Site icon İtaatsiz

Ömer Hayyam: Bir Başka Doğu-Batı Karşılaşması – H. İbrahim Türkdoğan – 1

“Kitabımın 905. sayfasında üç Farslı dahi hakkında yaptığım

Değerlendirmeyi, özenle elde ettiğim bilgilerden sonra,

Ömer Hayyam’ın lehine kullanıyorum:

Onların arasından Hayyam’ı en asli bulduğumu söylemek isterim.”[1]

Ludwig Klages

Hayyam ve Johann Wolfgang von Goethe

Goethe, ilk kez 1819’da yayımladığı “Wes-Östlicher Divan” (Doğu-Batı Divanı) adlı eserine Joseph von Hammer-Purgstall’in “Geschichte der schönen Redekünste Persiens” adlı çalışmasını temel alır. Bu yazıda tanıtılan 200 şiirden 25 tanesi Omar Chiam imzasını taşıyor. Ancak Joachim Wohlleben, Goethe’nin Hayyam’ın şiirleriyle yakından ilgilenmediğini vurguluyor.[2] Bilinen şu ki Goehte hiçbir zaman Hayyam’ın adını anmamıştır. Hayyam’ın Almanya’da şair ve felsefeci olarak pek tanınmadığının nedeni büyük bir olasılıkla Divan’da Hayyam’ın adının geçmemiş olmasındandır. Hayyam’ın Alman edebiyatıyla bu “şanssız karşılaşmasını”dan ötürü üzüldüğünü belirten Wohlleben, geniş çaplı incelemesiyle Hayyam’ın Alman edebiyatı için değerini takdir ederken Almanların Fars şiir edebiyatına olan ilgisi açısından Hafiz, Hayyam’a gölge düşürmektedir[3], der. Çünkü Hafiz, Goethe’ye göre Fars şiir edebiyatının ve şairlerinin en büyüklerinden biridir hatta en büyüğüdür.

Diğer taraftan Goehte’nin Hayyam’a neden ilgi duymadığını aşağıda açıklamaya çalışacağım gibi tahmin etmek mümkün, eğer Goethe Hayyam’ın şiirlerini gerçekten okuduysa. Ama neticede bu konuda kesin bir kanıt yok. Diğer taraftan şu soruyu sorabiliriz: Goethe, Hayyam’ın tüm rubailerini yakından inceleseydi, acaba Ludwig Klages gibi Hafiz hakkında fikir değiştirip Hayyam’ı “en asli deha” olarak görür müydü? Bu noktada başka sorular da akla gelebilir: Acaba Nietzsche, Hayyam’ı tanıyor muydu, tanısaydı, değerlendirmesi ne olurdu? Schopenhauer’in eserlerinde de Hayyam’ın adına rastlanmamaktadır, oysa Hafiz’i okuma şansına sahip olmuştu. Goethe gibi bir otoritenin etkisi buradan da anlaşılacağı gibi, Alman düşünür ve edebiyatçıların büyük çoğunluğu Hayyam’ın adını hiç duymamışlardı oysa Hafiz herkesin ağzındaydı.

Hayyam’ı bu yazımda çeşitli Batılı düşünür ve edebiyatçılarla karşılaştırırken, Goethe’nin Divan’ınıyla başlamak yerinde olacaktır; o, incelememiz boyunca bize eşlik edecektir.

Schiller’in 1805’te ölmesiyle edebi eserlerinin tamamlanmış olduğunu düşünen Goethe, 1814’lerde ilk kez yaratıcı gücünün yeniden doğduğunu keşfeder ve bu kez İnsanlığın ilk vatanı diye adlandırdığı Doğu’ya tüm ruhuyla yönelmeye başlar. İşte bu dönemde oluşan Divan Goehte’nin son büyük şiir kitabıdır. Son verziyonu 1827’de yayımlanmıştır.

