece bir şekilde anlaşılmamalıdır.
Kısacası, izleyicilere bu iki Amerikalı ve Türk kişi tarafından aptal yerine konduklarını anlattık. Kelimenin tam anlamıyla şunu dedik: Bu boku yemeyin.
Bir anarşist olarak Zerzan’a bu durumu dağıtmasını söyledik. Onun bu paneldeki konuşmasının yanında davranışının aşırı derecede evcilleştirici olduğunu söyledik ki bu uygarlık karşıtlığının temellerine terstir.
Her hâlükârda Zerzan ne hakkında konuştuğumuzu anlamadığını söyledi. Sadece anlamıyor. Ve, samimi olarak söylersek, onun yanıtının mantıklı olmadığını düşündük. Zerzan’ın mantık alanında eleştirilerimizin anlamamasının kesinlikle bir gerekçesi yoktur. Çünkü bu anarko-primitivist söylemin sonsuz tekrarına dayanır. Evcilleştirmeye ve pasifleştirmeye karşı ani isyanla ilgili değildir. Normalliğe bir saldırı değildir. Önde gelen uygarlık karşıtı teorisyen tarafından üretilen uygarlık karşıtı bir aygıttır ve nerede ve nasıl tartışıldığı durumunu hesaba katmaz.
Bu bakış açısından, Zerzan, fikirlerinin mevcut durumu zaten sorguladığını anlattı. Bunu söylemekle Zerzan aklının sınırlarını göstermiş oldu. Başka kelimelerle söylersek son derece geleneksel bir zihne sahipti. Hepsi bu olsaydı bir problem olmazdı fakat o bir anarşistmiş gibi davranıyordu. Geleneksel bir zihne sahip olduğunun farkında değildi. Bir anarşist her toplantının baskıcı tarafının olduğunu -özellikle akli sınırlarının baskıcılığının- farkında olmalı. Bu da Zerzan’ın tarih-öncesine ve uygarlık karşıtlığına tapmasının kökenidir. O bunların hepsini sever çünkü bu ona tüm sınırların ötesindeymiş gibi görünür. Ancak bu yanlış, çünkü denenmemiş fikirler kendi soyut sınırları içinde kalır. Evcilleştirme dünyasındaki her şey fikirlerin sadece sözler veya ideolojiler olarak kalmasını ister. Zerzan tipi kişiler entelektüel sınıfında, özellikle üniversite öğretmenleri arasında, oldukça yaygındır. Zekaları iyidir ama insan olarak ilginç değildirler. Gerçekten eleştirel anlayıştan yoksunlar ve başkaldırı ve her çeşit saldırı için hiçbir istekleri yoktur. Başka kelimelerle dersek, insan hassasiyetinden yoksundurlar. Pek çok Zerzan hayranı için bunları okumak berbat gelebilir fakat onun gibi herhangi biri asilikten yoksundur. Kimi insanlar onun yazılarının oldukça radikal olduğunu iddia eder fakat biz onun orijinal isyancı anlayışının yokluğunun delili olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Gençliğinde isyancı olmayan Zerzan’ın tüm çabasını “radikal teori” denen şeyi fethetmeye odaklanmaya karar verdiği doğru değil mi? Ve radikal bir teorisyen olarak kabul gördükten sonra, kendi gelişmiş isyankarlığı konusunda kendisini kandırmadı mı?
Kısacası: Yaşamın her çeşit pratiğinde ve her çeşit faaliyette çarpık denen bir ruh hali vardır. Her gün kendi seçtiğiniz yolda gayretle çabalasanız dahi, kalbiniz onunla uyumlu değil ise, ve doğru yolda olduğunuzu düşünseniz bile bu gerçek yol değildir. Tamamlanması için gerçek bir yol izlemezseniz, zihinizdeki birazcık çarpıklık daha sonra büyük bir çarpıklığa dönüşecektir. Bunun üstüne düşünün.
Muhtemelen Zerzan’a bakarken herkes bizim gibi hissetmemiştir – yapay bir yaratığa bakarken yaşanan o ürkütücü duygu. Hatta o bize uzayda gelen biriymişiz gibi baktı. “Ne? Ne diyorsunuz siz Brener ve Schurz? John Zerzan’ı aptal yerine koyuyorsunuz? Ya da kendi aptallığınıza ve çaresizliğinize bahane mi uyduruyorsunuz? Bak, Zerzan’a bak: O çaba. Anarşiyi, özgürlüğü, geleceği – her şeyi fethetme çabası. Bu çaba ki zayıf, hareketsiz, şekilsiz benliğini sürmesine neden olan, zafere giden her şeyin peşinden gitmesine neden olan bu çaba… Brener ve Schurz. Yetersiz bir yeteneğe, dürtülere ve içgüdülere güveniyorsunuz. Denemeyin. Olduğunuz halinizle iyi olduğunuzu düşünüyorsunuz. Salak, salak, salak!
