Osmanlı’nın Son Dönem Bektaşilerine Dair: Erenler Konuşuyor – Rahmi Yağız

0
4059

“Yedi asır birçok müşküllerle karşılaşmasına rağmen; yaşayan Bektaşilik, daima içine giren şeyler için bir sır olarak kalmıştır. Herkes başka türlü söylemiş, fakat iç yüzünü doğru olarak kimse bilememiştir. Bugün bu tarikatın mahiyeti tamamı ile öğrenilmiştir. Rahmi Yağız, bizzat Bektaşi dedeleri ile konuşarak bu enteresan yazıyı hazırlamıştır. Üç hafta sürecek* seride Bektaşiliğin iç yüzünü bütün çıplaklığıyla bulacaksınız.”

Tam yedi asırlık bir mazisi olan Bektaşiliğin iç yüzünü bütün tafsilâtı ile bilmeye imkân yoktu. Bunu ancak Bektaşi olan bilir. Tabiî Bektaşiler de başlarını verir, sırlarını vermezlerdi.

Bugün, artık bu sırlar kalmamıştır. Çünkü Bektaşilik, tarih olmuş bir tarikattır. Yalnız böyle iken bile, bu tarikatın iç yüzü gizli kalmış, mensupları“sır”rı yine saklamışlardır.

“Hilmi Dede bektaşi ayinlerindeki kıyafetiyle”

Ben bu sırların hepsini en salahiyetli ağızlardan, Bektaşi babalarından dinledim. Onun içindir ki, vereceğim malûmat, Bektaşiliğin ta kendisidir.

***

Bektaşi olmayı isteyen talip, (kadın veya erkek), evvelâ iki tanıdığı Bektaşi tarafından bir tekkenin babasına takdim edilir. Bir sene müddetle bu talip, ayinlerin ikinci kısmı olan (muhabbet)lere, yani içkili kısmına devam eder, bu müddet zarfında kendisine (âşık) adı verilir.

“Meşhur bektaşi Ahmet Dedenin halefi, bektaşi remzini taşıyan çantası ve bektaşi kıyafeti ile.”

Bir yıl sonra babanın tensip ettiği bir gece merasimiyle Bektaşiliğe kabul olunur. Bu merasime (ikrar verme) veya (nasip alma) merasimi denilir. Bunun için talip, bir koyun, okkalarla pirinç, şeker, irmik, yağ, mum, rakı kahve ve ekmek alır. Bunları merasimden bir gün evvel tekkeye gönderir. Ayrıca kendisine meydanda yol gösterecek olan ve (Rehber) denilen dervişe de para vererek (Tiğ-i bend) denilen pamuk ipliğinden örülme iki kulaçlık bir kaytan hazırlatır, bir iki faraş ve süpürge de mubayaa eder.

Merasim günü, güneş battıktan sonra rehberi talibi alır, merasim meydanına bitişik kapı arasında soyar, beyaz bir ihrama bürür… Tiğ-i bend denilen el örgüsü pamuk kuşağı, bir ilmiği boynundan geçmek, kollarından dolaşmak ve belinden sarmak suretiyle bağlar, abdest aldırır. Sonra ipi ucundan tutarak yedekte götürür gibi meydana sokar.

Tekkenin babası (Mürşid) üzerinde on iki mum bulunan üç basamaklı (Tahtı Muhammedi)nin sağındaki posttadır. Sırasıyla meydanın iki yanına dizili duran on postta tekke erkânı oturur. Tekkenin evvelki dervişleri de bu postların gerisinde diz üstü otururlar… Babanın emriyle rehber, Tiğ-ibend’in ucundan tuttuğu talibi içeri sokar. Evvelâ kapının önünde (eşik)e secde ettirir. Bektaşiler bu secdelere (niyaz) ismini verirler. Buradan kalkar. Üç adım sonra yerde secde eder. Ve bu secdelerde, yanındaki rehberin talimde şunları söyler:

—Selamünaleyküm tarikat erenleri.

Üç adım sonra ikinci secdede;

—Selamünaleyküm hakikat erenleri.

Bazı da:

—Selamünaleyküm marifet erenleri.

Dördüncüde:

—Selamünaleyküm şeriat erenleri…

Meydanın tam ortasında talip ile rehber yanyana dururlar, rehber yüksek sesle ortaya seslenir :

—Erenler yoluna girmek, on iki imam katarına katılmak isteyen başı açık, yalınayak yüz üstü sürünen ve ikrar vermek İsteyen filân isimli bir koç kurbanımız var. Ne buyurulur erenlerim?

Bütün meydandakiler bir ağızdan:

—Allah eyvallah.

