“Gerek iç ve gerekse dış politik duruşunda Kemalist vesayetten neo-kemalist bir aşamaya gelmiş görünmektedir. Devletin Kemalist vesayet dönemindeki reaksiyonları bugün devralınmış görünmektedir. Bunu ise daha rasyonel temeller üzerinde ama havuç-sopa metaforunun ifade ettiği klasik örnekten ayrılmayarak devam ettirmektedir. Devlet bugün Kemalist jargonun ve ritüellerinin hemen hemen hepsini kabul ederek ama yenilenerek yoluna devam etmektedir.”
1932’lerin Kadro hareketinden Hitler hayranı CHP’ye ve CHP’den kopup iktidara gelen DP’nin Başbakanı Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamına gidecek darbe ve askeri vesayetin darbelerle sağlamlaştırılması denemelerinden 2002 genel seçimlerine kadar yani AKP iktidarına kadar kesintisiz bir iktidar etme halidir Kemalizm adı verilen siyasal ve devlet etme şeklinin adı.
Bu iktidar etme süresince Kemalizm siyasi iktidarın esas adı olarak anılabilir. Bu siyaset etme halinin evveliyatını İttihat ve Terakki Partisi’nin Osmanlı İmparatoruluğu’ndaki siyasal pratiklerine götürenler de vardır. Öyle ya da böyle 1950’de iktidara gelen DP kendisi de CHP içinde bir kanat olarak var olmuş olsa da müesses nizam tarafından tehlikeli görülerek bertaraf edilmişti.
2002 yılından bu yana ise askeri vesayet ve darbe tehdit ve tehlikeleri ve darbe hazırlıkları hemen hemen eksiksiz olarak devam etmişti. Bu sürede askeri vesayet, tavizler ve mücadelelerin farkı boyutları zamanın egemenleri olan Kemalist vesayetin izindeki günlük gazetelerin onca manipülasyonlarına rağmen göze çarpan bir önemdedir. Aleni bir şekilde yapılan darbe tehditleri ve sokaklara yansıyan çatışmalar gördüklerimizin iktidar odakları arasındaki çatışmaların yansımaları olduğunu bize söylemekteydi. Askeri ve bürokratik vesayet o kadar devlet ve ülkenin sahibi olduğuna inanmaktaydı ki aleni darbe ve ölümle tehdit etmekten çekinmemekteydi istenmeyen muhaliflerini.
Bu vesayet odağının başında devletin Kemalist bürokratları ve yüzyıldır Kemalist ya da Atatürkçü düşüncenin kendisi ile hemhal olmuş – içeriği her ne kadar neyle doldurulduğu belli olmasa da – kadrolar vardı. Yüzyıllık tevhid-i tedrisat ile ve toplumu dizayn etme çabasının getirisini sokaklara taşıdıkları kitlelerde görmekteydiler! Bu çabalarını seküler-laik, dindar çekişmesi ile daha da uç noktalara taşıdıklarında ise başarılı olduklarını sandıkları alanda pek de başarılı olmadıklarını idrak etmiş olmalılar.
Zamanında yapılan çeşitli laiklik tartışmalarında ısrarla militer bir laiklik anlayışının tek ve en doğru laiklik olduğunu skolastik mantıklarıyla TV ekranlarında kusmaktaydılar.
Diğer tarafta ise Milli görüş fikriyle ortaya çıkmış ve ondan koptuğunu ilan etmiş bir kesim, yanında envai çeşit dini cemaatin koalisyonu ve ABD’den icazet alarak iktidara gelmiş bir iktidar söz konusu idi. Hoş, Türkiye’de iktidara gelmiş ve gelecek tüm hareketlerin ya önceden bu vesayeti almak ya da almamış ise sonradan aldırılmakla karşı karşıya kaldığını – Ecevit örneği bunu söyler – da bilmekteyiz. AKP iktidara geldiğinde Kemalist kesimin herhalde en büyük kısmı ile girmek istediği koalisyona alınmadığı ve ondan yüz çevirildiği ve iktidardan öyle ya da böyle düşürülmek için çalışıldığı bir süreç yaşadı.
