“Savaş, makineleşme, madencilik ve finans birbirlerini destekleyen alanlardır. Madencilik savaşa yatırım yapmak için parayı sağlayan ana endüstridir ve savaşta toplanan para ve öz sermaye stoklarının değerli metalik içeriklerini yükseltir, diğer taraftan askeri endüstrileşmeyi daha da ilerletir ve her iki süreç yoluyla sermayedarları zenginleştirir.”
Lewis Mumford’un teknolojiyi oluşturanın ne olduğuna dair yaptığı tanımlama sadece aletleri, fabrikaları, malzeme icat etme ve endüstriyel süreçleri değil, aynı zamanda dil, ritüel ve insan örgütlenmesinin diğer modellerini de kapsıyor. Mumford’un tarih ve tarih öncesi yoluyla tekniğin gelişmesi için yaptığı çalışmalar “önce ya da sonra… Her teknik ilerleme birbirine geçmiş” olan “psiko-sosyal dönüşümlere” vurgu yapar. (Mumford, 1967, s. 163)
Bu makalede Mumford’un belirlediği temelde farklı iki teknoloji biçimi arasındaki farklılıklarla ilgileneceğiz: alet yapma geleneği insanın üretici ihtiyaçlarından gelir ve Mumford’un “megamakine” demeye başladığı şey çoğu kez merkezi bir kontrol ihtiyacı üzerine kurulmuştur. [1] Daha özel olarak savaşın nasıl yapıldığına [2] ve madencilikte eski teknikler üzerine sonraki tekniklerin biçimlerinin avantajlı olmasına ve endüstriyel kültürümüzde çevresel ve insanca sürdürülebilir değerler olarak adlandırdığımız gelişmeye katkıda bulunmalarına bakacağız. Makalenin sonlarına doğru bu sürdürülemez değerlerin muhasebe uygulamalarında ve (pek çoklarının bakış açısından hatalı olarak) ülkelerin refahı ve ekonomik performanslarının ölçümlerinde kullanılan ulusal hesap sistemine nasıl yansıtıldığını inceleyeceğiz. Her şeyden önce muhasebe yöntemleri karmaşık sistemlerin düzenlenmesinin zorunlu bir parçası ve onların varlık bulduğu değerlerinin teknik ifadesidir.
Megamakine ve alet yapma geleneğine dönersek bu ayrım, “bütüncü” ve “alışıldık” teknolojiler olarak Ursula Franklin’in daha sonra benimsemiş olduğu görüşe benzer duruyor. Alışıldık teknoloji, tüm süreçlerin gözetimi ve dizaynından sorumlu olanlarca buyurulmuş işlemlerin sadece uygulanmasıyla üretime dâhil olan pek çoklarından ya da çoğundan biriyken; bütüncü teknoloji, nihai ürün üzerinde kontrol ve bilgi sahibi olarak üretime katılan biri olarak tanımlanır. (Franklin, 1990, s. 18-20) Fakat pek çok zararlı megamakine teknolojilerinin gerçekten alışıldık olduğu ve tarihsel olarak alet yapma geleneğine de bütüncül tarz el sanatları ve ticaretin egemen olduğu doğrudur. Bu nedenle Franklin’in ayrımı için daha biçimsel ve yapısal, Mumford’un ayrımı için ise kökenler ve güdüler, tarih ve gelecekçiliği dikkate alır diyebiliriz.
