“Devlet, insanoğulları arasındaki bir koşuldur, belli bir ilişkidir, bir insan davranışı tarzıdır; bizler başka ilişkiler üzerinde anlaşarak, farklı davranarak onu yok edeceğiz.”
— Gustav Landauer
Toplumsal dönüşüme ilişkin Anarşist durum ve Anarşizm hakkındaki sorulara yanıtlar…
Bu broşür 1995’in başlarında yazıldı. Mükemmel önerileri her zaman olmasa da genellikle benimsenen Carl Bettis, Brendan Conley, Ed D’Angelo, Greg Hall, David King ve Dick Martin’in büyük yardımlarıyla, Ed Stamm tarafından taslak olarak hazırlandı. Gerek yaşayan gerekse ölmüş olan birçok anarşist ve felsefecinin fikirlerinden ve ifadelerinden yaygın bir şekilde faydalandık. Sonuçta bu broşürün içeriğinden ve şeklinden Ed Stamm sorumludur. Ed Stamm, pananarşi [pananarchy] kavramını kendisine tanıtarak bakış açısını genişleten John Zube’ye teşekkür eder.
Bizler, bu broşürün ticari amaçlarla yeniden kullanılmamasını rica ediyoruz.
Bu broşür Evrimci Anarşistler İlgi Grubu’nun [Affinity Group of Evolutionary Anarchists, AGEA] bir projesidir, ancak üyelerinden hiçbirisinin kişisel görüşlerine dayanmamaktadır. AGEA hakkında daha fazla bilgi edinmek için, üzerinde adres yazılı olan ve pul yapıştırılmış bir zarfı şu adrese gönderiniz: Ed Stamm, PO Box 1402, Lawrance KS, 66044 8402 USA.
Anarşizm, insanların, patronlar veya yöneticiler olmaksızın ve bireysel özgürlüklerden fedakarlık yapmaksızın, herkesin ihtiyaçlarını karşılamak üzere gönüllü bir şekilde işbirliği yapabilecekleri inancıdır. Genel bir yanlış anlama, anarşizmin topyekün bir düzen yokluğu olduğudur; yani bir kaos, veya nihilizm. Hatta bu yanlış anlayışa sahip olan ve kendilerini “anarşist” olarak adlandıran insanlar da bulunmaktadır. Anarşistler, rastgele dayatılan, silahlı kuvvetler veya diğer zorlama biçimleri sayesinde sürdürülen düzene karşıdırlar. Onlar, bireylerin rızalarıyla oluşan karşılıklı etkileşimden, gönüllü birlikten kaynaklanan bir düzen için mücadele ederler. Eğer gerekiyorsa, anarşistler bunun yerine getirilmesi için insanların kendi kendilerine örgütlenme yetisine sahip olduklarına inanırlar.
J. A. Andrews bir kamp gezisine çıkan bir arkadaş grubu örneğini kullanmıştı. Geziyi planlarlar, ve her kişi paylaşmak üzere yararlı yetenekleri ve araçlarıyla gelir. Hiç birisinin bir başkası üzerinde otorite konumunda değildir; çadırların kurulması, balık yakalama, yemek pişirme, temizlik hep birlikte çalışarak yapılır. Grup kendi kendisini örgütler, angarya işler yapılır, ve herkes zamanını dilediği şekilde, tek başına veya diğerleriyle birlikte, grup içerisinde geçirir. İnsanlar kaygılarını tartışırlar ve olası çözümler önerilir. Hiç kimse grupla birlikte hareket etmek zorunda değildir, ancak birlikte zaman harcamanın tercih edilmesi en azından sorunlara ve kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkacak sürtüşmelere yapıcı çözümler bulunması istekliliğini gösterir. Eğer bir çözüm mümkün değilse, aynı görüşte olmayan bireyler başka bir gruplaşma oluşturabilir veya grubun geri kalanının baskı yapması korkusu olmaksızın ayrılabilirler.
