Site icon İtaatsiz

Nietzscheci Darbe – III. Genç Hospodar (Volkiş Sol, Dada, Stirnerciler, Almanlar)-Peter Lamborn Wilson (Hakim Bey) -3-

III. GENÇ HOSPODAR 

Mutluluk ve Kültür. Çocukluğumuza dair olayların işaretlerince harap edilmekteyiz: Bahçe, ev, mezarlıklarıyla kilise, gölcük ve ağaçlara – daima onları acı çekenler olarak görürüz. O zamandan beridir acı çekmediğimiz için mi Kendi zavallılığımızca yakalanırız! Ve burası – her şey halen çok sakin duruyor, – çok sonrasız. Yalnızken çok farklı ve kargaşadayız. Bir meşe ağacından daha fazla bir şey olmayan, dişlerini keskinleştirmiş zamanın üstünde olan bazı insanları yeniden keşfederiz: Köylüler, balıkçılar, oduncular-hepsi de birbirinin aynı.Human, All Too Human, 168

Kuman Bölgesi 19. yüzyılın son yıllarında çocukluk dönemini geçirmek için ilginç bir yer olmalıydı. Bir Liman olarak değişik ve ilginç tiplerin ilgisini çekmekteydi- gerileme döneminde yeterli olmayan balıkçılık gelirinin yanına ek olarak kaçakçılığın eklendiğine dikkat edilmelidir (şarap, tahıl, esrar ve afyon, mamul mallar-çalıntı antikalar). Kuman Bölgesi içindeki batak ve bataklıklar Kuman kaçaklarının uğrağıydı ve Yunan, Yahudi ve Türklerin küçük dükkânları baştan aşağı şaşkınlık veren mallarla doluydu. Aziz George kilisesi  (eskiden beri piskoposlarla ilgili Ortodoks patrikliğinin işlerini görürdü) ile Hızır camisi arasındaki Pazar yeri genç Hospodar’a rengarenk bir alem gibi görünmüş olmalı.

Hronocul Dobruja bu olaydan bahsetmiyor fakat Aziz George, bu bölgenin Hıristiyan koruyucusu, Hızırla ayni kişidir yani bölgenin Müslüman koruyucusu.* Hızır gizlenmiş peygamber ya da İslam esoterizmi ve folklorunun “Yeşil Adamı”dır. O, Büyük İskender’e yaşam suyunu bulmak için eşlik etmiştir -fakat Makedonyalılar yalnız dünyaya ulaşırken, o ölümsüzlüğe yalnız ulaşmıştı. Bir can-suyu gibi o denizler ve ırmaklarla önemli yerleri korumuştur (buna Cebelitarık kayaları da dahildir) – onları çölde ölümden kurtaran ya da yaşayan yönetici olarak değil ruhsal çalışan bir peygamber olarak ortaya çıkar. O, her nerede yürürse ayak izlerinde çiçek ve bitkiler hayat bulur ve daima yeşil giyinir. Neden Aziz George’un (acımasız bir ünü var bu ismin) Hızır olarak adlandırıldığı açık değildir. Dobruca folklor bakımından çok zengindir fakat birçoğunun Romanyacadan çevirisi hiç mi hiç yapılmamıştır.

Mavrocordatoların azalmış mülkleri, bataklıkların gizlerini genç Georghiu’ya tanıttıkları sırada, hiç şüphesiz Kuman köylülerince işletilmekteydi. Türkiye ve Doğu Avrupa Baedeker Rehber’i (Baedeker Guide to Eastern Europa and Turkey) 1903 baskısına göre, Dobruca beş çeşit kartal, 4 çeşit şahin, 8 çeşit küçük kuş turu, 7 çeşit ağaçkakan, 5 çeşit çalıbülbülü, 4 tür değişik varyetelerde karga çeşidi, sayısız türden balık ve deniz hayvanı, ayılar, kurtlar, tilkiler, karacalar, sayısız diğer çeşit kuşlar ve 9 çeşit farklı cinsten ördekle sporseverler için bir cennetti. Bataklıklar sahilin iç kısımlarına doğru idi ve yerleşiklerce yaşanılmaz ve issiz olarak düşünülüyordu. Tüm Kuman Bölgesi sancağında 1900 kişi yaşıyor ve birkaç bin kişi Kuman Bölgesi’nın dışında yaşıyordu (ki nüfus 5000 kişi dolayındaydı). Yazın bataklıklar yavaş yavaş kaynar,  kişin soğuktan kaskatı olurdu. Ovid iklim hakkında hiç de hoş şeyler söylemiyordu ve ne de Baedeker söylemektedir. Fakat bataklıkların coşkulu her hayranının bildiği gibi bu “terk edilmişlik” yaşamın safi bolluğu temelinde nadir ve yakalanması zor bir güzellik gizler ve mevsimsel tek renkliliğin ve tonların güç algılananını paletinde gizler. Genç Hospodar’in yaz tatilleri Turgenyev’in o mükemmel “Avcının Karalama Defteri”ndeki bir sayfaya benziyor olmalıdır.

Onun sonraki yaşamına dair bildiklerimizden hareketle eminiz ki kasabanın Türk Kültürü Georghiu için gizemli ve cezbediciydi. Dobruca Türkleri eski tarz olarak bilinirlerdi ve 19. Yüzyılda Türkler hala Osmanlı başlığı ve Türban (Fes, tarz olarak sonraki zamanlara kadar gelmemişti) ve geleneksel kostümler giymekteydiler. Yemek konusunda ki açgözlülükleriyle ünlü Türkler, Kuman Bölgesi’nın tüm kaynaklarını araştırarak özellikli bir mutfak yarattılar. Pazar yerinde kurdukları yemek tezgâhında kahve ve tütün yanında yemek de satıyorlardı. Her nerede Türk varsa orada kahvehane ve nargile içen insanlar da vardı. Yunanlılar da güzel yemeğe hayrandılar (tabi buna şarabı da eklemek gerekir) ve onlar da kahvehane yaşamının hayranıydılar. Kuman Bölgesi’nde zaman en iyi şekilde, politikaya dair tartışmalar yapmak, yalan söylemek ve bunları şarap ve kahveyle desteklemekle harcanırdı.