Mumford herhangi bir duruma karşın, alışıldık teknolojileri eşit olarak şeytanileştirmez. Aksine, ona göre bu teknolojilerin pek çoğu insanlığın en yüksek başarılarını temsil eder. O John Ruskin’in ahşap “gemi hattı” kasidesinden alıntı yaparak, onu endüstriyel devrimin görkemli ürünlerine doğru yönlendirir: demirden gemi. Böyle bir geminin içinde insanlığın sahip olduğu halen Ruskin’in sözleridir, “… Koyabildiğiniz kadar insan sabrı, kamuoyu, sağduyu, deneysel felsefe, emir ve itaat alışkanlığı, işlenmiş zor işler vasıtasıyla, yabani elementlerin meydan okuması, dikkatsiz cesaret, dikkatli vatanseverlik ve Tanrı hükmünün sakin beklentisi koyun. Bu 300 fit uzunluğunda ve 80 fit genişliğinde bir alana koyulabilir. Ve bunun yapılmış olduğunu görebildiğim bir çağda yaşadığım için müteşekkirim.” (Ruskin, alıntı Mumford tarafından yapılmıştır. 1934, s. 208)
Gemi inşası, bir köprü inşa etmek gibi kişinin elbette büyük olasılıkla bulabileceği alışıldık bir teknolojidir. Rejimin tüm gizli askeri faziletlerini kullanmak (bu sefer Mumford’un kendi sözleriyle) için vapur ve köprü, çeliğin yeni senfonileriydiler. Acımasız sert insanlar onları ürettiler: ücretli köle ve angaryacılarla. Fakat binlerce yıl önce Mısırlı taş oymacıları gibi onlar yaratıcı çalışmanın verdiği hazzı biliyorlardı. Resim odası sanatları karşılaştırmalarla soldu. (1934, s.209)
Alışıldık biçimlerdeki teknik araştırıldığında korkunun sonucu hakiki insan ve onun biyolojik ihtiyaçlarına karşı körlük eşlik etmesine rağmen, Mumford bu tarz kolektif vücuda gelmeleri insan ruhu için bir anıt olarak düşünür. [3] “Ordunun kendini feda etmesi ve disipline sokulması” diye yazar Mumford (1967, s.227), “Köyün ufku üzerinde görüntüleri yükselen her büyük toplum için gerekli olan malzemeyi sağlamıştır.” Belki daha da önemlisi (sadece belki) alışıldık teknolojiler başka türlü başaramayacağımız amaçların başarılmasını ve başka türlü üretemeyeceğimiz üretim nesnelerini mümkün kılar.
1960’ların amaçlarının başarılmasına giden günlerdeki yazılarında bilgisayar teknolojisinin gelecekte toplumsal etkisine dair Mumford’un gerçekten hiç de olumlu şeyler söylemediği ifade edilmelidir. Bugün yaşıyor olsaydı Mumford, alışageldik şekilde üretilmiş bilgisayar çiplerinin e-posta ve internetten bahsetmeden, tek tek bireylerin, kelime işlemcisi, yazıcılar, modemler ve fakslara kolayca erişmeleri sonucu meydana gelen demokratik etkilerini muhtemelen kabul edecekti. Hatta belirli nesnelerin ve maddelerin üretim dışılığı alışılageldik olarak yararlı etkileri için örgütlenebilir. Freon ya da benzer gazları kullanmak, atmosferin üstünde yer alan koruyucu ozon tabakasının azalmasından dolayı tarım ve insan sağlığı üzerinde zararlı etkilerini düşürmek için bu günlerde – dondurucu olarak aşırı kullanışlı olmasına rağmen – uluslararası anlaşmalarca kısıtlanmıştır. Kişinin bundan dolayı umut içerisinde olacağı alışıldık teknolojiler işte burada durmaktadır.
Her şeye rağmen Mumford’un bakış açısına göre tarihsel olarak, “mekanize edilmiş iktidar dengesi yıkım tarafına ağır basmış görünüyor.” (1967, s. 228) Bu tipik olarak insan sağlığı ve demokrasiyi yüceltmeye eşlik etmemiştir, tam tersine yaşamın zenginliğini kucaklamakla başa çıkmaktan korkan kompülsif kişilikler ve nevrotik anksiyete, dikkat çeken atıklar, totaliterlik ve savaşın en büyük nedenlerinden ve en büyük ürünlerinden biri olmuştur. (1967, s. 178) Pek çok durumda alışıldık teknolojilerin benimsenmesi, insan yaşamının kalitesini ve çevresinin çarpıcı bir şekilde kötüleşmesi ve teknolojinin bütüncül pek çok değerli formunun kaybolmasıyla sonlanmıştı. [4] Özellikle 19. yüzyılın başlarında dehşetle uyum içinde, Mumford’un ilerlemenin paleoteknik safhası dediği zamanlarda…
Mumford’un tarih ve tarih öncesini yeniden kurmasına göre alışıldık teknoloji ilk “megamakine” formunda Mısır Piramitleri’nin inşası sırasında ve hemen öncesinde insan uygarlığında egemen bir role sahiptir. Sonrasında geriler [5] ve sadece her şeyi mümkün kılan mali ayarlamalar ve ağır silahların gelişmesi, paralı askerlerden oluşan sabit ordular şeklinde karakterize edilen erken modern Avrupa ulus-devletlerinin yükselmesiyle kendini tekrar yeniden kurmaya başlar.