Bunu çoğu örgütlenmenin işleyiş şekliyle karşılaştırın. Grubun geri kalanının onayı veya girdisi olsun ya da olmasın, az sayıda birey önemli kararları alır. Üyeler tarafından istenmeyen faaliyetlerin engellenmesi umuduyla kurallar veya iç tüzük hükümleri kabul edilir. Liderlik meşru kaygıları ele alarak yola koyulur, ancak çok geçmeden güç sayesinde yozlaşır. Faaliyetlerin diğer üyelerden gizlenmesini veya aldatmacaların kullanılmasını gerektirse bile, kendisi ve örgütlenme için iyi olduğunu düşündüğü şeyleri yapmaya başlar. Seçkinler kendilerinin dışlanmasını üyeler açısından güçleştirerek kendi yerlerini sağlama almaya teşebbüs ederler, ve sürekli olarak güçlerini arttırmak için çabalarlar. Seçkinler liderliğinin eleştirilmesini yasaklayabilirler, veya kendisine “sade” üyelerinkine baskın olan insan-üstü nitelikler atfedebilirler. En nihayetinde seçkinler artık üyelerin kontrolü altında değildirler, ve onlara meydan okunamaz. Örgütün tüm gücü ve kaynaklarıyla çılgınca etrafa saldırarak, ona karşı gelmeye cüret edenleri cezalandırabilir. Üyelik artık gönüllü değildir, örgütün yargı alanı içerisinde olduğuna karar verdiği herhangi bir şeyin sınırları içinde kalan kim olursa olsun bu ona dayatılır. Aslında zarar verilmesini engellemeyi amaçlayan yasalar ve otorite, seçkinler tarafından hedeflenen kimselere zarar vermenin bir aracına dönüştürülür.
Yasalar ve kurallarla ilgili bir başka sorun, gönüllü olarak rıza göstermiyorsanız, kanunsuz davranış hala gerçekleşecektir; ister buna karşı bir yasa olsun isterse olmasın. Yasadışı faaliyet yeraltına itilecektir veya yasaların kesin olmayan ifade tarzıyla korunacaktır. Eğitim veya ikna yoluyla insanların gönüllü işbirliğini kazanmakta başarısız olduğu için, olası her ihtimale hitap etmek ve bunları kontrol etmek için, hükümet ciltler dolusu yasalar geçirecektir. Zaman zaman, sonuçları komik de olsa, yasa adeta taşa kazınmış gibi görülecektir. Bunun bir örneği bayan bir sürücünün aşırı hız yüzünden durdurulması ve doğum sancılarından acı çekerek otururken bir polis görevlisi tarafından ona uzun uzadıya ders verilmesidir. Görevli trafik cezasından kurtulmak için doğum sancısı çekiyor rolü yaptığını düşünmüştü! Zaman zaman polis cezalandırmak istediği kişilere karşı suçlamalar üretirler, veya “davranış düzeltilmesi” babında insanları basitçe döverler (eğer polisçe yeterince yıldırılmamışsanız, onlar bunu bir davranış sorunu olarak değerlendirirler). Yasaların fazlasıyla belirsiz veya yanlış uygulanması da pek olağandışı değildir. Benim yaşadığım şehirde, polisler, kendi yasalarının açık bir ihlali olarak, tüm sürücüleri durdurmak, alkol-seviyelerini kontrol etmek, ve sorgulamalarının ardından herhangi bir yasadışı faaliyet şüphesi oluşursa araçta kaçak mal olup olmadığını araştırmak üzere yola barikatlar kurarlar. Bu sürücü ehliyetlerinin kontrol edilmesi bahanesiyle yapılır, ki bu tamamen bir dalaveredir; çünkü insanlar durdurulduklarında herhangi bir suç belirtisi bulunmamaktadır. Ancak eğer birisi böyle bir araştırma yapılmasını kabul etmezse, o zaman polisin görevini yapmasına engel olmakla, uygunsuz davranmakla, ve tutuklamaya direnç göstermekle, artı bölge savcısının hayal edebileceği başka ne gibi suçlamalar varsa bunlarla suçlanabilir. Yol barikatlarına mahkemede karşı çıkacak