Nietzscheci Darbe – IV. Darbe (Alman Kültürü, Darbenin Teorisi ve Nietzscheci Anayasa)-Peter Lamborn Wilson (Hakim Bey) -4-

0
1816

IV. Coup d’Etat (Darbe)

Avrupa’nın prensleri desteğimiz olmadan kendileri de yapabiliyor olsalar da, bir şeyin üzerinde dikkatlice düşünmelidirler. Biz ahlakçı olmayanlar- fetih için müttefiklere ihtiyacı olmayan güç yalnızca biziz. Böylece biz güçlünün en güçlü olanından daha güçlüyüz. Yalan söylemeye de ihtiyacımız yok: bununla diğer güçler ne verebilir? Güçlü cazibe lehimize savaşıyor, her zaman olduğundan belki daha güçlü -gerçeğin cazibesi- “hakikat”? Kim bu kavramı hükmetti bana? Kabul etmiyorum onu; ben küçük görmekteyim bu mağrur kelimeyi: Hayır, bizim buna dahi ihtiyacımız yok.  Biz feth edip gücü ele geçirmeliyiz, hem de hakikate hiçbir ihtiyaç hissetmeden. Adımıza savaşan sözler, hayran bırakan Venüs’ün gözleri ve dahi cezbeder ve kör eder muhaliflerimizi. Aşırıya gitmenin sihridir, baştan çıkarma her şeyin en aşırı uygulaması: biz ahlakçı olmayanlar- en aşırısı biziz.”Will to Power, 396

Romanya 1916’ya kadar gerçekten savaşa girmemişti. Ve sonra ittifak devletlerinin yanında yer aldı. Rusya hemen hemen kendi evindeki kendi savaş politikasının kontrolünü kaybetmeye başlamaktaydı. Bu nedenle de ordusunun kontrolünü de kaybetmekteydi. Devrim mayalanmaktaydı ( Lenin Zürih’te idi.- Tristan Tzara da, dada hareketinin biçimini vermekten dolayı yoğundu). Romanya ordusu 19. yüzyılda zorbela kurulmuştu. -iyi süvariler olarak bilinirlerdi- İki cepheye ayrılmış ve ani bir Alman saldırısı için beklemekteydiler. Bu güçlerin büyük bir bölümü Carphationlar karşısında saldırı yapmadan evvel Transilvanya’da pozisyon almışlardı. Üçe bölünmüş Rus güçleri Dobruca’da bekleniyordu (ki oraya asla varamadılar). Bulgaristan’daki korkunç Alman generali Mackenson, Dobruca’yi işgal etmek için çok büyük bir güç toplamaya çalışıyordu – ki bunu 5 Eylül’de başardı.

Alman Kültürü? Kukla Hükümet

Kuman Bölgesi bir kere daha savaşın zahmetlerinden kurtuldu (Köstence, sahilin aşağısı çok kötü şekilde bombardıman edilmesine rağmen) fakat Alman varlığından kurtulamadı. Albay Randolf von Hartsheim’in emri altındaki bir müfreze asker, daha sonraları “Akşam Yıldızı”nda “en berbat çeşidinden Bismarkçı Prusyalılar”22 olarak anılan bu Müfreze, kasabaya doğru fırtına gibi esti, kasabayı tümüyle ele geçirdi. En azından hiç bir kimsenin vurulmamış olduğu görünüyor olsa da “Akşam Yıldızı”, kulüp ve güzel yaşamın sonu geldi; Romanyalı olmayan kısım için bu arada sahte evrak temin edilmiş olabileceğinden -muhtemelen Şeyh Mehmet tarafından- kuşkulanmaktayım. Fakat kulübün Romanyalı üyelerinin bir kısmı, resmi devlet görevlileri (mesela postane müdürü ve liman müdürü) tutuklandı ve alıkondu ve Albay Von Hartsheim kendi kişisel karargâhı olarak eski saraya kaba bir biçimde el koydu. Hospodar ve yaşlı annesinin pejmürde bir otele yerleşmesi için baskı yapıldı (St. George kilisesinin yanındaki “Imperial” oteli).

