Türkçeye aynen yukarıdaki şekilde çevrilmiş olan deyiş, Adorno’nun “Minima Moralia” adlı çalışmasının bir yerinde geçmekle beraber aslında kitabın özeti gibidir. Türkçeleştirilmiş bu ifade biçimi bu deyişi tam olarak ifade etmemekte ve anlamı açmak için biraz çaba gerekmektedir.
Bu çabayı kendimizce sarfetmeden evvel kendisinden sonra gelen çalışmalara ilham kaynağı da olan bu esere dair kısa bir açıklama gereklidir sanırım. İsmini Aristoteles’e atfedilen Magna Moralia’dan almış olduğunu ifade eden eser Adorno’nun İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika’da sürgünde iken yazılmaya başlanmış ve 1949’da tamamlanarak yakın çalışma arkadaşı M. Horkheimer’in ellinci yaş gününe adanmıştır. Eser aynı zamanda Nietzsche’nin “Şen Bilim” (Gay Science) isimli eserine atıfla “Hüzünlü Bilim”e (sorrowful science) adanmıştır ki kitap, günlük yaşamdan alınan çeşitli temalarla “iyi yaşam öğretleri”ne tersi bir iddiayla bunun mümkün olmadığına göndermelerle doludur. Kitap bir çeşit aforizma benzeri uzun, birkaç paragrafla tamamlanmış kısa makalelerle doludur. Temaların esas iddiası insanlığın olmadığı bir toplumda iyi, onurlu bir yaşamın artık mümkün olmadığına işaret eden Ferdinand Kümberger’den alıntı ile “Yaşam yaşamıyor”la başlıyor ve kitabın alt başlığı ise “Sakatlanmış yaşamdan yansımalar”. Konuları oyuncakların yıkıcı doğası, ailenin viraneliği, Hakiki olanın sahteliği, ahlaki olanın artık ahlaki olmaması, Karşılıklı iletişimin çürümüşlüğü, okültizmin yükselişi, zarafetin tarihi vb.dir.
Özellikle Adorno’nun kendi yaşamının tahrip edilmişliği kitabın yazılmasında ana etmendir ki kendisi bunu özellikle belirtir. Hele ki “Gözünüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir” (“The splinter in your eye is the best magnifying glass.”) sözü kitap için daha da manidar bir ifade olarak durur.
Şimdi aforizmanın kendisine gelmeliyiz.
“Evsizlere sığınak: —Özel yaşamın düştüğü durumu, sahnesine bakarak anlayabiliriz. Sözcüğün alışılmış anlamıyla barınak, artık imkânsızdır. İçinde büyüdüğümüz geleneksel evler çekilmezleşmiştir:
Orada yaşanan her konforun bedeli bilgiye ihanettir bugün, en küçük sığınma duygusuna bile aile çıkarlarının küflü kokusu karışmaktadır. Bir tabula rasa üzerinde inşa edilen o modern, işlevsel konutlarsa, uzmanların zevksizler için imal ettiği, içlerinde yaşayanlarla hiçbir bağlantısı olmayan yaşama kutularıdır, ya da yolunu şaşırarak tüketim alanına girmiş fabrika tesisleri – zaten sönüp gitmiş olan bağımsız varoluş özlemine taban tabana zıttır bütün bunlar. Modern insan tıpkı hayvanlar gibi yerde uyumak istiyor, demişti bir Alman dergisi, Hitler’den önce, kahince bir mazohizmle: Yatakla birlikte, düşle uyanıklık arasındaki eşiği de ortadan kaldırıyor. Uykusuzlar her an göreve çağrılabilirler, her şeye hazır ve dirençsizdirler, aynı anda hem dikkatli hem bilinçsiz. Sahici ama satın alınmış bir eski konakta sığınak arayan kişi kendini diri diri mumyalamış olur. Bir otel ya da pansiyona taşınarak kendi ikametgâhımızın sorumluluğundan kaçma çabası da mülteciliğin dışarıdan dayatılmış koşullarının bilgece bir seçim olarak görünmesini sağlar. En ağır darbeyi yiyenlerse, her yerde olduğu gibi, seçme imkânına sahip olmayanlardır. Kentin çöküntü bölgelerinde değilse bile, yarın yerini kümeslere, arabalara, vagonlara, kamplara ya da düpedüz açık havaya bırakabilecek kulübelerde yaşamaktadırlar. Ev, geçmişte kalmıştır. Çalışma ve toplama kampları kadar, Avrupa kentlerinin bombalanması da, teknolojinin içkin gelişmesiyle eve çoktan biçilmiş olan hükmün sonunda infaz edilmesidir sadece. Evler eski konserve kutuları gibi kullanılıp atılacak şeylerdir artık.
