Şiddet, yıkmaya yöneliktir, yıkmak ise şiddetin kendisi. Her iki kavram kullanılışları ve günlük dildeki vurguları itibarıyla bir birlerini gerekseyen ve bir birlerini tamamlayan anlamlara sahip.
Her toplumsal hareket “yıkmak” kavramını hedefledikleri ati’nin önündeki engelin aşılması anlamında ve bunu yapmaya giden yolun başlangıcı olarak alır ve bu kavramı hareket olmanın ve etmenin başlangıç noktası olarak telekki eder. Toplumsal bir özne olmayı hedefleyen hareketler “yıkmak” kavramını ekseriyetle yeniden düzenlenecek olan olarak mevcudiyetteki toplumun yeniden inşaasına hazırlanmanın ön eylemi manasına vurgu olarak kullanırlar.
Toplumsal yaşama dair yapılacak, “yıkmak” kavramına dair her vurgu, kelimenin temel anlamına denk düşmek zorunda olmasa bile yeniden kuruluşa hazırlığı, yada yeniden kurulmayı sağlamayı çağrıştırmaktadır ya da ifade etmektedir. Yani yıkmak “yok etmek” değildir. Yıkarken yıktığın şeyin kalıntılarını her zaman yanında ve beraberinde geleceğe taşımak zorunluluğu vardır. Aslında yıktığın şeyin bir parçası da sensindir. Yıktığın kendindir ve kendinin bir diğer yanı , kendini yeniden kurar.Toplumsal özneler de bu oluştan payını alır. Yıkarsın ama “yok edemezsin”
Tarihin gördüğü en “yıkıcı” devrimlerin dahi yok etmeyi başardıkları söylenebilir mi?
Toplumsal yapılar konumuz olduğunda yok etmek kavramını kullanmakta esasen tereddütlü davranmakta yarar vardır.
Fütüristler ve manifestoları “yıkmak” kavramına dair gösterilebilecek en anlamlı örnektir. Savaşları dünyayı “iyileştirebilecek” tek çare olarak gören, silahı ve şiddeti, militarizmi ve anarşistlerin yıkıcı jestlerini öven bu akımın akibeti, şiddet üzerine konuşulan bir ortamda ibret alınacak derslerle doludur.
Füturistlerin temel tezleri geçmişe dair her türlü fenomenin reddi ve geleceğe, ileriye, yeniye, yeni oluşacağa vurgu yaparak geçmişi tamamen reddi üzerine kurulmuştu. İnsan geçmişten gelmektedir ve geçmişce var edilmiştir. Yaptığı ve yapmak zorunda olduğu şeyler geçmişten demini alarak oluşturulabilir. Füturistler geleceğe övgülerle (ki bilinmeyendir !) kendilerini kurdular. Marinetti ve çevresi neyi değiştirebildi? Sadece arzularını ifade ettiler ve kendilerini ifade ederken geçmişin malzemelerini kullandılar ve geçmişi reddettiler! İnsanı ve değerlerini, gelecekçilik adına red eden tezleriyle faşizme ve kapitalizme hizmet ettiler ve Marinetti kendi içinde daha tutarlı davranarak faşistlerle beraber olmayı tercih edip savaşa katıldı. Neyi yıktılar? Aslında hiçbir şey. Yıkmaktan çok şimdiyi ve geleceği teorize ettiler. Geçmiş zaten kapitalizm tarafindan yeniden düzenlenerek güne uygun hale getiriliyordu. Onlar daha çok sistemin ve faşizmin bir ifadecisi konumundan öteye bir anlam ifade etmemektedirler bu gün. Yerleşik zihniyetten farklı bir zihni dünya geliştirmediler fakat farklı bir zihni dünyaya adım attıklarını sandılar. O günden bu güne gelenek, alışkanlıklar ve toplum kendini düzenleyebilme, zamana uydurabilme yeteneğini daha da geliştirmiş durumda ve Füturist teorisyenler faşistlerle ayni saflarda yer aldı ve önemli bir kısmı ise savaşlarda yitti.
Özgürlük kavramı ethik önyargısı olan her bünyenin, füturistlerden ve tezlerinden çıkaracağa en önemli ders, füturizmin durduğu yerin karşısında durmanın durulacak en önemli yer olduğuna dair olandır. Bu şiddetin reddini, hızın reddini, teknolojinin reddini, makinaların reddini ve yıkımını kapsar.
“Yıkmak” özgürlüğe varışın kalkış noktasıdır. Projelendirilmemiş ya da projelendirilmiş bir atılımın bugünden itibaren kalkış noktası “yıkmak”kavramı üzerine kurulur.
Toplumsal yapıyı üzeri bir çok kavramla ve karalamayla dolu bir sayfa olarak tasavvur edersek, bu sayfadaki karalamaları tamamen silip yeniden aynı sayfa üzerine temiz bir yeniden yazımın mümkün olmadığından hareketle, yeni bir özgürlük ethiğinin yaratılması ancak kendini bulunduğu mekanların dilini yeniden yorumlamak ve kendini kültürel gövde üzerinden kurmak zorunluluğu, geçmişin tamamen reddedilmesi yargılarının bir tarafa atılması gereken hiç bir zaman mümkün olmayan görüşler olarak değerlendirmemizi dahada anlamlı kılar.
Yıkmaya ilişkin bu metafordan hareketle, anarşizm için, füturistler gibi geleneği tamamen silmek değil, gelenekten kendine uygun akabileceği uygun bir mecra bulmanın yolları üzerinde durmanın ehemmiyeti daha da artar.
“Yıkmak” kavramıyla “şiddet” kavramının art arda bir birine nedensel bağlılıklarından hareketle varılacak nokta “yıkma”nın şiddetsiz olmayacağına dair vurgudur.
Varlığın var oluşunda ya da daha somut ve extrem bir örnek olarak; yediği tokada cevap olarak öbür yüzünü dönmek tavrını kendine erdem alan bir pasifist ya da hıristiyanin davranışında şiddet yok mudur? Pasifist bir şiddet yok mudur? Nietzsche’nin şu sözleri bu şiddeti tüm sıcaklığıyla açığa vurmaz mı?:
“…düşmanınız olursa,kötülüğe iyilikle karşılık vermeyin: onu utandırır da ondan.Yalnız, size iyilik ettiğini gösterin ona.
Ve utandırmaktansa, kızın! Ve size sövüldüğünde, sizin övmeye kalkışmanız hoşuma gitmez. Birazda siz sövün!
Ve size büyük bir haksızlık edilecek olursa, sizde buna beş küçük haksızlık ekleyin. Korkunçtur haksızlığa yalnız katlananı seyretmek.
… Bölüşülen haksızlık yarım haktır.
Küçük bir öc, hic öc almamaktan daha insancadır…..
….Tepeden tırnağa doğru olmak isteyen için, yalan bile insanseverlik olur.”(1)
Nietzsche’nin Zerdüşt’ün ağzından aktarmış olduğu ve bin yıllardır ısrarla “erdem”e vurgu yapan bu hıristiyan ahlağının karşısında durarak yapmış olduğu bu vurgular şiddetin olmazsa olmaz bir fenomen olarak insan yaşamının içinde ki varlığına da vurgu yapar.(2)
Yani insan her ne haliyle olursa olsun bu kavramdan kendini uzak tutamamaktadır. Kendinin şiddet kavramından münezzeh olduğunu sanan pasifist dünyaya gözünü kapatmış değil midir?
Şiddeti kökten reddetme temayülündeki oluşumlar ise dünyevi mekanın konformizmine teslim olma tehlikesindedirler bugün. Mevcut kültürün içinde bir renk olarak var olma halleri absorbe edilmiş bir şiddetsizlik söyleminin taşıyıcıları konumuna sokmuştur onları. Şiddet kavramının terör kavramıyla eşanlamlı hale getirildiği bu dönemde, şiddetsizlik “demokrasi” ve “barış” yalanlarının temellendirilmesinde kullanılan bir kavrama dönüştürülmüştür.
Yok etmek mümkün müdür?
“Yok etmek” kavramı kanaatimizin vardığı yer olarak “mutlak” kavramının tasavvurunun, ideal dünyada işgal ettiği yer kadar bir yer işgal etmektedir tasavvurumuzda.
Bu minvalden hareketle yok etmek imkansızdır. İnsan varlığının hiç bir kabiliyeti yok etmeyi başarabilecek ehliyette değildir. Yok etmek tanrısal bir meziyettir. Bundan dolayıdır ki insan ancak tahrip eder, yıkar ve ancak yeniden kurar. Yok edemez.
Dolayısıyla şiddet’i genel anlamının tüm veçheleriyle düşündüğümüzde, olmadığı olmayacağı bir yeri tasavvur etmek mümkün değil. Varlık, kendi oluşu ve toplumda işgal ettiği yer vesilesiyle bu şiddeti zorunlu olarak yanında taşımakta.
Yaşamın her tarafını işgal etmiş olan şiddet nedensel olarak kendini çoğaltır. Ve bu şiddetin ifadesi insanın kahrolası varlık “hal”idir. İnsan varlığını, dünyaya atılmış yalnızlıklarında ayakta tutan enerjisinin bir ifadesi olarak yaşam atılımı, şiddet ve türevleri kavramlarla başkalarını şiddetinin alanına çekmekte ve insan varlığı sevgi ve şiddet, sükunet ve şiddet, ölüm ve yaşam paradokslarının içinde çaresiz kalmaktadır.
İnsan kendini reddetmeye vardığı noktada şiddetsiz olduğuna dair bir yanılsama içerisine girer. Şiddetsiz bir dünya burada değil, toplumsal yada şahsi duruşların ötesinde, hiçbir yerdedir…
Şiddet en büyük kötülük, ve kötülük “ben”de ve “başkası”ndadır.
Alişan Şahin
(1) F. Nietzsche . “Böyle Buyurdu Zerdüşt “çev. A.T. Oflazoğlu. “Engerek Sokması Üzerine” syf.68-69
(2) Yeri gelmişken, anarşizmin aynı zamanda aslen bir erdem ve soylu davranışlar ethik’i olarak tanımlanmasında yarar olduğu kanaatindeyim.
Views: 40