Aile Tarihi; Avrupalı Eğitim

Kuman Bölgesi’nin İstanbul’daki Yeniçeri -imparatorluk muhafızı- teşkilatıyla ilişkilerinden dolay (sufi Bektaşi tarikatıyla güçlü bağı vardı ve hemen hemen tüm Yeniçeriler onlara bağlıydı) ilişkisi vardı. Hızır camii Bektaşi törenleri için kullanılıyordu. Heterodoksların mistik amaçlarla şarap içip, esrar içtiklerine dair şeyler bilinmiyordu fakat buna dair dedikodular dolaşıyordu.13

Hospodar belki de aynı zamanda ergenliğe ulaşmış ve Bükreş’te deneyim kazanarak sıkılmış ve çekingen olarak çocukluk evine geri dönmüştü. Birçok ergen daha az nedenlerle böyle davranır. Fakat şu kesindir. Yakın zamanda değil ama 1905’de Almanya’ya varmış olduğunda Kuman Bölgesi’ne dair onun nostaljisi ve sıla hasreti başlamıştı (bunu “Akşam Yıldızı” için yazmış olduğu bir makalesinde bahsettiği için bilmekteyiz). Başka türlü değilse, bu mutlu bir çocukluk döneminin işareti olarak alınmalıdır.

Maalesef Mavrocordato’nun çocukluk dönemine dair bildiklerimizden az daha fazlasını onun yüksek eğitimine dair bilmekteyiz. Densusianu’nun Cronicle’inde sadece bir kaç mektup ve Akşam Yıldızı için yazılmış bir kaç mektuba yer verilmişti. Belki Münih’deki Arşivler, üniversitenin kayıtları yeni bir şeyleri bilgimize ekler. (II. Dünya Savaşı’ndan tahrip olmamış olduklarını farz edersek)- fakat su an için büyük oranda spekülasyona düşüyoruz. Onun hukuk ve felsefe okuduğunu ve derece aldığını biliyoruz; öğretmenlerini, arkadaşlarını ve ekstra-çalışmalarını bilmiyoruz. Kant ve Hegel okumuş ve en son gezisini Paris’e yapmış ve anlaşılan Fransızca öğrenmiştir. Tatili sırasında Almanya dolaylarını dolaşmış, wandervogel stilinde ve Alman öğrencilerle modaya uygun davranmıştır belki (dağcılık ve otostoptan zevk aldığından bahsedilir). Hepsinin ötesinde – ve bunun için hiç bir şüpheye mahal yoktur- hayatinin en büyük keşfini yapmış, Nietzsche’yi keşfetmiştir.

Bu keşif Nietzsche’nin kitaplarıdır. Bu adam 1889’dan beri iştah kabartan sersemlik içerisinde olmuş ve 1900’de ölmüştü. Fakat kitapları yaşamaya başlamıştı sonunda. Bunun için bir parça da kocası güney Amerika’da saf Anti-Semit Aryanlar için ütopik koloni denemesine başlama çalışması içinde iken ölen14 ve Sils Maria’de Nietzsche arşivini yürüten (Mavrocordato’nun hac ziyaretini yaptığı ve onunla buluşmuş olabileceği yer)  Nietzsche’nin rezil kız kardeşi Elisabeth Forster’e teşekkürler. Elisabeth o zamanlar The Will to Power (Güç İstemi) için Nietzsche’nin toparlanmamış notları üzerinde çalışıyordu. Zaten bu, daha sonraları Adolf Hitler in kafasına çok uygun şeyler sağlayan yalanlar, kaytarmalar ve kalıntılar kültü yaratmıştı. Berbat bir yayın için Elisabeth’in üstün yeteneğine rağmen, Nietzsche’nin eserleri kendi kendilerini ifade ediyorlardı. (Kitapların Nazi basımları, Nietzsche’nin anti-semitizm üzerine atakları ve Yahudilerin sansür edilmelerine dair güzel şeyler daha sonraları ortaya çıktı). Daha o ölmeden önce Nietzscheci harekete bayağı benzeyen bir şeyler başlamıştı Almanya’da. Genç insanlar özellikle etkileniyorlardı. Tepkinin peygamberi olarak görülmüş olmaktan daha öte, Nietzsche tüm modern zamanların en radikali ve hem de en devrimcisi olarak düşünülüyordu. Hareket 1890’da başlamış (havalanmış) ve Mavrocordato’nun Münih yıllarında en ateşli zirvesine ulaşmıştı. Robert Musil’in “Kalitesiz Adamlar”(Man without Qualities) adlı kitabında bir pasajdaki güzel düşüncelerde hareketi tanımladığı gibi o, kötü piyano çalma, sturm ve drang*, görüntüde anıtsal egoizmler ve zevk içinde sex gibi düşüncelerle Viyana’da ortaya çıktı. Kendisi önceden görmüş olduğu gibi Nietzsche bir zehir – ya da bir halüsinasyona neden olan bir şeydi. (Nietzsche’nin kendisi uyuşturucular denemişti ve çalışmaları uyuşturuculara dair referanslar ile süsleniyordu). Fakat her heves kimi aptallıklara evrilir. Esas olarak kendi aptallıkları için kimi tutkular hatırlanır-hipnotizma gibi- fakat Nietzsche yalancı doktor değildi. Belki de döneminin – belki yüzyılın (fakat hangi yüzyıl) en önemli düşünürüydü: sonsuza kadar değerli ve sonsuza kadar lanetli bir dahi, zevkinize göre. Fakat… ebedi. Bu onun dileğiydi ve gerçek oldu. Bir “harekete” teşvik etmeksizin dahi, halen genç okurlarında bir çeşit kontrol edilemez heyecanı tutuşturabilmesi, onun yazılarının acayip kalitesinin göstergesidir bugün. Ve Mavrocordato buna ağır yakalanır.

Ölmüş Nietzsche; Radikal ben

Nietzsche Anarşizme dair birçok alaysı şey söylemişti. Ve bundan dolayı yüz yılın değişmeye başladığı Almanya’da pek çok hayranı ve onu aşağılayanlarca da Anarşist olarak telakki edilmiş olması okurlarını şaşırtmış olabilir. R. Hinton Thomas bu durumun eğlendirici bir tablosunu çizer:

“Bir broşürde, yazar bir Almanı hayal eder, muhtemelen kendi kendine, yıllardan sonra yurtdışından evine dönen bu kişi, kendi kişiliği (Personlichkeit-personality)nin, “kendinin kültü”nce egemen altına alınmış olduğu bir sahneyle karşılaşır. O, sırf anarşizmdir, o öyle düşünür ve tamamen Nietzsche’nin hatasıdır bu. Anarşizm sadece bencil duruşlara bir bayrak olarak hizmet edebilirdi, fanatik anarşistlerin durumundaki gibi, Lily Braun’a göre, Max Von Edigy’nin hanesine dadanmış ve “yaşıyor oldukları kişilikleri (personlichkeit) dışında özürleri ile kendi basit arzularını aşırıya götürdükleri özgürlüğün doğruluğunu kanıtlamaya çalışmışlardı. Hem basit ve koyu bir tarzda, büyük burjuvalardan (epater la bourgeoise) daha derin gayeleri olmaksızın, sanıkların olayı örneklemesi ile kendini-haklı çıkarmada Nietzsche, Anarşizm olarak kabul edilebilirdi. Yazarın biri, üstinsanın ayrıcalıklarından birinin halk arasından tükürmek ve parmaklarını yemek olduğunu düşünen birinden bahseder. Ne zamanki onlara şöyle ya da böyle itiraz edilmişse, o “gururla bireyciliğinden (individualitat) ve gerçekten Nietzscheci olduğundan yardım almıştır”lar. Kadınlarca sık sık uğranan kafe yada Publarda ne zamanki bazı koca-kafalar üst-insanı oynar, gecenin ilerlemiş vaktinde bazı dejenere olmuş gençler “iyinin ve kötünün ötesinde” Friedrichstrabe’de çaka satarlar, iğrençlikten başka bir şey yoktur ve böyle ‘iğrenç tarzda böyle yüce ve temiz ruhun isim ve sözlerinin yanlış kullanılmış olmasına Nietzsche’nin katlanmak zorunda’ olması şok ediciydi. Saksonya’nın taç giymiş prensi saygın görünen aşığıyla kaçtığında, bu durum onun Nietzsche‘nin kitaplarını okumuş olmasına bağlanmıştı. 1890’in ortalarından itibaren Viyana, Münih ve Berlin’de edebiyat kafelerinin, dikkat etmemenin imkânsız olduğu ve şaşkınlıktan tek kelime edemez olarak kalacağınız “üst-insan”larla dolu olduğundan bahsediliyordu. 1897’de Berlin’deki bir Anarşist bir polisin öldürülmesine katıldığından dolayı yargılandığı mahkemede, kendine Nietzsche’yi referans alarak savunmasını yapmıştır.”15

Nietzsche’ye Anarşist ya da Radikal hayranlık, rütbe ya da mevki ile sınırlı değildi fakat Emma Goldman gibi solcuları dahi ateşlendirmekteydi. Ki Goldman, Nietzsche’nin Aristokrasisi için “ne bir can, ne de servet” fakat “bir ruh”tur demişti, o bir Anarşistti. Ve tüm eksiksiz Anarşistler Aristokrattır. Fransa’da adı kötüye çıkmış Anarşist banka soyguncuları, the Bannot Gang, kendi Nietzscheciliklerini hayata geçirdiler. Max Stirner’in16 okuyucuları ve bireyciler tarafından Nietzsche özellikle saygı görmekteydi. Georg Braudes, Nietzsche’nin (olmayan) sistemini açıklamak için “Radikal Aristokratizm” kavramını uydurmuştu. Kendi kendine Kilise, Devlet, Monarşizm, Temsili Demokrasi, Alman kültürü ve diğer radikallerin Betes Noires’ine (yasa koyucu) saldırmak için çok fazla mürekkep harcamış olan bu adamın eserlerinde en eşitlikçi ve komünar solcular dahi çalışmalarına hayranlık duyup, çalışmalarında bazı şeyler bulabilirlerdi.17 Bunun yanında, onun Sosyalizm ve Anarşizm eleştirileri, özellikle psikolojik seviyede, yardımcı şeyler olarak anlaşılabilirdi de. Radikaller, kıskanç Chandala’nin köle mantalitesini, küskünlüklerinin (ressentiment) kanıtı olarak ruhlarını test etmeye zorlandılar. Eğer onların Sosyalizmleri Hıristiyan hissiyatını kamufle etmiyorduysa bunu ve “ilerleme”nin kaçınılmazlığını kendilerine sorarlardı. Telos’tan ziyade sorumluluklarının varoluşsal problemleriyle yüz yüze gelirlerdi. Nietzsche üstesinden gelmiş [aşmış olmayı -çn-] olmayı kendi kendine sordu. Ve belki de bunlar onun en zor öğrenmiş olduğu ve boğuştuğu şeylerdi. Fakat Mavrocordato asla mücadele etmedi. O zaten baştan çıkarılmıştı.

Volkish sol; Dada bağlantıları?