olursanız, yargıç size Anayasa’nın, yani memleketteki en üst yasanın, makul olmayan arama ve el koymaların yasak olduğunu söylerken bunu demek istemediğini, bunun tamamen farklı bir anlama gelecek şekilde yorumlanması gerektiğini söyleyecektir. Bunun anlamı, hükümetin artık, yasanın amacının içini tamamen boşaltarak neyin makul olduğuna neyin olmadığına karar verme gücüne sahip olduğudur. Yasa, güce sahip olanlar ne diyorsa o anlama gelir. Örneğin mahkemeler zorunlu askerliğin gönülsüz hizmetkarlık olmadığına, ve hükümetin sizi asker üniformasıyla hapishane giysisi arasında seçim yapmaya zorlayabileceğine karar vermişlerdir. Ve yasalar giderek daha fazla kısıtlayıcı hale gelirler, böylece de insanlar giderek daha az özgürlüğe sahip olmaya alışırlar. Çocuklara doğumlarından itibaren kimlik numaraları verilir. Yasa uygulayıcı personelin istediğinde erişibileceği şekilde sürücü ehliyetleri üzerindeki resimler elektronik olarak bilgisayarda depolanır. Çalışanların, işe uygun olabilmek için özel kimlik formları sunması gerekir. Kamu konutlarının sakinlerinin oturduğu daireler arama izni olmaksızın aranabilir. Bugün saldırgan bir şekilde tecavüzkar olarak görülen bir şey yarının yasaması olabilir.
Anarşistler trafik ölümleri, tecavüzler veya cinayetler görmek istemezler. Tam tersine. Onlar, şu andaki tiranlık ve toplumsal kaos bileşiminin dünyada çekilen acıların çoğundan sorumlu olduğunu düşünürler. Anarşistlerin korktukları şey, gücün yozlaştırıcı etkisi ve gücün kaçınılmaz şekilde kötüye kullanılışıdır. Bir birey ancak belli bir miktarda zarara sebep olabilir; ancak otorite konumundaki aynı kişi, veya daha da kötüsü, yozlaşmış gücün örgütlü, sistematik uygulanması korkunç zararlar verebilir. Savaşlar ve çekilen eziyetler sayesinde, hükümetler milyonlarca ve milyonlarca kişiyi ölüme yollamışlardır; ve milyarların ise özgürlüklerini ellerinden almışlardır. Ve polisin, polis görevlisinin suç işlenirken olay yerinde rastlantı eseri olması gibi ancak nadir vakada suçu önlediğine dikkat ediniz. Polis neredeyse her zaman suç işlendikten sonra ortaya çıkar. Çoğu suç çözülmeksizin kalır. Suçu işledikten sonra suçluluları cezalandırmaya teşebbüs etmek insanları korumanın pek de etkin bir yolu değildir. Bu hatalı “tedavi”, altta yatan sorunu çözmeksizin belirtilere saldırmak demektir –toplumsal bilincini yitirmekte olan bir toplum. Diğer bir deyişle, toplumu oluşturan bireyler kendilerini toplumun birer üyesi olarak düşünmeyi bırakmışlardır. Eğer komşularınız hepsi de size yabancıysa, ve bir şeyleri düzeltmek için kendinizi güçsüz hissediyorsanız, o zaman çevrenizdekilerle ilişkiniz olduğunu hissetmeyeceksinizdir. Polis suçlululara karşı pek etkili değildir, ama genel halkı kontrol etmekte fazlasıyla etkindir. Yalnız bir birey, ağır silahlı paramiliter örgütlenmelerin yağmalarına karşı direnemez. Eğer iyi huylu ve yozlaşmamış bir hükümet mümkün olsaydı bile, başkaları tarafından yazılan, iyi niyetli ciltler dolusu emirlerle yaşamak zorunda bırakılmaktansa, çoğumuz özgür yaşamayı tercih ederdik. Arabanızı kullanırken, kask giymeye aldırır mıydınız? Hiç kimsenin keskin bir kayaya basmaması için plajlarlarda çıplak ayakla dolaşılmasının yasaklanmasına ne demeli? Ya uzak alanlarda yürümenin ve kendi mesleğiniz dışında çalışmanın yasaklanması?