Hafizin şiirleri Goethe’de öylesine derin bir hararet ve ihtiras uyandırır ki Hafiz, Divan’ın protagonisti olur. Hafiz ve Goethe iki ayrı yerden uzanan ama aynı denize akan iki nehir gibi şiirde tek vücut olurlar. Hafiz’in ikiz kardeşi olduğunu şiirlerinde dile getiren Goethe, Hafiz’de nihayet teselli bulur ve Batı insanına eleştirel bakmayı da esirgemez. Hafiz, Goethe için Fars şiir edebiyatının asıl şairidir. Goethe’ye göre Fars dilinin liriği Hafiz’le doruk noktasına ulaşır. Peki ama Goethe’nin Hayyam’a ilgisizliği nedir ya da ne olabilir?

Bence asıl neden Hafiz’in şiir üslubu ve içeriğinden kaynaklanıyor. Hayyam’ın ardılı Hafiz, Hayyam’dan çok şey devralmasına karşın, tinsel ve ruhsal gücünü daha çok gazellerde resimledi. Hayyam’sa ne gazelde, ne de arabeskte, sadece rubayatta kendini ifade etmeye çalıştı: Rubailerinde Varlık ve Hiçlik felsefesini işledi. Goethe, gazellere özel bir ilgi ve haz duymaktaydı, bu okuyucunun gözünden kaçmaz. Gazel esas itibariyle aşkı içerir. Rubayi ise tam anlamıyla kesin düşünce liriğidir. Buna bağlı olarak Hayyam’da bir taraftan bireysel bir tarzda dünyevi haz, başkaldırı, isyan ve irade özerkliği diğer taraftan da melankoli, teslimiyetçilik, ümitsizlik, karamsarlık ve “kadercilik” iç içe geçerler. Daha sonra göreceğimiz gibi Hayyam, bu konularda temel duruşunu zahir eder ve felsefi içtepisini onların ışığında dile getirerek düşünce ve duygularını birbirleriyle kaynaştırır. Hayyam’ın düşünce dünyasına sadece bir göz atmak ve yönelim kazanmak için bu konuları birbirinden ayırmak ve hatta gerekirse onları kategorileştirmek birçok Batılı için neredeyse imkânsız gibi görünüyor.

Ancak bir otorite Hayyam’a hak ettiği yeri verebilirdi, Goethe işte, Wohlleben’inde belirttiği gibi bir otoritedir.

Kendini unutmuşluğa veren Hayyam’ın tersine Goethe asla teslim olmadı. Hayyam, Tanrı’yı arama yolculuğunda ikilemler yaşar ve Tanrının varlığını sorgular hatta Tanrıyı tahkir eder.

Tanrıyla yergisel melankolik sohbetlerinde hem tanrıtanımazdır hem tanrısaldır, bazen bir komedyen gibi davranır ve poetik nüktesinin karakteriyse iğneleyicidir, öyle ki düşünülebilen her şeyi imha eder. Ciddiyet ve nükte Hayyam’ın rubailerinde mizahın elementleridir. Bu, Hayyam’ın her şeyi geçici ve anlamsız olarak gördüğü felsefi duruşundan kaynaklanır, yine bu felsefi duruştur ki Hayyam’ı doyasıya güldürür. Dolayısıyla Hayyam, rasyonalizmin zincirlerini bir bir kıran özgür düşünceli bir asidir. Hakikat ve sevgi Hayyam için inanç meselesi değildir. Dini ve rasyonel dogmatizmin kurulu düzenlerine tahammül edemez. Aşktan sarhoş Hayyam, sözde güvenlikle alay eder.

Goethe’yse sevgi ve insanlık faktörlerine değer biçer ve onlara güvenle sarılır, tutunur. Goethe, eleştirir, kendini muhafaza eder, Hayyam, ortalığı karıştırır, saldırır, geri durmaz ve meclisbozandır. Her tür otoriteye düşmanca bakar, bilim camiası ve terakki zevkle alay ettiği kurumlardır. Hayyam’a göre her şey fanidir ve hiçbir şeyin sahici bir anlamı yoktur. Goethe iyileştirmek ve ilerletmek ister, Hayyam hayal kırıklığı ve ümitsizlik içinde unutmuşluğu seçer ve Goethe’nin tersine insanların mutluluğuna ya da gelecekte bir gün mutluluk içinde yaşayacaklarına inanmaz. Neticede Goethe hakikate inanır, Hayyam’sa şüpheci ve bilinemezcidir.

Tüm bunlara karşın, iki şairi yakınlaştıran gözümüzden kaçmayan benzerlikler var. Goethe’de Hayyam’sı çeşitli şiirler bulmak mümkün. Vanitas! Vanitatum Vanitas! adlı şiirinde Goethe, meselesini Hiç’e bırakır. (Bu tümce daha sonra Stirner’in felsefesini temellendirecekti). Şiirin edebi üslubunu bir an göz ardı edersek ve içeriğine dikkat çekersek, Hayyam’a kesin paraleller gözükmektedir. Kısaca özetlersek: Bir dönemin insan dostu Goethe, sevgiyle insan dünyasına katılır, her şeye girer çıkar, her şeyi dener, acıyı, mutluluğu, sevgiyi, aşkı, parayı ve daha nicelerini, birçok yolları yürür ve engelleri aşar, ta ki her şey onun gözünde anlamsızlaşana dek, işte o noktada Goethe, meselesini Hiç’e bırakır. Tek tümceyle: Herşey oldum ama hiçbir şeyin değeri yoktur, her şey boştur. Tam da Hayyam’ı ifade ediyor bu tümceler.

Şiirde Goethe’nin hayal kırıklıkları yaşadığını ve geçicilik, fanilik duygusunu tattığını görüyoruz: Hayyam’da esas duruş ve esas kanaat olan bu durum Goethe’de yüzeysel bir durum olarak yansıyor. Ciddi bir kanaatten daha çok “duyguların geçici zedelenmişliği” gibi gözüküyor ki, bu zedelenme iyileşecektir, iyileşmesi gerekmektedir. Ancak bu yüzeysellik Goethe’nin Tatlı Ksenia’larında daha bir kesinlik kazanır. Ama buna karşın, Wohlleben’in tersine, ben Hayyam’a paraleller görmekteyim. En azından birkaç Ksenia’larında şair dünya düzenini şikâyet eder; Hıristiyan ve rasyonel dogmatizm Goethe’nin eleştiri konusu olur. Ama ne var ki kabarmış mutsuzluğu engellenemeyecek noktaya gelince Xenion oluşabiliyor. Bu nedenle yüzeysel kalmaktadır; dolayısıyla Tatlı Ksenia’lar kurgusal olmamakla birlikte, geçici bir düşünce ve duygu zedelenmesinden kaynaklanmaktadır. Sonuçta Goethe’nin duruşu savunmadır, Hayyam’ınsa tam bir taarruz. Öyle ki, dini ve felsefi dogmatizmin tümüne yönelen bir saldırı. Bu da, daha sonra göreceğimiz gibi, düşünmenin mantığın esiri olmaktan kurtarılmasıyla sonuçlanmaktadır.


[1] Ludwig Klages, Der Geist als Widersacher der Seele, Bouvier Verlag Herbert Grundmann, Bonn, s. XI. Adı geçen kitapta, sayfa 905’te şu tümce yer alıyor: “Hafiz’in yanısıra Ömer Hayyam ve Celalettin Rumi de birer ermiş dahidirler.”

[2] Joachim Wohlleben, Die Rubajat des Omar Chajjam und die deutsche Literatur. Eine glücklose Begegnung, Li­teratur­wissenschaftliches Jahrbuch, Duncker u. Humblot, Berlin 1973, s. 65.

[3]  Wohlleben, a.g.e. s. 65-66

Views: 183

Exit mobile version