Son yılların sol, özellikle kendisine sosyalist ve “Marksist” demekten beis görmeyen solu üstüne yazmaktan ben de rahatsızlık duymaya başlamıştım. Öyle ya; dünyanın birçok problemi varken sen otur Türkiye’nin kimi sol hareketleri, partileri ya da grupları üstüne yazı yaz. Olacak iş mi… Kendini yıllarca aynı saflarda ve kapılarda görmüş ve ondan kopmuş insanlar için bir çeşit kendini görme ve hayıflanma hali olarak da görülebilecek bu durum zannımca benim için öyle değil. Bunun en önemli nedeni Türkiyeli anarşistlerin bu deli gömleğinden kendilerini kurtarmamış olmaları ve genellikle sol cenahtan gelen anarşistlerin kafa yapısı olarak benzer argümanlarla dünyaya bakıyor olmalarıdır. Öyle ki anarşizmi bir muhalefet hareketine benzeten ve oradan dünyaya bakan anarşistler sosyal demokrat dahi denmeyecek programalara sahip olan partilerin eylem gündemlerinin takipçileri olmuşlar; yeni bir dünya derken ve ekolojik toplumsal devrim sloganları atarken sürdürülebilir kalkınma savunucusu programlara sahip olan partiler ve örgütlerin dümen suyunda yol almışlardır.
Hareketli ve daima değişen gündemleriyle artık başımız dönmeden takip ettiğimiz Türkiye’nin son haftasının gündemi darbe idi ve zannederim bu gündem artık uzun bir süre gündemlerin anası olmaya devam edecek.
Türk devlet[1] aygıtının içinde uzun yıllardır iktidarı paylaşan bir kesim olan ve son yıllarda iktidar içindeki çıkar çatışmaları dolayısıyla devletin içinde tu kaka edilen, mevcut devlet mekanizmasının hakim unsurlarıyla çatışma içinde olan ve görülen odur ki bu çatışmadan tümüyle yenik çıkacağının farkına varan, İslam’ı varlık nedeni olarak alıp, her türlü şer işlemekten beis görmeyen devletlü bir örgüt bir gecede yüzlerce insanın ölümüne neden olan darbe teşebbüsünde bulundu 15 Temmuz’da.
İktidar olmak için her yolu mübah gören kesimlerin iktidar olduktan sonra iktidarı paylaşamamak gibi bir musibete düçar olduklarını görememek mümkün değil. İktidar hedefinde olan her grup ve hareketin içine düşmeden yapamayacakları bir hal bu. İktidar olduğu ilk yıllarda beraber hareket eden ve askeri vesayete karşı ortak bir tavır içinde olan bu kesimler (AKP ve Fetullah Gülen hareketi) AKP iktidarının ilk yıllarından itibaren militarist bir laiklik anlayışıyla Kemalist cumhuriyeti kurtarma söylemlerine sahip çıkan asker ve sivil kesimlerin saldırılarına ve hatta darbe girişimlerine maruz kaldıklarında ortak hareket etmekteydiler. Zamanında yanlarına yörelerine liberal aydın adını taktıkları ve aslında liberalliklerinden çok devlet ve millet hamasetinin yumuşak variyasyonlarının taraftarı “aydınlar” ile de bu cepheyi genişletmişlerdi. Bu cephenin içinde liberal solcular da dahildiler. Bu zamanda iktidar ve Gülen “tarikatı”nın övgülerine nail olan bu entelektüeller, zamanla iktidar ve Gülenciler arasında gün yüzüne çıkan çatışmalardan önce ya da bir süre sonra belki de Gülencilerle beraber – ya iktidar tarafından yeteri derecede taltif edilmediler, ya da sözleri dinlenmez oldu – muhalif olmaya, iktidara ve iktidarın esas adamına adeta küfürler etmeye başladılar. Ondan sonradır ki sivil darbe kavramı medyada ve bu insanların ağzında anılan ve sürekli çiğnenen bir sakız haline geldi.
İktidar ve Gülen hareketi arasındaki ilişki güçler paylaşımı ve devletin paylaşımı şeklinde teşekkül etti ki bunu bugün – darbeden sonra – daha açık görüyoruz. Zamanında miting meydanlarında Pensilvanya’ya selam yollayan ve dersanelerin kapatılması sonrası çatışmanın ilk emareleri ortaya çıktığında “Ne istediler de vermedik” diyen bu iktidar, bugün bu verdiklerinin ceremesini çekmekte. Balyoz ve Ergenekon davalarında ittifakla bertaraf ettikleri militarist Kemalist darbecilerin bir kısmı ile Gülenci darbecilerin teşebbüsüne karşı koymaktadırlar.[2] Bu sefer de onların tarafında görülen milyonlar var sokakta.