Cümlesini tekrarlarlar. Bundan sonra talip, rehberiyle birlikte şunu okur:

HamduLillah kim ben oldum

Bende-i has-ı hüda

Can-ü dilden aşkile hem çaker-i

Al-i aba

Rah-ı zulmetten çıkıp doğru

yola bastım kadem.

Hab-ı gafletten uyandım can

gözüm kıldım küşa.

On iki imam bendesiyim ben gü-

ruh-utaciden

Yetmiş iki fırkadan oldum beri

dahi cüda

Mezhebim hak Ca’feridir gayri-

ler batıl dürür

Pirim üstadım Hacı Bektaşi

Kutb-u Evliya

Hak deyüp bel bağladım ikrar

verip erenlere

Mürşidim oldu Muhammed reh-

berimdir Murtaza

Bu kıraat bitince babaya niyaz eden talip, tekbirli külahı başına giyer, baba, Gülbank denilen ve Türkçe temennilerden ibaret bulunan cümleleri sıralar. Bundan sonra rehber, talibi teker, teker her postun önüne götürür, postlara ve oturanlara secde ettirir. Umumî bir Gülbank ve iki rekât namazdan sonra merasimin birinci kısmı bitmiş, talip Bektaşiler arasına katılmıştır.

Namazdan sonra baba el çırpar, emir verir:

— Muhabbeti açalım. Gönüllerimiz açılsın.

Bu emir üzerine meydana yer sofraları gelir. Talip, mürşidin yanındaki sofraya oturur. Sakibinlikleri getirir, ilk kadehi doldurur, babanın önüne koyar, kendisi bir kenara çekilir, baba şöyle bir Gülbank çeker:

Bismillah, Allah Allah, vakitler hayrola, hayırlar fethola, şerler def ola, müminler pervane ola, münkirler mat, yezidler berbat ola. Allah Allah demler daim, cemler kaim, ibadetler sahih ve salim ola. Gönüller şad, meydanlar âbâd, meclisler küşad ola. Dostlar mesrur, düşmanlar makhur, sırlar mestur ola… Allah, Allah akvalimiz sadık, ef’alimizsalih, namazlarımız, niyazlarımız, hizmetlerimiz, erkânlarımız makbul ola dem pir, keremi evliya gerçek erenler demine, evliya keremine hu diyelim hu…

Baba bunları söylerken meydanda bulunanlar iki ellerini sofraların etrafına koyup başlarını da üzerine yatırarak mütemadiyen:

— Hu. Hu…

Sözlerini tekrarlarlar.

Ondan sonra ilk kadehi baba çeker, saki ayni kadehi dolaştırarak rütbe ve kıdem sırasıyla herkese sunar, bu kadehleri üç defa tekrarlar. Dördüncüde doldurup babanın önüne bırakarak yerine oturur.

Üç kadehten sonra artık meze yemek, şarkı söylemek, saz çalmak zamanı gelmiştir. Genç ve güzel sazendelerin çaldığı sazlarla meclis coşar, Bektaşi tefleri çalar, şarkılar söylenir, oyunlar oynanır. Bu hal, meclisin vaziyetine, oturanların alkole tahammül kudretine göre sabaha kadar hatta iki gün de sürer…        .

İşte, talibin Bektaşi oluşu bu merasimle tamamlanır. Ve ayinde bulunanlar, onun ikrar şahitleridir.

Bektaşilerin hususî kadeh tutuşları ve bazı alâmetleri vardır, rakı kadehi avuçtan avuca ve başparmakla birbirine dokundurularak alınır… Soğan ve sarımsak soyulurken mutlaka sap tarafından kesilir. Çünkü Bektaşiler (baş) kesmezler…

İki Bektaşi birbirlerine rastladıkları zaman hususî işaretlerle birbirlerini tanırlar. Ve derhal birbirlerine yardım ederler.

Bu işaretlerin en barizi ve en taammüm etmişi sağ eli göğse bastırmak ve başı biraz eğmek yani, reveranstır.

Bu ayinden başka Bektaşilerce doğumda, ölümde, ölümün kırkıncı günü mevlit yerine geçen umumi Ayini Cemlerden gayri bazı merasimler daha vardır. O ayinler ve merasimler ancak (derviş) olanlar için yapılır. Bunlar da: Babalık ayini, mücerretlik ayini, hilâfet ayini ve nihayet dedelik merasimleridir.