Gerçekleştirilme fırsatı bir kez kaçırıldıktan sonra sadece burjuva yaşamının köklerini çürütmekle kalan sosyalist toplum da sahici bir barınak imkânını yok etmektedir. Bu sürece hiç kimse direnemez. Kişi, dar anlamıyla zanaate ne kadar karşı olursa olsun, mobilya tasarımı ve iç dekorasyona ilgi duymaya başladığı anda bir kitap koleksiyoncusunun o fazla süslü zevklerini de benimsemeye başladığını fark eder. Belli bir uzaklıktan bakıldığında, Viyana Atölyeleri ile Bauhaus arasındaki fark o kadar büyük değildir. Saf işlevsel çizgiler, işlev ve amaçlarından kurtularak, Kübizmin temel yapıları kadar süslemeci olmaya başlamışlardır bugün. Bütün bunların karşısında, bağlanmamış, askıda bırakan bir tavır hâlâ en doğru davranış biçimi olarak görünmektedir: Toplumsal düzenle kendi ihtiyaçlarımız elverdiği sürece özel yaşamımızı sürdürmek, ama onun hâlâ toplumsal bir dayanağı ve bireysel bir anlamı olduğu yanılsamasına kapılmamak.”[1]
Adorno evsizlere sığınak başlığı altında ele aldığı bu bölümde sığınak olarak sahip olmama hissine gönderme yapıyor gibi görünür. Aslında sığınak denen bir şeyin olmadığı, olamayacağını anlatmaktadır. “Bütün bunların karşısında, bağlanmamış, askıda bırakan bir tavır hâlâ en doğru davranış biçimi olarak görünmektedir: Toplumsal düzenle kendi ihtiyaçlarımız elverdiği sürece özel yaşamımızı sürdürmek, ama onun hâlâ toplumsal bir dayanağı ve bireysel bir anlamı olduğu yanılsamasına kapılmamak,” sözleriyle insanın bugün imkansızlık haline ve geleceksizliğine işaret eder. Bu bölüm ve aslında Minima Moralia’nın hepsinde bir pesimizme ve gelecekçi bir düşünce olan Marksizmden de bir bakıma çok uzağa düşer.
Devamında Nietzsche’nin Şen Bilim’ine referans vererek ev sahibi olmamak metaforundan hareketle Nietzsche’ye hak vermekle birlikte kendi evimizde kendimizi “evimizde hissetmemek”ten bahsetmektedir. Sahip olmak ve olmamanın ayrı ayrı paradokslarıyla serimlenmesi durumuna işaretle imkansızlık ve insanoğlunun çaresizliğini dile getirmekte Adorno. Ama vurgusu sahip olmak/olmamak hallerinde bağımlı ve muhtaç olma duygusu gibi görünürken de Marksizmin yabancılaşma kavramında temellenen fikri ifade etmektedir. Alternatifin de imkansıza gömülmeye neden olacağını belirtir ve “Yanlış Yaşam İçinde Doğru Yaşam Olmaz” diyerek bölümü bitirir. Anlarız ki mevcut kötülükler ve yanlışlıklar paradigmasının içinde ve alanında doğru yapılacak her şey o paradigmayı güçlendirmektedir. Ne yaparsak yapalım bunun içinden çıkmanın bir imkanına sahip olamayacağımızdır.