Fred Woodworth, hükümetler tarafından yapılan meşruiyet iddialarının, iktidardakilerin bizim adımıza bize emir vermeye neden haklarının olduğunu meşrulaştırmalarının, eğer sonuçları bu kadar trajik olmasıydı gülünesi şeyler olduğa dikkat çekmiştir. Bir monarşi, anayasal demokrasi, teokrasi, milliyetçi baba toprağı veya halk cumhuriyeti tarafından yapılan iktidar iddiaları tamamen düzmecedir, çünkü onlar yönetilenlerin rızası olmaksızın hükümet etmektedirler. Aynı coğrafik alanda yaşayan herkesi, doğmamış kuşakları, veya halihazırdaki tarafların dışında başkalarını bağlayan herhangi bir anayasa, sözleşme veya anlaşma alçak bir yalancılıktır. Bazı hükümetler korku ve kaba kuvvet sayesinde yönetirler, diğer bazıları ise tebalarından gelen yoğun baskı nedeniyle iktidarda kalmak için seçimlerde halkın geniş kesimlerinin desteğini kazanmaya bağlı hale gelirler. Burjuva demokrasisi, yani seçkinlerce denetlenen demokrasi, diktatörlüğe tercih edilir bir şeydir; ancak bu cumhuriyetler de yine hedeflerine ulaşmak için zorlamaya dayanırlar. Büyük paralar, kısıtlı seçim sandığı erişimi, ve kazanan-hepsini-alır seçim yasaları yardımıyla kazanan siyasi parti, iradesini kendisini desteklemeyenlere dayatma hakkına sahip değildir. Devlet makinası, hangi partinin kontrolü elinde bulundurduğundan bağımsız olarak, tebasını itaat etmek zorunda bırakmak için zorlamaya başvurur. Demokrasi sıklıkla tolerans ile eşleştirilir, ancak Hitler de demokrasinin bir ürünüydü, ve kölelik ile apartheid [ırk ayrımı] ABD’de demokrasi varken yaşandı. Seçkinlerin denetimi ile çarpıtılmamış, ideal bir demokraside bile, çoğunluk ortodoks olmayan düşüncelerle insanlara eziyet edilmesini fiilen destekleyebilir.
Halk, hükümetin mevcudiyetini meşru kılan ve mevcut toplumsal sistemin gerekliliğini açıklayan bir propagandayla, okullarda, medyada, ve kendi propagandasında sürekli bombardıman altında tutulur. Ancak ABD’de oy kullanabilir nitelikteki seçmenlerin yarıdan azı seçimlere katılmaktadır. Hükümet her halukarda yetkisini şamatayla ilan edecektir zaten.