Bektaşi dervişleri muayyen bir hizmet müddetini tamamlayınca baba olmak isterler. Babalar, Kırşehir’deki Hacı Bektaş dergâhında dünya yüzünde evlenmeme sözü vererek bir ayinimüteakip sağ kulaklarını deldirir ve buraya koca bir halka taktırırlar (1). Bu ayine mücerretlik ayini denir. Çok zordur. Çünkü içi kırk koyun alan Karakazan adlı bir kazanı (2) kaynatmak ve masrafını bizzat ödemek mecburiyeti vardır.

Bir baba, dede babanın vefatında yerine geçeceği zaman umumî intihaptan sonra bir ayinle dedelik makamına oturur. İşte Bektaşi ayinleri bunlardan ibarettir.

Şimdi, biraz da bu tarikatın tarihinden kısaca bahsedelim: Yedi asırlık uzun bir mazisi bulunan Bektaşilik, memleketimizde inkılâba kadar mevzuunu muhafaza edebilmiş tasavvuf tariklerinden en serbesti ve en müsamahalısıdır.

Kuruluşundaki mitolojiden itibaren bu tarikat, (dün) ün mutaassıp, şeriat telâkkilerine karşı bünyesinde içkiye ve güzelliğe, ayinlerde çalgıya yer verdiği için birçok zamanlar “küfür” ile anılmış, aleyhinde türlü isnatlar yapılmıştır.

Bektaşilik nedir? Bektaşiler nasıl insanlardır? Gizlemek mecburiyetinde kaldıkları esrarlı ayinleri nedir? Bektaşiliğin dört mezhepteki mevkii ve mevzuu nelerdir?

Bu bir sürü meçhulü ve istifhamı bir hamlede çözebilmenin imkânsızlığı, Bektaşiliğin sır çerçevesindeki varlığını tam yedi asır sürdürmüş, zaman, zaman Bektaşilere karşı hareketler yapılmış, tekkeler kapatılmış, babalar sürülmüş, müritler ve dervişler, işkencelere ve cezalara tâbi tutulmuştur.

Hakikatte on iki tasavvuf yolunun birisi olan Bektaşiliğin velâyetnamedeki kuruluş efsanesi bir tarafa bırakılarak ihdasındaki öz sebep hiç de sanıldığı gibi değildir.

(1)Kulağa takılan bu halkaların yüz dirhem gelenleri vardır. İsmine mengüş denir.

(2)Karakazan şimdi Ankara’da müzededir.

Hazreti Peygamberin vefatından sonra, dört halife zamanında genişlemeğe başlayan İslâm fütuhatı, Arap yarımadasından taşarak Suriye’yi aşmış, Irak üzerindenİran’a, küçük Asya üzerinden de Bizans kapılarına kadar gelip dayanmıştı.

Muhammed Peygamberin İnsanî gayelerle düsturlaştırdığı hadislerin cazip metinlerini, Arap istilâ hırsına âlet ittihaz eden Emevi’ye hükümdarları kan ve ırk başkalıklarını boyunduruğa vuruyor, Arap ordularının kudreti karşısında sinmek mecburiyetinde kalıyorlardı. Emevî hükümdarları, bu mecburiyet karşısında asıllarını muhafaza etmek gayesini güden İran, Türk ve Hint milletlerinin silâh gücüne karşı da içten, sinsi fakat kudretli bir mücadele yolu aradıkları görülür.

İşte bu arayış neticesindedir ki, Arap emperyalizmine karşı mücadele için o zamanın tek bilgisi halinde her tarafta zorla tatbik edilmek istenilen ayinler ve hadislerin tefsirleri işi meydana çıkmış, bu suretle tasavvuf yolu ve tarikatlar meydana gelmiştir.

Kur’anı esas tutan fakat tefsirlere tâbi bulundurarak Arap istilâ ve tahakkümüne karşı “Hak yolundan” bir müdafaa siperi gibi tasavvufu kalkan olarak kullanan on üçüncü asrın şark mücadelecileri, başlarında ilk zaviyeyi kuran Kufeli Ebu Haşime ile Hallac-ı Mansuru bulmuşlardır.

Tasavvufun ilk merhalesinde, Kur’an’dakiayetlerintefsiri ile Allah ile insan arasındaki münasebetleri tahlil ederek İşi; (insan ve Allah), (Uluhiyet = insan yüzündeki mana) gibi tefsirlere kadar vardırış, Arap tahakküm ve istilâsına karşı ilk darbeyi indirmiş, bu münasebetle tasavvuf meslekleri, muhtelif tarikat çerçevelerinde genişleyerek kısa zamanda büyük bir gelişme göstermiştir.

Bektaşiliğin vazıı olan Hacı Bektaşi Veli, aslen Horasanlı bir Türk prensidir.