“’Ev sahibi olmamam, iyi talihimin bir parçası bile sayılabilir,’ diyordu Nietzsche, Şen Bilim’de. Bugün eklememiz gerekir: Kendi evimizi ev olarak görmemek, orada kendimizi ‘evimizde’ hissetmemek, ahlakın bir parçasıdır. Bugün bireyin kendi mülkü karşısında düştüğü zor durumu biraz olsun gösterir bu – hâlâ herhangi bir mülkü kalmışsa tabii. Oynamak zorunda olduğumuz oyun şudur: Artık özel mülkiyetin kimseye ait olmadığını, çünkü tüketim mallarının bu kadar bollaştığı koşullarda hiç kimsenin bunların kısıtlanması ilkesine tutunmaya hakkı olmadığını, ama yine de sırf mülkiyet ilişkilerinin körce sürdürülmesine hizmet eden o bağımlılık ve muhtaçlık durumuna düşmemek için bile kişinin bazı şeylere sahip olmak zorunda olduğunu görmek ve dile getirmek. Ama bu paradoksun tezinin varacağı yer yıkımdır: Nesneler karşısında, sonunda insanlara da yönelen sevgisiz bir umursamazlık. Antitez ise, telaffuz edildiği anda, rahatsız bir vicdanla sahip oldukları şeylere tutunmak isteyenlerin ideolojisine dönüşür. Yanlış yaşam, doğru yaşanamaz.”[2]
Şimdi “Yanlış yaşam doğru yaşanmaz” olarak Türkçeye aktarılan cümleye dair kimi itirazlar ve ifadenin doğru aktarılıp aktarılmadığına dair tartışmaya gelelim.
“Adorno’da Yaşam ve “Doğru” Yaşam” başlıklı makalesinin bir dipnotunda Toros Güneş ESGÜN bu ifadenin Türkçeye ve İngilizceye aktarılmasında karşılaşılan yanlışlıklara dikkat çekmiştir.
İngilizce çevirilerinde Adorno’nun sözü “wrong life cannot be lived rightly” olarak çevrilmiş ve bu çeviriye itirazlardan biri çevirinin “There is no right life within the wrong life” (yanlış yaşam içinde doğru yaşam yoktur) şeklinde olması gerektiği dillendirmiştir. Bu itirazı yapan Freyenhagen’a göre bu ifade Adorno’nun kurmak istediği doğru/yanlış yaşam arasındaki karşıtlığı açık kılar. Biz de bugün bu yanlış çeviriyi çeşitli yerlerde görebiliyoruz.
Esgün, şöyle devam eder:
“İkinci itiraz ise Christoph Menke’nin orjinali Almanca olan makalesinin İngilizce çevirmenine aittir, burada da “yanlış yaşam içinde doğru yaşam yoktur” kullanımı tercih edilmiş, fakat “falsch”ın karşılığı olarak “wrong” yerine “false” kulla nılmıştır ve Adorno’nun yanlış yaşamı aynı zamanda “sahte”, “yalan yaşam” anlamında da kullandığını iddia edilmektedir (Menke, 309). Bu çalışmada biz de önermeyi, Türkçe’de hem ahlaki yanlışı hem de sahteliği aynı anda imleyen tek bir sözcük olmadığı için “Sahte ya da yanlış yaşam içinde doğru yaşam yoktur.” olarak çevirmeyi tercih edeceğiz.”[3]
Esgün ayrıca “Ancak Adorno’nun her üç yapıtında [Minima Moralia, Negatif Diyalektik ve Ahlak Felsefesinin Sorunları] ortaya koyduğu felsefi çerçeve açığa çıkarıldığında onun, “falsches Leben” ifadesini, “yanılsamalı”, “gerçek olmayan”, “görünürdeki yaşam” gibi anlamlarda kullandığı görülebilir” diyerek Türkçedeki yanlış kelimesinin yanılsama, sahte vb. diğer anlamlara sahip olmamakla ifadede yetersizliğini ve yanlış anlamaya neden olduğunu söyler ki bunun önemli bir tesbit olduğunu da belirtmeliyiz.
Benzer problemlerden biri ile J. Butler’in Adorno Ödülü için yaptığı konuşmanın türkçeleştirilmesinde görülmektedir. Makalenin Türkçesi “Kötü Bir Hayatta İyi Bir Hayat Sürmek Mümkün müdür” biçiminde ve Adorno’nun “Yanlış Yaşam İçinde Doğru Yaşam Olmaz” şeklindeki ifadesine gönderme içermektedir. Fakat makalenin içinde Adorno’nun bu sözü – ki Butler bu konuşmayı Almanca yapmıştır – gene yanlış olarak “Yanlış yaşam doğru yaşanmaz” şeklinde çevrilmiştir.