1918’in Münih Sovyet’i Nietzsche’de uzak durmuş olan Radikallerle tıka basa doluydu. En önemli şahsiyetler: Yahudi gazeteci, eleştirmen, dramacı, felsefeci ve mektupların adamı, Thule Gessellschaft taraftarlarınca suikast düzenlenen, Münih Sovyet’inin benzersiz kurucusu Kurt Eisner; ve gene Yahudi, anarşist aktivist ve felsefeci ve eğitim bakanı olan ve gizemci Aryan tarikatınca öldürülen Gustav Landauer’di. Mavrocordato’nun ihtimalen Landauer’in esas çalışmalarının sosyalizm üzerine olan (Münih ayaklanmasının arafesinde yayınlanmıştı, fakat birçok Anarşist dergiden yayınlanmış olan varyasyonları ve kısımlarından daha iyiydi) ilk baskılarını okumuş olduğunu sanmaktayım. Muhtemelen onun Nietzscheci romanını, Ölüm Vaizleri’ni (The Preacher of Death), (ki kitabin ismi bile Nietzsche’dendir) okumuştu. Bu dönemde yazarın Münih’te yaşıyor olmamasına rağmen, Mavrocordato’nun Landauer’le buluşması imkan dahilindedir. Mavrocordato’nun Landauer’e dair bilgi sahibi olduğunun göstergesi Landauer’in The Folk teorisinin referanslarının Akşamyıldızı’nda içeriliyor olmasıdır. Landauer bugün pek çok insanın hayaline dahi getiremeyeceği düşünce okulunun önde gelen bir düşünürüdür: -Sol-kanat Volk-izm. Çok iyi bilinen yayıncı Eugen Diederichs gibi (sadece Nietzsche üzerine kitap yayınlayan değil, Nietzsche’nin sevdiği kitapların yeni baskısını da yapan)18, Landauer tüm insanların özerkliği ve insanların tamlığını kapsayan ve eksiksizliğine inanırdı:- bir çeşit Volkish (halkçı) evrensel hümanizm. Landauer ve Diederichs Şovenist (ve Anti-Nietzscheci) Wandervogel’e karşı, ‘solcu-Volkish’ genç gruplar arasındaki mücadelede bu genç grupları cesaretlendirip, desteklediler. Proudhoncu Anarşist ilkelere göre, bir federasyonda tarım ve kent komünlerinin geleceği için hepsinin farklı ve özgür oldukları bir tasarım içinde idiler. Bu düşünceler genç olan Martin Buber, Gershom Scholem ve Walter Benjamin gibi Anarko-siyonist Yahudileri de etkiledi. Ve elbette Alman kültürünün mükemmelliğine ve merkezileşmeye inanan Alman milliyetçilerinin nefretini uyandırdı bu düşünceler. Sol-kanat Volkizm (Nietzschecilik gibi)19 güneşe-tapan nudistler, ütopyacı koloniler, Lederhosen’de gitar çalan gençler vb. ile mezhepçi bir görünüm arz eder. Fakat onun çok çekici – çok ciddi ki Landauer ve onun gibi birçokları şehit düştüler- yanları da vardı. Nazizm sol-kanat Volkizmin hafızasını sildi ve Volk kavramını ölüm ve faşizmin iğrenç kokusuna dönüştürdü. Fakat 1900’de o halen canlı ve masumiyetini koruyordu ve tüm muhiti o oluşturmaktaydı. Bundan başka Kuman Bölgesi’nde Türkler ve Yunanlıların kendi evlerinde olduğu gibi, Anarşistler, şairler, bohemler ve Münih’in delileri (Viyana’dakiler gibi) de Kahvehanede saatlerini geçirmeyi seviyorlardı; Mavrocordato hazırlıklı olmuş olmalıydı; eğer başka bir şey için değilse (yakışıklı olduğu söylenmekteydi), muhtemelen o kendi saf exotizminden dolayı puan kazanıyordu.

O dönemlerde Münih’teki Nietzsche’ci çevre arasına, Mavrocordato’nun onu tanıdığına dair herhangi bir bilgiye sahip olmamamıza rağmen, Aristokratik ve Kulampara şair Stephan George’u da dahil etmeliyiz. Bu noktadan hareketle büyük ihtimalle “kozmik daire” eksantrik gizemci Ludwig Klages, sonraları Nietzsche üzerine popüler bir kitap ( Die Psychologischen Errungenschaften Nietzsches,1926)  yazmış ve etrafındaydı ve Münih’in Bohem mahallelerinin atölye (atelier) ve kafelerinde doktrine dair söylevler vermişti, etrafındaydı.

Klages sonraları yönünü Sağ’a doğru değiştirdi. Fakat kültürel olarak daima radikal kaldı. Onun konuşma yaptığı salonlarda tüm kaçık, çatlak, toplumdışı kalmış geçici ilgi sahipleri, Mistik, sanatçı ve tehlikeli kadınlarla karşılamak mümkündü. Bir kere daha; egzotik doğulu (yada yakın-doğu) bir Prens, böyle bir yerde şüphesiz olarak kahramanlaştırılırdı.