Bu arada bu iktidara aday olan ve muhalefet olan kanatların siyasal ve ekonomik programları arasında esasen bir fark olmadığını da belirtmekte yarar var. Her kesim ilerleme, büyüme ve sanayileşme amacında olan, muasır medeniyetler seviyesi ve üstünde olmak için yemin etmiş – bu arada özel sermayeyi de zenginleştiren ve kendileri de zenginleşen – kadrolardan (bu kadroların devlet bürokrasisinde yıllarca faaliyet göstermiş olduğu da dikkate şayandır ) oluşmaktaydı.
Devletin içinde, devletin amaç ve hedeflerine kilitlenmiş muhalefet onca yıldır aşağılanmış kadrolardan oluşmaktayken, iktidara gelmiş ve devletin esas sahiplerini yönetmeye çalışmıştı. Kolay bir şey değildi bunu kabullenmek. Darbe ve ölüm tehditleri bunun içindi… “Sen bizi yönetemezsin” demekteydiler.
Devlette önemli olan kadro sayısını artırmak ve uluslar arası desteğe sahip olmaktı. Bunu ABD ve diğer dış güçlerin vesayetine başvurmakla zaten bir nebze başarmaktaydılar. Kemalist kadrolarla uzlaşmak ve didişmek arasından giden gelen çabaları boyunca kadrolarını devlete yerleştirmeye de önem verdiler anlaşılan, ki 15-16 Temmuz darbesi girişimini yapan zevata araları bozulmadan evvel ekranlarda “Ne istedi ki vermedik” demekten geri durmadılar.
Olan gözlerimizin önünde cereyan ediyordu. 15-16 Temmuz da gözlerimizin önünde cereyan etti. ABD’nin çıkarlarına ters duruş sergilenmeye başlandığında olsa gerek ABD’nin esas, sadık elemanları ve Kemalist askeri vesayeti geriletmekte uzman olan – kimi zaman yalan-dolan ve manipülasyon olsa da bu vesayetin orada kendi hukukunu dahi çiğneyerek faaliyette olduğu ve darbe tehdidi ile canlı olduğu bilinmekteydi – devletin içine iyice yerleşmiş olan kesim her türlü manipülasyon, yalan ve kimi zaman da doğru ama açık edilmemesi gereken bilgilerle kamuoyu oluşturarak – darbe için zemin hazırlanması gerekirdi – darbe girişiminde bulundu.
İttifaklar bir taraftan yıkılınca başka ittifaklara ihtiyaç vardır. Nitekim aynı gece ya da gün bu ittifak eski Kemalist vesayetin içinde olan ya da o Kemalistlerin kendisinde bulundu. 15-16 Temmuz[1] başka bir ittifakın ifadesi olarak, “devletin bekası” adı altında bugünlere; başkanlık sistemi için referandumda ifadesini bulan ve ondan sonra devleti yeniden dizayn ederek sağlamlaştırma adımlarıyla bugüne geldi.
Bu ittifak aslında belki de önceden kurulmaktaydı. Darbe öncesi “eski dostları” ile başlayan mücadeleleri süresince eski dostlarının yaptıkları ve ettiklerinden haberi olmamış gibi davranarak eski Kemalist vesayete dair yapılmış tutuklama ve davalarda herkes hilafsız tahliye edilmişti. Katiller bile…
Yani devleti elinde bulunduranlar dönem ve durum itibarı ile nerede duruyorlarsa oradaki hale göre kendi hukuklarını dahi çiğnemekten çekinmemekteydiler.
Darbe sonrası devleti sağlamlaştırma, çürük unsurlardan ayıklama ve yeniden dizayn etme faaliyeti esas olarak tamamlanmış olmakla beraber devletin topumu dizayn etme çabası aralıksız devam ediyor. Totaliteryanizm[2] gerek batı “demokrasi”lerinde gerek dünyanın diğer bölgelerinde yaygın bir hal olarak toplumları cenderesine almış görünüyor. Bu temayül devletlerin topluma hakim olma ve toplumu kontrol etme şeklinde “demokrasi” değil ama “güvenlik” (halkın güvenliği bahanesi ile devlet hakimiyetinin ve alanlarının güvenliği) eğiliminin baskın olarak ortaya çıkmasıyla ve post-modern dönemin gelişmiş teknolojik gözetleme ve gözetlenme aygıtları vasıtasıyla bütünüyle dünyaya hakim olmaktadır gibi görünüyor. Totaliter demokrasi kavramının oksimoron bir kavram olduğunu söylemekten imtina etmeyeceğim. Temsili demokrasiyi demokrasiden addedenler açısından bu kavram bir anlam ifade etmektedir. Fakat doğrudan demokrasinin demokrasi olduğunu savunanlar için bu kavramın bir anlam ifade etmemesi gerektiği demokrasi kavramından ne anladığını bilenler için sarih bir ifade olmalıdır.
Velhasılıkelam, AKP iktidara geldiği günden bu yana söz konusu edilen yörünge kayması bugünlerde ayyuka çıkmış görünüyor. Başkanlık sistemi ile beraber devlet iktidarındaki yeri sağlamlaşmış ve devleti kendi arzularına göre dizayn etmek önünde hiçbir engel kalmamış olduğundan dahil olduğu ittifak ve toplumun ekseri temayülleri üzerine söylem olarak Kemalizmi reddeder gibi görünmemektedir.
Gerek iç ve gerekse dış politik duruşunda Kemalist vesayetten neo-kemalist bir aşamaya gelmiş görünmektedir. Devletin Kemalist vesayet dönemindeki reaksiyonları bugün devralınmış görünmektedir. Bunu ise daha rasyonel temeller üzerinde ama havuç-sopa metaforunun ifade ettiği klasik örnekten ayrılmayarak devam ettirmektedir. Devlet bugün Kemalist jargonun ve ritüellerinin hemen hemen hepsini kabul ederek ama yenilenerek yoluna devam etmektedir.
Belki de bunun en aşikar emaresi Cumartesi Anneleri’nin gösterisinin 700. Haftasında polis zoruyla dağıtılması ve gösterinin bir daha yapılmasına izin verilmemesi gösterilebilir. Devlet hoşuna gitmeyen her eylem, olay, yazı ve kişi hakkında harekete geçerek dağıtmakta ya da kovuşturmalarda bulunmaktadır. Hiç kimsenin kendi alanı içerisinde faaliyette bulunmasına müsaade etmemektedir ve her alana da el atma çabasındadır.
Aynen Kemalist vesayette olduğu gibi toplumu militarize etmek ve savaş diliyle milliyetçi hassasiyetlerle oynamaktan da geri durmamaktadır. Savaş dilinin barış sloganlarıyla topluma sirayet etmesinde usta görünmektedir.
Neo-Kemalist temayül klasik Kemalist temayülden beslenmektedir. Onun için reddedilemez ve oldukça işe yarar bir mirastır. Ülkedeki etnik sorunlardan dinin devlet için kullanılmasına kadar birçok alanda devlet kendini neo-kemalist bir çizgiyle var edip eski ayarlarına dönmüş izlenimi vermekteyse de bunun neo-kemalizm olarak adlandırılması daha doğrudur.
Neo-Kemalizm eskide olduğu gibi komünist entellektüller tarafından değil ama esasen Müslüman “entellektüller”[3] ve müesses nizamın bürokrasisi tarafından inşa edilmektedir.
Gelinen son aşama bugünlerde vukuu bulan Cumhuriyet Gazetesi Vakfının yönetiminin değiştirilmesi sürecinde ortaya çıkıyor. Yılların Kemalist gezetesi, faşizmi alenen her zaman destekleyen, Hitlere övgü, Dersim ve diğer katliamları övgülerle karşılayan, Darbelerin ilk elden savunucusu bu gazete ve çevresi son zamanlarda kendi içindeki solumsu kişi ve yazarlara dahi sabredemeyerek belki de devlet müdahalesiyle eski ayarlarına döndü.
Cumhuriyet gazetesi kemalizmin varlığının ifadesi olarak alınmalıdır. Hitler ne kadar solcu ise Cumhuriyet gazetesi o kadar solcu ve o kadar demokrat olarak adlandırılmalıdır. Türkiye’de her türlü laik yobazlığın ve tahammülsüzlüğün ardında olan bu çevreyi ittifakları ile devlet tekrar iade etmişe benziyor.
Bu operasyon mevcut oligarşi içinde Kemalistlerin yerlerini aldığının göstergesi olarak da okunabilir. Yani ittifak içinde herkese istediği verilmekte ve totaliter sistem kendini inşa etmektedir.
Kemalizmin siyasal sözcüsü ve savunucusu parti ne yapmaktaydı… Siyasal muhalefetin ötesinde sadece bir tepki hareketi olarak hiçbir siyasal muhalefet çabası göstermeyen, içten ayak oyunları ve yolsuzluklar ile çürümüş, muhalif ve güçlü görünen her kesim tarafından kullanılan basiretten yoksun bir görünüme bürünmüştü.
Bu tepkiselliğin sonucu ise muhalefette kalmayı kabullenmek ve iktidar olamamayı muhalefetin meşru duruşu olarak kanıksatmak olmuştur. Muhalefette olduğu sürece mevcut iktidarın söylemlerini ve eylemlerini meşru kılacak her türlü muhalefet etme şeklini hayata geçirmiş, belki de mevcut sistemin içinde gerçek muhalefet olmaya aday olan Kürt partisi (şu günlerde Türk solcuları tarafından gücünden düşürülen sahte “Kürt partisi” diyelim) HDP’yi iktidarla beraber güçsüzleştiren ve işlevsiz kılan görevler ifa etmiştir.
Kısacası, Ana muhalefet totaliter iktidarın alanının içerisinde MHP gibi başka bir görev yerine getirmekte, mevcut totaliter yapının korunması, kollanması ve devam ettirilmesi için görevini gerektiği şekilde yerine getirmekteydi ve getirmektedir.
Neo-Kemalizm ile Kemalizm arasında belki de birinin Totaliter ve diğerinin otoriter olması şeklinde bir ayrım vardır.
Numan Bey
[1] Belirtmek ihtiyacındayım ki 15-16 Temmuz darbe girişimine karşı gösterilmiş tepki ve onun geri adım attırılmasında bu ittifaka vurgu yaparken halkın reaksiyonu ve sokakların ele geçirilmesi küçümsenecek bir vaka değildir. Özellikle Türkiye gibi darbelerle hem devlet ve hem de toplumun dizayn edildiği bir ülkede ABD destekli bir darbenin engellenmesi dikkate şayandır. Bu konuya ilişkin zamanında yazılmış yazım halen şu adreste durmakta… https://itaatsiz.org/2016/07/30/seyirci-solcularin-hayal-kirikligi-olarak-darbe-tesebbusu-ve-halk-inisiyatifi-numan-bey/. Bu yazıdan sonra gelişen süreci ele alan başka bir yazının adresi: https://itaatsiz.org/2016/10/19/emperyal-projeler-totaliteryanizme-kurek-acan-sularda-demokrasi-haykirislariyla-savasa-dogru-numan-bey/
[2] Totaliteryanizm ve Totaliterlik kavramları tam değil ama sözlük anlamının ışığında; ona yakın olarak kullanılmaktadır. Buradaki totaliterlik kavramı Hitler, Stalin örneklerine benzer bir anlama gelmemekte. Egemenliğin mutlak olarak sağlanması, mutlak kontrol ama muhalefetin olmaması değil, olması ve fakat kontrol altında tutulması anlamındadır.
[3] R. Tayyip Erdoğan’ın danışmanları arasından oldukça fazla solcu, eski TKP’li ve liberal “entelektüel”in olduğu da inkar edilemez bir gerçekliktir. Onların solculuklarından ve liberalliklerinden kaybettiklerini düşünmemekteyim. Çizgilerinin mevcut sistemin varolmasına katkı sunduğunu söylemek bir gerçeğe işaret etmektir.
Views: 87