İnsanların toplumsal bir sistem olarak anarşizme karşı yaptıkları itirazların çoğu, insanların mantıksız ve sorumsuz oldukları varsayımına dayanır. Eğer durum böyle olsaydı, ne kadar büyük olursa olsun hiçbir polis, yargıç ve hapishane kaosdan el çabukluğuyla bir düzen çıkaramazdı. İnsanlar rutin bir şekilde birbirlerini öldürür ve soyarlardı, ve başkalarında fark edilen herhangi bir zayıflıktan hemen faydalanırlardı. Hepimiz de yakalanmak için fazlasıyla zeki olduğumuzu fark ederdik. Ancak, bireyler adına gerçek bir anti-toplumsal davranış bir kuraldan ziyade bir istisnadır. Çoğumuz genellikle gayet iyi tavırlıyızdır. Katlandığımız yıkıcı davranışların çoğu, en berbat koşullarda yetişmiş ve yetiştirilirken karşılaştıkları maddi ve kültürel yoksunluklar nedeniyle pek az kişisel seçeneği olan bireyler tarafından işlenmektedir. Bu, tüm etnik grup ve tüm ülkeler için geçerlidir, ancak bazı toplumlar sadece suç işlendikten sonra suçluları cezalandırmak yerine bu yıkıcı davranışı besleyen koşullara saldıracak kadar akıllı olmuşlardır. Bu, uğraşılması gereken toplumsal bir sorundur, insan doğasının verili bir olgusu değildir. Sevgi, saygı ve güvenlik dolu bir ortamda yetiştirilmiş insanoğulları, ve hatta hayvanlar bile, iyi bir mizaca sahip olma ve uyumlu olma eğilimindedirler. Ancak korku, acımasızlık ve yoksunluk dolu bir ortamda yetiştirilmiş herhangi bir canlı anti-toplumsal davranışlar sergileme eğiliminde olacaktır. Her toplum kendi yırtıcı bireylerini doğurur. Genelde, bireyler kendi toplumlarından ne kadar atomize ve yabancılaşmış olurlarsa, diğerlerine ve kendilerine karşı da o kadar yıkıcı davranışlar içinde bulunurlar. Ve sempatik olmayan, ve hatta yırtıcı bir toplumla birlikte tanımlanmamalarından ötürü insanlar suçlanamazlar. Bazı anarşistler, insanların bu kadar uyumsuz hale gelmesi nedeniyle, başkaları üzerinde iktidar sahibi olan hiç kimseye güvenilemeyeceğini iddia ederler.
Toplumsal olarak yıkıcı davranış ile zorlayıcı olmayan ancak başka nedenlerden ötürü hükümet tarafından yasaklanmış olan davranış arasında ayrım yapılmalıdır. Vergi ve askere alınmadan kaçınma gibi bariz örneklerin yanısıra, hükümetler yasalar geçirerek, kurbanın olmadığı veya ahlaki olan suçları yasadışı ilan ederek bütün bir suçlu sınıfı yaratırlar. Bir takım faaliyetler bazılarımız açısından nahoş olabilir, ancak eğer bunlar doğaları itibariyle yağmacı veya zorlayıcı değillerse, o halde bunlar sadece hükümet öyle dediği için suç teşkil etmektedirler. Ancak bir faaliyet yasadışı ilan edilir edilmez, profesyonel suçlular işe karışırlar, çünkü bu faaliyetler giderek karlı hale gelirler. Geçmişte yasadışı ilan edildikleri zaman, alkol ve kumar işlerinde, ve bugün de ilaçlar, fahişelik ve göçmenlik [işlerinde] suçluların aktif olmasının nedeni budur. Eğer silahlar yasadışı ilan edilirse, örgütlü suç yeni bir karlı iş bulacaktır kendisine. Alkolün, sigaranın ve benzinin vergilendirilmesi, yeni kaçak iş sanayileri ortaya çıkardı.
Kapitalizmin kar-için doğası, işçilerin örgütsüzlüğünden onları mümkün olduğunca ucuza kiralamak, mümkün olduğunda ağır koşullarda çalıştırmak (bazen fiziksel veya zihinsel olarak çökecek kadar), ve tükettikleri karşılığında onları mümkün olduğunca fazla ödeme yapmaya zorlamak için faydalanmak gibi başka anti-toplumsal davranış biçimlerini teşvik eder. Diğer bir örnek, özel kesim işalemi karı alırken maliyetin topluma ödetilmesi demek olan “maliyetlerin dışsallaştırılması”dır –maliyeti kamu tarafından karşılanmak üzere işçilerin eğitilmesi; küçük bir bedel karşılığında kamu arazileri üzerinde madencilik, balıkçılık, besicilik ve kerestecilik yapılması; hükümet kurtarmaları; grev kırıcılık; ve zehirli atıkların temizlenmesi gibi. Şirketler kapitalizmi olarak bilinen bu resmi olarak korunan tahrip edici davranış biçimi, insani dayanışma açısından fazlasıyla bozucu olan bir rekabetçi, kıran kıran çarpışma anlayışını ortaya çıkarır. Bazı anarşistler kapitalizmin doğası itibariyle habis olduğuna inanırlar. Diğerleri ise, büyük, köklü işletmeleri kayırmak, ve küçük işletmelerle kendi işine sahip olanlar için engeller yaratmak suretiyle, hükümetin kapitalizmi habis yaptığını öne sürerler.