Adorno’ya göre yanlış yaşam, sahte, sakatlanmış ve yalan yaşam şeklinde tezahür ederken, yaşam ancak bunların olumsuzlanması ile doğruya ya da doğru yaşam kapısına ulaşılabilir. Bu arada doğru yaşamın tanımını yapmaz. Doğru yaşamın tanımı, sınırları ve şekli belli değildir. Ancak yanlış görülenin yadsınması ile doğruya gidilebilir. Negatif diyalektik denilen şey ise aynen budur. Yani nasıl yaşamalıyız sorusunun yanıtı nasıl yaşamamalıyız sorusuna verilecek yanıtla bulunabilir.
Fakat asıl soru sahte, yalan ve sakatlanmış olan yanlış yaşam kavramının bir doğrudan ya da otantik olandan kaynaklanmış yani kendisinin bir doğrudan kök almış bir yadsıma olması gerekmez mi? Kavramın bu şekilde kullanılmış olması doğruya referans vermektedir. Aksi halde yanlışın yanlış olduğu bilinebilir mi? Yabancılaşma kavramı tezlerinin temel argümanlarını oluşturduğundan dolayı da bu ifadenin geçmişte iyi, doğru olana bir göndermesi olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Aynı şekilde klasik Anarşist düşünürlerin de böyle bir iddiaları vardır. İnsanın bozulduğu ve otantik halinden, özünden koptuğu tezi yabancılaşma kavramıyla kendisini ifade etmektedir. Dolayısıyla insanın bir özü ya da doğası olduğunu söylemek mümkündür bu teze göre.
Bundan dolayı sınıflı toplumlar ve özellikle kapitalizm doğal değil, sahtedir ve insanlık bundan dolayı bunu aşmalıdır.
Adorno’da böyle bir geçmişe doğrudan bir gönderme olmamakla beraber yanlışı reddederek doğruya ulaşma çabası içinde olunmalıdır fikri müphem bir doğruya gidişi imler.
Doğru yaşamın referansı doğal yaşam ve doğal normlarla hayata devam eden ilk insan cemaatleri de değildir herhalde. Ama yabancılaşma-bozulma fikrinden hareketle böyle bir tasavvurun olduğunu tahmin edebiliriz.
“Yanlış yaşam doğru yaşanmaz” sözünde anlam kaymalarının varacağı yer oldukça problemlidir. Bugünkü kapitalizmin tüketim toplumunda yanlış yaşam içinde doğru hiçbir şeyin çıkamayacağı kanısını ifade eder. Yanlış yaşam içinde yapılacak her olumlu atılım yanlış yaşamı yeniden üreterek onun güçlenmesi ve sağlamlaşmasına neden olur fikrinin sembolü gibidir. Oysa, her yanlışa direnerek, yanlışı yanlışlayarak doğru yaşama ulaşma gibi bir ifade ile yanlışa direnmeyi önererek bir umuda da işaret eder.
Bu sözün söylenme ve ifade edilme mekan, zamanına bakılması ise ayrı bir önemde olmalıdır. İkinci Dünya Savaşı yılları, Almanya’dan, katliamlardan Amerika’ya kaçmak durumunda kalan ve katliamlara, savaşa şahit olan bir entelektüelin ifadesi olması, pesimist bir söz olduğunu söylememize –her ne kadar pesimizm ve nihilizm içerikli söz olmadığını söyleyen olsa da- açık kapı bırakır.
Nitekim bu söze referansla J. Butler’in 11 Eylül 2012’de Frankfurt’ta aldığı Adorno Ödülü vesilesiyle yaptığı konuşmada Adorno’nun geleceğe dair müphemliğini anlayabiliriz.
Adorno’nun Ahlak Felsefesinin Sorunları kitabında kötü bir hayatta nasıl iyi bir hayat sürüleceği üzerine ahlaki soruyla başlayan irdeleme, iyi hayatı sürdürebilmek için kötü hayata karşı direniş olmalıdır iddiasına varıyor.[4]
Butler’in bahsini ettiği kitapta ise Adorno bu direnişi kötü hayat biçimlerine direniş olarak ifade ediyor.
