Kötülük Problemi
Melametiyenin kötülük problemine bakışı konusuna gelince, onların bu konuda Yeni Ahit’in bakışıyla tam bir uzlaşma içerisinde oldukları gözükmektedir. Esasen onlar her ne kadar doktrinlerini Kur’an ile delillendirmeye çalışsalar da bu konuda Sünni İslamdan büyük ölçüde ayrı düşündüklerini söylemek mümkündür.
Bu doktrin insanın nefsinin asi, cahil, riyakâr ve kendini beğenmiş bir özelliğe sahip olup, dolayısıyla tamamen kötü, güven duyulmaması ve kendisine karşı uyanık olunması gereken en önemli varlık olduğu öğretisine dayanmaktadır. Melametiler Kur’an’dan bu iddialarını destekleyecek beş ayet zikretmektedir:
Bu ayetlerin üçünde insanoğlunun yaratılışından beri aceleci, düşüncesiz ve huysuz (İsrâ, 17: 11, 18; Enbiyâ, 21: 3); 4. ayette de (Âdiyât, 100: 6) nankör (kenûd) olduğu belirtilmiştir. Ancak Melametiyenin asıl ehemmiyet verdiği ayet şudur: “Şüphesiz nefs kötülüğü emredicidir” (Yusuf, 12: 53). Bu, Melametiyenin doktrinlerini tam olarak dayandırabildikleri bir ayettir. Bu ayet aynı zamanda, onların taşıdıkları “Melamet” ismindeki muammayı da tarihçi Sülemî’nin bize aktardığı gibi açıklığa kavuşturmaktadır. Şöyle ki şayet Kur’an nefsi bu kadar kötü bir şekilde tanımlayarak olumsuz tasvirde bulunuyorsa, o zaman nefs kınanmayı hak etmiştir. İşte Melametiye ismi de buradan gelmiştir.
İnsanoğlunun bozguncu tabiatına dayalı Melamet doktrini dört ilkede ortaya konulmuştur. Şöyle ki yedinci ilkede, Melametilerin nefsi her durumda kınamaları ve onu itham etmeleri ve fakat çok nadiren ondan memnuniyet duymaları; sekizinci ilkede, nefsin kibirliliğinin şeytanın bir aldatması olduğu; benzer anlayışı vurgulayan on üçüncü ilkede, nefse karşı sû-i zann, Allah’a karşı ise hüsn-ü zan beslemek ve son olarak on dokuzuncu ilkede ise, insanın nefse daima düşman gözüyle bakıp, ondan asla razı olmaması üzerinde durulmaktadır.
İnsanın tasvir edildiği şekilde tümüyle günahkâr bir varlık oluşu anlayışı İsa’nın öğretisinde de aynıyla mevcuttur. Nitekim O, şöyle demektedir: “Sizler kötü olduğunuz halde.” (Matta, 7: 11). Buradaki “kötü” kelimesine dikkat edelim ve onun şu sözüne bakalım: “İyilik için neden bana soruyorsun ki? İyi olan sadece Allah’tır” (Matta, 19: 17).
Melametiyenin Bâtıni Yapısı
Şimdi, Melameti doktrininin ortaya koyduğu insan anlayışını ayrıntılı bir şekilde ele almaya çalışalım. Yani, Melametiyenin insan tasviri nedir? Başka bir ifadeyle insanın nasıl bir batıni vechesi vardır?
Melametiye insanı, birbirinden ayrı dört bölüme ayırmaktadır ve bu bölümler aşağıya doğru alçalan bir yapıdadır. En üstte bulunan ruh, hayatın kaynağıdır. Bu bölüme ulaşmak için, her Sufinin nihai hedefi olan Allah ile cem’ halini yaşamak gereklidir. Bu tırmanış uzun, yorucudur ve fakat sonu mutluluktur. Bundan sonra, Melametilerin sırr diye isimlendirdiği bölüm, insanın manevi bir cevheri olup, ahlaki davranışlarının kaynağıdır. Bu, ruhtan daha aşağı bir derece olmakla birlikte bu mertebede ilahi sırlara vakıf olmak mümkündür. Melametilere göre sırrın daha aşağı mertebesinde kalb bulunur ki bu, insan duyarlılığının ve bilginin merkezidir. Bu manevi aşamaya gelen kişi için, kendisini Allah ile bir görme gibi bir risk hali söz konusudur. Son olarak, en alt bölümde de şeytanın oyuncağı, kötülüklerin kaynağı, aşağı bir mahluk olan nefs bulunmaktadır. Melameti doktrininde insan ya yukarıya ya da aşağıların aşağısına doğru bir seyir izlemektedir.
Sülemî’nin anılan eserinde, meşhur Sufi Ebû Yezîd el-Bistâmî (ö. 875) tarafından tecrübe edilen bir rivayet vardır. Buna göre o, on iki yıl nefsinin demircisi olmuş, beş yıldan fazla onunla mücadele etmiş, tam bir yıl nefsinden kalbine geçecek bir yol açmaya çalışmış, ardından beline manevi terakkisine engel olan bir zünnarın bağlı olduğunu fark etmiş, beş yıl da bu zünnardan kurtulmak için çabalamış, bütün bu bağlardan kurtulduğu zaman da insanların çoğunun ölü olduğunu görmüş ve Allahu Ekber diyerek onların cenaze namazını kılmıştır.
Burada, Kur’an’da dünyaya aldananların manen ölü olup ve fakat kendilerinin bu durumdan habersiz olduklarını belirten ayetin açık bir yansıması vardır: “Onlar ölüdür, diri değillerdir. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler” (Nahl, 16: 21). İncil’de de İsa’nın, “Ölüleri bırak, kendi ölülerini gömsünler,” (Matta, 8: 22) sözü de bu meyandadır.