Mackenson’un güçlü ordusu şimdi (Kasım’ın ortası) Dobruca’nın dışına çekilmişti ve Bükreş’e karşı sorumlu olmuştu. Romanya’yı Falkenhayh’in kuzey ve güneyli güçleri arasında ezmek için fırsat kolluyordu –ki zaten kar fırtınalarıyla yarı-bloke edilmiş, Transilvanya dağlarının geçitlerine doğru yollarını zorlaştırmaktaydılar. Albay Von Hartsheim ve ona bağlı olan kuvvetler Kuman Bölgesi’nde kaldılar. 6 Kasım’da Merkezi hükümet Bükreş’i işgal etti ve Romanya da savaş durdu. Kral, karısı Marie ve Romanyalı yöneticiler Rusya sınırına, kuzeye kaçtılar ve Jassey’de sürgünde bir rejim kurdular. Ve bu durumu Rus devrimine kadar sürdürdüler ki bu Rus ordusunun yıkılmasının nedenidir ve en son bu olay Romanya direnişinin sonunu getirdi. 6 Aralık 1917’de ateşkes imzalandı.

Almanya şimdi yıkıcı bir anlaşma ile Romanya’ya vergi koymuş ve esas olarak bir köle devlet konumuna getirmişti. Romanyalı hain Alexandru Marghiloman’in başta olduğu işbirlikçi hükümet Antlaşma şartlarını yerine getirmek için iktidara geldi. Ardından terörün karışık bir saltanatı ve karışıklıklar devam etti. Merkez Bankası iki milyar beş yüz milyonluk kâğıt parayı (lei) işleme sokmaya zorlandı ki ekonomiyi mahveden bu idi. Bu arada Almanya göze çarpan etkinlikleri ile ülke kaynaklarını soymaya başladı (tüm işletmeler parçalandı, tüm ormanlar tahrip edildi). Açlık Almanlar ve işbirlikçileri hariç herkesi etkiledi –bu durum iyi beslenmekte olan Kuman Bölgesi’nde bile hissedildi – köylüler ve işçiler halen Rus devrimine dair hissetmiş olduklarını heveslerine teslim etmenin sınırındaydılar. 1918’in yazı ve baharından itibaren durum gerçekten berbattı.

Tüm bu anlarda Kuman Bölgesi’nde neler olup bitmekteydi? Görüşümüz net değildir çünkü bu anlara dair Akşam Yıldızı’ndan yeterli bilgiyi alamıyoruz. Olağan umutsuzluğu ve işgalin onur kırıcılığını, büyüyen açlığı, Kuman Bölgesi’nin tuhaf karışık ırklarına dair Almanların saygısızlıklarını (hor görmelerini), (Albay Von Hartsheim,  Anti-Semitistmiş gibi görünür) ve direnme arzusunun yükselen duygusunu tahmin edebiliriz.23

Gerçekten bildiğimiz her şey daha sonraları Mavrocordato’nun söylediği bir sözden türüyor (yeniden doğan Akşam Yıldızı’nda): Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün özel “siper” baskısının bir Alman askerince okunuyor olduğunu keşfetmek onu şok etmişti. O, Von Hartsheim’in kendisi de olabilir miydi? Hospodar, Nietzsche’nin ünlü beylik sözünü tekrar etmeye kadar varır: “O Nausea! Nausea! Nausea!”*