Salak? Umurumuzda olmadığını söylemiş olsak da, bizim için sorun değil.
Geçmiş olsun Zerzan!
Çev.: Alişan Şahin
Resimdeki yazılar:
Tamam tatlım, işte hikaye: ne taze zafer ne bir özür
[Cininle keyfine bak ve kimseden bir bok alma]
Ek: 2004 yılında Bilgi Üniversitesinde yapılan bu söyleşiye dair Ekşi Sözlük’e girilen ve durumu izah eden bir yazı mevcut. Bu yazının bir kısmı aynen şöyledir:
“Zerzan konuştuktan sonra sorular kısmına geçilir. Bir adet kimsenin tanımadığı, sonradan Alexander Brener olduğu anlaşılan rus, Zerzan’a soru sormak için ayaklanır (yaklaşık söyledikleri):
– You say you are an anarchist, but you are sitting on a table, in front of that microphone, here is a neo-liberal university, this fucking pop-academic place and this is the order of this system. why are you here?
Ferda Keskin çevirir (adamın kötü İngilizcesini de düzelterek):
– Bir anarşist olduğunuzu söylüyorsunuz, ama burada masanın önünde oturuyorsunuz, önünüzde mikrofon var. Burası neo-liberal bir üniversite ve bu siktirik akademik ortamda, evet kullanılan kelime bu, bu sistemin düzeninin içindesiniz. Neden buradasınız?
Zerzan cevap verir, düzenden o da memnun değildir, zaten yıllarca aktif eylemlere katılmış, düzeni bozmaya çalışmış vs. konuşur.
Bülent Somay söz alır.
– Burası için söyledikleriniz doğru, ama peki siz neden buradasınız?
– I am here to disturb. (Ben rahatsız etmek için burdayım) der brener, ve sahneye doğru ilerler. Ferda Keskin kollarını sıvar, Bülent Somay gözlüklerini çıkarır. Ben de her ihtimale karşın, sahneye atılmak için alarma geçerim. Bülent Somay, ayağa kalkıp kendi yerini Brener’e verir. Bu zekice hareket sonrası Brener donup kalır, çünkü düzeni bozmak isterken kendinden önce biri düzeni bozmuştur:
– You must do it in the beginning.
– Bunu baştan yapmalıydınız.
Gider yerine oturur. Başka soruya geçilecekken, Bülent Somay tekrar söz alır:
– Burada mesele kimin nerede olduğu değildir. Ha siz oradasınız, ha biz oradayız. Özgürlük biçimde değil içeriktedir. Burada konuşulan şeyler önemlidir.
Brener show yapmak için geldiğinden, kalkar tekrar ayağa:
– I think you are bastards.
Bülent Somay sinirli bir şekilde:
– And you are son of a bitch, sit down.
der ve, Brener gerçekten de yerine oturur, bir daha da konuşmaz. Belli ki tırsmıştır, çünkü izleyiciler de sinirli gözlerle (özellikle ben) adamı ve yanındaki kızı süzmektedir. Ferda Keskin bu kısmı çevirmeye çalışır:
– Dedi ki, bence siz piçsiniz ve aaaa….. Bülent burasını sen çevir
– Ben de orospu çocuğusun dedim.
Bülent Somay duramaz:
– My english is enough to answer your shit more than enough.
Ferda Keskin de sinirlenmiş, heyecanla çevirir:
– Benim İngilizcem sizin bu boktan küfürlerinize cevap verecek kadar yeterlidir. (masaya vurarak) hatta daha iyi cevap veririm.
Sonra sakin sorulara geçilir. Dağılınır.”
Tamamı için: https://eksisozluk.com/john-zerzan-ekim-2004-istanbul-programi–1091187
Kısa not: Bu aktarımda ilk bakışta Alexander Brener ve Barbara Schurz’un korktuğu ve meselenin iki entelektüel tarafından hal olunduğu şeklinde bir aktarım var ise de Brener ve Schurz’un amaçlarına ulaştıkları çıkarılabilir. Bir diğer taraftan da Bülent Somay ve Ferda Keskin gibi entelektüellerin yavanlıları ve kendilerine biçmiş oldukları entelektüel rolün çirkinliğini ortaya koyması açısından bu aktarım önemlidir diye düşünüyorum.
Eleştirilerinde sanat eleştirilerisinin ve gösterinin eleştirisindeki haklılıklarını bir yana bırakırsak Brener ve Schurz’a dair söylenecek çok şey olabilir. Bunlardan biri Zerzan’ın yerinde olsalardı ne yaparlardı? şeklindeki sorudur. Çünkü kısa bir internet araştırmasında kendilerinin de bir şekilde masanın arkasında oldukları aktiviteler içinde oldukları; galerilerde eser sergilemekten gösterilere bir çok yerde oldukları kolayca görülebilir.
Views: 123