Site icon İtaatsiz

“Özlemek ne”,”sevda ile”,”kandil”,”gözlerinden başka” – Ahmet Ateş (Şiir)

Özlemek ne

Karşıda Akdağlar

zaman kuşluk

eriyip de tadını vermeyen

bir şeker gibi güneş

bu nisanda.

Sen gayet suskunsun

bağdaş kurmuşsun

dayanmış alnın

namludan tutan

ellerin bileklerine

uzaktan gören de

seni kurtuluşu düşünür

beller

oysa bu güneşte

aklında fikrinde

sıladaki üzüntülü

dokunsal ağlayacak bir

yavuklu.

Eylül 1987

 

 

sevda ile

Ben bu aşkı taşımasam ölürüm

ölürüm patikalarında tarihin

ben bu aşkı taşıyamasam

yüzümde korkaklığın ateşi

sırtımdan hançerlerdi

söyleyemediklerim

hançerler de sevdasız kalırdım.

Kirpiklerimden tut

indir perdesini gecenin

sinmesin korkuların kokusu

koynumdaki resime

haydi sinmeden gidelim

zamanı değil ayak sürümelerinin.

Ben bu aşkı taaşımasam

mor sirenler balkır

istasyonlar, otogarlar, rıhtımlar tutulur

tutulur hedef olurdum.

Elimi tut, hemen tut

kaldırımlara damlamasın özlemim

iz sürerler biz geçemeden avcı barikatlarını

geçelim de incecikten parmaklarını

parmaklarını sür yaralarıma.

Ben bu aşkı taşımasam

öldürürdü eften püften çizikler.

Ekim 1987

kandil

Sabaha dayadığın yüzün

bozgunlar sonrası yüzün

bilincimi biçen yüzün

hoşlandığım yüzün

yine de

bir çocuk gibi yürüdüm

iç çekip

acılar soluyup

ufuklara yürüdüm

benim uzağımda çevrenimde

duran dağlara yürüdüm

gözlerimde bir pencere aralı

üzünçlü bir kadın

boş boş bakınıyor

ağaçların üstünden sokağa

bir balta gibi yürüdüm

boynumun en ince yerine indirdiğim

umutsuzluğa yürüdüm.

Bakabilseydim şimdi

bir an bir kezcik

salladığın el acıtırdı

gözlerimi

güle güle derken

bakışını bekleyemezdim

bildiğim ıssızlıklara yürüdüm

ağıtsız, umutsuz, ıslıkla çaldığım

anamız amele sınıfıdır marşıyla

dağ geçitlerine, koyaklara, bilinmez inlere

tırmanılmaz mağaralara çevirdim yüzümü

bir de ben düşsem pusulara

ilk mi olacak sanki

diye diye yürüdüm

üç günlük yaşamda.

Ağustos 1987

 

gözlerinden başka

İnce ve uzun parmağın boşlukta sallanıyor

üzüntümü sonlandırmaya

beni terk edecekmişsin gibi

şaşkın bir telaş

soluğumu kesen bir üzünç

gözlerinde yansıyan benim dertlerim

sesini kısıp yitirten sözünü benim

acılardan

boğuluyorum.

Sardunya inatlım

dayanabilir insan

ince, iplikten ince güçlüklerine

kaçaklığın

dayanabilir

kendi adıyla çağrılmayışlara

öksüz bir çocuk gibi ortalıkta

kalışlara

katlanabilir mi

sana bile açamadığı

gizlere.

Yine de sallansın ince uzun parmağın

sıralı sınırlamaların, yasakların

yüzümde gülücükler açtırırken

umut kıran fırtınalarda

yitirilmiş dağ belenlerini ararım

göz açılamazken.

İstersin de olmaz mı

kavuşma günleri öncesindeki

şu kara günlere direnmek

anlamak isterdim

şu hemencecik boyun bükenleri

seslerini kesenleri

dağların kış soğuklarından

ışıksız, nemli yeraltı barınaklarından

kafesliklerden, işkence salonlarından

aç ve açıkta olduğumuz günlere

savrulup da

pes eder miyiz hiç

eksik elamanlı bilinmez denklemlere!

Sevgiyle sarılacağım yaşama

seni sevgiyle kucakladığım gibi

kavuşma günlerini imgeleyerek

bırakmasın sallanmayı beni sınırlamaya çalışan

havadaki ince parmağın

ölmeden döneceğim

dönmezsem beni öldürecek tetikparmağına

 kırık bir parmağa dokunurcasına yiğnice

usul usul dokunmaya.

Ah o ellerin

ellerin ki bozkırda yorgun

yaşlı bir ağaç

yine de serin yeşil bir renkte

kalabilmiş.

Yeşil umut verir, dingin bir renktir

durgundur, gösterişsiz

dağda belde gezenlere.

Uçurum ürpertisi günler

 kendi ayak seslerinden kaçıran

uzun izlemelerden kurtulup

uzandım yüzüstü toprağa

kokun mu nergis nergis kokusu mu

sen

dindirdi birkaç solukta ürkekliğimi

işte dokun yüreğimin üstüne

bir göz göz at

dingin bir yürekle uzanmaktayım

sapsarı kesilmişliğin yanıbaşına

sarardım sarardım solmadan nergis parıltıları

ya kentler

zil sesleri, yüzüme patlayan ışıklar

göğsüme çarptırmaz mı başımı

belki utanırım sen usuma düşünce

İşte hışırtı renginde yüzüm

dudaklarım titrek ve dalgın

dilimde pas tadı

yaşanamamış çocukluk

ürkek gençlik

geleceğin gelme olanağına seviniyoruz

dokunsun istiyoruz

küçücük ellerin imgesi

ürperen yüreklerimize

işte bütün gerçekliğimiz bu.

Anlat bana haydi usul usulca

güz terk edilmişiğindeki

çocuk gözlüleri

ertelenmiş yasların, yıkımların

inanması zor da olsa

minik umutlarla dengelenmesini

bir gün bir yerden bir duyum gelir

fısıltılı

yaşıyormuş, görünmüş

alnıma dokun

sonra oku hangi çizgi neyin izi

yitmiş gibi kısılan sesim neredeymiş

anlat üzüntü bulaşmamış bir tınıyla

anlat bileyim günü

fısılda unuttuğum her şeyi

sonra o da gelecek, sonra orada…

geleceğin tarihini bildir sesle

ikimizin tarihi olan bir olacağın

seni benden yana

seni bana katan

seni bana armağan düşüren

sevgini bileyim bu yenilgi günlerinde.

18 Mayıs 1987

Views: 185

Exit mobile version