Melametiler, batıni yapılarını sözü edilen bu terimlerle tanımlamaktadır. Buna göre en tepede batıni vecd halinin en kâmil noktası bulunur. Onun altında insanın manevi cevherinin yer aldığı alan vardır ki bu alanın, ruhun sırlarını ifşa etmesi riyaya kapı açmaktadır. Bu alanın da altında yer alan kalbin söz konusu manevi cevheri açığa çıkarması kişiyi şirke sürüklemektedir. En aşağı düzeyde bulunan nefs ise rüzgârın çöple oynadığı gibi insanın bütün maneviyatını kaybetmesi için uğraşır durur.
Riya
Melametiye, nefsin bütün karakteristikleri içinde riyaya karşı özel bir tavır belirlemiştir. Melametilerin ilkelerinde, ibadet, salih amel, ilim, fakr, onların vecd hallerine ilişkin ve Allah ile aralarındaki özel durumları gibi eylemlerin teşhirine karşı çıkan çok sayıda esas mevcuttur ve bütün bu eylemler gizlenmeli ve (kişiye manevi ihsanlar kazandıracağı düşüncesine kapılmamak için) kesinlikle önemsenmemelidir.
Son derece mütevazı olan bu tutum, genel bir prensibe dayanarak kanıtlanmak istenmektedir ki o da, insan tarafından yapılan hiçbir eylemin gerçekte kendisine ait olmayıp o eylemin kaynağının Allah’ın o kişiye verdiği kudreti olduğudur.
Bildiğimiz kadarıyla İsa da aynı şekilde riya konusuna yukarıda anıldığı derecede ciddiyetle eğilmektedir. Sözgelimi o, “Sakının, insanlara salahınızı onların önünde göstermek için yapmayın… Sadaka verdiğin zaman ikiyüzlü adamların yaptıkları gibi borularla ilan etme… Dua ettiğiniz zaman insanların kendilerini görmelerini isteyen ikiyüzlüler gibi etmeyin. Oruç tuttuğunuz zaman ikiyüzlüler gibi surat asmayın,” (Matta, 6: 1, 2, 5, 16) demiştir.
Biz benzeri görüşleri Melametiye ilkelerinde de görmekteyiz. Örneğin onların ilk prensibi, ibadetleri ve batıni halleri ifşa etmeye çalışmanın şirk olduğudur. Ayrıca riyaya ve yersiz gösterişe karşı serdedilen ve fakrın bir sır olarak kalmasını ifade eden 23., eski kıyafetler giyerek dikkat çekmekten sakınmak gerektiğini belirten 24. ve son olarak salih amellerin dikkat çekmeden yapılmasını öğütleyen 26. ilke gibi buyruklar da mevcuttur.
Sonuç
Bu çalışmada Melametiyenin ahlaki ve batıni temeline dair genel bir çerçeve sunmaya çalıştım. Okuyucunun bu ilkelerin Dağdaki Vaaz ile birtakım net paralellikler arzettiği dikkatini çekecektir. Bu ilkeler, İsa’nın öğretilerinde olduğu gibi kesin ve kuru bir ahlaki kurallar bütünü olmadığı gibi, kapsamlı bir felsefi sistem de ortaya koymamaktadır. Onların sistemlerinde tümüyle takdire değer olan şey, İslami kurallarla ilgili ileri derecede zahire takılıp kalmaya karşı bir tepkinin temsilcisi olmalarıdır. Esasen Melametilerin bu tarz davranışları oldukça az olup, onlar dinin zahirine önem vermekte ve şeriatın hükümlerine uyma konusunda titizlik göstermektedir.
İsa gibi Melametiye de insanın aşağılık tabiatını ve günaha saplanmış özünü kavramıştır. Onların tüm sistemleri bu özü düzeltmeye ve insanı yeniden yapılandırmaya yöneliktir.
Bununla birlikte son derece hayati bir farklılık da mevcuttur. Gördüğümüz kadarıyla İsa, Allah’ın timsalinde bir insan ihya etmeyi amaçlamıştır: “Semavi babanız kâmil olduğu gibi siz de kâmil olun.” (Matta, 5: 48)
Yine o, doğruluk ve huzurun egemen olduğu bir hükümranlık, başka bir ifadeyle dünyada cenneti kurmayı amaçlamıştır: “Fakat önce onun melekûtunu ve salahını arayın ve bütün bu şeyler size artırılacaktır.” (Matta, 6: 33)
Melametiye havas için ideal bir ahlak ve manevi hayat sunmaktadır. Onların en büyük amaçları tevhid ve cem’ haline ulaşmaktır. Esasen, onlar kendi halleriyle meşgul olmakla, sadece sözünü ettiğimiz ulemadan değil aynı zamanda diğer Sufilerden de ayrı azınlık bir kitle durumundadır. Bununla birlikte onların ahlak anlayışları Dağdaki Vaaz’a büyük ölçüde yakın olsa da kitlelere bir mesaj sunmaması açısından farklılık arzetmektedir. Nitekim onlar sadece kendilerini kurtarmayla ilgilenmektedir.
Son olarak Melametiyenihai amacını Allah’ta fani olmak ve cem’ makamına ulaşmak şeklinde belirlemiştir. Onlar Allah aşkı konusunda hiçbir şey söylemeseler bile İsa’nın ikinci büyük emri diye adlandırdığı ilkeye oldukça yakın düşünmektedir: Komşunu kendin gibi seveceksin.[1]
Morris S. SEALE
Çev. Dr. Ali BOLAT
[1] Matta, 19: 19, 22: 39. (çev.)
Views: 140