Erkek egemen tahakküm kültürünün ve onun dilinin üreticileri sadece erkekler değildir. Hatta daha ziyadesiyle kadınlar vb.dir. O, kamusal ve özel alanda herkes tarafından üretilen bir kötülüktür. Kendini kadın ya da başka bir kimlik altında görmek ve biyolojik ya da ruhsal kimliğinin bunun üstesinden geleceğini düşünmek hayal ve tasavvurlarını gerçekliğe üstün kılmaktır.”
Tahakküm, Osmanlıca sözlüğe göre hükmetmekten geliyor. Tekebbür, zorbalık etmek. Zorla hükmetmek demek. TDK’da ise baskı, zorbalık ile karşılanıyor.
İngilizce karşılığı olan Domination anlam karşılığı olarak başkaları ya da bir başkası üstünde iktidar ya da kontrol sağlamak, ya da böyle bir iktidarı, kontrolü ya da egemenliği uygulamak şeklinde geçiyor.
Anarşistler için ise oldukça fonksiyonel bir kavramdır bu. Anarşistler için bir inanç, bir önyargı olduğu dahi söylenen özgürlük karşısında diyalektik bir ikilemin kötü olan tarafıdır tahakküm. Belki de Hegel felsefesinde bir ruh, tin ya da Geist olarak geçen kavramın elle dokunur gözle görünür olmaması gibi Tahakküm kavramı da her yerde olan ama görülmeyen ama hissedilen bir hali ifade ediyor.
Bu kavramı bizler için hissedilir hale getiren ve adını her zaman hissettiğimiz araçlar ve kurumlar mevcut. Devlet bu kavram ve kurumların başında geliyor. Tahakkümün her açıdan kurumlaşmış tek hali gibi görülür devlet. Güç temerküz merkezi olarak devlet yasalar koyarak ve o yasaları zorla uygulayarak her bir insan teki için dönüp kendini kontrol edeceği ve ona uymak zorunda olduğu bir merkez konumundadır da.
Tahakküm kişiler arası ilişkilerde de ortaya çıkan güç, egemenlik ve hükümranlık kavramlarıyla mukim bir kavram. Kişiler arası ilişkilerde ziyadesiyle mevcut olduğundan İslam felsefesinde ve tasavvufta bu nefsin en kötü hali ile tanımlanmış olmalıdır.
“Nefsine hakim olma” söyleminin ardında yatan hakikat insan tekinin kendi benliğini kontrol etmezse nasıl bireysel ve toplumsal felaketlere neden olunacağının bilinmesidir dersek yanlış yapmış olmayız. Bu cümleden hareketle tahakküm (ya da iktidar diyelim) devlet gibi kurumlar vasıtasıyla yayılan bir şey değil, diğer taraftan insan öznesinin varoluşundan hareketle de yayılan – yayılabilecek – ortamları bulan bir kötülük halidir.
En büyük kötülüğün adı olan tahakküm Foucault tarafından “iktidarın her yerde” ve “direnişin de her yerde” olması şeklinde vurgulansa da bunun bu şekilde formüle edilmesinin yeni bir şey olmadığına vurgu yapmak isterim.[1]
Tahakküm ya da iktidar günlük yaşamda çeşitli şekillerde ortaya çıkar: genellikle ast-üst ilişkisi şeklinde bir hiyerarşisi olan tahakküm bir zenci ile bir beyaz arasında (zaman, yere ve şartlara bağlı olarak beyaz ırkçılığı ya da zenci ırkçılığı olarak), Erkek ve kadın arasındaki ilişkide, devlet memuru ile sıradan insanlar arası ilişkide, hederoseksüeller ile homoseksüller arasındaki ilişkide, homeseksüeller arasındaki ilişkide, Müslüman, dindarlar ve ateist arasındaki ilişkide, ve bir çok kimliğe sahip olan bir tekin duruma, şartlara ve zaman göre sahip olduğu bu kimliklerden biri ile yüz yüze kaldığında ast ve üst ilişkisinin ortaya çıkması durumunda… tahakküm kendini baskı, zorbalık, iktidar, cebir, söz, hakaret ya da ince alay olarak ortaya kor. Bunlara ulusal ve etnik kimliğe sahip her bir birey de dahildir.