Kumansa bir paradoks olarak tüm bu dönem boyunca Merkezi hükümetin doğrudan denetimi altında olmuş, Dobruca’nın belli bölgelerindeki durumdan yararlanmış olmalıdır; Bu durum en sonunda Marghiloman hükümetinin rezil yeteneksizliklerinden halkı kurtarmıştı. Bu bölgeler stratejik olarak önemliydi –örneğin Tuna nehri’nin pek çok olan ağızlarındaki limanlar-. Kuman Bölgesi’nin neden bu kategoriye dahil edilmiş olduğunu anlamak zordur. Gerçekten, gerçek şiddetten çok ırağa kaçmıştı. Çünkü “stratejik” bir yer değildi. Askeri bir varlığa asla sahip olmamıştı. Balık hariç işe yarar hiçbir ürüne sahip bir bölge değildi. Peki, Albay Von Hartsheim neden sürekli ve sürekli olarak orada durmaktan ısrar ediyordu. Kuman Bölgesi’ndeki tüm yönetim gücünü elinden bulunduruyordu. Onun üstlerine, insan gücünün bu boşa harcanması hangi geçerli gerekçelerle değerli görünmekteydi?

Hronicul Dobruca’nın yazarı, bu sırrının açıklamasını Kuman Bölgesi’nin kaçakçılığın cenneti olarak özel bir role sahip olması olduğunu düşünür. O, Von Hartsheim’in bu yasadışı ticaretin kontrolünü ele geçirdiğini ya da en azından bunun önemine inandığını düşünür. En ilginç olan şey ise ona göre Köstence Antika Müzesinin yağma edilmesidir. Ve Petroasa’nın ünlü “Hunnish” altın stoklarının bir türlü ele geçirilmemiş olduğu çerçevesinden bahseder. Her iki hazineye Kuman Bölgesi yoluyla geçebiliyor olmalıydı. Gerçekten deliller gösterir ki bu hazinelerinin her ikisi de 1918’in Sonbahar ve Yaz’ında, herhangi bir zamanlarda, Kuman Bölgesi’ndeydi: yalnızca bu bile Von Hartsheim’in Kuman Bölgesi’nde kalma isteğindeki ısrarını açıklamaya yeter. O halde, gerçekten de, ilginç olan soru şu olmalıdır: başka kimler Kuman Bölgesi’nde hazine olduğunu biliyordu? Alman Yüksek Komutanlığı’nın sırlarından biri miydi bu? Ya da Von Hartsheim bir bakıma kendi hesabına mı çalışmaktaydı? Yaz yaklaştığında Avrupa’da Askeri haberler gitgide karamsar bir hal alıyordu. –başka bir bakış açısından-  Almanya ve Merkezi İktidar Gotterdammerung (tanrıların alacakaranlığı) için baştaydılar. Orduları Romanya’da sürülmeye başladı. Ve Von Hartsheim Müşterilerine mi, Üstlerine mi, Tedarikçilerine mi, İhanet etmeyi düşünmekteydi.

Hazine Yeniden Sahnede; Darbenin Teorisi

Tüm bunlar olmaya devam ederken İskit Kulübü’nün gerçekten etkisiz ve dağılmış olmadığını farz etmek zorundayız. Fakat komplocular grubunun bir gerçekliği olmuştu bu. Hangi noktada bu geçiş ortaya çıktı bunu söyleyemeyiz fakat 1918’in Ağustosundan itibaren plan hayata geçirilmiş olmalıydı. Albay Von Hartsheim’in maiyeti sadece süvari bölüğüne -her ne kadar bu adamlar açıkçası askeri polis ve ağır silahlarla donatılmış olsalar da- indirilmişti. Her şey darbe anına kadar karanlık kaldı. Ama birkaç yeni tahmin sunabiliriz.