Gelelim Türk soluna:
Türkiye solu oldum olası darbelere mesafeli bir tavır almadı. Bunun esas nedeni 1960 darbesinin Kemalist ve aydınlanmacı iç oryantalist elitlerce sağ-sol kutuplaşmasında ilerici bir darbe olarak yıllarca telakki edilmesi ve silahlı kalkışmaların bu minvalde hangi taraf ve kimler tarafından yapılıyor oluşuna bakmaları olarak görülebilir. Halen ilericilik kavramının kendisini sorgulamaktan dahi aciz olan solun Kemalist iç oryantalist duruştan kopmadığı 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında almış olduğu tavırda da ortaya çıkmış oldu.
Burada kullanmış olduğum “Kemalist iç oryantalist elitler” kavramını sol ve hatta sağın önemli bir kesimine, kemalizmden münezzeh olan kesimlere dair de kullanmaktan imtina etmem. Medyasıyla, kurumlarıyla, eğitim sistemiyle ve kuşaklar boyu yetiştirmiş olduğu insanlarıyla yüzü batıya dönük olmak kendine batılı gibi bakmaya işaret eder ve kendini ve insanını küçük görmeyle kendini gösterir.
Darbe teşebbüsünün olduğu gece darbeye karşı sokağa çıkan milyonlarca insanın yanı sıra bu darbe teşebbüsünün yalan, kandırmaca ve bir tiyatrodan ibaret olduğunu söyleyen ve fakat her ihtimale karşı marketlere ve bankalara koşarak evde kalacakları birkaç haftalarını güvenceye almaya çalışan insanlar da genellikle bu insanlar arasında çıktı. 12 Eylül cuntasının cezaevlerinde bulunmuş insanların büyük bir kısmı da bu insanların arasındaydı. Politika yapmayı artık futbol müsabakalarının taraftarlığına indirgemiş oldukları sabit olan bu insanlar, sosyal medya vasıtasıyla sokaklarda tanklara ve askerlerin atışlarına karşı göğüslerini siper eden “kalabalıklara” islamofobik ve “laisist” duygularıyla yapılan saldırıların da tarafında yer almayı ihmal etmediler.
Tekbir getiren insanlardan rahatsızlık duyan, okunan salalardan rahatsızlık duyan ve bunun taciz olduğunu söyleyen ve adeta bu ülkede yaşamıyormuş gibi yaşayan ateist solcular farklı etnik ve dinsel kimliklerle bir arada yaşamayı amaç edinmiş bir düşüncenin değil, sadece monolitik dolayısıyla otoriter bir toplum arzulayan orta sınıf solculuğunun taraftarlarıdırlar.
Darbe teşebbüsünün işitildiği ilk anda ve halen, bu analizci solcular darbe teşebbüsünün Tayyip Erdoğan[3] tarafından, başkanlığını garantiye almak için yaptırılmış olduğunu dahi ilan ettiler. Bunun bir “tiyatro” olduğunu da bas bas bağırdılar.
Giyiminden dolayı sivil halkı IŞİD’ci olarak damgalayarak ve atılan tekbirleri fundamentalist İslamcıların sokakları sarması olarak gördüler. Hem de sokaklara çıkmadan… Sokağa çıkan insanlara dair yapılan manipülasyonların en gönülden ve hiç sorgulamadan destekçileri gene bu solcular oldu. Darbe teşebbüsünün işitildiği ilk anlarda bu solcuların bir kısmı yüksek sesle onucu yıl marşını çalarak kutlama teşebbüsünde dahi bulundular.
Amerika dış işleri bakanlığından verilen ilk demeçlerden birinde darbenin “legitimate” (meşru) olduğunu öğrenmemiz ise bizleri şaşırtmazken onları da bu duruşlarıyla “şaşırtmamıştır” zannımca.
Görünen şudur ki; bu teşebbüsün birçok ortağı olmalı. Gülenci darbecilerin büyük oranda katılımıyla yapılan bu teşebbüs başarılı olsaydı politik ortam bugünü aratır olacak ve 12 Eylül cuntasında olduğu gibi binlerce insanın kanını dökerek ülkenin üstüne karabasan gibi çökecekti.
Mevcut devlet sisteminin içinde, onun askeri ve sivil bürokrasisinde yuvalanarak tek bir dünyevi ve uhrevi lidere tamamen bağlı fertleriyle başkanlık sistemi arayışında olan “RTE’yi, ekibini ve zihniyetini” aratır olacaktı.
Solcular ve kendini solda görenler bu darbenin en önde gelen mağdurları olarak başka bir kesimi temsil edeceklerdi. Temsil sistemine ve onunla anılan demokrasisine karşı olan anarşistler ve anti-otoriterler bu temsil sistemini arar duruma dahi geleceklerdi.