Maalesef, her nasılsa, her şey varsayımdır. Mavrocordato’nun yazılarıyla değerlendirildiğinde, onun Almanya’da “karşılaştığı” kişi Nietzsche’ydi. Fransa’da birileriyle buluştuğuna dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bununla birlikte, tüm bu yoklukta, olağanüstü acayip bir şey meydana gelir. 1913’de Kuman Bölgesi’ne dönmeden evvel Mavrocordato’nun bir dönem en azından bir kişiyle-Avrupa’da bir yerlerde- buluştuğunu biliyoruz. Densusianu’nun Cronicle’i onu tümüyle kaçırmış. Romanyalı şair Tristan Tzara’nin Collected Correspondence’sinde (toplu yazılar) aşağıdaki telgraf göze çarpar:

                                                          8 Aralık 1918

                                                                                                          Zürih

Eski dost Hospodar Georghiu III Mavrocordato’ya stop tebrikler stop bir memlekete sahibiz stop Tzara

Kuman Bölgesi’ndeki telgraf telleri ki 4 Kasım’daki darbe sırasında kesilmişti, restore edilip sadece 1 ya da 2 Aralık’ta kullanılmaya başlamıştı. Tzara’nin telgrafı yurtdışında Geçici Hükümete ulaşan ilk telgraflardan biri olmalı. Fakat Akşam Yıldızı’nda yayınlanmamış (ya da Denunsusianu onu Akşam Yıldızı’nda bulamamıştı) ya da Mavrocordato’ya asla ulaşmadı. Daha ötesi gizemli bir sır olarak kalmıştır.20 Bilebildiğim kadarıyla Tzara’nin hiç bir biyografisinde Mavrocordato’dan bahsedilmez. Tüm problem imkânsız bir sona boşa umut vermektir.

Mavrocordato toplam olarak 8 yılını Avrupa’da geçirdi. Bu yıllar boyunca Balkanlar ve Karadeniz bölgesi seri krizlerle tarihin göz kamaştıran ışığının içine ve karanlık geriliğine keskince itildi. 1908’de Bosna krizi büyük Avrupalı güçlerin dikkatlerini çekiyor ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan meydana gelen bozulmanın tatlı ve hoş kokusu onların yağmacı içgüdülerini kabartıyordu. Total savaşların yüzyılında dünyayı emen karmakarışık Karmik* ağı – ağ ki Doğu Avrupa ve çevresindeydi – sökme denemesine başlayamayız. Türkiye’nin Avrupalı kolonilerinin en sonunda Bab-i Ali’den bağımsız olma istemlerini ilan ettiklerini 1912’deki Birinci Balkan Savaşı’na körü körüne sürüklediğini vurgulamayı belirtmeliyim. Bu savaş süresince Dobruca, Romanya ve Bulgaristan arasındaki mücadelenin bir kılçığı olarak ortaya çıktı. İlk raund sona erdiğinde Bulgaristan derhal eski müttefikine karşı saldırıya geçti. (“İkinci Balkan Savaşı”) ve Dobruca’yı işgal etmeye teşebbüs etti. Güçlü Romanya ordusu onun yerine onları Sofya’ya doğru geri püskürttü ve tüm sahil bölgelerinden sürdü. İkinci Balkan Savaşı süresince gerçek anlamda hiçbir savaş yüzü görmemiş olmasına rağmen, tüm bölge karışıklık içindeydi, Kuman Bölgesi’nde, açlık ve hastalık olduğuna dair raporlar vardır.

10 Nisan’da Barış ilan edildiğinde Georghiu Mavrocordato eve dönmek için sabırsızlanmaya başladı. Annesi halen hayatta ve eski sarayda yalnız yaşıyordu. Georghiu, ailenin tek çocuğu gibi görünür. Ve şüphe yok ki, ailenin baş olarak (o zaman 30 yaşındaydı) sorumluluklarını yerine getirmek için dönmek zorundaydı. Böyle huzursuz bir zamanda, fakat iç taraflar halen tahminen güvenli değildi, İstanbul’dan bir botla Kuman Bölgesi’ne vardı.

Barış henüz ilan edilmişti ve Mavrocordato anlaşılan bundan mutlu olma eğilimindeydi. Kuman Bölgesi’ne Romanya folkloruyla büyük bir istekle ilgilenmekte olan (muhtemelen Bükreş’teki eski okul arkadaşlarından) Vlad Antonescu adındaki Romanyalı şair, Klasik ve Amatör Arkeolog –şüphe yok ki üniversite günlerinden arkadaşı ve ateşli bir Nietzscheci – Münih/Almanyalı Wilhelm Schlamminger adında iki arkadaşıyla geldi. Bu iki genç adam Hospodarların Misafiri olarak Kuman Bölgesi’ne verimli ve uzun bir tatil, lokal mitler ve yazıtlar toplama, kırsal alanlarda gezme, avcılık, balıkçılık sandal gezisi yapma eğilimiyle gelmişlerdi. Yedi yılda – ki bayağı uzun bir tatil yaptılar gerçekten- bitirdiler bu tatili.

İkinci Balkan Savaşı’nın kötü etkileri sayesinde Dobruca’daki siyasal durum güvenilmezdi ve gittikçe daha da kötüleşmekteydi. Savaş sırası ve sonrasında birçok köylü ayaklanması meydana gelmişti. Kuman Bölgesi’nın Peçenek ve Kumanları şimdiye kadar pasif kalmışlardı. Fakat onlar kötü hasat, borç, vergi, kötü ev sahipleri ve genel hoşnutsuzluğun etkilerinde acı çekmekteydiler. Bulgar yönetimini hiç kimse istememişti. Bükreş’te yollanan yöneticiler ise hiç te popüler değildi. Hala Kuman Bölgesi’nin bağımsızlığı  -ya da en azından özerkliği- (hiç şüphe yok ki şaraphane ve kahvehanelerde) üzerine konuşmalar yapılmaktaydı.

Üç arkadaş kışın kalmaya karar verdiler. Antonescu ve Schlamminger görünüşe göre kendilerini halk şarkılarının hemen hemen dokunulmamış altın madeni, batıl inanç, harabeler ve kökeni belli olmayan domuz cennetinde bilgiler içinde buldular. Kendilerini bunlardan koparmaya dayanamazlardı. Mavrocordato’ya gelince; o daima orada kalacakmış gibi davranmaya başlamıştı: – sarayı tamir etmeye, tarım ve mühendislik kitapları sipariş etmeye başladı. Belki de Faustcu itkilerini geliştirmişti –kendi yeteneklerini bir şeylere bağışlama arzuları burada somuttur. Eylem gerçekten de ufuktaydı- fakat mühendislik ve tarım değildi.