İskitler yağmalanmış antikaların cahili olamazlardı. Gerçekten de bu parçaların Kuman Bölgesi’ne geri getirilmesindeki işlemler boyunca, bu sürece sonuna kadar karıştılar; Şeyh Mehmet Efendi’nin kişiliği üzerinde şüphe ile durulmaktaydı. Fakat açık olan şu dur: Kasım’ın 1’ine kadar ne İskitler, ne de Albay Von Hartsheim bu malzemelerin sahibi olamamıştı. Von Hartsheim stoklara sahip olduysa da, Kuman Bölgesi karakolunda efendilerinin umudunun düşmesinden sonra yalnız başına çıkarmış olmalıdır bunu. Romanya’nın her tarafından Almanlar linç ediliyor ve işbirlikçiler kaçacak delik arıyordu. Eğer İskitler bu altınları ele geçirmiş olsalardı darbeye ihtiyaç hissetmezlerdi ama basitçesi olayların gelişmesini bekleyebilirlerdi. – Von Hartsheim’in güçleri net olarak bilinmekteydi. Kasım’ın 1 ve 3. günleri içinde bir zamanda, Albay’ın, sonuç olarak, malzemeleri ele geçirmiş ve sıvışmaya hazırlanıyor olduğunu tahmin ediyorum. Deniz ya da kara yoluyla kaçmaya temayüllüydü ise de onun hazırlıklarını herkesin bildiği besbelli olmalıdır – ve İskitler net bir şekilde bunu biliyordu. Bu darbe için bir sinyal işaretiydi.

Politik bir tarz olarak darbe 20. Yüzyılın spesiyalitesi olacaktı ve sonuç olarak eski karakteristiğini ve kesin “ilkelerini” kazanıyordu. Mavrocordato ve onun ele avuca sığmaz entelektüel yoldaşları E. Luttwak’in Coup d’Etat: pratik bir elkitabı (Coup d’Etat: a practical Handbook (1968), sinik ve eğlendirici olarak ahlak dişi kendi-kendine yapma kılavuzu (Transilvanyali yazar) gibi kitapları okumanın avantajlarıyla mutlu olabilselerdi, darbelerini planlama ya da yürütmede daha az problemlerle karşılaşabilirlerdi. Öncelikle devirecekleri bir hükümete sahip değillerdi fakat politik bir desteğe sahip olmayan küçük bir askeri güç vardı. Maalesef onlar entelektüeldi ve uzak görüşlülüğün avantajlarına sahipte değildiler. Az kalsın yüzüne-gözüne bulaştıracaklardı. İki önemli faktör olmasaydı hareketleri kesinlikle başarısızlıkla sonuçlanacaktı. Bu faktörlerden biri, Anarşist denizci, darbenin askeri operasyonlarını yapan Enrico Elias, ikincisi ise Kumanların darbeye katılmış olmalarıydı.

Peçenek ve Kumanlar kendi ilgilerini binyıllık ilgisizliklerinden eski zamanların savaşçı itkilerinin canlanmasına doğru yükseltselerdi, şuna hiç bir şüphe yok ki Alman işgali ve kukla hükümet yönetimi altında tahammülün ötesinde acılar çekeceklerdi. Dahası, var olan köylü ayaklanmaları toprakların yeniden dağıtılması talebiyle (her nerede savaş ya da devrim kontrolün izolasyonunu bıraktıysa) Doğu Avrupa’da her yere ulaştı. Ukrayna karmaşıklık içerisinde ve Makno zaten bazı otonom bölgeleri ilan etmişti. Fakat Kumanların bir darbe düşünmek için daha başka iyi nedenleri vardı. Ağustos’ta, Georghiu III Mavrocordato, Kuman kabilesinin şefi Ilhan, Kuthen Corvinu’nun kızı Anna ile evlenmişti. Han sözde Müslüman ve Mavrocordato sözde Romanyalı bir Ortodokstu. Fakat Kumanlar asla çok dindar değildi ve Hospodar –elbette ki- Dionisosculuğa dönmüştü (dahası St. George kilisesinin rahipleriyle Mavrocordato aşırı derecede kötü durumdaydı. Mavrocordato rahipleri iğrenç örümcek kafalılar olarak görürken, rahipler onu kafir olarak görmekteydiler). Sonuç olarak evlenme töreni “eski Kuman geleneklerine” göre yapıldı. Zor anlara rağmen bir evlenme şöleni dahi yapıldı. Şeyh Mehmet Efendi gelin tarafındaydı. Georghiu, Kumanların “Royal Kral”ı ile birlik oluşturmuş olsaydı Kumanların dikkatinden kaçmazdı bu. Ve bunun gelenekselciler arasında karışıklığa neden olmaması mümkün değildi (elbette ki, antikacı İskitler arasında). Kriz anı geldiğinde, ilhan damadını dinlerdi.