Anarşistler insanların uygun gördükleri şekilde kendi kendilerini örgütlemekte özgür olmaları gerektiğine inanırlar, ancak hangi yöntemin en adil veya arzulanır olduğu konusunda bölünürler. Bazı anarşistler herkesin refah üzerinde eşit hakkının olduğunu iddia ederler, çünkü bu esasen korkunç bir yoksulluk tehlikesi altında yaşayan ücretli köleler kuşakları tarafından üretilmiştir. Onlar toplumun işleyişini bir takım çalışması olarak görürler. Çoğunluk bu kadar bağımlı hale gelirken, nüfusun çok küçük bir kısmı mevcut varlıklar üzerinde bu kadar orantısız bir kontrolü nasıl dürüstçe ele geçirmiş olabilir ki? Bunu yapamazlardı. Dendiği gibi, “para kazanmak için para gerekir”, ve çoğumuzun aileleri bize büyük paralar bırakmamıştır. İş sahibi birisinin yaptığı şey sahip olduğu parayla yatırım yapmak ve/veya borç yükünün altına girmeye istekli olmaktır; bizlerin çoğu ise yaşamını emeğini satarak kazanır. Çalışanlar üretim sürecindeki bir girdi olarak görülürler: gerekli olduğunda emekleri piyasa fiyatından “alınır”, gereksinim sona erdiğinde artık “satın alınmaz”. Ancak çalışanlar, emek piyasasının veya işverenlerin ellerinde maruz kaldıkları davranışlardan bağımsız olarak kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlamak zorunda oldukları için, sürekli güvenceden yoksunluk içerisinde yaşarlar. Karşı karşıya oldukları bu güvenceden yoksunluk çalışanların işçi sendikalar kurmalarının, veya korunmak için yasalara ve hükümete yönelmelerinin sebebidir. Bu nedenle çoğu anarşist, ekonomiyi örgütlemenin en adil yolunun onu, herkesçe paylaşılan ve işletilen, herkesin çıkarına olan devasa bir kooperatif gibi ele almak olduğunu söyler. Anarşistler, her yerelliğin veya endüstrinin özerk, ancak toplumu meydana getiren diğer birimlerle çok yakın bir ilişki içerisinde koordine edilmesini sağlayacak konfederal örgütlenme biçimlerini desteklerler. Her birimin bir diğer birimle ilişkilerinde sorumlu hareket edeceğine inanırlar, çünkü işbirliği [cooperation] ve karşılıklı itimat [good faith] herkesin çıkarınadır.