“Belki de söylenebilecek tek şey, bugün iyi hayatın, en ilerici zihinlerin iç yüzünü görüp eleştirel olarak teşhir ettikleri kötü [falsches] hayat biçimlerine direnmekten ibaret olduğudur.”[5]
Buradaki kötü hayata değil kötü hayat biçimlerine direniş cümlesi dikkate değerdir. Cümledeki direnişin nasıl ve ne biçimde olacağına dair ifadenin müphemliği önemlidir. Emin değildir o. Doğru olanın referans noktası “şu anda” görülen yanlışlardır. Yanlışı yanlış yapanın da referans noktası kültürel oluş olsa gerektir. Öyle ya, her kültürel oluş, yaşam biçimi ya da yaşamın farklı doğru ya da yanlış kavranışının olduğu bilinen bir durumdur bugün. Bunu antropoloji ve etnolojinin çalışma alanlarında ortaya çıkan kimi sonuçlarla biliyoruz. Dünya ahlak kavramının evrenselliğinin sorgulandığı ve normların sadece dünyanın farklı bölgelerindeki farklılıklarda değil küçük topluluklar arasında dahi değişiklik ve farklılık gösterdiği bir yer olarak kavranmak durumundadır.
Bu noktada doğru ve yanlış yaşam kavramı üzerine yazarken Deleuze’ü ve fikirlerini ele almadan devam etmek eksik olurdu.
Yabancılaşma kavramının (Adorno’da sadece üretim sürecinde yabancılaşma değil tüketim sürecinde de yabancılaşma önemli bir durumdur ve özellikle bunu işler) özcü bir felsefeye dayandığına temas etmiştik. Adorno gibi Frankfurt Okulu’nun diğer düşünürleri de bu özcü duruşa sahiptir. Fakat diğer taraftan bu özcü duruşa karşı özcülük ve hümanizm karşıtı olan Deleuze gibi bir felsefecinin iddialarına da değinmekte yarar var. O kapitalizmin de kültürün bir üretimi olarak doğal bir sürecin parçası olduğuna işaret ederek insan doğası-özü denen şeyin olmadığını kültürün onu yaptığını ifade eder. Dolayısıyla evrensel bir insan doğası, kültürü, ahlakı, bilinci olması fikrine uzak bir tezin savunucusu durumundadır.
Bundan hareketle evrensel doğru ve evrensel yanlış fikri doğru olmayan bir bakış açısını insanlık ailesine giydirmek olarak görünür çünkü insanlık kültür olarak binlerce belki de milyonlarca parçadan oluşmakta ve her bir cemaatin benzer olduğu gibi farklı özgüllük ve özellikleri de mevcuttur.
Doğru yaşam olmadığı gibi yanlış yaşam da yoktur. Yaşam vardır ve yaşam doğru ve yanlışı her daim üretmektedir. Doğru ve yanlış şartlara, zamana ve öznelere göre değişiklik göstermekte ve insan bir akış içerisinde kimi zaman iradi savrulmalarla kendisini yapmaktadır. Herhalükarda doğru ve yanlış yaşam adında olmasa da tercih edilen ve edilmeyen ya da içine düşülen yaşamlar vardır. Adorno’nun yanlışı reddetme, olumsuzu olumsuzlama fikri yani onun negatif diyalektik olarak ifade ettiği şey bugünün toplumunda – her toplum değil ama kapitalizmin (tüketim, gösteri, bilişim toplumu vb) toplumunda -“iyi”yi kurma için önemli bir işaret de olabilir.
Bugün hakikatin
oldukça farklı veçhelerini ve renklerini “yanlış yaşam ve doğru yaşam”
kavramları üzerinde bir akıl yürütmenin oluşturacağı dikotomi ile açıklama
çabası hakikati kaçıran ve gözden saklayan bir özellik de gösterebilir.
[1] Minima Moralia, Theodor W. Adorno, S. 39
[2] Minima Moralia, Theodor W. Adorno, S. 39-40
[3] ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar – Adorno’da Yaşam ve “Doğru” Yaşam – Toros Güneş ESGÜN, Ocak/January 2017. S. 98
[4] https://itaatsiz.org/2019/04/24/kotu-bir-hayatta-iyi-bir-hayat-surmek-mumkun-mudur-judith-butler-adorno-odulu-konusmasi/ Kötü Bir Hayatta İyi Bir Hayat Sürmek Mümkün Müdür? – Judith Butler – (Adorno Ödülü Konuşması)
[5] Bir önceki metinde yer alan J. Butler’in Adorno alıntısı. Theodor W. Adorno, Ahlak Felsefesinin Sorunları, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: Metis, 2010, s. 164)
Views: 493