4 Kasım şafağında Elias ve Mavrocordato aşağıdaki eylemlerin hayata geçirilmesini buyurdular:

1.St. George ağzındaki anayolu kesmek için yolu kapayan bir engel kurulmalı. Bu nokta, Peritesca’nin Peçenek köyünde bataklığa doğru, patika ile çatallanan yerdedir. Şans eseri olarak bu kapatılmış yola araç ve hiç bir asker yanaşmaz –tüm Almanlar’da dahil, öyle yada böyle tüm bölgede aşağı – yukarı beş otomobil vardı. Çünkü yolu kapayan engel bir kaç av tüfeği haricinde silahsızlandırılmıştı.

2.Mavrocordato’nun elinde bulunan bir kuvvet eski saraya bir saldırı gerçekleştirdi. Kahvaltıdan önce Albay Von Hartsheim’i yakalama ve tutuklamaya teşebbüs etti.

3.Alman garnizonunun istasyon olarak kullandığı, Kuman Bölgesi gölünün sahiline yakın, kasabadaki polis karakollarına Elias komutasındaki büyük bir kuvvet saldırmaya yeltendi. Bu zor saldırılarda İskitler bulabildikleri en iyi silahlara sahiptiler ve bu silahların içinde bir tanede kaçak elde edilmiş olan üç ayaklı makinalı tüfek (Alman malı) vardı.

4.Bir bot (Hospodar’in küçük yelkenlisi –Aslan ve Güvercin-) açık denizden limana girişi engellemek için yerleştirildi: Komplocuların düşmanların deniz yoluyla hareket edecek ya da ulaşacaklarını bekliyor oldukları açık değildir. Bu hiç gerçekleşmedi ve gemiciler tüm gün iskeleler arasında gidip geldiler, şüphesiz ki üşüyüp-ıslandılar da.

5.Rovelverli iki adam (biri Schlamminger, Alman filolojist) PTT’yi zayıf elemanlarından almak için gönderildi( ki burası Romanya parası Lei ile doldurulmuş Banka olarak ta kullanılıyordu). Sadece iki tane Alman güvenlik görevlisinin olduğu sanılmaktaydı.

6.Derin bataklıkların bir yerlerinde, şafakta, İlhan’ın liderliği altında Kumanlardan oluşan küçük bir müfreze Kuman Bölgesi’ni dış dünyaya, özellikle Bükreş’e bağlayan telgraf tellerini kesmişti. Aksi halde kötü sonuçlanabilecek Coup d’Etat’yı kuşkusuz bu eylem korudu.

7.Ticaret erbabı ve işçilerin genel grevi ilan edilmişti (Fakat nasıl? Her hâlükârda bu önemsiz kaldı).

Taktikler; İstiklal

Şimdi gün boyunca onların hayata geçirmiş oldukları eylemleri birebir takip edelim.