Diğer genel kategori, insanların –ekonomik örgütlenmeler dahil olmak üzere– bunu seçtikleri takdirde, herhangi bir örgütten bağımsız olabilmeleri gerektiğine inanan anarşistleri içerir. Hükümetten korkmalarıyla aynı sebepten ötürü ekonominin toplumsallaşmasından da korkarlar, çünkü bu bireyi diğerlerinin merhametine bırakmaktadır. Onlar yine bazı bireylerin daha yüksek bir yaşam standardına erişmek için –diğerlerine göre– daha çok çalışmaya istekli olduklarını düşünürler; ve daha çalışkan olan daha az yoğun bir şekilde çalışmayı ve daha temel bir yaşam standardında yaşamayı seçenlerle aynı seviyede olmaya zorlanmamalıdır. Bir kimsenin kazançlarını nereye kullandığının toplumun geri kalanını ilgilendirmemesi gerektiğine –diğerlerine karşı açık bir zararı içermediği müddetçe–, ve istedikleri takdirde zenginliklerini başkalarına devretmekte özgür olmaları gerektiğine inanırlar. Düzenleme gönüllü olduktan sonra, bireyler, kendi işlerini kurmakta, veya başkalarını istihdam etmekte veya başkaları tarafından istihdam edilmekte özgür olmalıdırlar. Bu anarko-kapitalistler, ekonomiyi örgütlemenin en iyi yolunun, herkesin kendi esenliğinin [well-being, refah, mutluluk] sorumluluğunu üstlenmesiyle, insanların yapmayı seçtikleri gönüllü ekonomik işlemler yoluyla gerçekleşeceğini savunurlar. Onlar gerçekten de serbest olan bir piyasada, tüketicilerin ürünleri boykot etmek ve toplumsal açıdan daha bilinçli rakiplerden satın almak suretiyle iş sahiplerinin toplumsal olarak tahripkar faaliyetlerini kontrol edebileceklerini iddia ederler.
Bu görüşler ne kadar farklı olursa olsun, her iki seçeneği de –artı bahsedilmemiş ve hatta düşünülmemiş olan diğerlerini de– içerecek bir ekonomiye sahip olmak ve insanları hangi örgütlenme tipini tercih ederlerse onu seçmekte özgür bırakmak mümkündür. Ekonomi, farklı farklı örgütlenmiş gruplaşmaların çokluğunun gönüllü karşılıklı etkileşimiyle işleyecektir, her [grup] kendi en iyi örgütlenme yöntemleri üzerine çalışacaktır. Sosyalistçe eğilimli olan gruplar kendi tüketimlerine yönelik mallar üretebilir, ve gerekli olduğuna inandıkları ölçüde piyasa ilişkilerinden sakınabilirler. Gustav Landauer şöyle yazıyordu, “Kendi tüketimimize yönelik malları üretmek üzere çok sayıda zanaat ve endüstri kurabiliriz. Bunda şimdiye kadar kooperatiflerin almış olduğu yoldan daha ileri gidebiliriz, çünkü onlar kapitalist yönetimli işletmeyle rekabet etme fikrinden hala kurtulamamışlardır.” [01] Önemli olan şey, insanların, çoğumuzun halihazırda sahip olmadığı, bir seçeneğe sahip olmasıdır. Çeşitli gruplar yapmayı seçtikleri zaman birbirleriyle etkileşime girebilecektir. Anarşistler arasındaki işbirliğinin önündeki ciddi bir engel mülkiyet hakları meselesidir. Bir uçta özel, yaşamın gerekliliklerinin kar-için sahipliğine neredeyse feodalce bağlı olanlar bulunmaktadır; öteki uçtaysa kişisel mülkiyet sahipliliğinin bile anti-sosyal ve elitist olduğuna düşünenler bulunmaktadır. Bu iki uç arasında oldukça geniş bir manevra alanı bulunmaktadır, ancak işyerine el konulması [expropriation, kamulaştırılması, istimlak edilmesi] hareketi bölen başlıca konudur. Komüniter [communitarian] yaklaşım bu konudan tamamen uzak duracaktır. Bu maksatlı, kendinden örgütlü topluluklar bir gece içerisinde varolan sistemin yerini alamaz, ancak nihayetinde bizim ona bağımlılığımız büyük ölçüde azaltabilir. Bugün üretilmekte olan çoğu mal ya gereksizdir veyahut da aşırı miktarlarda üretilmektedir. Örneğin otomobillerin kullanımı, toplu taşıma, bisiklet yolları kullanımıyla ve daha iyi bir kentsel planlamayla büyük ölçüde azaltılabilir (ve bu trafik kazalarında ölüm sorununa kısmi bir çözüm getirecektir). Ve anarko-sosyalistler el konulmuş bir yazar kasa fabrikası veya mink çiftliğiyle ne yapacaklardır? Eğer insanları, işbirliği yapılarak olarak üretilmiş malları satın alarak veya kullanarak, ihtiyaçlarını işbirliği yaparak karşılamayı seçmeye hazırlayamazsak, onlar muhtamelen radikal bir toplumsal değişimle yeterince ilgilenmeyeceklerdir.
Peki “çalışmanın kaldırılması”ndan bahsedenlere ne demeli? Bir devri-daim makinası veya soğuk füzyon gibi, nahoş görülen işleri hiç kimsenin yapmasını gerektirmeksizin, herkese ihtiyaç duyduğu şeyleri sağlayacak bir tasarım bugün henüz bilinmemekte. Eğer herkes yalnızca hoşuna gideni yaparsa, icracı artistlerde ve atletlerde devasa bir arz fazlasına, diş sağlığı bilimcileri ve tesisatçılarda ciddi bir yokluğa sahip olacağızdır. İş paylaşımı ve üretken olmayan faaliyetlerin ortadan kaldırılması sayesinde, nahoş iş miktarı adil bir şekilde paylaşılabilir ve asgari bir düzeye indirgenebilir. Çalışma yoğunluklu ürünlerin tüketiminden uzak durmayı arzulayanların çalışması makul olarak beklenmemelidir. Ancak, işsizlik, veya sert ve tehlikeli çalışma koşulları gibi üretken faaliyet önündeki engellerin yokluğunda, çalışmayı paylaşanların gönüllü olarak çalışmamayı seçenlerin erişimini engellemesi de eş derecede makul gözükmektedir.
Bugün halihazırda, anarşizmin en iyi toplumsal örgütlenme biçimi olduğu hakkında yaygın bir ittifak var olmadığı için, bu fikirleri yaymak ve kendi aramızda yapabildiğimizce uygulamak bize kalmaktadır. İnsanları anarşist bir projeye katılmaya zorlamak mümkün değildir, çünkü anarşizm gönüllü işbirliğine ve işlemesi için de öz-disipline dayanır. Çok sayıda insan bunun örgütlenilmesi gereken yol olduğuna inandıktan sonra, zorba bir hükümdar bile onları kendilerini yeniden örgütlemekten alıkoyamaz. Elisee Reclus’un yazdığı gibi, “Yeryüzünün sefilleri ve mirasdan mahrum edilmişleri kendi çıkarları doğrultusunda, sektör sektör, ulus ulus, ırk ırk birleştiğinde; onlar çektikleri acıların ve amaçlarının tamamen bilincine vardıklarında … o eski günlerin Efendisi kadar güçlü olduklarında, o [Efendi] kendisini karşı birleşen açlık içindeki kitlelerin önünde güçsüz kalacaktır.” [02]
DİPNOTLAR
Kapaktaki alıntı Martin Buber’in “Paths in Utopia”sındandır (s. 46, 1988, Collier Books, 1945’de yaınlanan kitabın yeniden baskısı; ingilizce olarak ilk defa 1949 yılında Routledge and Kegan Paul Ltd tarafından yayınlanmıştır).
[01] “For Socialism”, Gustav Landauer, s. 140, Telos Press, St. Louis, 1978 (ingilizce çevirisi). İlk olarak 1911’de yayınlandı.
[02] “Evolution and Revolution”, Elisee Reclus, s. 16, William Reeves tarafından basılan kitabın Kropotkin’s Lighthouse Publications tarafından yapılan 7. baskısı. Yayın veya yeniden basım tarihi verilmemiş.
Çeviri: Anarşist Bakış
Kaynak: “Consent or Coercion: An Anarchist Case for the Social Transformation and Answers to Questions about Anarchism”.
Views: 23