Genellemeler sadece genelleme olarak vardır ve gerçeği yani günlük yaşamın hakikatini her zaman ıskalar. Dolayısıyla genellemeler ve soyutlamalar günlük yaşama değil günlük yaşamın hakikatleri genellemelerin ve soyutlamaların üstünde görülmelidir.
Bu kadar genellemeden ve soyutlamadan günlük yaşamın hakikatlerine gelmek farz olmuştur zannımca…
8 Mart 2014 yılında Dünya (emekçi) Kadınlar Günü dolayısıyla yapılan yürüyüşte çekildiği söylenen bir döviz ya da pankart dolayımıyla ilginç bir metinle karşılaştık.
TDK sözlükte sadece kaba ifadesiyle (ya da argo diyelim) karşılığı bulunan ve aslında hiç yokmuş gibi davranılan, anlamı “kadınlık organı” ya da “erkeklik organı” olarak açıklanan ve çoğunlukla üsluplu bir dille tıbbi karşılıkları kullanılan uzuvlarımızdan hareketle kadın argosu denerek savunulan ve aslen erkek argosundan devşirilme “yoksa kadının parası a.dır kumbarası” dövizi üzerine yürüyen dedikodu, söylence, ayıplama ve “eleştiriler” üzerine Beren Azizi zat-ı muhterem tarafından yapılan zorunlu açıklamanın fecaatine değinmek isterim.
Tahakküm kavramı yazanın ve teorize edenin meşrebine göre çeşitli adlar altında ifade edilmekte. Bunlardan biri ise erkek egemen kültür, erkek tahakkümü, erkek dili ya da erkek iktidar vb.dir. Yukarıdaki zannımca erkek argosu olan söz dönüştürülerek kadın argosu haline getirilmiş gibi görünüyor. Bu sözü kadın argosu sözlüğünde görmüş olsak da deyimin kendisi aslen erkek argosunun ürünü. Ama bu dönüştürme kendi hüsnü niyetiyle bir kişinin yapabileceği bir şey değil. Bunu bir kişinin ve grubun bir yürüyüş dolayısıyla yapması mümkün değildir. Doğal bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkması beklenir. Ama gördüğümüz olması gerekenin tersi…
Beren Azizi en baştan dili itibarıyla herkesi ve her eleştiriyi dilinin bozukluğu, yabancı dil bilmemekle, feminist literatürü takip etmemekle, feminizm bilmeden feminizm üstüne konuşmakla itham ederek savunmasına ve açıklamasına başlıyor. Kızımızın okur-yazar ve yabancı dil bilen biri olduğunu yukardan bakan dilinden anlıyoruz. Ben bu işleri kaynağından okuyorum, diyor bize. Biz de bu söylem altında eziliyor muyuz? Elbette. Türk entelektüelinin batı hayranı ve batıya yönelik konumundan ve bizlerin her şeyi ve hatta kendimizi dahi batıdan dolayı tanıma alışkanlığı ve geleneğimizden dolayı bu ezilme ve büzülme hallerimiz biliniyor olsa gerektir Beren Azizi tarafından. Ve sonra da anlıyoruz ki kızımız herkese yukarıdan bakmakla “haklı” gerekçeler sunuyor. Nedir bu “haklı” gerekçeler: Orospu Manifestosu’nu okumuş… bu deyimi kullanmasını Orospu Manifestosu üstüne bina ediyor.
Merak edip bakmak isteyenler bu Orospu Manifestosu’nun Türkçesini http://t24.com.tr/haber/iste-orospu-manifestosu,199896 adresinden okuyabilir. 1968’de yazılmış, 1969’da Anonim adı ile yayınlanmış fakat yazarının Jo Freeman (Joreen) olduğunu öğrendiğimiz bu manifesto[2] aslında kendini, onları da kapsamakla beraber, genelevde ya da başka mekanlarda pazarlayan ya da satılan kadınlar için yazılmış görünmemektedir. Buradaki Bitch kelimesinin anlamı ve Manifesto’nun maddeleri dikkate alındığında fahişe davranışlı olan, hafif kadın, toplumsal rolleri kabul etmeyen ve onun dışında davranan, özgür ve itaat etmeyen karakterli kadın anlamında kullanılmakta.
Manifesto’nun bir diğer özelliği ise “BITCH (OROSPU) henüz varolmayan bir organizasyondur,” cümlesi ve Simone De Beauvoir’dan alıntı ile başlaması. Alıntı şudur: “…erkek insanoğlu olarak tanımlanıyor, kadınsa feminen bir varlık. Ne zaman insansı davranışlar, tepkiler verse erkekliğe özenmekle itham ediliyor…”
Alıntının kendisi özellikle dile, dildeki erkek egemen unsurlardan birine, insan kavramının erkek anlamında kullanılmasına vurgu yapması. Dönem itibarıyla dildeki erkek unsurlara vurgu feminist yazının önemli vurgularından biridir.
Bir başka şey ise bu metnin aslında Türkiye’deki fahişelerle, hayat kadınıyla gerçekten alakasının olmaması. Kavram zaten akademi içinde ve dışında erkek tahakkümünün alanına kadınların insan olarak nasıl reaksiyon göstermeleri gerektiğine ve toplumsal yaşamda nasıl olunması gerektiğine dairdir.
“Kadının yoksa parası, a.dır kumbarası” dövizi ise tamamen erkek egemen tahakküm kültürünün ürettiği sözlerden biri ve manifesto ile alakası olmayan bir slogan olarak duruyor. Rahatsızlık veren Beren Azizi’nin tercihi ve neler savunduğu değildir. Onun zorunlu açıklama adı altında getirmiş olduğu gerekçeleri anarşizm adına benimseyen anarşist kişi ve grupların acınacak hallerinedir.
Feminist literatürde kadının cebir, şiddet ve baskı ile alınıp-satılması – ki Türkiye de özellikle pezevenkeler vasıtasıyla yürür bunlar – kadın vücudunun aşağılanması – bir çeşit kölelik hali olarak telafuz edilebilir – kabul edilebilecek bir durum değil. Anarşizm açısından ise bunun tartışılmasını “abesle iştikal etmek” olarak telafuz etmek lazım gelir. Kadının kendini gönüllü olarak dahi böyle bir şeye koşmasının adı da tahakkümü ve onu üretmekle eş anlamlıdır. İnsanın vücudunu para karşılığı sunması nasıl bir etik prensiple bağdaşabilir. Kadının, erkeğin ya da LGBTİ’nin kendini isteğiyle para karşılığı pazarlaması erkek egemen alanın genişlemesine hizmet eder bir davranış ve hal olarak düşünülmelidir.
Şöyle bir prensip geliştirmek de mümkündür: bir canlının isteği hilafına yapılan hiçbir şey kabul edilemez. Ama kendi isteğiyle yaptığı birçok davranış da kabul edilemeyebiliyor. Ör. : Çalışmak zorunda olsak bile onu eleştirmek gibi…
İtaatsiz.org’un sayfalarında vardır. Kendini devrimci gören bazı örgütlerin temizlik adı altında fahişeyi dövüp sergilemelerine de şahit oldu bu ülke. O insanlara karşı ilk tavrı koyan insanlar da bu sayfalarda yazanlardı.[3]
Mevcut zorunlu yanıtta yazar feminizm ve feminizme dair bilinen bazı doğrularla tepkisel olarak bu dövizi savunmak adına manifestoyu değil ama hayat kadını olmayı meşrulaştırıyor gibi görünüyor. Kendisi hayat kadını olmayı savunan biri de olabilir. Bundan bir anlam ve bir sonuç da çıkarabilir. Ama bir kısım anarşistler buna anarşizm ve tahakküm kavramlarının ifadesi ve duruşu adına nasıl meşruiyet sağlıyorlar ve kabul ediyorlar doğrusu, merak konusudur!
Feminist yazında ise hayat kadını olmayı savunan feministlerin oranı genel ekseriyete göre azdır. Ve hatta onlara karşı eleştiri serbest pazara ve hatta monetarist politikaya uyumlu feminist olduklarına dairdir. Ama genel olarak feminist yazın üç noktada fahişelik durumu üzre duruyor. Bunun özeti ve sınıflandırılması şöyle:
“Birincisi, Mevcut ceza yasalarını para karşılığı seks yapan kadınlara karşı suç yaptırımlarından dolayı kınarlar. İkincisi, para karşılığı ya da değil hakiki rıza meşru seksin olmazsa olmaz şartı olduğunda hemfikirdirler. Üçüncüsü, feministlerin hepsi, ticari seks işçilerinin ekonomik baskıların öznesi ve çoğunlukla şiddet kurbanları oldukların ve bu meseleye dair çok az şeyler yapılmış olduğunu ifade ederler.”[4]
Görüleceği gibi bu duruşlarda mevcut sistemin ürettiği bir alan olsa dahi fahişelik durumunu anlamaya yönelik bir hal ve faaliyetin izleri okunuyor. Daha ötesinde feminist literatürde feministlerin duruşları üçe ayrılıyor. Seks işçiliğini savunan, Fahişeliğin yok edilmesini savunan ve fahişeliği yasadışı ilan edilmesini savunan duruşlar. Feminist duruşun her bir halinde problem mevcut. Bu duruşlardan farklı duruşlar da elbette mevcut.
Fakat zorunlu açıklamanın yukardan bakan dili ve agresif üslubu bahsi geçen dövizin tam da erkek egemen dilin içerisinde ve onu içselleştirerek üretildiğini gizlemeye çalışıyor. Bu argo deyim açıklamadan da görüleceği gibi bir hiciv olarak da kullanılmamakta. Kadının cinsel faaliyetini paraya endekslemektedir ve pejoratif bir deyim olarak kullanılmaktadır.
“Yoksa paran, var kumbaran” deyimi erkekler arasında ibne demeye getirilen bir deyimdir. Kumbarayı bozdurmak teriminden türemiş olduğu pek muhtemeldir. Kadın argo sözlüğünde de kullanıldığı anlamda kullanılmış olsa da kökeni hakkında rivayetler şu durumda muhtelif gibi görünüyor. Zannımca kadına yönelik kullanımda ise kadın argosu olmuyor. Erkek egemen dili kadınlar üzerinde üretiyor ve kamusal alanda bunun yaygınlaşmasına neden oluyor. Kaldı ki kadın argosu olsa dahi bunun erkek egemen bir dilin yansıması olduğu tartışmadan vareste olsa gerektir.[5] Kişiye “sermayen” var ne de olsa der. Bu bir erkeğin bir erkeğe karşı kullanımı durumunda da aynı aşağılama maksadıyla kullanılır.
Erkek egemen tahakküm kültürünün ve onun dilinin üreticileri sadece erkekler değildir. Hatta daha ziyadesiyle kadınlar vb.dir. O kamusal ve özel alanda herkes tarafından üretilen bir kötülüktür. Kendini kadın ya da başka bir kimlik altında görmek ve biyolojik ya da ruhsal kimliğinin bunun üstesinden geleceğini düşünmek hayal ve tasavvurlarını gerçekliğe üstün kılmaktır.
İnsanların; sağcıların, solcuların ya da bilumum zevatın buna değişik tepkileri ne menem bir şeydir bilmiyorum. Bu üslubun sadece kullanan açısından “ne kadar farklı ve radikalim” böbürlenmesini arkadaş çevresinden yaratacağı da tahmin edilesidir ama yapılan savununun feminizm adına boşluğu ve üslupsuzluk adına kazanımın sarihliği nettir.
20 Mart 2018
Numan Bey
[1] İslam felsefecileri ve tasavvufcular ve özellikle Melamilerin nefs kavramına yaptıkları vurgu ve bunun bizzat insan tekinin kendi iç mücahedesiyle üstünden gelmesinin zorunluluğuna vurguları Foucault’u oldukça aşan bir önemdedir.
[2] http://www.jofreeman.com/joreen/bitch.htm
[3] https://itaatsiz.org/2014/07/27/yanlis-ikilemin-adi-erkeklik-kadinlik-ve-fahiseyi-vurmak/
[4] Newman and White (2012). Women Power and Public Policy. Oxford University Press
[5] Yakın zamanda Sendika.org nam sitesinde 8 Mart yürüyüşlerinde daha farklı argo (kaba) sözcüklerle oluşturulan sloganlar ve 1960’ların sonlarından itibaren yaygınlık kazanıp feminist jargonun en ünlü sloganı haline gelen “kişisel (özel) olan politiktir” sloganından hareketle bir savunu yazı yayınlandı. Bu yazı da bahsi geçen sloganın zamanında ifade ettiği anlamının ötesinde pop kültürün önemli sloganı haline gelmişliğinden ve aşınmış bir slogan olduğundan bihaber görünüyor.
Views: 443