2.Mavrocordato’nun saldırı grubu yolun karşısındaki ya da St. George yolunun buluştuğu eski sarayın sürücü yolunda korumalar tarafından fark edildi. Korumalar bu komandoların üzerine ateş açtı ve onları orman/bataklıkların, caddenin öbür tarafından hareketsiz kıldı. Bu arada Von Hartsheim tüm evraklarını otomobilinin içine doldurmuştu. Kendi korumalarıyla yükledi, ana kapıya doğru arabasını sürdü ve askerlerini orada topladı (anlaşılan askerler hareket eden arabaya atlamış ve bir tanesi açılan ateşle -Mavrocordato tarafından- hızla gitmekte olan otomobilde olmuştu).Von Hartsheim sağa, kasabaya doğru yönelmişti. Von Hartsheim’in savunmaya değer bulduğu – somut bir şey olarak, tahmin etmekteyiz ki – Hazine polis karakolunda zulalanmıştı. Öyle ya da böyle komandolar eski sarayı ele geçirdiklerinde ne silahları ne de değerli bir şey bulabildiler. Güvelik için bir kaç adam bırakarak Mavrocordato ve takipçileri atlarla ya da yürüyerek Albayın arkasına düştüler.

3.İlk teşebbüste Elias ve ekibi polis karakolunu ele geçirmekte başarısız oldu. Çatışma acımasızdı ve her iki taraftan bir miktar insanın yaralanmış olduğu belliydi. Yirmi dakikalık şiddetli çatışmadan sonra Elias geri çekildi ve istasyonun karşısındaki bir binayı ele geçirdi. Oraya makinalı tüfeği kurdu ve ne zaman Almanlar saldırıya teşebbüs ederse onları karakola geri çekilmeye zorluyordu. Bir pat durumu ortaya çıkmıştı. Bir süre sonra bir otomobil caddeden aniden dondu ve polis karakoluna doğru hızlandı (fakat hatırlayın bu olay 1918’de meydana gelmekteydi). Bu Von Hartsheim’di. Makinalı tüfek ateşliyle kalbura dönmüş otomobil karakolun kapısından durmayı başardı. Ve Almanlar en küçük bir kayıp vermeden binaya girdiler. Otomobil alevler içindeyken patladı. Her iki tarafta ateş etmeye devam edip ardından beklemeye başladılar. –Elias takviye için… ya Von Hartsheim ne için? İlham için, belki.

5.Schlamminger ve yoldaşları PTT’de hiç bir Alman güvenliği ile karşılaşmadılar. Gerçek şu ki PTT henüz açılmamıştı. Kapıyı kırıp orayı ele geçirdiler. Fakat buna dahi gerek yoktu. Telgraf telleri zaten kesilmişti. İkili bankanın mahzenini zorla açıp, Romanya lei’lerini dışarı taşımaktan büyük bir zevk aldılar ki daha sonra şehirde bu paraları serbestçe dağıttılar. Muhtemelen bu paralar yakıt olarak daha çok işe yarardı.

Darbe gününün sonunda kasabanın tümü kontrol altındaydı. Eğer Albay karakolu daha da uzun elde tutmuş olsaydı, Almanlar takviye gönderebilirlerdi (Telgraf haberleşmesindeki sessizlik bir alarm olarak anlaşılabilirdi). Hakikat: Alman ordusu cephe gerisini-koruma eylemlerinden ziyade yaklaşmakta olan yenilgiyle daha fazla ilgilenmekteydi. Fakat ya Bükreş’te birileri hazinenin varlığına dair bir şeyler biliyorduysa ya da şüphelenmekteydilerse? Böyle bir sır asla saklanamazdı. Öyle ya da böyle, zafer beklenen sonuca varmış gibi akşamdan itibaren şehir kutlamalara başlanmış olmasına rağmen –darbe felaketin eşiğinde dimdik durmaktaydı.