Dolayısıyla darbe denen şeyin ne olduğunu bilmeyen ya da unutan ve artık birer orta sınıf olan solcular siyaset sokağında çıkamaz durumdadırlar.
Darbenin ilk anlarında ses çıkarmaları beklenen ve onlara çağrılar yapılan CHP, bugün meydanlarda darbelere karşı miting düzenlerken ve darbe karşı ittifaka katılırken bu solcular halen kendi flamaları ve kendi grup çıkarlarıyla mitinge katılmanın onlara politik olarak ne çıkar sağlayacağını tartışmaktadırlar. Sokağın “zencileri” sokakları işgal etmiş ve onlardan daha demokrat olduklarını göstermiş oldular; bu demektir ki sokak siyasete el atmıştır ve bu solcular daha evvelde işaret ettiğim gibi orta sınıf zihniyetine sahip olarak “hakir gördükleri “zenciler”den kendilerini ayrı kılarak toplumsal mücadelede sınıfta kaldılar.
Bugün bu darbenin sonucu devlet bürokrasisinin yarısının tırpanlanmıştır. Halihazırda darbe teşebbüsüne bulaşmamış kimse yok gibidir. At izi it izine karışmış gibi görünüyor. Darbenin ardındaki gücün ABD olduğu görünüyor. Bu şu anlama geliyor: Eski devletin molozları üstüne bugün yeni bir devlet kuruluyor. Bu devletin daha otoriter ve totaliter olup olmayacağı ve Kürt meselesine nasıl yaklaşacağı belirsizliğini koruyor. Ama hakkını teslim etmek gerekir ki 15 Haziran’da devlet içi çatışmaların ötesinde sokakların tek hakimi olan Türkiye halkları ziyadesiyle politiktiler ve ilerici solculardan ilerici olmasa dahi daha ilerideydiler.
Numan Bey
[1] Bu makalenin konusu devlet ve terör olmasa da devlet ve terör kavramına yaklaşımımı zikretmeliyim: Devlet, her türlü devlet tüm kurumlarıyla terör ve şiddet aygıtıdır. Bu sadece teorik bir soyutlama olarak böyle değildir. Cebir ve rıza mekanizmasıyla bireylerin elindeki erki temerküz etmek maksadıyla her türlü aracı kullanmaktan imtina etmeyen ve her edimiyle kitlelerde meşruiyet algısı yaratmaya çalışan bir Tin olarak çalışır. Şiddet tekelini elinde topladığından dolayı terörist sıfatını da hak edendir. Şiddet sadece cebir ve zor yoluyla uygulanan bir şey değildir. Aynı zamanda hukuk yoluyla ve diğer bürokratik kurumlarıyla uygulamış olduğu yaptırımlar da bu şiddete dahildir. Mesela çoğunlukla Türkiye ‘demokrasisi’ne varılacak hedefteki örnek olarak gösterilen Avrupa demokrasisi de bundan münezzeh değildir. Ve hatta AB kriterleri denen bir çok kriter totaliter özellikte ve yaptırımcı yanlarıyla anti-demokratiktir.
[2] Balyoz ve ondan önce başlayan Ergenekon operasyonlarının büyük oranda darbe engelleyici tarafları olmuştur. Ergenekon davalarının kimi sanıkları aynı zamanda Hrant Dink’in davalarına birer tehdit unsuru olarak katılan ve yıllardır birçok insanın katledilmesinde sorumlu olan kimselerdi. Bunlar bugün Fetöcü komplo’nun kurbanları olarak aklanma sürecindeler. Olasıdır ki bunlar oluşturulmuş olan yeni ittifakın da unsurlarıdırlar. Türk devleti içinde çeşitli kliklerin ayak oyunları, darbe teşebbüsleri ve darbeciler hiçbir zaman eksik olmamıştır.
[3] Burada tüm devlet aygıtının ve iktidarın tek kişi üzerinden ifadesi devletin ve iktidarının bu tek kişi olmazsa daha iyi, güzel ve adaletli olacağını öğütler. Bu ifade biçimini CHP ve başka muhalefet partisi bir taktik olarak kullanabilir! Bu reel politiğin dili olarak anlaşılabilir. Çünkü reel politik kaygan bir zeminde dans etmek gibidir. Bu anlamda siyasal tutarlılık çok da önemli değildir. Siyaset arenasına esasen pragmatik ve faydacı davranışlar ve politik tercihler hakimdir. Ama ne “siyaset bilimi” ne de siyasal tarih böyle bir okumayı ve ifadeyi yalanlayan binlerce örnekle doludur. Bahsi geçen sol açısından başvuru kaynakları olması gereken Marksist gelenek ve solcu literatürün determinizme dair bakış açısı bunu reddetmesine rağmen.
Views: 104