Memleketinde Arap tahakkümünün acısını yakından gören, Arap kültürünün kendi öz dilini imhaya doğru gittiğini acı bir kestirişle idrak eden Hacı Bektaş Veli, hocası Yesev’li Ahmet’ten ders alırken bilhassa bu noktanın üzerinde durmuş, babasının ister, istemez Arap tahakkümüne boyun eğişine esef etmişti. O zaman henüz mezhep anarşileriyle, din ihtilâflarıyla birbirinden ayrı birçok beyliklerin barındığı küçük Asya’da ilâhi otoriteye dayanan ve Araplara karşı cephe alan bir teşekkül meydana getirmeyi kararlaştırmıştır. (Velâyetnamei hünkâr Hacı Bektaşi Veli:Mısır yazması 201).

İşte bu maksatla ortaya atılan Hacı Bektaş Veli on üçüncü asrın ilk yarısında Horasandan ayrılarak Anadolu’ya gelmiş, keskin zekâsı, nafiz görüşü, olgun bilgisi ile burada kendisini iyi karşılatmaya muvaffak olmuştur.

Hacı Bektaşi Veli’nin Anadolu’ya gelişi hakkında velâyetnamedekî efsane şudur:

Horasan’dan kalkıp orta Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş Veli, ilk olarak hükümet merkezleri Ankara şehrinde bulunan Ahilerin topraklarına girmek istemiş. Böyle bir adamın gelişine müsaade verilmediğini görünce güvercin kıyafetine girmiş, Ahi hudutlarında nöbet bekleyencengâverler, dikkatlerini arttırarak evvelce geleceği haber alınan hu adamı içeri bırakmamak için bekliye dursunlar, Hacı Bektaş güvercin kıyafetinde hudutları gökten aşmış ve Ankara civarında, ilk olarak şimdiki “Karaşar” nahiyesine inmiştir.

Velâyetnamenin kaydettiği bu efsane Hacı Bektaş Veli’nin güvercin kılığına girmesini teyit edecek yerde bu ortaçağ Türk şövalyesinin ne büyük, bir azimle gayesine varmak için çalıştığını belirten bir hâdisedir. Çünkü Ahi devletinin yasağına rağmen altın harcamak, adam itma etmek suretiyle bu hudutlardan geçmeye muvaffak oluşunu apaçık meydana koymaktadır.

İşte yine bu efsane dolayısıyladır ki Bektaşiler güvercine kutsiyet izafe ederler. Etini yemezler, tekkelerde birer güvercinlik bulundururlardı.

Anadolu toprağına ayak bastıktan sonra Hacı Bektaş Veli’nin seçtiği ve yerleştiği mahal, şimdi Kırşehir kazasının hudutları dâhilinde bulunan ve Hacı Bektaş nahiyesi ismi verilen “Suluca Karahöyük” köyüdür.

Hacı Bektaşi Veli burada yerleştikten sonra Bektaşîliğin intişarı için çalışmalara başlamıştır.

***

Bektaşiliğin iç yüzünü bütün teferruatıyla veren bu yazımız, şimdiye kadar bilinmeyen hadiseleri ortaya koyuyor. Tanzimat’tan sonra Bektaşiler arasında vukua gelen kavgalar, münakaşalar ve ayinlerin mahiyetini merakla okuyacaksınız.

Tanzimat inkılâbında tarikatlar arasından çıkarılan Bektaşilik, her tarafa kol salmış olduğundan tamamen yok edilmemiş, bir kaç yıl gizli ayinlerle faaliyet göstermişti. 1255 yılında, ikinci Mahmud’un ölümü ve Abdülmecid’in tahta çıkışını müteakip biraz canlandı.

Bunun başlıca sebebi, Valide Bezmi Âlem Sultanın saray imamı Mahmut efendiden Bektaşiler lehine gördüğü teşviktir.

Bezmi Âlem Valide Sultan, ilk olarak Ravzat-ül-Ahbab kitabınsonra da Fuzuli’nin Hadika-tüsSüada isimli Kerbelâ vakasını anlatan eserini bastırtmıştı.

Sultan Mecid’in üzerinde büyük tesiri olan Valide Sultanın arzusu ile 1257 de Bektaşi tekkelerinin birer Sadi şeyhi nezaretinde ihyasına müsaade olundu. Bu arada Kırşehir’de, Hacı BektaştakiPîr evinin eskisi gibi otoritesi iade ve o zaman dede olan Vidinli Seyit Mahmut dedenin tarikat ahkâmını icrasına müsaade edildi. Fakat, aradaki kısa kapanış müddetinde Bektaşilik o kadar kötülenmiş, aleyhte o kadar tezvirler ortaya atılmıştı ki, tarikat mensupları Bektaşiliklerini gizlemeğe mecbur oldular. Bu sırada Konya’daki Çelebi ile Dede Baba arasında bir ihtilâf çıktı.