Polis karakolundaki kuşatma tüm o akşam ve ertesi gün devam etti. Ayın yedisinde, İskitler Kuman Bölgesi’nin geçici hükümetini ve toprakların yeniden dağıtılmasına dair son derece radikal bir programı ilan ettiler. Bu olayı başlatmak için Mavrocordato tüm mal varlığını (şimdi geçici hükümetin ikamet etmiş olduğu saray hariç) Kuman Bölgesi köylülerine bağışladı. Topraklarını kiraya veren ya da işletmekte olan tüm toprak sahiplerine kamulaştırma bildirildi. Hiç kimse 50 hektardan fazla toprağa sahip olamıyor ve her kim fazla toprağa sahipse toprağına el konuyordu. Peçenekler ve Kumanlar sevinçten çılgına döndüler ve derhal Geçici Hükümetin “Ordu”suna girmek için üşüştüler. Hemen hemen 1000 kadar “barbar” polis karakolunun önünde üşüşmüş, silahsız ve hep beraber saldırmayı teklif ediyorlardı. İskitli liderler, bir gün daha beklemelerini söyledi onlara.

8 Kasım’da gel-gite döndü. Merkezi güçler teslim oldular. I. Dünya Savaşı bitmişti (bu arada Raterepublik Kasım’ın 2’sinde Kurt Eisner’ce ilan edilmişti). 9 Kasım sabahı, Mavrocordato Bükreş’ten polis karakoluna gazete gönderebiliyordu. Von Hartsheim bu şartlarda yargılanıp, yenileceğini biliyordu.

Soylu bir şekilde aşağılamanın bir jesti olarak İskitler düşmanlarını serbest bırakmaya karar verdiler. Geçici “Ordu” Kuman Bölgesi sınırına, onlara Batı’yı gösterip paketledikleri yere  kadar (Razen gölünün ötesinde Delta bataklığına kadar) Almanlara eşlik etti. Düzenli Romanya güçleri tarafından Bükreş’e giden yol üzerinde bir yerlerde tutuklandılar ve bundan sonra onlar hikayemizden kayboluyorlar.

Kendisine rağmen Darbe başarılı olmuştu. Kuman Bölgesi şimdi “bağımsız bir ülke” idi. Sonrası?

Çeviren: Alişan Şahin

22 1918’de Mavrocordato yazmış olduğu bir makalede savaş üzerine Nietzsche’den alıntılar yapar:

Alman Kültürü… gerçek bir insani üstünlüğe dayanmayan politik üstünlük, en tahripkar olanıdır. (P.N. 48)

Almanlara karşı burada tüm cephelerde ileriyim. “Muğlaklığa” dair şikâyet için hiçbir fırsatınız olmayacak. Bu su katılmadık sorumsuz ırk, […] uygarlığın tüm büyük felaketlerinin bilincindedir. [BT 197]

Hayır, insanlığı sevmiyoruz; fakat diğer taraftan “Alman” olmaya yeterince yakın değiliz ve bir bakıma bugünlerde devamlı surette kullanılmaya başlanan “Alman” kelimesi, karantinanın bir problemiymiş gibi bir diğerine karşı kendilerine barikat ve sınırlarını kurmaya liderlik eden, milliyetçiliği, ırk düşmanlığını ve kalbin ulusal uyuzluğundan zevk alabilmeye yatkın olmayı savunmaya yeterince yakın değiliz. [GS. 339]

23 Nietzsche: Ben… Anti-Semitler denilen bu en yeni spekülatörlere tahammül edemem. Bunlar ki muhtemel moral duruş numaralarının en ucuzuyla ulusun tüm aptalca elementlerini karıştırıp çabalamakta ve Hıristiyan-aryan değerleri olarak hava atmaktalar (Almanya’nın şimdiki-zamanlarda her sahtekar başarılarıyla, rezilliğiyle rahatlığı, Alman aklının ilerlemeci aptallaştırmalarına yorulmuş olabilir. Anlamsız sözlerin bu genel yayılması için akıllı politikalar, Wagner’in müziği, bira ve gazetelerin baştan sona bir perhiz kompoze etmelerinde bulunabilir. Ulusal kendini beğenmişliğimiz ve güncel fikirlerin sarsan felç etmeleri onları böyle bir perhize bir miktar hazırlamıştı zaten.) [GM. 294-5]

* “Öööğğ… İğrenç! İğrenç! İğrenç !”

Views: 26

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz