Radikal gazetesinde 20.08.2012 tarihinde yayınlanan ve Ezgi Başaran’ın Alman akademisyen Corry Guttstadt ile Türkiye’de anti semitizm üzerine yaptığı söyleşiyi okumuş olmasaydım nicedir yazmak istediğim anti semitizm – siyonizm denklemi ile ilgili yazmak için yeterli motivasyona sahip olamayacaktım. Ancak söyleşi esnasında Corry Guttsadt’ın Ezgi Başaran’ın sorularına objektif olması gereken bir akademisyen olarak verdiği tek boyutlu cevaplar bende bu topraklarda ve batıda birçok sol liberal liberter kesimde bulunan tarafgir bir ezbere dair bir kaç söz ederek ezber dışından bir başka bakışın mümkün olduğu gerçeğinin altını çizme gereği doğurdu.
Röportajı defalarca dikkatlice okumuş biri olarak sondan söyleceğimi baştan söylerek söze başlıyayım; Guttstadt baştan aşağı önyargılı tek boyutlu paradigmanın içinden konuyu ele almış. Öyleki söylediklerine temel olacak argümanlar nesnel olarak yanlışlanamaz olsa da bunları titizlikle seçişi ve bunlar üzerine yorum yaparken çok boyutlu bir yaklaşım içinde olmak yerine manüplatif bir yaklaşımla konuyu ne yapıp edip Siyonizmin resmi tezlerine eklemlemeyi becermesi bu düşünceyi perçinlemekte. Aslına bakarsanız anti semitizm- siyonizm denkleminde ideolojik gıdasını modernizm ve ilerleme hayranı batılı entelijansiyadan almayı refleks edinmiş ve doğu tipi modernleşmeyi içselleştirmiş liberal sol ve liberter aydınlar da genel olarak ondan farklı bir noktada durmuyorlar.
Öncelikle bu satırların yazarının siyonizme karşı olduğu kadar anti semitizme ve her türlü ayrımcılığa karşı olduğunu dünyaya anti otoriter bir noktadan baktığını belirterek başlamak isterim.
Sözü uzatmadan röportajda itirazım olan ifadelere kısaca bakalım:
“Gazze savaşı, Dökme Kurşun Harekâtı veya Mavi Marmara gibi olaylarda hemen hemen bütün Türkiye basınında bu oldu. Sağdan sola İslamcıdan ulusalcıya sayısız örnek vermek mümkün. Bir protesto mitinginde taşınan ‘Hitler haklıymış. Yahudiler her ülkede aynı, onlar insan olmaz’ pankartı bunun en korkunç örneğidir.”(a.g.söyleşi)
Guttstadt’ın vicdan sorunu hemen burada kendini göstermekte Gazze savaşı, Dökme Kurşun Harekâtı veya Mavi Marmara gibi olaylarda Guttstadt’ın aklında kalan fosfor bombalarıyla yanarak ölen ya da bir ideal uğruna ölümü göze alan silahsız insanların öldürülmesi değil bir protesto mitinginde provokatif olması çok mümkün olan bir pankartta yazan ‘Hitler haklıymış. Yahudiler her ülkede aynı, onlar insan olmaz’ pankartı.” Bir akademisyen olarak “konumuz anti semitizmdi o yüzden resmin bu tarafıyla ilgilendim” deme lüksü var mıdır? Batılı ana akım medya ve akademisyenler Siyonist İsrail devletinin sistematik soykırım politikalarını resmin içine ne zaman koyacaklar? Tabiki “Hitler haklı değildi”. Türkiye’deki anti semitizmi deşifre etmek için sorunu daha derin, çok boyutlu ve objektif ele almak gerekir ancak ulaşılan sonuçlar korku üzerinden İsrail’in saldırgan politikalarına meşruiyet üretmeye çalışan küresel siyonizmin propoganda lobisinin işine yeterince yaramayabilir. Bu yüzden böyle hamasi örneklerle kestirmeden gitmek sanırım daha işlevsel olmalı.
“İsrail’in var olma hakkını inkâr etmek eleştiri sınırlarını aşar. İsrail Birleşmiş Milletler‘in onayıyla kurulan bir devlettir. İnsan, ulus ve ulus devlet fikrine karşı çıkabilir. Ama İsrail‘i diğer ulus devletlerden ayrı tutup ortadan kaldırılmasını talep edip amaçlamak anti-Semitizmdir. Ulus devletlerin çoğu savaşlarda, topraklarında bulunan başka etnik grupları ezerek veya sürerek ortaya çıkmıştır. Türk ulus devleti, Ermenileri katlederek, Rumları kovarak kurulmuştur. Bunu en sert şekilde eleştirenler bile, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasını talep etmez. İkinci kıstas: Siyonizmi bir ulusal ideoloji olarak değil, dünya hâkimiyetini amaçlayan bir plan olarak algılamak. Uluslar, ortaya çıkınca kendi var olma haklarını belirlemek ve ötekilerden ayırmak için genelikle birtakım muğlak, dine, kültüre veya ortak tarih gibi öğelere dayanarak bir ulusal ideoloji geliştiriyorlar. Bu bütün ulusal ideolojiler için geçerlidir. Türk ulusal ideolojisi ‘Siyonizm’den ne daha makul ne de daha abestir.” (a.g.söyleşi)
Akademisyen Guttstadt İsrail’in varlığı söz konusu olduğunda akademik soğukkanlılığını yitirmekte ve; “İsrail’in var olma hakkını inkâr etmek eleştiri sınırlarını aşar.” demektedir.
İsrail’in varlığını sorgulamak gerçekten anti semitizm midir? Eğer devletlere ve de ulus devletlere karşıysanız dünyadaki bütün ulus devletler dururken neden birtek İsrail’in meşruiyeti sorgulanmaktadır? Mantıklı bir önerme gibi görünmekteyse de burada İsrail’in kuruluş tarihinde yaşananlar, Filistin halkının trajedisi, BM’in meşruiyeti, İsrail’in kurucu ideolojisi 19. yy. siyonizmi ile günümüzde devletin resmi ideolojisi olan yayılmacı militarist siyonizmin aynı şey olmadığı da sorgulanmalı. Bunlar ın hepsi bir yana BM 1947 planı filistin Coğrafyasını filsitinli müslüman nüfusun o zamanki çoğunluğuna karşın (bkz. dörtlü harita) neredeyse eşit olarak iki federal devlete paylaştırır. Siyonist İsrail devleti bu kararları da asla tanımamıştır.1
İsrail ile birlikte yahudi yerleşim birimlerinin genişlemesi (1946-2000)
Bütün devletler hangi sistemle yönetirlerse yönetsinler belli bir meşruiyeti gerekserler çünkü hiçbir halk salt zor ile yönetilemez. Zorun yanında iktidarı halka meşru gösterecek araçlara da gerek vardır (hukuk) ki yasalar bu işlevi görürler. İsrail’in meşruiyet sorunu sadece çok otoriter ve ırkçı olmasından kaynaklanmıyor, o coğrafyada yaşayan bir halkı yok saymasından onları yerli kategorisinde bile tanımamasından (bu yüzden İsrail’in bir anayasası olmadığını düşünüyorum), kolonyalist bir anlayışla onların yerine başka bir halkı gelip yerleştirmesinden ve meşruiyetinin kendinden menkul olmasından geliyor.
29 Kasım 1947’de BM Paylaşım Planı ile Filistin toprakların %44’ü Araplara, %56’sı Yahudilere verildiğinde, bölgede 1,350,000 Arap ve 650,000 Yahudi yaşamaktaydı. Yahudi Ajansı’nın verilerine göre, 2007 yılı itibariyle, dünyada 5,4 milyonu İsrail’in nüfusunun yaklaşık %81’i Yahudi’dir. Nüfusun çoğu Müslüman olmak üzere 1.194.000 olduğu, yaklaşık %17’sinin Arap, geri kalan %2 ise Dürzi, Çerkez ve diğerlerinden oluştuğu bilinmektedir.
Son 65 yılda bu demografik değişikliklere meşru politikalar ile değil katliam, tehcir, abluka ve savaşlarla ulaşıldığı çok açık değil mi?
“’Gazze Şeridi büyük bir toplama kampıdır’, veya ‘İsrail’in Nazi yöntemleri uyguluyor’ gibi ibareler Türkiye’de hemen hemen her kesimden duyulabilir. Böyle suçlamalar hem Nazi zulmünü ve soykırımı inanılmaz biçimde banalize ediyor hem de İsrail’in meşruluğunu hedef alıyor, çünkü Holokost İsrail‘in kuruluş sebeplerinin biridir. İsrail devletinin politikalarını bütün Yahudilere, özellikle de Türkiye’deki Yahudilere mal etmek kabul edilemez.” (a.g.söyleşi)
Guttstadt’a göre İsrail’in politikaları nazilere asla benzetilemez aksi anti semitizmdir. Bu holokost’u banalize eder. Zaten siyonizme en büyük tehdit holokost’un banalize edilmesidir. O sıradan bir soykırım değildir eşi benzeri yoktur o yüzden adı holokost’tur. Yani holokost soykırımlar içinde hiyerarşik sıralamada en üsttedir. Siyonizmin yahudilerin “seçilmiş kavim” olma anlatısı ile çok örtüşen bir durum. Guttstadt tezlerinin dünya siyonist örgütlerinin ve İsrail’in resmi tezleri ile çakışmasından belli ki rahatsız değildir. Oysa her soykırım biriciktir Ermeni soykırımı Meds Yeghern’ dir yahudi soykırımı ise Shoah. Nazizme Holokost penceresinden bakınca 2. dünya savaşının çıkış nedenleri, nazizmin kendisinin bir savaş ideolojisi oluşu ve bu politikalar sonucunda yahudileriden başka ölen milyonlarca insan ve bir milyona yakın çingene “önemsiz” bir “ayrıntı” olarak kalmakta. Nazizm savaşa ayarlı bir hareketti anti semitizm de bu hedefe matuf argümanlardan biriydi eğer yahudiler olmasaydı naziler başka bir “öteki” ya da “düşman” bulmakta zorlanmayacaklardı. Meselenin özü şu ki; nazilerin anti semitizmi savaşı doğurmadı tersine onların savaşma arzusu anti semitizmi ve bunun sonucunda da Holokost’u doğurdu.
Bir halkı topraklarından sürmek, esir etmek, evlerini yıkmak, göçe zorlamak, aileleri parçalamak, halkın birbiriyle bağlantısını kesmek, onu ablukaya almak, etrafına devasa utanç duvarları örmek, mültecileştirmek ve sivil çocuk ayrımı yapmadan katliama tabi tutmak soykırım nedeni ise kendisi Polonyalı bir yahudi olan Raphael Lemkin’in BM’in de kabul ettiği kriterlerine göre İsrail’in Filistinlilere yaptığı apaçık soykırımdır.
Yani İsrail kuruluşunu ve varlığını bu soykırıma borçludur. Yavuz hırsız misali her eleştiriyi anti semitizm diyerek bastırmak ve başta ABD olmak üzere 2. dünya savaşının galip devletlerinin enformasyon gücünü arkasına alarak Holokost edebiyatı yapmak bu acı gerçeği değiştirmez. İşin tuhafı söyleşinin başında Guttstadt’ın referans aldığı Roni Margulies sosyalist bir yahudi olarak İsrail Devleti’ni meşru görmemektedir.
Fransa’daki “Ecole Pratique des Hautes Etudes” adlı eğitim kurumundaki Çağdaş Yahudi Tarihi kürsüsünün başkanı Esther Benbassa, “Yahudi soykırımının bir din haline getirildiğini” belirtmiş ve şöyle yazmıştır: “Kendini kurban konumuna koyma, her Yahudiyi eleştiriye karşı güvence altına alıyor ve böylelikle İsrail’i de eleştirilere karşı güvence altına alıyor”2 diyordu. Bu, yine ünlü İsrailli entelektüel Avraham Borg’un denikleriyle tam da örtüşen bir durum; “Biz *Shoah’dan kurtulduğumuz için herşey mübah ve hiç kimse bize ne yapmamız gerektiğini söyleme hakkına sahip değil” diye yazıyor Burg. “Her şeyi tehlikeli olarak görüyoruz ve yeni bir halk, toplum ve devlet olarak normal gelişmemiz durdu.”3
Aynı zamanda bir politikacı da olan Burg, kararlılıkla İsrail ve Filistin tarafları arasında müzakereleri savunmuş, İsrail politikasını, Filistinlileri Nazilerle eş görmekle eleştirerek, bunun, Filistinlilerle her türlü diyaloğu imkânsız hale getirdiğini söylemiştir. Burg’a göre İsrail, yalnızca Filistinlileri Naziler olarak görmekten vazgeçmekle kalmayıp, eskiden sık sık sürgüne maruz kalan Yahudilerin, Filistinlilerin sürülmesinin asıl nedeni olduğunu da kabul etmeli.
Siyonist ideoloji Yahudi inancında tarihi olarak süregelen “seçilmiş kavim” anlayışını, “seçilmiş/üstün ırk” olarak yorumlamaktaydı. Bu yorumun en uç noktası “diğer halkları” inkâr etmeye dayanır. Ancak bu yaklaşım Siyonist kadrolar içerisinde hiç de marjinal bir yaklaşım değildi. Mesela İsrail eski “başbakanlarından” Golda Meir bu yaklaşımı şöyle ifade ediyordu:
“Filistin’de bir Filistinli halkın var olmuş olduğu, bunun böyle sayıldığı ve bizim gelip onları kovup ülkelerine el koyduğumuz diye bir şey yoktur. Onlar zaten yoktular.”4
“Tehlikeli olan, sadece anti -Semitizmin yaygın olması değil. Asıl endişe verici olgu, kimsenin bu sorunu fark etmemesi, karşı çıkmaması. Aydınların kulakları anti – Semitizmi duymuyor. Başka topluluklara yönelik saldırılara en azından muhalif kesim tepki gösterir. Hrant Dink’in öldürülmesi, Sivas ve Maraş katliamları demokrat kesimin belleğinde, oysa sinagoglara yapılan vahim saldırılar unutulmuş gibi. Anti-Semitizm konusunda Türkiye toplumunda herhangi bir duyarlılık yok.” (a.g.söyleşi)
Guttstadt’a göre tehlikeli olan anti semitizmin yaygın olması değil kimsenin onu farketmemesi… Tehlike, korku yokedilme tam da İsrail’in üstüne resmi ideolojisini kurduğu şey bilmem Guttstadt bunun farkında mı? Siyonist ideolojiye göre “güvenlik herşeyin başı” yani, önce korkut ki meşru olasın sorgulanmayasın. Guttstadt’ın Türkiye için örnek gösterdiği ve El Kaide tarafından üstlenilen sinagog saldırılarının ünlü Balyoz davası iddianamesinde darbeci laik generallerce “anti semitik dinci saldırı” görüntüsü yaratmak üzere sipariş edilen provokatif eylemler olarak geçmesi sadece bir rastlantı mı ve bu iddianame sadece bir iddia mı acaba?
B. Eraslan
—————————————–
1. (bkz 2. harita)
2. (a.g.y.’ın 1 Eylül 2000 tarihli Liberation gazetesinde yayınlanan yazısından.)
3. Avraham Burg: “Hitler besiegen. Warum Israel sich endlich vom Holocaust lösen muss”
röportajı Almancadan çeviren Mustafa Tüzel © Qantara.de 2009
4. (Doğudan dergi, Kasım- Aralık 2008: İsrail Ulus-devlet, korku ideolojisi ve toplum bunalımı, Ersin Doyran “anılarından aktaran Hollstein 1975: 24”)
Views: 58