“Merdivenköyü’ndeki tekkesinde büyük ayinler tertip ederek servet yapan son Bektaşi dedelerinden Mehmet Ali Dede”

Hacı Bektaş’ın kan oğlu olduğu iddiasıyla ceddinin Pir evine tevarüs edeceğini ortaya atan Çelebi, iddiasını Meclisi Meşayihe verdi. Bu iddia tetkike başlandı.

İstanbul’daki tekkelerde bulunan babalar bu iddialar etrafında taraf iltizamına giriştiler. Bektaşîlikte bu ilk anarşiyi bir çöküntü takip etti.

Abdülâziz devrinde, sadrâzamŞirvanî Rüştü paşa, o zamanki Dede Baba Selânikli Hacı Haşan Dedeyi Taife sürdü… Yerine, İstanbul’da, Göztepe civarında, Merdivenköyü denilen mahaldeki Şahkulu Sultan tekkesi babası Limnili Mehmet Ali Hilmi Dede vekil oldu.

Hacı Haşan Dede menfada ölünce Mehmet Ali baba dedeliği asaleten aldı… Beşinci Murat ve onun kısa saltanatından sonra tahta çıkan ikinci Abdülhamid devrinde İstanbul Bektaşi tekkeleri hakikî birer sefahat ocağına dönmüştü. Tarikat erkânı zevke ve menfaat ihtiraslarına girişmişti. Babalar Mehmet Ali Dedeyi dinlemez olmuşlardı. Bektaşilik tamamen tefessüh etmek üzereydi.

Mehmet Ali Dede Baba İstanbul’da oturmayı tercih ederek Merdivenköy tekkesini büyültmek kaygısında idi. Burada arazi alıyor, köşkler yaptırıyor, bahçeler tanzim ettiriyor, zengin müritler tedarikine uğraşıyor, diğer tekke babaları ile ihtilâf halinde bulunuyor, Çelebinin Şeyhler Meclisindeki davasını da takip ediyordu.

Merdivenköy tekkesi zengin ayini cemleri, şaşaalı aşure günleri, zengin ve saraya mensup misafirleri ile etrafta dalgalı bir şöhret salmıştı.

Mehmet Ali Dede, servet toplamaya öyle bir ihtiras bağlamıştı ki, her yıl Derviş Ahmed’e Ahmet Babamuvakkat babalık icazeti vererek Anadolu’ya cerre gönderiyor, bir nevi Bektaşi aşarı toplamak için diyar, diyar gezdiriyordu.

Saraydan dedeye ihsanlar verilirdi.Baş mabeyinci ve hususi kâtip Tahsin paşanın himayesindeki Beyazıt imamı Hafız Nuri de bu tekkeye murakıp tayin olunmuş, biraz sonra Dede Babadan nasip almış, sureta Bektaşi olmuş, üstelik babalık unvanını da ele geçirmişti.Bu yüzden tekkedeki intizamsızlık da artmıştı.

Tekkedeki mihmandar, aşçı, kilerci, ayakçı, meydancı ve gözcü babalar elbirliğiyle Hafız Nuri’den hoşlanmıyorlardı.

320 yılının muharrem ayında, Aşure Gecesi tekkede bir de hâdise oldu. Meydanın üst kısmındaki kadınlar kafesinde, Tahsin paşanın misafirleri kadınlar, kafesi açmışlardı. Kilerci Kâzım Baba bunu görünce mâni olmak istedi: “Onlar Mabeyin nüfuzuna dayanmış kimselerdir. İlişme!” dediler. Kâzım Baba bunu dinlemedi, kafesi kapattı.

Ertesi sabah, Hafız Nuri Baba, Dedenin yanında bu meseleyi mevzuubahis edince Kâzım Babayı çağırttılar. Dedenin sormasına meydan kalmadan, Hafız Nuri Baba şöyle atıldı:

—Behey kilerci Arnavut.Adam mı oldun da sen Mabeyin takımına mâni olmağa kalkışıyorsun. Vallahi seni buradan defeder, ciğer sırığı ile sokaklara gönderirim.

Kâzım Baba buna tekkeye ve babalığa yakışmayan ayni tarzla mukabele etti:

—Ağzını kapat. Ben senin uşağın değilim. Burası da tiyatro değil tekkedir. Eğer bu hakaretinde devam edersen göbeğini duman doldururum.

Dede müdafaa etti:

—Baba erenler, yolumuzda adam öldürmek var mı?

Kâzım Babanın mukabelesi çok hazindi:

—Ya erenlerim, Dede olupda böyle bir softa bozmasına kendi maiyet babasını tahkir ettirmek yolumuzun usulünden midir?

Bu söz. Kilerci Kâzım Babanın Kalkandelen tekkesine gönderilmesine sebep ve âmil oldu.

323 yılına kadar aslını kaybeden Bektaşilik Mehmet Ali Dedenin elinde kalmıştı. Mehmet Ali Dede, Sultanahmet camii imamının oğlu idi. Küçük yaşında Ali Baba tarafından tekkeye alınmış, orada muhib, derviş, baba olmuş, nihayet dedeliğe de yükselmişti.

322 yılı kışında dede göçtü. Na’şını şimdiki tekke binasına, meydanın ucunda, her zaman oturduğu yere gömdüler. Dede ölünce, mührünü ele geçiren Merdivenköyü dervişleri birer sahte icazetname tanzim ederek bunu mühürlediler. Birer de yeşil sarık sardılar. Baba oldular. Münhal tekkelerin babalığını da ayni mühürle aralarında paylaşarak kendilerini bizzat tayin ettiler.

İşte, bu bir sürü cahil dervişin böyle liyakatsiz baba oluşu, esasen anarşi içinde bulunan Bektaşiliği kökünden sarsmağa, yıkıp bozmağa başlıca sebep teşkil etti.

O zaman İstanbul’da mevcut tekkeler şunlardı:

Merdivenköyün’de Şahkuli sultan, Yedikule’de Kazlıçeşme, Davut paşada Ördek Baba, Eyüp’te Karyağdı Baba, Sütlücede Sütlüce dergâhı, Çamlıca’da Nuri Baba, Üsküdar’da İskender Baba, Hisarda Nafi Baba, Tavukpazarı’nda Aptullah Baba tekkeleri.

Dedenin göçüşünü müteakip bu tekkelerin babaları; Hamdi, Hüsnü, Ahmet, Kâzım, Münir, Ali, Nafi, Mahmut babalar birbirleriyle bir münakaşaya tutuştular.

Her baba, diğer tekkelerin muhib ve dervişlerini kendi etrafında toplamak istiyor, fakat, kimse, kimseye ehemmiyet vermiyor, menfaat hırsile hareket eden bu adamlar, tarikat gayesinden ayrılmış olarak birbirleriyle kavga ediyorlardı.

Dedenin yerine, Kırşehir’de Feyzullah Baba, Dede tayin edilmiş, fakat buradaki babalar bunu kabul etmemişler, sözünü dinlemez olmuşlardı..

Esasen dedenin sağlığında ona karşı cephe almış bulunan Sütlüceli Münir Baba şimdi Feyzullah Babaya açıkça taarruz ediyor, etrafına topladığı müritleri ve ittifak ettiği diğer babaları bu yolda daha ileri gitmeye teşvik ediyordu.

Bu hercümerç, Hürriyetin ilânına kadar, yani iki sene devam etti. Hareket ordusu Selânik’ten İstanbul’a gelirken arasına katılan keçe külahlı, tozluklu ve derviş kıyafetli silahlıBektaşiler, İstanbul tekkelerini ıslah etmek kararıyla geldiklerini ilân ederek şehre girmişlerdi.

***

Bu yazımızda, Bektaşi teşkilatının nasıl inhilâl ettiğini ve son babaların kimler olduklarını, neler yapmak istediklerini ve yaptıklarını bulacaksınız. Yedi asır hüküm süren tarikatın yıkılışı tarihin cidden meraklı bir safhasıdır.

“Merdivenköyü tekkesinin aşçı ve kilerci Hafız Baba”

Tanzimat’tan sonra, büsbütün gizli bir hal alan Bektaşilik ve Bektaşiler, Abdülhamid’in saltanatına kadar bu hali muhafaza ettiler.

Hürriyete kadar hayatta kalan ve bidayette Haçı Haşan Dedenin vekili olan Mehmet Ali Hilmi Dede Baba, Merdivenköyü’ndekiŞahkulu Sultan dergâhında, saraya da çatarak ananevi Bektaşîliğin bekasına çalıştı..

Dedenin;o zaman yanında bulunanlar Aşçı Hafız Baba, Ayakçı Mehmet, diğer Kâtip Ahmet, Kâtip Mehmet Lâtif Baba, Mihmandar Kâzım Baba, Hüsnü Baba, Tulumbacı Hüsnü Baba, Ahmet Babalarla Derviş Tevfik, Derviş, Mehmet, Nuri, Çoban Musa, Derviş Ali, Derviş İnce Hüseyin, Derviş Haydar, ve daha bir sürü uğrak dervişle kalender, seyyah makulesi idi.

Tekkede birçok vakalar oluyor, bilhassa içki âlemleri ve toplantılar Abdülhamid’e jurnal ediliyordu.

Fakat o vakit Başkâtip bulunan Tahsin paşa, kendi himayegerdelerinden Şehzadebaşı camii imamlarından Hafız Nuri’yi, Dedenin arzusu ile buraya nakip tayin ettirdi. Çok geçmeden Şehzadebaşı imamı Dededen nasip aldı, Bektaşi oldu. Biraz sonra da Babalık meydanından geçerek Hafız Nuri Baba unvanını aldı. Hafız Nuri’ninMerdivenköyü’ne yerleşmesini müteakip, Dedenin para ve servet toplamak merakı daha çok arttı.

Mehmet Ali Dede, Merdivenköyü’nü Dedelik makamı yapmak istiyor, “Hazreti Pir”i ikinci dereceye indirmek gayesini güdüyordu.

Bu arzuya, başta kendi adamları olan Mehmet, Hafız, Hüsnü, Meyli, Ahmet Babalarla bütün dervişler muarızdı.

Hatta bu yüzden Dede ile İstanbul tekkelerindeki diğer Babaların arası da açıldı. Fakat, Hafız Nuri vasıtası ile sırtını Tahsin paşaya dayayan Dedenin bir şey umurunda değildi.

 

“Merdivenköylü Mehmet Ali’nin adamlarından Hüsnü Baba”

Merdivenköyü’nde yine ayini cemler yapılıyor, ikrar ve aş geceleri Mamaçayırı hoş sesli hanendelerin (Hey hey)leri ve sazların yanık taksimleri çın çın ötüyordu.

Dede, Merdivenköyü tekkesini, Mamaçayırı’nın öbür başına kadar genişletmek için elinden geleni yapıyordu.

Bir taraftan tekkeye civar, Dedenin ikametine mahsus bir köşk yapılıyor, öbür taraftan bağ dutluk, böcekhane, ağıllar ve yeni inşaat dünyanın parasını harcattırıyordu. Dede, Hacı Hasan Dededen teslim aldığı Pir Evi’ne ait bir kısım parayı da bu uğurda harcadı.

Fakat sayının semeresini görmeden, kurmağa başladığı yeni tarzı idrak etmeden Dedeyi felâketler yoklamaya başladı.

Hafız Nuri, hürriyetten evvel öldü. Arkasından hürriyet oldu, bir yıl sonra da Dede, Bektaşîliği dehşetli bir karışıklık içinde bırakarak dünyaya gözlerini yumdu. Sütlüce tekkesindeki Münir Baba ile Rumelihisarı’ndaki Nafi Baba, Dedenin son demine kadar kendisiyle dargın kaldılar.

Mehmet Ali Hilmi Dedenin vefatında, Merdivenköyü’ndeki tekmil dervişler Baba olunca, postsuz Bektaşi Babaları çoğaldı.

Hürriyet yıllarında, Selânik’ten hareket eden ve hareket ordusuyla birlikte Derviş kıyafetinde İstanbul’a kadar gelen bir sürü Bektaşi Dervişi de Millî birer kahraman şeklinde İstanbul sokaklarını dolaştılar. İstanbul’da meşrut! İdare teessüs ettiği zaman bu adamlar, hareket ordusunda bulunmak dolayısı ile inkılâba hizmet ettiklerini ileri sürdüler, birer tekke seçtiler. Oranın Babalığına, Merkezi Umumînin delâleti ile yerleşmeğe hazırlandılar.

“Hüsnü Baba’nin kardeşi Mehmet Baba”

İşte bu suretle, Bektaşiler arasında partiler türedi.İstanbul’da tekkesi bulunan Babaların partileri en nüfuzlularıydı.

Merdivenköyü’nden çıkan yeni Babalar da tekke bulamadıklarından bu partilere intisaba başladılar. İhtilâflar dedikodular büyüdü. Mesele Meclisi Meşayihe aksetti.Sadrazam’aŞeyhislâm tarafından yazılan bir tezkere ile İttihat ve Terakki fırkasının bu kabil işlere karışmaması istenildi.

“Bugün Mısır’da bulunan Lütfi Baba geyikleriyle beraber”

O vakit Dâhiliye Nezaretine gelen Talât paşa, aslen Edirneli ve Bektaşi tarikatı mensuplarındandı. Bu münasebetle hürriyetten sonra Bektaşiler Talât paşanın yardımını gördüler.