Özellikle daha çok yeni ulus-devletler, sermayedarlar, madencilik ve savaşın bilinen zorunlulukları arasındaki etkileşime bakmak ve bu etkileşimin Mumford’un tamamen reddettiği uygulamalar ve teknik, sosyal ve çevresel davranışları nasıl üretmiş olduğu bu makalenin amacıdır.
Mumford’un kendi kendine koymuş olduğu görevlerden biri onun kimi zaman “otoriter” ya da “totaliter” [6] dediği teknoloji formunun tarihte nasıl ortaya çıktığını açıklama paradoksudur. Aynı zamanda ileri ya da geri olabilen genel olarak yeryüzündeki yaşamı ve insanlığı zenginleştiren ve destekleyen teknoloji biçimlerine işaret etmeye çalışmaktadır. Hayatı zenginleştiren ve destekleyen teknikler kendi kendine ve sürdürülebilir olmaktan daha güçlü bir gerekliliktir. Onun sadece çevreye ve insanlığa “dost” olmaktan daha fazla güçlü olması gerekir. Ek olarak teknikler insan ihtiyaçları, istekleri ve çıkarları tarafından yönlendirilir [7] ve onlardan kaynaklanır.
Mevcut teknolojinin pek çoğunun özellikle böyle bir kaygıyla yönlendirilmiş olduğunu söylemek oldukça zordur. Bu duruma nasıl gelindi? Mumford’un analizinde en önemli suçlulardan biri Avrupalıların Orta Çağ’da ortaya çıkan ulus devletler tarafından hayata geçirilen ya da Mezopotamya ve Mısır’ın antik devletlerinin hayata geçirdiği gibi savaş örgütlenmesidir. [8] Kısaca Mumford’a göre neticede fabrikalarda uygulanan toplumsal örgütlenmenin talihsiz biçimleri ilk defa ordu ve madencilik için geliştirilmiştir. Kitlesel üretimin prensiplerine göre organize edilen ilk fabrika ordular tarafından tüketilmesi amaçlanmış olan üniforma ve silah benzeri malzemeleri üretmiştir.
Başlangıçta askeri ve politik örgütlenmenin bir sistemi olarak gevşek bir biçimde tarihin modern dönemleri denen ortaçağ feodalizmi, paralı ordular ve bombardıman silahlarının ortaya çıkmasıyla çöktü. Bu gelişmeler, ortaya çıkan ulusal devletlerin yöneticilerinden gelen, para ve silah için, maden taleplerinin artmasıyla sonuçlandı. Madenciliğin savaş olmadan da var olduğu gerçek olsa dahi metal silahların ve zırhların gelmesinden bu yana madencilik olmadan savaşın olması oldukça zordur. Topçu silahlarının gelişiyle savaş için gerekli olan maden miktarı daha da artmıştır. Bundan dolayı savaş ve madencilik öldürücü ikiz salgındır.[9] İnsan yaşamının kalitesi üzerinde benzer zararlı etkileri vardır. Birinin etkileri diğerinin etkilerince sinerjik bir tarzda daha güçlü bir hale getirilmiştir ve getirilir.
James Crombie (Université Sainte-Anne), Çeviren: Alişan Şahin
————–
Dipnotlar
1. “Makinenin miti ve ilahi krallık kültü beraber ortaya çıkar.” (Mumford, 1967, s. 168)
2. Mumford’un oluşmaya başlayan kent uygarlığında savaşın kökenine dair değerlendirmesi bunu neolitik kültürel safhada gözlemlenen insan kurban etme uygulamalarıyla bağlantılıdır. “Olumlu bilginin daha da yayılması” ve yiyecek kaynaklarının “ilk keşfedilme çalışmaları, tarım ve bahçeciliğin gelişmesinin neolitik safhalara dayandırılmasına vurgu yaparken, Mumford daima burada “(insanın) bilinç dışılığının sıklıkla tehlikeli bir taşması ve zararlı olması”na karşı dikkatlidir. (1967, s. 139) ve “pratik bilgiyi birbirine karıştırmak ve büyülü reçetelerle nedensel algılar fantastik ortaklıklara dayanır” (1967, s.149) Mircea Eliade’den “yenilebilecek bitkiler doğa tarafından verilmez, ilk zamanlarda kurban edilenlerin bir ürünü” olduğu alıntısını yapar (alıntı1967, s. 150). Mumford şöyle yazar, “İnsan kurban edilmesi karanlık, gölgeli, belirsiz fakat uğursuz ve evcilleştirmenin harika teknik ve kültürel başarısı ve annelik mitine eşlik eder. Ve sıklıkla olduğu gibi bu özel dönüşüm başka bir kolektif biçim alarak, onun dışında büyüyerek kent uygarlığını küçük düşürmüş, egemen olmuş ve kökenini ondan almış kültürlerde nicel olarak sınırlandırılmıştır: savaşın kollektif kurbanları, evcilleştirmenin yaşamı teşvik eden ritüellerinin olumsuz karşılığıdır.” (1967, s. 150)
3. Mumford bundan dolayı “Henry David Thoreau, Henry Adams, Paul Goodman ve diğerleri”nin yanında ait olduğu “romantikler ve pastoralistler” kategorisinden Langdon Winner’in kelimeleriyle kesinlikle “saygısızca çıkarılmayı” hak etmiyor. “Endüstriyel gelişme cumhuriyetin faziletleri tarafından sınırlandırılmalı ya da bir şekle sokulmalı. Kamu söyleminden çıkarılmalıdır,” düşüncesiyle Winner’in kendisi bu grubun düşüncelerini (Mumford dâhil) gene de bir şekilde küçümseyen bir kavramla, “üzücü ağıt” olarak tanımlar. (Winner, “Techne and Politeia: The Technical Constitution of Society,” in Durbin and Rapp, eds., Philosophy and Technology, Boston Studies in the Philosophy of Science, vol. 80, s. 99).
4. Makineye ait ticaret ve tekniklerin pek çoğu, 18. yüzyılda yayınlanmış olup kaybolan Diderot’nun Encyclopedie’sında açıklanmıştı. Bu onlara üstün olan işlemlerden dolayı değildir. Tam aksine, mesela, daha öncekinden çok uzak ve daha sonra gelenden aşağı versiyonlar, 18. yüzyılda üretilen balta 19. yüzyılda üretilen baltadan, alet olarak daha iyi kalitedeydi.
5. “Milattan sonra ikinci binde devasa iş makinelerin kullanımı aralıklı oldu: bu asla büyük piramitlere şahitlik eden büyük boyutlarda olan verimlilik doruğuna tekrar ulaşmaz.” (1967, s. 226-227)
6. “Otoriter teknik” ve “totaliter teknik”in her ikisi de kullanılıyor (1967, s. 236)
7. Eklemeliyiz ki teknolojinin “kılavuzluğu” için muhasebe teknikleri önemlidir.
8. Kâğıt formatını sınırlamak için, Ortaçağ’daki gerilemeden bu yana Avrupa tarihi bağlamında Mumford’un tezlerini incelememizi ve analizimizi sınırlandıracağız. Makine Miti’nin ilk bölümünde Mumford piramitlerin prensiplerinin 16. yüzyıl Avrupa ordularının örgütlenmeleriyle aynı olan totaliter bir örgütlenme aracıyla inşa edilmiş olduğunu iddia eder.
9. Savaşın laneti ve madenciliğin laneti hemen hemen yer değiştirebilirdir: Her ikisi de ölümde birleşirler” (1967, s. 240)
Views: 17