1914’un Haziran’ında üç arkadaş Köstence kıyılarında deniz yolculuğu yaptılar ki burası Rus Çarı’nın devlet gezisini gözledikleri yerlerdi. Hiç etkilenmediler. Ne de geri kalan dünya etkilendi bu geziyle. Bir kaç gün sonra Sarayevo’da Avusturya Arşidükü Ferdinand öldürüldü. Bu balkanlar etrafında örülen nefret ve entrikaların tüm ağlarının –ve de tüm dünyanın- ateşe verilmesi anlamına gelmekteydi. 29 Temmuz’da I. Dünya Savaşı başladı.

Üç arkadaş ordu saflarından yer alacaklarına dair herhangi bir tavır içerisinde bulunmadı. Anlaşılan hiç kimse de onlara sormamıştı. Mavrocordato’nun savaşa dair Nietszcheci analizleri sonradan (1918’de) yayınlandı. Yaşamın kendisine karşı can çekişmekte olan güçlerin bir komplosu, anlamsız bir kırım ve dünya devriminin bastırılması (ki en sonunda Rusya’da patlamıştı) anlamında bir komplo olarak bu savaşı tahlil etmekteydi bu yazılar. Bununla birlikte 1914’te savaş son bir afetten kaçınmış olmaya uygun olarak görülmemekteydi. – ki 1917’ye benzemekteydi. Kısacası, arkadaşlar Kuman Bölgesi’nde uzanıp beklemeye karar verdiler (ki bu zamanın ay sonuna kadar ya da biraz daha fazlası olacağı sanılmaktaydı).

Bununla birlikte 1915’ten itibaren savaşın başlatılmış olduğu açıklık kazanmıştı. Arkadaşlar halen bu cenaze ateşine [pyre*-çn-] kendilerini fırlatmak için herhangi bir istek göstermemekteydiler. – yoksa onlar “iyi Avrupalılar” değil miydiler?- ve dış dünyada olup biten her şeyin onlar tarafından toptan reddedilmiş olduğunun bir işareti olarak onlar, antikalar ve lokal dillerin öğrenimi için bir toplum kurmuşlar ve onun adına bunu sürekli hale getirmişlerdi. Örgüt İskitliler kulübü olarak biliniyor ve düzenli çıkmayan “gazete”lerinin adı ise “Akşam Yıldızı”idi (The Evening Star -ing.-)

Kuman Bölgesi’nde Kış; İskitliler Kulübü

İskitliler kulübü çalışmalarında bayağı ciddi idi. Ve “Akşam Yıldızı”nın ilk sayıları Antonescu ve Schlamminger’in araştırmalarıyla -ve elbette Nietzsche’nin- doluydu. Fakat kulüp – ki eski sarayda düzenli toplantılar yapılıyordu- toplumsal bir role sahip olmak anlamında, arada sırada yemek ve içkinin mükemmel olduğu (gourmet) akşam yemekleri, ikindi yemekleri ve arazi gezmeleri yapmaktaydı. Kısa bir süre sonra toplumun yüksek entelektüel tarz, yer ve zamanını dikkate alan, şaşırtıcı miktarda üyeye sahip oldu. “Akşam Yıldızı”nın sevinçle böbürlendiği gibi Ovid dahi bu durumu kıskanabilirdi.

Ne kadar çok ve sıklıkla istemişti Tomis’te –ya da berbat Yunanistan’da bile ve burada tüm örgütlenme aklın zevklerine adanmıştı- ve masada! Kasvetli sürgünlüğünde Latince söylenen bir söz işitmek. Ovid’in orada bulunduğu zamanlarda hiç bir yerel şarap yoktu.

Romanyalı birkaç resmi görevli ve yüksek sosyetedeki kimseler hariç, kulüp eski Kuman Bölgesi geleneğinin karışık etnik değerlerinden bayağı memnundu. İlk ve belki de en önemli şahıs Bektaşi tarikatının mahalli lideri olan Şeyh Mehmet Efendi idi. Şeyh Mehmet Efendi çarşıda küçük bir antikacı dükkânının sahibiydi. Tahsilli olmamasına rağmen kulübün hepsini toplayıp bir araya getirir, mahallin tarih ve sanatı hakkında hepsinden daha fazla bilgiye sahipti. Nazik ve hoşgörülü bir kişiliğe sahipti. -Diğer taraftan onun Türkiye’de ve özellikle Bektaşiler arasında güçlü olan Free Masonlarla ilişkisi olduğuna ve mason olduğuna dair bazı deliller vardır. Şeyh, kökeni belli olmayan antikaların –bazıları tamamen “sıcak” olan- ticaretini yapıyordu. Onun bu yaptığı bilinen kaçakçılık gibi bir şey değildi ve Kulüp onu veznedar (kasa-çn-) olarak atamıştı. Şeyhin İstanbul ile tuhaf politik ilişkileri vardı. (Bab-i Ali’nin ya da Genç-Türklerin (ya da her ikisinin ) ajanı olduğu net değildir. Onun bir çeşit ajan olduğundan zaten hiç kimse şüphelenmemişti. Türk sufizminin mevzuları üzerine oldukça aydınlatıcı ve bilgili olduğu kadar, beyninin bir bölümü bilinmeyen olağanüstü antik objelere dair anılarla doluydu ve İskit’a dair bilgilere [gelenek, görenek vs.] de sahipti. Mavrocordato’nun yazdığı gibi, o olmasaydı kulübün varlığı mümkün olmazdı.

Bir diğer egzotik üye Kuman Bölgesi’nin Kumanları ve Peçeneklerin soyağacından gelen İlhan Kuthen Corvinu idi. Görünüşe bakılırsa basit bir köylü olan Han’ın Kulübü onaylaması büyük zorluklarla mümkün olmuştur -zaten sonrasında halk şarkıları ve hikâye geceleri etkisiyle üyelikler Antonesku’ya (ki Raporu yazan odur) halis bir ekstazi etkisi vermiştir. Yaşlı Han’a kızı Anna eşlik etmekteydi – ki kızı arkaik Kuman lehçesini Romanyacaya tercüme etmekteydi. Anna’nın babasını ikna etmek için tüm olayları ayarlayabilir durumda olsa da, muhtemelen bu münasebetle de Mavrocordato, Anna’ya aşık olmuştu. Kumanların çirkinliklerine dair ünlerine rağmen, Anna’nın çarpıcı bir güzelliği olduğu söyleniyordu. Ve o akşam Anna kilolarca barbar kültürüne ait aile mücevherleri ve güzel folklorik kıyafetlerini giymişti. Herkes çok cazibeliydi ve bir kere daha baba ve kızın kulübe katılması için ısrar edildi. Mavrocordato daha da yakışıklı görünüyordu.

(İtiraf etmeliyim ki onun Anna’ya aşık olduğuna dair şüphemin tümünü Mavrocordato’ya veriyorum. Ve tipik bir kendini silme (yok etme) olarak yazılarının hiçbirinde buna dair hiçbir şeyden bahsetmez. Kanıt onun daha sonra Anna ile evlenmesidir. Evlilik, ileride göreceğimiz gibi politik hedefler için müthiş bir iyi zamanlamayla yapılmıştı. Fakat Georghiu’ya dair benim kanaatim onun hiç bir zaman basit çıkarlar için evlenmeyi tercih etmeyeceğidir. O yalancı bir romantik olmaya yatkın bir karakter değildir.)

İtalyan Stirnerciler; Almanlar geliyor

Bir diğer vazgeçilmez İskitli, hoş bir isme sahip olan, Odesalı genç bir adam, Caleb Afendopoulo’idi. Karait Yahudisi olarak dünyaya gelmiş olan Afendopoulo babasının ayakkabıcı dükkânında tezgahtar olarak çalışmış ve çok miktarda kitap okumuş biriydi. Birçok dil bilmekteydi. (Rusça, Güney Rusçası, Türkçe, Çerkezce, birçok Kafkas dili, Yidişçe, İbranice, Arapça, Romanyaca, Fransızca, Yunanca ve muhtemelen bir miktar daha fazla dil daha) fakat o inancını kaybetmişti. Bundan başka, şiir konusunda yetersiz ve Kabala öğrenmekte (kaba bir şekilde Askenazi bir mevzuda) ve ailesinin ticaret yapmasını hor görmekteydi. Ve ardından Anarşist olması olayın üstüne tüy dikmişti. Ve ardından 1914’te Odesa’da Nestor Makno ile buluştuktan sonra bir Anarşist… Anarşist propaganda yaptığı için tutuklanmış ve tahliyesinden sonra babası onu mirastan tamamen mahrum edip, aklından çıkarmıştı. Kuman Bölgesi’ne Karait cemaatinden uzak akrabalarının olduğu yere vardığı anda İskit kulübünün ilk toplantısında bulundu ve Kulübün ilk sekreteri olarak seçildi. “Akşam Yıldızı”na ilk katkısı Codex Cumanicus’dan “Ancien” çağlarda kalma bazı bilmecelerin çevirisiyle oldu. Diğer lehçeleri de zaten biliyordu. Tahminen “ülke ve özgürlük”ün hakikatini yaymaya ve Kuman köylüleri arasında “ajitasyona”da başlamıştı.

Diğer bir Anarşist, İskitli bilgili (bilgin-eğitimli) biri değildi. Fakat bilinen bir denizci, Enrico Elias adlı Levantine’lı bir serseri, milliyeti bilinmeyen fakat bir aralar Milan’da yerleşik olmuş, ki burada Anarşist Denizciler Birliğine katılıp şiddet gösterilerinde bulunmuş, biri idi. Elias birçok Akdenizli göçebe ve İtalyan işçi sınıfı mensubu baş belası gibi Stirnerci bireyci bir anarşistti. Bu tip bugün hemen hemen unutulmuştur. Stirnerciler – özellikle İtalyan olanları- her ayaklanmaya katılmayı, ulaşabildikleri her an, her ne ideolojik bayrak açılmış olursa olsun bir hedef haline getirmişlerdi. Sosyalist, Marksist, Sendikalist, Anarşist– isyan olduktan sonra hiçbir şey problem değildi.21 Bu nokta o ya da bunun (kadın ya da erkeğin) kendinin ne olmadığına karşı savaşında kavrayabildiği tekliğiydi – demek ki her şey kendini inkar eder ve “neysen o ol”(Nietzsche’nin Pindar’da iktibas ettiği gibi) özgünlüğünü baskılamaktaydı. Bu varoluşçu kaygısızlık açıkçası sonradan bazı Stirnercileri faşizme götürdü -ki bunlardan biri Benito Mossulini idi. Fakat gerçek egoistler için Faşizm, Marksizmden daha da kabul edilebilir birşey değildi. Her ikisi de otoriter sistemlerdir. Hepsini de havaya uçurmalıdır.

Elias Akşam Yıldızı için hiçbir şey yazmadı ve kulüpte hiçbir odası yoktu. Ama daha sonraları komplo başladığında, Askeri komitenin başı Elias oldu. Besbelli ki Elias, Kuman Bölgesi’nde ciddi ve devrimci stratejistlerin içinde Profesyonel olanıydı. Onun olaylar üzerindeki etkisini izlemek zordur ki bunun can alıcı olduğuna inanıyorum, onsuz bir Coup d’Etat yapılabileceğinden şüphe duyarım. Var olsa bile on dakikadan fazla yaşayacağından emin değilim. O anda başlayan kısa zaman için, her nasılsa, isyana dair hiç bir fikir yoktu. Savaş çeşit çeşit mürettebatı fırlatmış, her biri belki bir şeylerden kaçmış, belki bir şeylerden saklanmıştı. Sadece şans yardımıyla birbirlerini bulmuşlardı. Ve her nasılsa yaşamdan daha fazla zevk almaya başlamışlardı. Çünkü herkes birbirinin arkadaşlığından zevk almaktaydı. Yedi çeşit ördek ve eğlenceli bağbozumları ki belki birçok şey yapmışlardı bunlarla. Şeyh Mehmet’in dükkânında Kahve- tüm akşam boyunca Nietzsche hakkında güçlü oturumlar, savaş, yaşam, aşk ve olağan birçok şeyler. –sahil boyunca şafak gezintisi- çürüyen duvar halıları ve ağır küçük victorian süslemeleriyle eski sarayın kocaman barbarca şöminesinde gürleyen ateşler -ve birde eski çağların Histria’sında lagüne karşı Arkeolojik kazı- tüm her şey onları savaşa dair düşünmekten uzak tutmakta ve yaklaşmakta olan berbat durumlara karşı onları meşgul etmekteydi. Ve sonra 1916 Ağustos’unun bir günü, berbat şeyler hemen hemen ortadaydı- gerçek yaşamın illüzyonu İskitlerin hayallerinin gerçekliğinin üstünde patladı. Almanlar geliyordu.

Çeviren: Alişan Şahin

* Hızır, Saint George ve Aya Yorgi’nin benzer bir mitik kişiliğe işaret ettiğine dair A. Yaşar Ocak’ın çalışması için “İslam-Türk İnançlarında Hızır ya da Hızır-İlyas Kültü”ne bakılabilir. [Çn)

13 Birgi (1937)

14 Macintyre (1992)

* 18.yy’da Alman edebiyatında ortaya çıkan toplumu şiddetle reddeden ana karakterin duygularındaki acıyı ifade eder bu deyim. Bir diğer anlamı ise duygusal karmaşıklıktır.

15 Hinton Thomas (1983): 50

16 Nietzsche ve Stirner arasındaki çok net olan paralellikler gerçekten halen araştırılmamıştır. Nietzsche, Stirner’i okumuştu anlaşılan ve bazı anlarda Stirner’den bahsediyor gibi görünür ve fakat asla ondan bahsetmez. Birçok Anarşist her ikisine de hayranlık duyar ve her ikisine de Proto-Faşist denmiştir. Max Stirner’in “Ego and His Own”na (Biricik ve Mülkiyeti) bakın.

17 Nietzsche “sadece yaratıcılar olarak yıkabiliriz”(Gay Science,122) der, böylece Bakunin’in ünlü cümlesi yaratma olarak yıkmasına dair bir yankı verir.

18 Hinton Thomas, S.166’ya bak.

19 Nietzsche volkizmde kendi kendine karşıttır. İlk çalışmalarında Volkisch düşüncelere karşıt gibi görünür. Daha sonraki çalışmalarında ise  “halk-ruhu” ve diğer kavramlarla dalga geçme eğilimindedir.

20 Bu keşif, Denunsianu’nun Cronicle’inin örtüsünü açmakta öncülük etmiş olan V. Orsteanu’dan dolayıdır. 1896’da Romanya Moinesti’de doğan Tzara’nın gerçek adı Samuel Rosenstock’tur.[ ve Bir Anti-sanat akımı olup sanattan politikaya birçok alanı etkileyen Dada’nın kurucularından ve en aktif elemanlarından biri olmuştur-çn-]

* Karmik: Hint ve Budist felsefede kişinin bugünkü ve gelecekteki yazgısının geçmişte gelen tarihiyle izlediği rota anlamına gelir. Burada kader anlamında kullanılmıştır demekten bir sakınca görmemekteyim ben. Ç.N.

* Cesedi yakmak için cenazelerde yakılan ateş.

21 Tarih, Materyalizm, Tekçilik, Pozitivizm ve Dünyanın tüm “izm”leri eski ve paslı aletleridir ki hiçbiri umurumda değil ve hiçbir ihtiyacım yok. İlkem yaşam, sonum ölümdür. Yaşamımı trajik olarak kucaklamak için son dereceye kadar yaşamak isterim.

Siz devrimi bekliyorsunuz? Benimkisi çok zaman önce başladı! Hazır olacağınız zaman (Tanrım, Ne sonrasız bekleyiş!) sizden uzakta olmam umurumda olmayacak. Fakat sen durduğunda, ben Hiç’in büyük ve muhteşem fethine doğru çılgınlığım ve zaferim üzerine devam edeceğim.

Kurduğunuz tüm toplumlar sınırlara sahip olacaktır. Kahraman, serseri, toplumun ele avuca sığmazlarının sınırları dışında vahşi ve bakire düşünceleri ile dolaşacak – Onlar isyanın yeni ve korkunç patlamalarını planlamaksızın yaşayamayanlar, onların arasında olmalıyım.

Ve bundan sonra, benden sonra olarak, kendi dostlarına şunları söylüyor olacak:” kendi idolleriniz ya da Tanrılarınızdan ziyade kendinize dönün. İçinizde neler saklı olduğunu bulun; onu açığa çıkarın, kendinize gösterin”

Çünkü herkes; kendi maneviyatını araştıran, bu bakımdan gizemli olarak saklanmış olanı ortaya çıkaran, güneş altında var olabilen her çeşitten toplumun bir gölge tutulmasıdır.

İdeal olanın üstündeki yöneticiler, ulaşılmazlar ve serserilerini küçümseyen aristokrasi, Hiçliğin kararlılığının fatihleri ilerlediğinde tüm toplumlar titrer.

O halde, put kırıcılar hadi ileri!

“Kötülüğü sezen gökyüzü karanlık ve sessizliğe bürünür zaten”

Renzo Novatore

Arcola, Ocak 1920

Views: 58

Exit mobile version