Talât paşa, ilk olarak Konya Çelebisi ile Dede Babalar arasındaki dâvayı Şeyhül islâma hallettirdi. Hacı Bektaş’ın çocuğu olmadığı cihetle Dedelerin tarikat varisi olduğunu karara aldırdı. Bektaşi tekkelerindeki sadî şeyhlerini kaldırttı. Ve, Hürriyetten sonra Dede, Baba ve dervişler ancak Bektaşi külâhı ile sokağa çıkmaya başladılar..

Rumeli’nden gelen ve hareket ordusuyla beraber bulunan Babalara, Rumeli’deki tekkeler tevcih edildi. Kâzım, Hafız, Ayakçı Mehmet, Galatalı Hüsnü Babalar da bu arada Görüce, Kalkandelen, Gostuvar ve Premeddeki zaviyelere yerleştiler.

İstanbul’da Toplu Tevfik Baba ile Bursalı İbrahim, Bursalı Mehmet, Köse İbrahim Babalar arasında Merdivenköyü’nün Babalığı için bir dedikodu ve dava başladı. Bu davalar, inkılâp yıllarına kadar sürdü. Kâh bir tarafın kâh diğer tarafın muvafık kararlar alarak muvakkaten işgalleri ilebocalayan tekke, nihayet İbrahim Baba’nın vefatıyla halloldu. 339 yılında Toplu Tevfik, Yalvaçlı Tevfik Baba unvanıile ve hilâfet rütbesi ile Merdivenköyü’ne yerleşti.

Tarikatın ilgasından bir yıl evvel, İstanbul’daki muhiplerin sayısı bini buluyordu. Dedenin kâtibi Derviş Mehmet Bey, Mehmet Ali Hilmi Dedenin son hastalığında, vefatından bir yıl evvel, kendi rızası ile Babalık istemiş, Dede de bunu is’af etmiş, o sıra da Veysi Babanın vefatı ile münhal bulunan Mısır’da, Kahire’de Kaygusuz Sultan dergâhına da Baba tayin etmişti.

El’an berhayat olan Mehmet Lûtfi Baba, işte bu Derviş Mehmet’tir. Mısıra gidip yerleşen ve fevkalâde zengin bir tekkenin babalığını ele alan Mehmet Lûtfi Baba her türlü dedikodudan uzak, âzade bir Bektaşihayatı ile yaşadı.

Geyikler, ceylânlar büyüttü. Tekkenin türbe kısmında yeni inşaat yaptırdı. Mısırda ve Mısırlılar arasında Bektaşiliğin idamesine el’an çalışmaktadır. Yine ömrünü böyle son devirlerinde rahat geçirenlerden birisi de Girit’te tekkesi bulunan Giritli Haşan Babadır.

Girit beylerinden birinin oğlu olan Haşan Baba, babası ölünce dervişliğe sülük etmiş, İstanbul’da, Kırşehir’de beş sene dervişlik etmiş, müteakiben Hilmi Dededen Babalık icazeti de alınca Girid’e, memleketine dönmüş, babasından kalan elli bin allım bir tekke yaptırmakla sarf etmiş.Tıpkı Hacıbektaş’taki Bektaşi’lerin (Pir Evi)nin biraz ufağını Girit’te yaptırmış, bunu da vakfederek ömrünün sonuna kadar İstanbul’daki Bektaşi kavgalarına seyirci kalmıştır.

Meşrutiyetten sonra, Tanzimat devri cesaretini atlatan Bektaşilik, cahil Babalar, şahsî menfaatler, yersiz ihtiraslarla Türk inkılâbına kadar bocalamalarla dayanabilmiş, tekkelerin ilgası kanunu ile de tarihe karışmıştır.

Dededen sonra İstanbul tekkelerinde bulunan Babaların olsun, hürriyetten sonra, taa inkılâba kadar olsun, Bektaşilikte devamlı bir anarşiden başka bir şey yoktu. Bugün Arnavutlukta ve diğer Balkan devletlerindeki arazide birçok Bektaşi tekkesi vardır. Çoğu inkılâp sırasında İstanbul’dan ayrılan Arnavut Babaların elindeki bu tekkeler, yüksek, eski rağbetini tamamen kaybetmiş, müritsiz ve dervişsiz kalmıştır.

– SON –

Rahmi Yağız (1941)

*1941’de yayınlanmış bu makale üç bölümün toplamıdır.

Makalenin alındığı site adresi: http://www.ucuztarih.com/yazi-dizisi/2782/ 

İtaatsiz’in notu: Makalede bugün itibarı ile bilgi yanlışları olsa dahi okunmaya değer görülerek yayınlamayı yararlı gördük. İyi okumalar.

Views: 164

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz