19 Eylül 1913’de dünyaya gelen ve 1 Ağustos 1970’de tıbbi işkenceye maruz kalarak hayatını kaybeden ABD’li tiyatro ve sinema oyuncusu..…
Frances Elena Farmer popüler bir Holywood yıldızıdır. Milyon dolarlar kazanan bir ”stardır”! Buna rağmen Frances elit ve magazin çevrelerinin takıldığı gece kulüplerinde değil işçi sınıfının, yoksul halkın gittiği baraka tarzı mekanlara takılırdı. İmkanı olmasına rağmen özel şoförü ve lüks bir aracı yoktu. Genellikle toplu taşıma araçlarıyla yolculuk yapardı. Kazandığı tüm parayı kuruşuna dahi dokunmadan yoksul siyahilere, bölgenin yerli halkı Kızılderililere, işçi ve işsiz kadınlara verirdi. Holywood’da set emekçilerine işçi sınıfının kurtuluşu propagandası yapıp onları sendikalara üye yapardı, setlerdeki kadınları da kadın örgütlerine yönlendirirdi. Bundandır ki sık sık mahkemelerde ifade vermek zorunda kaldı ve güvenlik güçlerinin sürekli takibindeydi.
Frances, Seatle’liydi. Jimmy Hendrix’in de doğduğu kent, Kızılderililerin direndiği son kenttir, Seatle. Bir çok devrimciyi çıkarmıştır Amerika’da. Fabrikaları, işçi sınıfı, havaalanı ve “grunge” müziğiyle Amerika’nın en az Amerikansı olan şehirlerinden biridir. Seatle’ın çıkardıklarından biri de işte bunlardan biri de Frances’dir.
Seatle, Amerika’da en çok kitabevinin olduğu şehirdir ve yine her iki dükkandan birinin coffee shop’ı vardır. Cinayet, hırsızlık vb. asayiş sorunlarının oranının en düşük oranlı olduğu şehirdir. Bununla birlikte ABD’de intihar oranının en yüksek olduğu kenttir. Bu oranın toplumdaki duyarlılık düzeyi ile alakası olduğu düşünülmektedir.
Frances, 17 yaşındayken Lise dergisinde ilk öyküsünü yayınlar. Öyküsü çok ses getirir ve ”Seattleli Kız Tanrıyı Öldürdü, Ödülü Kaptı” diye yazar.
Frances’in devrimciliği aileden geliyordu ve dönemin koşullarında sistem karşıtlığı zayıf bir etkiye sahipti. Fakat Farmer mücadeleyi yükseklere taşımıştı ve Holywood camiası içinde ciddi etkiler yarattı. Bununla birlikte aileden aldığı kültür mücadele inadını güçlü kılıyordu. Frances’in annesi Sosyalist bir hareketin Seatle sorumlusuydu ve sık sık tutuklanıp işkencelere maruz kalmıştı.
Frances, Washington Üniversitesine girdikten sonra sosyalist devrimci gazete ve dergilerde makaleleri yayınlanmaya başlamıştı. Politik görüşleri nedeniyle gerek annesi gerekse kendisinin başı sürekli Amerikan polisi ve yargısıyla derde giriyordu. 1930’ların Amerika’sında güçlü bir antikomünizm rüzgarı esiyordu. Bolşevik devriminin yarattığı rüzgar tüm dünyada estirmiş olduğu özgürlük rüzgarı tüm dünyada olduğu gibi Amerika’da da yankısını buluyordu. Özellikle işçi sınıfının en yoğun olduğu Seatle’da sol hareketler yükselişteydi. Frances ve ailesi Amerikan Sosyalist İşçi Hareketi’nin çıkardığı Hareketin Sesi gazetesinde aktif olarak yazıyorlardı. Annesi, Seatle Sosyalist Hareketin öncüsüydü, Babası ise Seatle’da sendikal hareketlerde öncü konumundaydı. Ailenin bu politik durumu nedeniyle bir süre sonra tüm aile kaçak durumuna düşmüştü. Yoldaşları Frances’i ve ailesini gizlice Sovyetler Birliğine göndermeye karar verdiler. Sovyetler Birliği’nden de sığınma onayı almışlardı. Bu göç ihtimali Frances’i heyecanlandırmıştı. Bolşevik devrimini yakından görmek ve ve SSCB’de Rus Tiyatrosunda tiyatro oynamak istiyordu. Fakat ne var ki ailesi gitmekten vazgeçmişti, Amerikan devlet baskısına yenik düşüp mücadeleyi bırakmışlardı. Frances ise kararlıydı, ailesinin gitmemesi yönündeki telkinlerine rağmen gitti, gördü ve daha inançlı bir sosyalist olarak geri döndü Amerika’ya.
Holywood’da ilk olarak yan rollerde ve kısa filmlerde oynayan Frances, basamakları hızla çıkıyordu. Artık tanınan biri olduğunda ise ödüller almaya başladı. Bir “celebrity” olmasına rağmen kendisi gibi bilinen oyunculardan farklı bir yaşam sürüyordu. Meslektaşları gazetelere yansıdığı kadarıyla parlak bir hayatı yaşarken Frances makyajsız, ayağında botlar ve üstünde parkasıyla varoş semtlerde dolaşıyordu. Meslektaşları lüks araçlara binerken, Frances bir işçinin rahatlıkla alabileceği ikinci el arabasıyla dolaşırdı ya da çoğunlukla toplu taşımayı kullanırdı. Kazandıklarını ise işçi sınıfının mücadelesine ve siyahi ya da Kızılderili kadınlara kadınlarla dayanışmaya harcıyordu. 1 Mayıslara katılıyor ve eylemlerde en ön saflarda yer alıyordu. Geliriyle kadın sığınma evleri açıyor ve sanat çevrelerini de katarak yardım etkinlikleri düzenliyordu. Yapımcılar ise yaptıklarından rahatsız olmaya başlamıştı.
Frances alkollü araç kullandığı gerekçesiyle tutuklanır ve 18 ay hapis cezası alır. Kadın hareketlerinin ve Holywood set emekçilerinin eylemleri sonucu kefaletle serbest bırakılır fakat zorunlu olarak bir psikiyatri servisine yatırılmasına karar verilir. Bu olay Frances’in sonu olacaktır. Hastanede ailesinin ve kendisinin izni olmaksızın gizlice akıl sağlığını bozucu ilaçlar verilir. Frances’in yatırıldığı psikiyatri hastanesinde Foucault‘un “doktorlar ideolojinin piyonudur” sözü doğrulanmış olur. Susturamadıkları Frances’i tıbbi işkenceyle sustururlar.
Frances Elena Farmer 1 Ağustos 1970’de hayatını kaybeder.
1982 yılında Frances’in hayatını anlatan, Frances isimli bir film yayınlanır. Başrolde oynayan Jessica Lange bu filmle Oscar ödülünü kazanır.
Holywood’un başeğmeyen devrimcisi sevgili Frances Elena Farmer’i saygıyla anıyoruz…
Views: 50